Şunu çok iyi biliyoruz ki, Türkiye, sahip olduğu stratejik ve jeopolitik konumu itibarıyla hiçbir şekilde ihmal edilemeyecek bir ülkedir. Bu ihmal edilememezlik, ülkeleri Türkiye ile ilişkilerinde iki türlü yöntem kullanmaya sevk etmiştir.
Birincisi, bu konumu nedeniyle önemli bir güç kabul edilen Türkiye ile iyi niyete dayalı yakın ve sıcak ilişkiler kurarak karşılıklı saygı çerçevesinde kazanımlar elde etmek; ikincisi yöntem ise, yine bu konumu nedeniyle sürekli kontrol edilmesi lazım geldiğine inanılarak zayıflatmak ve sürekli çıkartılan krizlerle kendisine tahakküm edilerek küresel emperyalizm için uysal bir ülke haline getirmektir.
Bir yandan Türkiye’nin sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynaklarının paha biçilemezliği, diğer yandan, etrafını çevreleyen denizlerin büyük servetler barındırması, öbür yandan da stratejik ve jeopolitik konumunun ehemmiyeti Küresel Emperyalizmin ikinci yöntemi kullanmasına sebep olmuştur.
İkinci yöntemi kullananların Türkiye’yi kuşatmak ve yönetilemeyecek hale getirmek için ürettikleri iki ana örgüt vardır. Bunlardan birisi FETÖ, diğeri ise PKK’dır. Her ikisinin de terör örgütü olduğu konusunda herhangi bir kuşku yoktur. Hem milletin vicdanında hem de devletin kayıtlarında her iki örgütün kanlı terör örgütü olarak kayıtlara geçmiş olması önemlidir.
Küresel güç temerküzü, FETÖ ile Türkiye’nin bütün alanlarına nüfuz ederek içeriden işgal etmek suretiyle yönetimi tamamen kendi eline ve kontrolüne almak istemiştir.
Aynı güç temerküzü, Türkiye’yi PKK ile terörize ederek yaşanmaz hale getirmek, ekonomik varlığının önemli bir kısmını terör faaliyetlerini önlemeye ayırtarak güçten düşürmek, nihai olarak Doğu Anadolu’nun önemli bir kısmını da içine alarak Güneydoğu Anadolu bölgesini milli sınırlarımızdan kopartmak suretiyle ayrı bir devlet kurmak istemektedir.
Dolayısıyla (FETÖ ile ilgili değerlendirmemiz saklı kalmak kaydıyla) PKK, Türkiye için ontolojik bir tehdit olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bu terör örgütü ve bileşenleri devletin bizatihi varlığına kastetmektedir.
1978’de kurulan ve ilk kanlı eylemini 1984 yılında gerçekleştiren PKK’nın Suriye’deki oluşumları ise YPG, PYD’dir. PKK, biri 2003, diğeri 2004 yılında Suriye’nin kuzeyinde kurulmuş olan bu öğütlerin atasıdır. Bu örgütlerin PKK’dan farklı oldukları iddiaları doğru değildir. İdeolojik olarak zaten PKK’ya ve Abdullah Öcalan’a bağlı olduğu gibi, YPG üslerinde PKK’lıların da faaliyet gösterdiği bilinmektedir. Bu örgütlerin PKK’ya bağlı olduklarını gösteren çok sayıda delil mevcuttur.
Esasen bu örgütler, Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan verdiği talimatlar ve 17 Ekim 2003’te PKK 8. Kongresinde, “Suriye’de yeni örgütlenmelere gidilmesi” yönünde alınan kararla kurulmuştur.
Haliyle bu örgütlerin amaçları da tekdir ve Türkiye toprakları üzerinde geniş bir coğrafyayı ayırarak devlet kurmak amacını gütmektedir.
Buna giden yolda önce İran-Irak savaşı çıkartılarak bölgedeki iki devlete kan kaybettirilmiş, bilâhare Irak işgal edilerek bölünmüş, sonra Suriye parçalanarak buradaki istikrarsızlıktan istifade ile şimdi Türkiye’ye göz dikilmiştir.
Suriye’nin DAEŞ işgali bahane edilerek parçalanmasıyla birlikte PKK ve YPG/PYD ülkenin büyük bir bölümüne yerleşmişler ve bu arada Türkiye’nin sınırı boyunca doğu ve kuzey Suriye’yi de işgal etmişlerdir. Sınırımızın hemen yanı başında bulunan bu terör örgütleri Türkiye’ye yönelik çok sayıda silahlı terör olayı gerçekleştirmişlerdir.
Türkiye, bu terör işgaline karşı Kuzey Suriye’ye girmiş, önce Fırat Kalkanı sonra Zeytin Dalı Harekâtı ile buradaki PKK, YPG/PYD unsurlarını temizlemiştir. Buna rağmen Suriye’nin çok büyük bir kısmına bu örgütler hâkimdir ve başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin de açık destekleriyle çok geniş bir alana yayılmışlardır.
PKK’nın ise kırk yıldır Türkiye sınırları içinde yaptığı sayısız terör eylemlerinde 15 bine yakın sivil ve güvenlik görevlisi şehit olmuştur. 21 Ekim 1993’teki insanlık dışı katliam, kelimenin tam anlamıyla yürekleri dağlamıştır. Bu katliamda PKK teröristleri, aralarında küçücük bebek de olmak üzere 13’ü çocuk, 22 vatandaşımızı okul bahçesinde toplayarak burada kurşuna dizmişlerdir.
PKK’nın terör ve cinayet çetelesi, burada tutulamayacak kadar uzundur. Esasen bu örgütün kanlı bir terör örgütü olduğunu bütün dünya da kabul etmektedir.
Kısaca tekrar ifade etmek gerekirse, bu örgütler ve onun ana gövdesi olan PKK’nın amacı, Türkiye topraklarını parçalayarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde bir devlet kurmaktır. Bunda herhangi bir kuşku veya ihtilaf yoktur.
Ancak, PKK bu amacı Türkiye’de siyasi bir örgüt kurmaksızın başaramayacağını çok iyi anlamıştır. Bu nedenle her zaman kendi sözcülüğünü yapan, ayrılıkçı konuşmaları dokunulmazlık zırhına bürünerek Türkiye gündemine taşıyan, hatta işlediği cinayetleri dahi meşrulaştıran siyasi örgütler kurmuş ve bunları TBMM’ye sokmayı başarmıştır.
HEP, DEP, HADEP, DTP, BDP, HDP bu partiler arasındadır. Şimdi ise HDP’nin kapatılması durumunda 14 Mayıs 2023 seçimlerinde milletvekili gösterebilmek için yedek olarak kurdukları Yeni Sol Parti’yi devreye sokmuş bulunmaktadırlar. Nitekim Selahattin Demirtaş HDP’nin kapatılması durumunda seçime YSP ile girileceğini söylemiş ve YSP seçim pusulasındaki yerini almıştır.
Terör örgütü PKK, elini güçlendirmek ve eylemlerini yapabilmek için herhangi bir mukavemetle karşılaşmamak, kendisini siyasette ve kamuoyu nezdinde savunmak üzere Türkiye de bu siyasi terör örgütlerini kurmuştur.
Türkiye’de siyasi terör örgütü kurulabilir mi, ya da kurmak serbest midir?!
“Böyle bir ifade doğru olmadığı gibi, meşru partilere terör örgütü damgası vurmak da hukuki değildir” şeklinde bir itiraz geleceğini öngörmek, kuşkusuz kâhinlik değildir.
Şu gerçeğin altını çizmemiz gerekir: Türkiye’de hiçbir siyasi parti, kurulurken terör örgütünün siyasi uzantısı olduğunu ifade ederek kurulmaz, tüzüğünde doğal olarak böyle bir şeye yer veremez. Fakat kurucularının kimlikleri, tüzüğündeki ifadelerin satır araları, bu ifadelerin verdiği mesajlar hangi amaçla kurulduğunu ele verir.
Pek tabidir ki tek başına bunlar bir partinin terör örgütü olduğunu ortaya koyacak doneler değildir. Ancak, süreç içinde parti kurucularının, yetkili organlarının, milletvekillerinin sözleri ve eylemleri birikir ve terör örgütü ile organik bağlarını ortaya koyar.
Terör örgütünün uzantısı olarak kurulan siyasi parti, bu konuda hem bizim demokrasiye olan tutkumuzu hem de demokrasi yolunda “özgür birey, sınırlı devlet” anlayışımızı istismar eder. Üstelik buna Batılılaşma çabalarımızın yol açtığı yasal açıkları insafsızca kullanmak da eklenince, yukarıdaki soru anlam kazanmaya başlar.
Ve bu serüven zahiren meşru ve masum bir siyasi parti gibi start alırken, çok geçmeden süreç içinde demokrasi tutkumuz uğruna yaptığımız yasal düzenlemelerin açıklarından büyük bir hızla sızarak birdenbire bir terör örgütüne dönüşüverir.
Bugün bunun en tipik örneklerinden biri HDP’dir.
HDP, PKK’nın siyasi bir koludur. PKK/KCK’nın Suriye uzantısı YPG/PYD olduğu gibi, Türkiye uzantısı da HDP’dir. Ancak PKK’nın Türkiye’deki siyasi kolunun HDP’den ibaret olduğunu zannetmek saflıktır. 2012’de kurulmuş olup 2023’te HDP’nin kapanması ihtimaliyle tekrar gündeme gelmiş olan YSP de aynıdır. Yukarı da söylediğimiz gibi, Demirtaş’ın seçimlere bu parti ile gireceklerini söylemesi, söz konusu partinin de PKK’nın siyasi uzantısı olduğunu, dolayısıyla siyasi bir terör örgütü olduğunu ispat etmektedir.
Sahih bir akıl ve analitik bir düşünce ile mesele ele alındığında devlet olarak Türkiye, YPG/PYD’ye “terörist oluşumlar” diyorsa, (ki, böyle diyor), şu hâlde HDP’ye de YSP’ye de aynı şeyi söylemek zorundadır.
Her fırsatta PKK ile organik bağlarını fütursuzca ortaya koyanların, kapatma davası nedeniyle zaman zaman cılız bir biçimde “ilgimiz yok” demeleri, günü kurtarmaya dönük ifadelerdir ve herhangi bir kıymeti harbiyeleri yoktur.
Kapatma davası açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın ifadeleri, HDP terör örgütü dehşetini tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır. “HDP, PKK’nın adeta asker alma dairesi gibi faaliyet göstermektedir” ifadeleri, Sayın Başsavcımıza aittir. Diyarbakır annelerinin üç yıldır HDP binası önünde bu terör örgütü tarafından dağa kaçırılan çocuklarını beklemeleri boşuna değildir.
Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi’nin haklı olarak bloke koyduğu HDP’ye ödenecek olan hazine yardımını, anlaşılamaz bir biçimde kaldırması da ayrı bir açmaz olmuştur. Buna rağmen AYM’nin, nihai kararını kendi devletini çelişkiye düşürmeyecek bir şekilde, siyasi nabzı değil, hukuku ve devletin güvenliği endişelerini dikkate alarak vereceğini Türk Milleti umutla beklemektedir.
Bunun aksi ise, Suriye uzantıları olan YPG/PYD’nin de terörist oluşumlar olmadığı yönündeki akıl dışı iddialara cesaret verecektir. Nitekim Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir televizyon programında YPG’yi terör örgütü olarak görmediğini açıkça söylemesi, bizim kanaatimizi desteklemektedir.
Hal böyleyken Türkiye daha da büyük bir tehlikenin içine doğru sürüklenmektedir. Seçim sürecinde kimi partilerin HDP ile işbirliği yapma uğruna bu terör oluşumunu ve mensuplarını meşru hale getirme çabaları, Türkiye’nin altına dinamit koymakla eş anlamlıdır.
Çünkü bu partiler ne yazık ki, ısrarla HDP’nin kapatılmaması gerektiğini ve meşru bir parti olduğunu savunmaktadırlar. Üstelik HDP’nin demokrasiye sahip çıktığını, Mecliste sesini duyurması gerektiğini vs. söylemektedirler.
Oysa bir partinin yasal olması, onun meşru olması anlamına gelmez. Bir partinin kuruluşunda yasal olması, hâlihazırda geldiği noktada yasallığını koruduğu anlamına da gelmez. Gelinen noktada HDP hem yasallığını hem de meşruluğunu kaybetmiş bir siyasi terör örgütüdür. Gerekçeleri ise bütün milletçe bilinmektedir ve Sayın Savcının mütalaalarında da delilleriyle birlikte yer almaktadır.
Buna rağmen bu oluşumla işbirliği yapan siyasi partiler, seçmenlerini HDP ile aynı zeminde buluşturarak PKK’ya karşı da yumuşatmaktadırlar. Bu, Türkiye’nin geleceği açısından fevkalade büyük bir tehdittir.
Nitekim artık bu partilerin sözcüleri sürekli olarak HDP güzellemeleri yapmakta ve seçmenleriyle HDP arasında duygusal bir bağ kurmaktadırlar. HDP için böyle bir bağ, Türkiye’de cumhurbaşkanlığı yardımcılığı ve bakanlık gibi birtakım makamları talep etmekten çok daha öte bir kazanımdır.
Öte yandan PKK elebaşları da sürekli olarak Millet İttifakına övgüler dizmek ve apaçık bir biçimde desteklerini göstermek suretiyle, “duygusal yakınlık sadece HDP ile değil, aynı zamanda onun üzerinden benimle de kurduğunuz bir yakınlıktır” demek istemektedirler.
Şunun artık kabul edilmesi gerekiyor: Türkiye’de, PKK’nın demokrasi isteyen sevimli(!) bir örgüt olduğu, dolayısıyla ona karşı yapılan askeri operasyonların haksızlık(!) olduğu algısına sahip hem mütedeyyin-muhafazakâr hem de milliyetçi kitleler oluşturulmak istenmektedir. Hem HDP siyasi terör örgütünün devleti tahrip eden söylemlerine hem de onun amiri durumunda bulunan PKK’ya karşı toleranslı hatta duygusal bağı oluşan böylesi geniş kitlelerin varlığı, Türkiye’nin terörle mücadele imkânını ortadan kaldırması anlamına gelmektedir. Böyle bir fecaatin gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin yarısının itiraz edeceği askeri operasyonları yapmak imkânsız hâle gelecektir. Esasen HDP/PKK’nın da Millet İttifakının cumhurbaşkanı adayından istediği budur.
Bu ise Türkiye’nin intiharı anlamına gelir. Bu tür milli mücadeleler milletin büyük çoğunluğunun manevi desteğiyle yapılabilir.
Milletin vicdanında terör örgütü olarak çoktan mahkûm edilmiş olan HDP ve söylemleri meşru hâle getirilmektedir. Ve sırada kuşkusuz PKK vardır.
Pekiyi bu, hangi yolla yapılmak istenmektedir?
Bu sorunun cevabı çok açıktır. Bunun için cumhurbaşkanlığı seçimleri kullanılmaktadır. Türkiye’nin ontolojisine yönelik böylesine tehlikeli bir amacın tahakkuku için Millet İttifakı liderlerinin kişisel hırslarının, proje kapsamında son bir yıla yakın zamandır seçim bahanesiyle kullanıldığı rahatlıkla görülmektedir. Nitekim, söz konusu ittifakın liderlerinden Meral Akşener’in bir televizyon programında açık-seçik olarak, “biz bir proje ittifakıyız” demesi, bilinçaltında gizlenen hakikati ortaya dökmektedir.
Bu projeyi tasarlayıp uygulamaya koydurarak bazı mütedeyyin-muhafazakâr ve milliyetçi kesimleri HDP ve PKK terör örgütlerine duygusal bir bağla bağlamaya çalışanlar, gerçekten çok mahirane bir strateji uygulamaktadırlar. Bu proje ile mütedeyyin-muhafazakâr kitleler Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve Deva Partisi üzerinden; milliyetçi kesimler de İyi Parti üzerinden önce CHP’ye taşınmakta, arkasından da HDP ve onun üzerinden PKK ile hoşgörülü ve duygusal bir zeminde buluşturulmaya çalışılmaktadır.
Nitekim, proje sahiplerinin bunda başarılı olduğu da görülmektedir. İyi Parti milletvekili Ahmet Çelik’in sahibi olduğu Yeniçağ Gazetesi yazarlarından Yavuz Selim Demirağ’ın, “HDP en az bizim kadar vatansever ve bu ülkeyi seviyor” demesi, hem de bunu, HDP’liler “bu seçimlerde yüz yıllık Cumhuriyetle de hesaplaşacağız” deyip dururken söylemesi, projenin ne kadar sinsi ve etkili olduğunu göstermektedir. Bunun gibi elbette çok sayıda örneğe sahibiz.
Türkiye’nin geleceğini tehdit eden bir başka sorun da, Millet İttifakının, HDP ile görüşmek suretiyle bu siyasi terör uzantısını seçim süreci boyunca pozitif anlamda gündemde kalmasına katkı sunmasıdır. Böylece HDP’liler ve hatta PKK yöneticileri sürekli yaptıkları çağrılarla ve ayrılıkçı söylemleriyle yeni bir nesil yetiştirmeye çalışmaktadırlar. Seçim sonrasında Millet İttifakının iktidarı ele alması durumunda tamamen hakimiyeti ele alacak olan bu terör örgütleri, parti yaftası altında sürekli ayrılıkçı beyanlarla yetişen bir gençlik kitlesi oluşturmayı da amaçlamaktadırlar. Son derece tehlikeli olan bu husus da Türkiye’nin yakın geleceğini tehdit eden içler acısı bir durumdur.
Dolayısıyla proje çok büyüktür ve Türkiye’yi, Türk gençliğini doğrudan varoluşsal bir tehdit altına almaktadır.
Şu an için bu projeyi iptal edecek belki tek imkân AYM’nin vereceği karardır. Türk Milleti adına karar verecek olan AYM, milletin vicdanını rahatlatacak hukukî bir karar vermelidir. HDP’li idareciler tutuklandıklarından beri Türkiye rahat bir nefes almıştır; ayrılıkçı söylemler rafa kalkarak gündemden düşmüştür.
Şimdi yeniden HDP’lilerin siyaset pazarında prim yaparak şımarmalarının ve yeniden PKK lehine açıklamalar yapmalarının arkasında, Millet İttifakının kendilerine vazgeçilmez bir rol biçmesi yatmaktadır.
AYM’nin terör odağı haline gelmiş olan bu örgütü kapatması tek başına yetmez. Ayrıca Türkiye, seçimler geçer geçmez hemen siyasi partilerin kapatılması ile ilgili kanunlarını gözden geçirmeli ve bunu terör kanunu ile eşgüdümlü olarak yapmalıdır. Bununla, terörden dolayı kapatılan hiçbir partinin bir daha hangi isimle olursa olsun kurulma, vekillerinin başka partilere geçme gibi hüllevari bir yapıyla tekrar siyaset sahnesine çıkmalarına izin vermemelidir. HDP siyasi terör örgütü mensuplarının hiçbir biçimde siyaset yapma olanağı bulunmamalıdır. Dolayısıyla bu örgütün mensupları YSP ümidi taşımamalıdırlar.
Türkiye; özerklik, federatif yapı, etnik kimlikler etrafında söylemler geliştirerek siyaset yapma imkânını ortadan tamamen kaldırmalıdır. Kurulacak tüm partiler Türkiye partisi olmalı, etnik yapıları kaşıyacak en küçük söylemlerde dahi devlet kendini korumaya alarak sert tedbirler uygulamalı, mevzuatını buna göre dizayn etmelidir. Türkiye’nin idari yapısında değişiklik kastetmek amacıyla özerklik, federatif oluşum, öz yönetim gibi yıkıcı ve bölücü kavramlar kullanılması yasaklanmalıdır. Terör örgütlerine bu kavramlarla yetişen bir gençlik inşa etmelerine izin ve imkân verilmemelidir.
Demokrasi, devletin yıkılışına, vatanın bölünmesine seyirci kalacak kadar kendinden geçmiş müptezellerin rejimi değildir. Demokrasinin özü, bireyin özgür ve devletin sınırlı olmasını salık verir. Bu doğrudur; ancak, demokrasi hiçbir zaman insanların terörize edilmesini, öldürülmesini, kaos ve tedhiş faaliyetlerini meşru görmeyeceği gibi, devletin varlığının tehdit edilmesine ve vatan topraklarının parçalanmasına yol açacak düşünce ve eylemlere de müsamaha göstermez. Aksi takdirde devletin de vatanın da sonunu getirecek bir rejim, demokrasi rejimi olamaz.