Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr
Tarih Tekerrürden mi İbaret?: Biden Dönemi Amerika-Çin İlişkilerine Yönelik Bir Projeksiyon
Dr. Fulya Köksoy
24 Aralık 2020 23:13
A-
A+

Uzun süredir beklenen ve salt ABD ekseninde değil, aynı zamanda topyekûn uluslararası sistem açısından da önem arz eden ABD Başkanlık seçimleri Joe Biden’ın seçim zaferiyle sonuçlandı. Söz konusu seçim sonuçları doğrultusunda Amerika’nın 46. Başkanı olan Biden’ın ulusal ve dış politika, ekonomik, sosyal, kültürel, güvenlik, teknoloji vb. alanlara yönelik politikalarının ne yönde devam edeceğine ilişkin pek çok soru ise gündemi meşgul etmekte. Öte yandan, Trump döneminden miras alınan ve öncelikle Amerikan iç politikasına odaklanması beklenen Biden hükûmeti bağlamında çözümlenmesi gereken sorunlar yumağı bulunmakta: küresel bir tehdide dönüşen covid-19, kutuplaşmış bir Amerikan toplumu ve gerileme trendi eğilimi gösteren neo-liberal ekonomik sistem. Bu bağlamda Biden yönetimi tarafından başta küresel salgınla mücadele etmeye, kısa vadede bir anda çözüme kavuşturulamasa da toplumsal kutuplaşma sorununu hafifletmeye ve ekonominin yeniden canlanmasına dönük politikalar izlenmesini beklemek yanlış olmasa gerek. Öncelikle iç politikaya yoğunlaşması beklenen Biden yönetiminin, akabinde dış politikaya odaklanması çerçevesinde ise akıllara önemli bir soru daha gelmekte. Söz konusu soru, tarihsel bağlamda 1970’lerde başlayan 2000’lerde doruk noktasına ulaşan ve Eski Başkan Trump döneminde “çalkantılara” gebe kalan Amerika-Çin ilişkilerinin ne yönde ilerleme kaydedeceği ve 20 Ocak 2021’de göreve başlayacak Biden’ın Çin’e yönelik nasıl bir politika izleyeceğiyle ilişkili.

Aslında Biden dönemi Amerika-Çin ilişkilerinin ne yönde ilerleyeceğine ilişkin öngörü çerçevesinde hem Biden’ın uzun yıllara dayanan siyasi deneyiminin hem de içinden çıktığı demokrat ekolün müzakere ve yumuşak güce dayanan dış politika çizgisinin yadsınamaz önemde olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Ancak Biden’ın kazandığı galibiyet, Çin açısından ne tam anlamıyla bir zafer ne de bir yenilgiyi temsil etmekte. Bir diğer ifadeyle Biden dönemi bazı alanlarda iyileşme/ilişkilerin normal seviyeye ulaşacağı bazı alanlarda ise daha katı bir politika ve sert söylemler ortaya konacağı öngörüsünde bulunmak yanlış olmayacaktır. Trump'ın başkanlığı sırasında belirgin oranda kötüleşen ikili ilişkilerde özellikle ticaret savaşı, sürtüşmenin en göze çarpan örneğiydi. Ancak daha büyük stratejik gerilimler de çatışma riskini artırdı: Trump yönetiminin Çin hükûmetini hız kesmez bir biçimde suçlama yağmuruna tutması, açık bir şekilde yapılan ırkçı yorumlar, ayrıştırmayı amaçlayan politikalar ve rejim değişikliğini savunan retorik, Çin bağlamında ciddi bir hoşnutsuzluğa ve katı söylemlere sebebiyet verdi. Öte yandan, Biden döneminde her ne kadar Çin’e uygulanan ticaret tarifelerinin kaldırılmasına yönelik inisiyatif alınması (Biden, Trump yönetimi uygulanan ticaret kotalarını tamamen ortadan kaldırmasa da söz konusu kotaların ölçeğini azaltarak ekonomik açıdan daha fazla Çin-Amerikan yakınlaşmasını teşvik etme eğiliminde olabilir) beklenmese de Trump dönemi oldukça yüksek seviyede yaşanan ticaret savaşlarının daha makul ve öngörülebilir bir müzakere sürecine evirilmesiyle özellikle ilişkilerin ekonomi ayağında belirgin oranda bir düzelme sağlanacağı ifade edilebilir.

İkili ilişkilerin siyasi ayağında ise özellikle Çin çıkarlarını zedeleyen politikaların devam etmesi olasıdır. Örneğin, Çin çıkarları açısından ABD’nin geçmişten günümüze Tayvan konusunda devam ettirdiği politikada (Çin’in “ bir ülke iki sistem politikasına karşıt duruş, Tayvan ile ticari anlaşmaların ve Tayvan’a silah satışının devam ettirilmesi) ve Güney ve Doğu Çin Denizi ekseninde Çin’in askeri güç enstrümanlarıyla ilgili bölgelerde nüfuzunu güçlendirmeye dönük pratiklerine yönelik Amerika’nın karşıt duruşunda, Biden döneminde de herhangi bir değişim olmayacağı ifade edilebilir. Nitekim tarihsel bir perspektiften değerlendirme yapıldığında hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin özelliklede Çin’i çevreleme ve dengede tutma politikasının bir parçası olarak Tayvan ile ilişkileri bir şekilde geliştirmeye dönük hareket ettikleri görülmektedir. Ancak Biden’ın Trump’dan daha ılımlı bir politika takip edeceği, boğazlar konusunda daha istikrarlı, dengeli ve güvenli bir politika izleyerek Çin’in somut anlamda veya söylemsel bazda askeri bir saldırı düzenleme olasılığını azaltacağı öngörüsü yapılabilir. Her ne kadar geçmişten günümüze devam eden ABD’nin Tayvan’a yönelik silah satışında herhangi bir değişim beklemek olası olmasa da Biden’ın siyasi tecrübesi ekseninde soruna ilişkin tehlike ve kırmızı çizgilerin net şekilde bilinmesi, Tayvan boğazında sıcak çatışma olasılığını minimum düzeye indirecektir. Bu noktada Biden; Tayvan, Doğu ve Güney Çin denizi bağlamında yaşanan sorunlarda ABD geleneksel politikasını devam ettirecek ama Trump dönemindeki gibi ikili ilişkileri kızıştıracak politikalar da takip etmeyecektir.

Diğer taraftan, Çin’in özellikle Doğu Türkistan/Sincan bölgesindeki Uygurlara yönelik insan hakları ihlalleri uluslararası toplumun gündem maddelerinden birini teşkil etmektedir. Uygur Türklerine ek olarak Çin’in Tibet ve Hong Kong’da insan hakları ihlallerine ilişkin uygulamaları da sıklıkla eleştirilmektedir. Trump döneminde önceliklendirilmeyen bu hususa demokrat ekolün savunduğu evrensel insan hakları ihlallerinin bertaraf edilmesine ilişkin duruş çerçevesinde Biden döneminde Çin’in insan hakları ihlallerine dönük daha katı söylemlerin ve politikaların takip edileceği düşünülebilir. Ayrıca, Trump dönemi katı milliyetçiliğin merkez noktasına alınması ve Amerika’yı uluslararası toplum/ uluslararası örgütlerden (Dünya Sağlık Örgütü, Paris iklim değişikliği zirvesinden ayrılması gibi) dışlayıcı bir politikanın takip edilerek, iklim değişikliği ve Covid-19 gibi küresel sorunlarla mücadele edilmesine ilişkin ortaya konan taahhüdün sarsılmasına neden olunsa da Biden döneminde bu hususun tersine çevrilmesine yönelik ortaya konan söylemler ile Amerika’nın uluslararası toplumla yeniden bütünleşmesi ön plana alınacaktır. Bu durum her ne kadar küresel sorunlar karşısında iş birliğinin güçlenmesine neden olabilse de aynı zamanda Çin’in hareket alanına ket vurabilir. Çin’in dış mihraklara yönelik tehdit olmadığına/olmayacağına ilişkin geleneksel söylemine rağmen Pekin özellikle son dönemde Amerika karşısında son derece önemli bir rakip ve tehdit olma tahtına yükselmiş durumdadır. Dolayısıyla Çin ile mücadeleye devam edecek Biden yönetimi söz konusu mücadeleyi Trump’ın aksine Asyalı ve Avrupalı müttefikleri yanına çekerek ve güçlendirilmiş iş birliği mekanizmasını devreye sokarak gerçekleştirecektir. Avrupalı müttefiklere ek olarak, Trump döneminde ivme kazanan “Dörtlü Strateji- Quad” çerçevesinde Hindistan, Japonya, Tayvan ve Avustralya ile kurulan ortaklık daha da güçlendirilecektir. “Ortak sorunlara karşı ortak çözümler” geliştirilmesi anlayışıyla Asyalı ve Avrupalı müttefiklerle güçlendirilen iş birliğinin Çin genişlemesine yönelik denge kurması bağlamında izlenen politika Çin’in manevra kabiliyetini daraltma olasılığına sahiptir. Aslında Trump döneminde uluslararası toplumdan izole durulması bağlamında izlenen politika, Çin’e alan açmış ve hatta 2013 yılında Çin Başkanı Şi Jinping tarafından ortaya konan “Bir Kuşak Bir Yol” projesinin devinim kazanmasına sebebiyet vermiştir. Bu çerçevede ise akıllara gelen soru Çin’in söz konusu projesi bağlamında elde ettiği hareket kabiliyetinin Biden döneminde aşınıp aşınmayacağıdır ki bu da zaman içerinde cevap verilebilecek bir soruyu yansıtmaktadır. Ancak proje ekseninde hem karayolu hem de deniz ayağında Çin’in ilgili devletlerle gerçekleştirdiği ilişkiler göz önüne alındığında özellikle yakın ve orta dönem zarfında Çin’in söz konusu projesine ilişkin Biden dönemi uluslararası topluma yeniden entegre olmaya ilişkin takip edilecek politikanın negatif bir etki sunmayacağı söylenebilir. Ancak orta vadede Biden’ın Çin’in söz konusu projesine karşı alternatif projeler gündeme getirme olasılığı ise oldukça yüksektir.

Tüm bu hususlara ek olarak, uluslararası platformdaki en büyük iki dünya gücünün Biden dönemiyle beraber ortak hareket etmesi beklenen alanlarda söz konusudur ki söz konusu alanlardan en önemlisi tüm dünyayı etkileyen Covid-19 küresel salgınıyla mücadeledir. Nitekim salgınla mücadele, sorgusuz sualsiz bir biçimde küresel ve ortak bir mücadele gerektirmektedir. Öte yandan, Biden’ın diplomasiyi hareket kabiliyetinin odak noktası hâline getirecek bir Başkan olması bağlamında iklim değişikliği, küresel ısınma, karbon emisyonları konuları ve Kuzey Kore’nin öngörülemez adımları ortak mücadele ve iş birliğinin güçlendirilebileceği diğer alanları teşkil etmektedir.

Biden dönemi Amerika-Çin ilişkileri bağlamında ortaya konan tüm bu öngörüler ekseninde görülen husus ise kısaca şu şekilde cereyan etmektedir: Washington doğal olarak özellikle kendi çıkar alanları bağlamında geçmişten günümüze takip ettiği bir nevi “kemikleşmiş” olarak ifade edilebilen politikalarını sürdürmeye devam edecektir. Biden’ın daha ılımlı ve rasyonel bir politika izleyeceği ise genel kabul gören bir hususu yansıtmaktadır. Özellikle ekonomi ve ortak hareket kabiliyetinin güçlendirilmesi gereken alanlarda daha fazla diyalog ve iş birliği kanalı sağlanarak kazan-kazan politikası bağlamında ilişkilerin devam edeceği öngörüsü yanıltıcı olmasa gerek. Sadece ABD-ÇHC ilişkileri bağlamında değil aynı zamanda ve özellikle küresel ekonominin rahatlaması çerçevesinde de ilişkilerin ekonomik yönü normalleşme seviyesine çekilecektir. Nitekim küresel ekonomi, ABD ekonomisini Çin’den ayırma veya Pekin'in rekabete aykırı piyasa adımlarına karşı "ticaret savaşı" yürütme çabalarından aşınacak bir durumdadır. Küresel ekonomi açısından ekonomik ve ticari ilişkilerin güçlendirilmesi en makul ve somut olasılığı yansıtmaktadır. Ancak buradaki beklenti somut anlamda bir Amerikan-Çin dostluğu çağının yaşanması olmamalıdır. Bu durum, tarihsel bir okumanın da gösterdiği gibi bir yönüyle rekabet faktörü ekseninde filizlenen ilişkilerin doğasına aykırıdır. Biden’ın Trump yönetiminden daha istikrarlı ve tutarlı bir Çin politikasına yönelmesi muhtemel gözükse de söz konusu istikrarlı ve tutarlı yaklaşımın hem demokrat hem de cumhuriyetçi parti tabanında Çin’in stratejik bir rakip olarak algılanmasının ve kontrol altında tutulmasına ilişkin ortak yaklaşımın önüne geçmeyeceği de unutulmamalıdır. Ancak gerilim boyutunun iyiden iyiye arttığı Trump dönemi aksine daha yumuşak bir dönemin yaşanacağı ortadadır. Öte yandan, söz konusu yumuşama ikili ilişkilerde denge mekanizmasını devreye soksa da rekabet unsurunu da değiştirmeyeceği aşikârdır.

Sonuç olarak, Biden dönemi Amerika-Çin ilişkilerinin geleceğine yönelik genel bir çerçeve çizildiği takdirde, Trump döneminden farklı olarak “çalkantılı, karmaşık ve kaotik” düzlemde ilerleyen ilişkilerin normalleşmesi hususuna şahit olunacaktır. Ancak ilişkilerin siyasi ayağında herhangi bir değişim yaşanmayacağı fakat hem genel olarak ekonomi hem de özel anlamda ticari ve finansal yönden iki önemli partner rolü oynamaları ve ortak mücadeleyi gerektiren alanlar doğrultusunda ikili ilişkilerin pozitif yönde ilerleyeceği rahatlıkla söylenebilir. Ek olarak, ikili ilişkilerdeki stratejik iş birliği ve rekabet mekanizmasında Trump döneminde çatışma ve rekabet eksenine doğru yaşanan kaymanın, Biden döneminde yeniden iş birliği ve rekabet arasında kurulacak dengeye geri dönmesi olasılığı bulunmaktadır. Altı çizilen tüm bu hususlar ise “tarihin tekerrürden ibaret olduğu” söyleminin Biden dönemi Amerika-Çin ilişkilerine yansıyacağını göstermektedir. Geçmişten günümüze Amerika-Çin ilişkilerine yönelik yapılan okumanın da gösterdiği gibi “tarih tekerrürden ibarettir” şiarı bağlamında ikili ilişkilerin bir nevi “bir adım ileri iki adım geri” gitmesi hem geçmişten günümüze devam eden bir hususu hem de ilişkilerin doğal seyrindeki stratejik rekabet ve iş birliğini yansıtmaktadır. Kısacası Biden dönemi iklili ilişkilerin dışsal görünümünde farklılıklar olacak ama içi aynı kalmaya devam edecektir.