"Önce Amerika” mı, Neo-Con Saçmalığı mı?

  1. Anasayfa /
  2. Tüm Analizler
  3. /
  4. Analiz
SDE Editör | 25 Kasım 2024, Pzt
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Trumpizm'in Serabı" yaklaşan Trump yönetimi için şafak sökerken, Amerikan vatanseverlerinin karşısına hayali bir görüntü çıkmaktadır. "Önce Amerika"yı siyasi barometrelerinin ölçüsü ve jeopolitik pusulalarının ibresi olarak görenler için; her cephede oy birliğiyle kazanılmış bir zafer olarak görünen şeye daha detaylı bakıldığında aslında Amerikan derin devletinin çölünde üretilen bir zafer serabından ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Donald Trump bir ışık ikonudur ve bunun sonucu olarak da başkanlık zaferini çevreleyen unsurlar bulanıklaştırmakta, kurtarıcı olarak sunulan bir adam imajı ile toplumun algısı etkilenmektedir.

Bu son ifade sizlere çok iddialı görünse de Trump'ın 2024 kampanyasının en büyük bağışçılarından ve aynı zamanda zaferinde belirleyici faktör olan Elon Musk’ın X mesajında "Bu, hayatınızın en önemli seçimi!!! Uygarlığımız tehlikede." sözleri iddiamızı haklı çıkarmaktadır… Ayrıca Musk, bu mesajla yetinmeyip Butler, Pennsylvania'da düzenlenen bir mitingde seçmenleri kastederek "( Eğer Trump'a oy vermezlerse) bu son seçim olacak” sözleri de tespitimizi daha da haklı çıkarmaktadır.

Başkanlar vaatlerinin tersini yapıyor

"Kuşkusuz bu retorik üzerinden bakıldığında, risklerin son derece arttığı, Trump'ın 2016'daki zaferinden bu yana liberal ve küreselleşme karşıtı duyguların daha yüksek sesle dile getirilmeye başlandığı ve liberalizm ile muhafazakarlık arasındaki çatışmanın son birkaç yılda daha da aşırı hale geldiği görülmektedir. Biden'ın 2020 kampanyasının büyük bir kısmı "normale dönüş" mesajı üzerine yürütüldüğü halde pratikte yönetimi sırasında bu hedefin tersinin gerçekleştirildiği görülüyor. Ayrıca değişmez “norm” olarak kalan bir şey varsa o da Amerika Birleşik Devletleri'nin Ortadoğu politikasıdır.

2016'da Trump'la birlikte yeni bir sağcılık ortaya çıktı. 11 Eylül'den sonra Bush döneminde öne çıkan ve son yirmi yıldır muhafazakârlığa damgasını vuran tipik Neo-muhafazakârlıkla doğrudan çelişen bir muhafazakârlık ideolojisi oluşmuştur. Neo-muhafazakarlık; ulusal güvenliğe ve yurtdışında "demokrasinin" teşvik edilmesine vurgu yapar. Amerika'yı küresel bir lider ve dünya ulusları için bir ışık kaynağı olarak konumlandırırken aynı zamanda dış politikada müdahaleciliğe yaptığı vurguyla karakterize edilir. Siyasi sloganı "Teröre Karşı Savaş" olmuştur.

Trump, tipik Neo-muhafazakârlıkla doğrudan çelişen bir platformda yarıştı. "Büyük bir hata" olarak nitelendirdiği Irak Savaşı’na karşı çıkmış, Suriye ve Afganistan'dan askerlerin çekilmesi için bastırmış ve defalarca "küreselci eliti" eleştiren söylemler kullanmıştır. Trumpizm'in sloganı “Önce Amerika”dır. Amerikancılık, küreselcilik değil ancak Trump'ın ilk yönetimi İsrail ve Orta Doğu'ya yönelik duruşuyla büyük ölçüde Neo-muhafazakârdı. Aslında hiç bir başkanın ilk yönetimi sırasında İsrail'i Trump kadar desteklemediği söylenebilir. ABD büyükelçiliğinin tartışmalı bir şekilde Kudüs'e taşınması, Golan Tepeleri’nde İsrail egemenliğinin tanınması ve Abraham Anlaşmaları’nın kolaylaştırılması, onun başkanlığı döneminde gerçekleşti. Hatta Abraham Anlaşmaları’nın 7 Ekim saldırılarının ana nedenlerinden biri olduğu, bölgede yeni çatışmalara zemin hazırladığı ve ABD'nin daha fazla müdahalesini gerektirdiği bile söylenebilir.

Trump kabinesine Trumpizm karşıtları sızdı

Bu makalenin amacı, Trump'ın yönetimine Trumpizm'e karşıt hedefleri olan Neo-muhafazakârların çoktan sızmış olduğunu, yani Trumpizm'in 2024'te bir kez daha Neo-muhafazakâr çıkarlara öncelik vermek için bir kılık değiştirme aracı olarak kullanıldığını göstermektir. Buna ek olarak, Trump'ın 2024 kampanyası sırasında kazandığı desteğin çoğunun bu sızma nedeniyle olduğunu kanıtlamayı amaçlamaktadır. Aynı zamanda bu sızmanın apaçık hedefinin İsrail'in emriyle İran ile bir çatışmanın tırmandırılması olduğunu ortaya koymaktadır. Makalenin nihai amacı, bu çatışmanın 90'lı yılların sonlarında geliştirilen ve İsrail'in toprak genişlemesi ve rejim değişikliği yoluyla Ortadoğu'yu tartışmasız bir şekilde kontrol etmesiyle sonuçlanan dış politika planının sadece bir başka adımı olduğunu göstermektir.

"Temiz Kırılma Raporu: A New Strategy for Securing the Realm" Neo-muhafazakarlığın manifestosu olarak kabul edilmektedir. Büyük ölçüde Irak Savaşı'nın mimarı ve eski Dışişleri Bakanı Donald Rumsfeld'in kilit danışmanlarından Richard Perle (diğer ABD politika danışmanlarıyla birlikte) tarafından dönemin Başbakanı Benjamin Netenyahu için kaleme alınan rapor, İsrail'in güvenliği ve Ortadoğu'daki dış politikası için tavsiyeler içermektedir. Öncelikle İsrail için yazılmış olmasına rağmen, raporun birçok unsuru ABD dış politikasını özellikle de Irak'ta ve daha geniş anlamda Ortadoğu'da rejim değişiklikleri amacını taşıdığı görülmektedir. Ortadoğu'da son yirmi yılda yaşanan olaylar göstermektedir ki raporda ana hatlarıyla belirtilen hedeflere ulaşılmıştır. Ortadoğu ülkelerine karşı sergilenen sert ve saldırgan tutum ile İsrail'e verilen tartışmasız destek aynı ideolojinin başka türevlerinin yansımasıdır.

Neo-muhafazakarlığı tanımlayan müdahaleci ve küreselci öncelikleri reddeden Trump ve "Trumpizm" olarak adlandırılabilecek düşünce, bu önceliklere doğrudan bir meydan okuma olarak ortaya çıktı. Bir an için Washington'daki pek çok deneyimli muhafazakar siyasetçinin Trump'ın ilk dönemi öncesinde, sırasında ve sonrasında Trump'a karşı besledikleri düşmanlığı düşünün. Birkaç örnek vermek gerekirse:

Rick Perry

Rick Perry, Trump'ı Cumhuriyetçi Parti'de bir "kanser" olarak nitelendirdiği halde Trump'ın kabinesinde Enerji Bakanı olarak görev yaptı. The National Interest 2011'de şöyle yazmıştı: "George W. Bush yeniden doğdu." sözleriyle Perry'ye atıfta bulundu.

James Mattis

James Mattis Trump'ı Amerikan Kurumları için bir tehdit olarak nitelendirdi ama Trump'ın Savunma Bakanı olarak görev yaptı.

Nikki Haley

Nikki Haley, Trump'ı Cumhuriyetçi Parti için tehlikeli bir seçim olarak nitelendirmiş ve 2016 Cumhuriyetçi Ulusal Kongresi’nde onu desteklemeyi reddetmiştir. Haley 2016 yılında Trump'ın BM Büyükelçisi olarak görev yapmıştır.

BM Genel Kurulu tarafından 128'e karşı 9 oyla kınanan ve ABD'nin Orta Doğu'daki onlarca yıllık dış politika çabalarını tersine çeviren bir karar olan ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs'e taşınmasında kilit bir figürdü. Haley aynı zamanda İsrail'in Filistinlilere yönelik muamelesinin BM tarafından kınanmasını veto eden uzun bir BM Büyükelçileri silsilesinin de bir parçasıydı.

John Bolton

2016'daki seçim kampanyası sırasında Trump'ı sert bir şekilde eleştiren John Bolton, Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atandı. Bolton, 13 Kasım 2024'te gazetecilere verdiği demeçte "Trump muhtemelen (İsrail'e) 20 Ocak'tan önce ne istiyorsan yap diyor." dedi.

Trumpizm'in Neo-muhafazakârlığa karşı "meydan okuması" bir maskaralıktır

Dikkatli bir gözün görebileceği örüntü, çölün gerçeğini ortaya çıkaran ve bu yıl Amerikan Muhafazakâr tabanını 2016'dakinden daha güçlü bir şekilde etkisi altına alan serabı ortadan kaldıran bir örüntüdür. Trump'ın görünürde Önce Amerika ideallerini benimseyen bir aday olması, ancak yönetiminin -sorumluluklarını etkin bir şekilde yürütenlerin- kesinlikle Neo-muhafazakâr olması dikkat çekicidir. Trumpizm'in Neo-muhafazakârlığa karşı sözde "meydan okuması" sadece bir maskaralık, yerine getirilmemiş retorik ve politik umutlarla ayakta tutulan bir cephedir.

Sistemi “yıkmak” isteyen adamın sisteme “teslimiyeti”

Buradaki el çabukluğu; sistemin dışında kalan bir adamın sistemi yıkmak için mücadele etmesiyle başlatılan sürecin aslında teslimiyetçiliğin bir başka örneği haline getirilmesidir. Burdaki aldatma ise gerçekte olmayan bir çatışmanın varlığının yöntem olarak seçilmesidir.

Trump’a karşı olan kişiler Trump tarafından ödüllendiriliyor

Trump'ın kampanyasının özünün Neo-muhafazakârlığa bir meydan okuma olması nedeniyle, Trump'a şiddetle karşı çıkan politikacılar, destek vermedikleri için cezalandırılmadıkları gibi ödüllendirildiler. Aynı şey Trump'ın 2024 kampanyasında da yaşandı ve Amerika'nın dış müdahalelerine son verme söylemi sadece bir retorikten ibarettir. Gerçekte, İsrail-Hamas savaşının arka planı, Trump'ın 2024 yönetiminin Bush'tan bu yana en Neo-muhafazakarlardan biri olması için zemin hazırladı.

Trump, yıkacağını söylediği sistem tarafından ele geçirildi

Başka bir deyişle, yabancı çıkarcılar tarafından manipüle edilmiş olan ABD halkının iradesi sayesinde, katıksız enerjisiyle Oval Ofis'e oturmayı başaran joker aday (Trump), aynı çıkarcılar tarafından ele geçirilmiştir.

Brian Hook

Bunu göstermek üzere Trump'ın ikinci dönemi için şu ana kadar seçtiği kişilere bakalım. Brian Hook'un Dışişleri Bakanlığı geçiş ekibine liderlik etmek üzere seçilmesi, haber ağı Jewish Insider tarafından 8 Kasım'da yayınlanan bir makalede İsrail yanlısı liderler için "cesaret verici" olarak nitelendirildi. Ayrıca makalenin alt başlığı da "Hook, Trump'ın İran'a karşı yürüttüğü sert baskı kampanyasının denetlenmesine yardımcı oldu" şeklindeydi. Hook aynı zamanda Abraham Anlaşmaları’nda da önemli bir rol oynamıştır. American Enterprise Institute (AIPAC tarafından yoğun bir şekilde finanse edilen Neo-muhafazakar bir düşünce kuruluşu) üyesi Danielle Pletka bu seçimi alkışlayarak şunları söyledi: "İran'ın bize ve müttefiklerimize karşı oluşturduğu tehdidi kimse (Hook)ondan daha iyi bilemez. Her gün sahip olduğu hükümet güvenliği bunun dehşet verici bir hatırlatıcısıdır."

Pete Hegseth

Trump'ın Savunma Bakanı olarak seçtiği ve Fox News kanalında siyasi yorumcusu Pete Hegseth, geçtiğimiz günlerde İran'ın "ABD ile savaş halinde" olduğunu söyledi ve İsrail'in nükleer tesislerini yok etmesine izin verilmesini önerdi. Böyle bir eylem, Trump’ın vaadlerinin hilafına ABD dış politikasını kaçınılmaz olarak küresel bir çatışmaya dönüşme potansiyeli olan Ortadoğu’daki sürece dahil edecektir.

Mike Waltz

Yeni muhafazakârlığıyla tanınan Mike Waltz Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak seçildi. Jewish Insider'dan Marc Rod'un "Trump İran eleştirmeni, şahin İsrail destekçisi Mike Waltz'ı ulusal güvenlik danışmanı olarak seçti" başlıklı makalesine göre Waltz, "Eylül ayında Jewish Insider'a ABD'nin Hamas ve İranlı destekçileri üzerinde baskı kurması gerektiğini söyledi ve Biden yönetimini Gazze'de Hamas ile ‘ateşkes’ anlaşması yapması için İsrail'e ‘tek taraflı baskı’ uygulamakla suçladı.". Ayrıca Amerika Ulusal Güvenlik Yahudi Enstitüsü Başkanı Michael Makovsky, Waltz'u "mükemmel bir atama" olarak nitelendirdi.

Marco Rubio

Bu sızma ve el çabukluğunun en korkunç örneği, Trump'ın 2016'da kendisine karşı yarışan ve adaylığı garantilediğinde Trump'ı şiddetle eleştiren Senatör Marco Rubio'yu seçmesidir. Rubio da Hegseth gibi İran'ı büyük bir tehdit olarak gören ve Orta Doğu'da agresif askeri politikaları savunan ünlü bir Neo-muhafazakârdır. Bununla da kalmayan Trump, 2015 yılında Rubio'nun ‘tamamen lobicilerin ve özel çıkar gruplarının elinde olduğunu’ ve ‘Sheldon Adelson'ın Rubio'ya büyük paralar vermek istediğini çünkü onu mükemmel küçük kuklası haline getirebileceğini düşündüğünü’ söyledi.

Şu anda vefat etmiş olan Sheldon Adelson, Miram Adelson'ın kocasıydı. Miram Adelson dünyanın en zengin İsraillisi ve Amerika Siyonist Örgütü'nü bağışlarıyla finanse eden kibirli bir Siyonisttir. Kendisi ve kocası Trump'ın kampanyalarının en büyük bağışçıları olmuştur.

İronik bir şekilde, "Trump'ın İsrail'e verdiği destek nedeniyle İncil'de bir 'Trump Kitabı'nı hak ettiğini” yazmıştır. Trump'ın bu kampanya dönemindeki en büyük bağışçılarından biri olan Bill Ackman, DEI (Çeşitlilik Eşitliği ve Kapsayıcılık) gibi programlardaki büyük meritokrasi (Kişilerin yetenek ve bireysel üstünlüğüne dayanan yönetim biçimi) sorununu sözde keşfettikten sonra geçen kış geçiş yapan kötü şöhretli bir demokrattı. Ronald Lauder (Dünya Yahudi Kongresi Başkanı) ile birlikte dönemin Harvard Başkanı Claudine Gay'e karşı büyük bir kampanya başlatmış ve sözde önceki akademik çalışmalarında intihal yaptığı ortaya çıktığı için Gay'i görevinden uzaklaştırmıştır. Saf bir izleyiciye bu olayın, ırksal eşitlik programları lehine liyakati göz ardı eden programların olumsuz sonuçlarını keşfeden biri tarafından gerçekleştirildiği gibi görünebilir ancak gerçek çok daha karmaşık ve komplikedir,

Gay'in ifşa edilmesinin ardından, Ackman'ın MIT'de (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) eski bir profesör olan eşinin de kendi doktora tezinde intihal yaptığı ortaya çıktı. Ackman'dan benzer bir tepki geldi mi? Belki de meritokrasiye verdiği sadık destek göz önünde bulundurulduğunda adam kayırmacılığı ile alay ettiği düşünülebilir. Ackman ve diğer bağışçıların Gay ile yaşadıkları sorun intihal yapması değil, kampüsündeki Filistin yanlısı protestoları yeterince kınamamasıydı. Benzer şekilde, UPenn'in başkanı da aynı nedenle ifşa edilmişti. Yerlerine gelenler protestoculara karşı böyle bir hoşgörü göstermemiştir. Burada, daha önce Trump karşıtı olan milyarderlerin ve şahsiyetlerin, özellikle de Yahudi kökenlilerin Trump'a neden destek verdiğini keşfediyoruz. Özellikle de solun seçmen tabanı arasında Siyonizm karşıtlığının yaygınlığı dikkat çekicidir.

Bir taşla iki kuş vurmak mümkün. Ackman gibi kişiler yüzeysel olarak, bu üniversite kampüslerindeki sorunun, bir zamanlar Yahudi halkının sadık bir destekçisi iken şimdi kendi kuyruğunu yiyen bir yılana dönüşen açık solculuk olduğunu iddia edebilirler. Ancak Amerikan kartalı kendi kendini yok eden bu yılanın üzerine çullanıp onu öldürebilir. Nüans çizgisi önceliklidir. Bu figürlerin aşağılamalarına neden olan açık bir solculuk mu, yoksa kampüslerinde İsrail'e yönelik artan hoşgörü mü? Fark etmez -Trump kartal ya da daha doğrusu şahin- Trump'ın seçim kampanyası sırasında İran'a yönelik şahin söylemi tesadüf değildir. Dikkatimizi Amerika'dan İsrail'e çevirirsek, harap edilmiş ve parçalanmış bir toprak şeridinde küçük bir milis grubuyla uzun süreli bir çatışma içinde olan, dünyanın çoğunun nefretini kazanmış bir ülke, Oval Ofis'ten gelen ısrarlı ve bitmek bilmeyen ateşkes çağrıları arasında "gerilimi azaltmayı tırmanma" olarak gören bir hareket tarzına karar vermiş bir ülke buluyoruz. İsrail Kuzey sınırında Hizbullah ile çatışmaya girdi ve diğer savaş taktiklerinin yanı sıra İran ile karşılıklı füze atışlarını sürdürüyor. Çatışmanın her tırmanışını ABD'li yetkililerin ateşkes "çağrıları" takip ediyor. Görünen o ki ABD'nin İsrail'le ilgili olarak yapabildiği en iyi şey, onu farklı davranmaya teşvik etmek. Bu durumda koz kimin elinde?

Serap gördüğümüz çöle geri dönüyoruz

ABD Büyükelçiliğini Kudüs'e taşıdığında Nikki Haley, ‘ABD'nin Büyükelçiliğini Kudüs'e taşıyacağını ve BM'deki hiçbir oylamanın bu konuda bir fark yaratmayacağını’ ve ABD'nin ‘BM'ye açık ara en büyük katkıyı yapan ülke’ olduğunu söyledi. Ayrıca ABD'nin BM'ye sağladığı fonları da kesebileceği uyarısında bulundu. İsrail'e en büyük katkıyı yapan ülke de ABD değil mi? Peki burada kimin oyu önemli? Amerikan vatandaşlarının mı? Amerikalı liderlerin mi? Çöle geri dönüyoruz.

Trump'ın yönetimi sırasında ve sonrasında, Amerikan makinesinin çeşitli kolları tarafından Trump'ı susturmak, kısırlaştırmak ve ortadan kaldırmak için her türlü girişimde bulunuldu. Medyanın Trump hakkında çok sayıda yanıltıcı haber yayınlamasından, X gibi platformlarda sansür uygulamasına, görevden alma ve hapse atma çabalarına kadar. Bu muamele 6 Ocak olaylarının ardından dört yıl daha devam etti. Ancak... 7 Ekim'den sonra tuhaf bir değişim başladı. Medya kuruluşlarının İsrail-Hamas çatışmasına ilişkin anlatıyı kontrol edememesi ve Biden yönetiminin çatışmanın ortasında kalma konusundaki tereddütleri (hem İsrail'i çatışmayı durdurmaya çağırırken hem de defalarca mali paketler gönderirken) göz önüne alındığında, İsrail'i siyasi pusulalarının ibresi olarak görenler arasında siyasi bir değişimin başladığı açıktır.

İsrail, Trump’a güveniyor

Trump'a ilişkin asıl korku, onun siyasi sistemin dışında biri olarak var olmasıydı. Siyasi geçmişi olmayan Trump, 2016'da sadece Neo-muhafazakarlığa değil, Amerika'daki tüm siyasi makineye bir meydan okuma olarak ortaya çıktı. Karşısında paraya ihtiyacı olmayan biri vardı -kendi parası vardı. Karşımızda reklama ihtiyacı olmayan biri vardı- kendi şöhretine sahipti. Sıklıkla bir kralın krallığının dışında doğduğu söylenir ve Trump'ın 2016'daki şok edici ve tamamen beklenmedik zaferi, Hıristiyan destekçilerinin çoğu için neredeyse dini bir alamet gibi görünüyordu. Ancak Trump yalnızca bir seraptır. Gözlerimizi üzerinde tuttuğumuz şey o. Trump'ın ilk yönetimi sırasında Amerikalı siyasetçiler onun öngörülemezliği konusunda endişeliydiler. Bu endişe artık yok. ABD'li yetkililer İsrail'e sürekli olarak çatışmalara son vermesi çağrısında bulundu ancak İsrail sadece Hamas ile çatışmayı sürdürmekle kalmadı, savaş çabalarını da genişletti. Bunun nedeni açıktır. Netanyahu liderliğindeki Likud yönetimi, Trump'ın zaferine olan inancıyla "bölgenin güvenliği" konusunda ilerlemeye devam etti. Buna inanç diyebilir miyiz? Henüz belli değil.

John Bolton, Richard Perle ve Donald Rumsfeld Clinton’ı Saddam’a karşı kışkırtmıştı

1998 yılında Yeni Muhafazakârlar Başkan Clinton'a Saddam Hüseyin'in iktidardan uzaklaştırılması çağrısında bulunan iki açık mektup yayınladılar. Bu makalede sözünü ettiğim kişilerden üçü mektubu imzalamıştı: John Bolton, Richard Perle ve Donald Rumsfeld. Mektupların ardındaki niyet savaştı. Ancak mektuplar Clinton yönetimini ikna etmeye yetmediği gibi, Neo-muhafazakarların çabaları da George W. Bush'u yönetiminin ilk aylarında ikna etmeye yetmedi. Ta ki 11 Eylül'e kadar.

Serap görüyorlar ama kum fırtınası devam ediyor

"Tarih her zaman tekerrür eder" diye yaygın bir söz vardır. Karl Marx'ı pek sevmesem de, o bu söze oldukça hoşuma giden bir yorum getirmiştir: "Tarih tekerrür eder, önce trajedi olarak, sonra da maskaralık olarak." Çoğu zaman bir maskaralığın gerçek olandan daha gerçek olduğu açıktır. Ne de olsa burası çöl ve bizi en çok büyüleyen şey her zaman seraplar olmuştur.

Ama gerçekte, kum fırtınası devam ediyor.

 

 

Enes Çakır

25 Aralık 2024

*Enes Çakır 2000 yılında ABD'nin Tennessee eyaletine bağlı Knoxville şehrinde dünyaya geldi. 2009 yılında Güney Carolina eyaletinde Columbia şehrine yerleşti. Burada orta ve lise eğitimini tamamlayıp yine aynı eyalette Clemson Üniversitesi'nde Bilgisayar Yazılım Mühendisliği Ana Dal ve Matematik Yan Daldan derece ile 2018 yılında mezun oldu. Ardından Fast Enterprise Şirketi'nde 7 ay yazılım uygulama danışmanı olarak çalıştıktan sonra lise yıllarından beri çok ilgi duyduğu tarih, sosyoloji ve felsefe alanlarında yazmaya başladı ve 2024 yılında “The Prophecy of the West” adlı ilk kitabını yayınladı. Enes hala yazı ve araştırmalarına devam ediyor.

 

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA