“Bazen plan ne kadar dikkatli ve iyi kurulursa kurulsun dış kuvvet ve etkilerle değişir, bozulur. İşte talihe ya da talihsizliğe bu yüzden inanırız.” John Steinbeck
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, 12 ve 13 Nisan’da Ortadoğu’nun iki önemli aktörü Mısır ve İran’ı ziyaretinde Rusya’nın hem bölgesel hem de küresel politikasına dönük ipuçları verirken Türkiye ve ABD’ye dönük mesajlar vermeyi de ihmal etmedi.
Lavrov, Türkiye’yi Ukrayna’ya silah sevkiyatı yapmaması konusunda uyardığını, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerle yürüttükleri görüşmelerde “Kiev rejiminin savaşçı beyanatlarının iyi analiz edilmesini” talep ettiklerini söyledi ve “Onları, ateşe körükle gitmemeleri konusunda uyarıyoruz” dedi.
Rusya tarafından gelen uyarı karşısında Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu;
“Bizim Türkiye olarak hem Rusya hem de Ukrayna ile ilişkilerimiz gayet iyi. Biz sorunların barışçıl yoldan çözülmesi için iki ülkeye de aynı telkinlerde bulunuyoruz. Rusya ile Türkiye arasında birçok ilişki var, ticaret hacmi, enerji işbirliği, yatırımlar gibi. Biz iki ülke arasında taraf tutmuyoruz. Bizim tavrımız açık, dengeli ve yapıcı. Biz Montrö anlaşmasını harfiyen uyguluyoruz. Bundan ne Rusya’nın ne başkasının bir endişesinin olmaması lazım” sözleriyle meslektaşına detaylı bir cevap vermiş oldu.
Aslında Türkiye’nin bugüne kadar Ukrayna ve Rusya ilişkilerinde yürüttüğü denge politikasının en hassas tarafı, ilhak edilmiş (Ukrayna) Kırım topraklarında yaşayan Müslüman Tatarların varlığıdır. Bu tutumun maalesef Kırım Tatar siyasetçilerinde sağlıklı karşılığı neden oluşturulmuyor.
Rusya 22 Şubat 2014’te, Moskova yanlısı Viktor Yanukoviç’in devrilmesinden sonra Kırım’a müdahale etti. Kırım’da çoğunluğu etnik Rusların yaşadığı bölge fiilen Rusya’nın kontrolüne girdi. Rusya’nın, Kırım’ı ilhak etmesiyle birlikte artık Kırım Tatarları, Rusya Federasyonu’na bağlı bir cumhuriyet gerçeğiyle karşı karşıya kaldılar.
2.5 milyon nüfuslu Kırım’da yaşayan halkın yüzde 60’ı Rus, yüzde 23’ü Ukraynalı ve yüzde 10’u Tatar halklarından oluşuyor ve yeni sürecin nereye evrileceğine kuşkuyla bakıyorlar.
2014 yılı 16 Mart’ta yapılan referandum sonuçları ile Kırım bölgesinin Rusya’ya bağlandığı ilan edilmişti. Türkiye, Ukrayna krizinde ülkenin siyasi birliğini, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü esas alan barışçıl çözüm bulunmasını dillendirerek, Kırım’da yapılan referandum sonuçlarını ve bu sonuçlardan hareketle gerçekleştirilen tasarrufların hiçbirini tanımadığını deklare etti.
Rusya’nın doğusundaki Luhansk ve Donetsk bölgelerinde Rusya yanlıları kamu binalarını ele geçirip Mayıs ayında referandum düzenleyerek, bağımsızlık ilan ettiklerini açıklamışlardı. Ancak Kiev yönetimi ve Batılı ülkeler referandum sonuçlarını kabul etmemişti.
Batılı ülkeler, Ukrayna’daki krize müdahale ettiği iddiasıyla Rusya’ya yönelik bir dizi ekonomik yaptırım uygulayarak Rusya’yı geri adım attırmaya zorladılar. Sonuç olarak 2014 yılının Nisan ayından bu yana Ukrayna ve Rusya arasında cereyan eden savaşta, 5 bin 700 kişi hayatını kaybetti ve 1 milyon insan evlerini terk etmek zorunda kaldı.
Batı’nın gündeminde asla Kırım’ın ilhakı olmadı. Ukrayna, ülkenin doğusunu kurtarmanın derdiyle sorunun çözümünü (çözümsüzlüğünü) Batı ve ABD’ye havale etti.
Bizim için Kırım’da 350 bin Tatar kardeşimizin durumu ve güvenliği çok önemlidir.
Bölge halkları, Batı dünyasının Ukrayna ve Kırım için asla Rusya ile sıcak bir çatışmayı göze alacağına inanmıyor.
Kırım Tatarlarının ilhak edilmiş Kırım’da yaşadıkları siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik sorunların Türkiye üzerinden sağlıklı bir metinle, Rusya-Türkiye arasındaki iş birliği çerçevesinde yürütülmesi gerekiyordu.
Kırım Tatarlarının bugün yaşadıkları siyasi değişim karşısında, güçlü bir liderlik, siyasi tecrübe ve birikime ihtiyaçları var. Kırım’ın Rusya’ya ilhakı sonucunda Rusya’nın bölgede yürürlüğe koyduğu yeni kanunlar ve uygulamalar çerçevesinde ciddi etnik, kültürel, dini ve tarihsel sosyolojik değişimler ile Ukrayna döneminin yanlış uygulamaları hala çözülebilmiş değil.
Rusya’nın ilhakından sonra Kırım Tatarları maalesef ikiye ayrılarak, adeta Ukrayna milliyetçisi ABD-AB tarafı ile Rus egemenliği arasında bir mücadelenin ortasında kaldılar. Küresel problemin yeni bir versiyonu olan enerji savaşında Rus doğalgazına karşı ABD ve AB’nin pozisyon aldığı dönemde Rusya’nın bu hamlesini ABD bir başka hamleyle durdurmaya çalışmaktadır. Ukrayna da yaşayan Kırım Diasporasının, Ukrayna politikası nedeniyle ABD safına düşmesi 350 bin Tatar’ın Kırım’daki siyasal, ekonomik, kültürel geleceğini belirsizleştirmiştir. Kırım Tatarlarının, batı ve Rusya’nın mücadelesinde Suriye gerçeğini göz önünde bulundurarak pragmatist politik bir sürecin tarafında durmaları gerekiyordu.
Kırım, 31 yıl Ukrayna işgali altında iken bugün Rusya kontrolünde bir iktidar değişimine sahne olmuştur. Dün Kırım topraklarında azınlık olarak hayatta kalma savaşı veren Tatarlar bugün ABD-Rusya hesaplaşmasının kurbanı olmamalı. Ukrayna’nın egemenliğinin olduğu dönemde Kırım bağımsız değildi ve Ukrayna’nın asla görmek istemediği ayrık otu muamelesi görüyordu. Bugün dünya ve bölgesel konjonktürde Tatar halkının yeni bir sürgünü kaldıracak manevi-maddi mecali ve hamisi bulunmamaktadır.
Sürgünler ve savaşlardan yorulan Kafkas halkları, özellikle son 31 yılda iki örnekle karşılaştılar, Çeçenistan ve Suriye de yaşanan savaşların acı sonuçları.
Türkiye Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Bizim Türkiye olarak hem Rusya hem de Ukrayna ile ilişkilerimiz gayet iyi. Biz sorunların barışçıl yoldan çözülmesi için iki ülkeye de aynı telkinlerde bulunuyoruz.” sözü ve politik ilkesi Kırımlı siyasetçilerin en önemli siyasi strateji tercihi olmalıydı.
Kırım Tatarları 1944 sürgününden sonra 1989’da anavatana dönüşleri ile daha nefes almadan, adeta acele ile gönüllü bir Ukrayna göçünü düşünmeleri çok büyük bir hata olabilir... Bu savaşın tarafında değil, Kırım’ın yeni doğan çocuklarını büyütmenin kültürel, sosyal kavgasının tarafında olmalıydılar.
Kırım’da Yaşanan Yanlış Güvenlik Politikaları
Rusya tarafından ilhak edilen Kırım’da güvenlik politikaları çerçevesinde eski Ukrayna mantığı sürmektedir. 2019 yılının ilk 9 ayı içinde 113 Kırım Tatarı olmak üzere toplam 126 kişi alıkonuldu.
Kırım Tatar Kaynak Merkezi tarafından hazırlanan raporda, söz konusu sayının Ocak-Eylül 2018 dönemindeki alıkonulma sayısını önemli ölçüde aştığı belirtildi. 2018 senenin aynı döneminde 65’i Kırım Tatarı olmak üzere toplam 91 kişi alıkonulmuştu.
Rapora göre, işgal edilen Kırım’da Tatarların alıkonulması için en sık Rusya’da yasaklanmış “Hizb-ut Tahrir” örgütü üyesi olma bahanesi öne sürülüyor. Ocak-Eylül 2019 döneminde Numan Çelebicihan Taburu üyesi olma, Rusya’da yasaklanmış Yehova Şahitleri örgütünün faaliyetlerine katılma ve güya aşırıcı semboller sergileme bahanesiyle bir dizi insan alıkonuldu. Ayrıca işgal edilen Kırım’ın idari sınırında da bir dizi alıkonulma gerçekleşti. Bunun dışında 10-11 Temmuz 2019’da Moskova’da düzenlenen protesto eylemi sırasında 53 Kırım Tatar aktivist gözaltına alındı. Daha sonra söz konusu aktivistlere para cezası verildi.
Raporda alıkonulmalar sırasında çoğunlukla alıkonulan kişilerin insan haklarının ihlal edildiği, avukatlarla görüşmelerine izin verilmediği ve insanların tehdit edildiği belirtildi.
Türkiye hariciyesi ve devleti; Kırım Tatarlarına bu kritik süreçte gereken desteği vermelidir.
Kırım Tatarlarına, aslında anavatana döndükleri 31 yıllık süreçte de siyasi, sosyal ve kültürel açıdan yeterli desteğin verilmediği, ihmal edildikleri bir gerçektir.
Ukrayna Devleti uzun yıllar Kırım toplumunun hiçbir sorununu çözme gayretinde bulunmadı, Rusya’nın İlhakı sonucunda aklı başına gelen devlet yetkilileri 2015’de Kırım Tatar halkına yaptıkları haksız uygulamalar yüzünden özür dilemek zorunda kaldılar. İlhak sonrasında 20 bin Kırımlıya ev sahipliği yaparak onlar üzerinden uluslararası politik alanda karşılıklı çıkarcı bir pozisyon sağlamayı tercih ettiler.
“Ukrayna da yaşayan Kırım diasporası ve Kırım’daki soydaşlarımız için resmi ve sivil toplum projeleriyle bir yol haritası belirlenmelidir.”
İslam dünyasında büyük travmalar yaşayan ve unutulan toplumların başında gelir Kırım Tatarları. 1944’de sürgüne gönderilen Tatarlar, anavatana dönme hakkını 1989 yılında elde ettiler. Tatarlar için anavatana dönüş çok da kolay olmadı.
2014 yılı Mart ayında Rusya’nın Kırım’ı ilhakı, Kırım Tatarları için tarihin ve kaderin garip bir cilvesidir. Ukrayna’ya 1954 yılında Ruslar tarafından verilen Kırım topraklarının 2014 Mart ayında tekrar geri alınmış olması en çok Kırım Tatarlarını kaygılandırdı.
Sovyetlerin dağılmasıyla anavatana dönmeye başlayan Tatarlar, 23 yıl boyunca çok zor şartlarda evlerini, iş yerlerini, bahçelerini, camilerini ve kültürlerini yaşatmak için mücadele verdiler
23 yıldır Ukrayna bayrağı ve kanunları altında yaşayan Kırımlılar aslında Kiev yönetimi tarafından hiçbir dönem beklenilen desteği ve ilgiyi göremedi.
Dedelerini ve babalarını sürgünde kaybeden, travma ile büyümüş yeni kuşaklar, ana vatana döndükleri günden beri üçüncü sınıf insan muamelesi gördüler.
Arsa, ev, tapu, cami, anadil ve dini eğitim haklarına varıncaya kadar maalesef sürekli baskı ve engellerle karşılaştılar.
Tatar Milli Meclisi ve onun liderleri, kısıtlı imkânlarla, zor şartlarda kimlik mücadelesini sürdürürken Kırım Tatar diasporası maalesef bu süreçte uluslararası politik oyunların altında ezildiler.
Türkiye’nin NATO üyesi olması ve AB ilişkileri kapsamındaki bağlayıcı diplomatik pozisyonu, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü siyasetini savunmayı gerektiriyor.
Avrupa ve ABD’nin, Türkiye’ye, “Kırım bölgesi ve Rusya’ya uygulanmakta olan ambargoya uyması” konusundaki baskılar, bizim Kırım Tatarlarını yalnız bırakmamızı gerektirmemelidir.
Kırım Tatarlarının, sivil toplum kurumları tarafından bu süreçte desteklenmesi gerekirken maalesef Tatar diasporasının ısrarcı, tek yanlı, Ukrayna merkezli politik tutumu Kırım Tatarlarının geleceğini şimdilik bir belirsizliğe mahkûm etmektedir.
Akmescid, Bahçesaray, Kezlev ve Canköy’Kuybişev, İsmail bey köyde de hayat devam ediyor. STK, akademisyenler, medya mensupları, meslek odaları ve ticari kurumlar Kırım’a seyahatler yapmalıdır.
İsrail işgali altındaki Kudüs’e seyahat eden insanlar Kırım Han Sarayı ve Ak Mescidi de ziyaret etmelidir.
Devletlerarası sorunlu politik süreçlerin sivil inisiyatifler tarafından değerlendirilmesinin çok önemli olduğunu unutmayalım.
Kırım Tatarlarının sosyokültürel, ekonomik ihtiyaçları ve problemlerinin Ukrayna-Rusya politik çatışmasının dışında görülmesi gayet mümkündür.
İkinci yol olan sivil toplum ayağının ihmali en çok Kırım’da yaşayan Tatar genç kuşakları yaralıyor.
Kırım Tatarları, yıllardır Rus ve Ukrayna dini, dili, kültürü karşısında siyasi, ekonomik ve kültürel olarak hem güçsüz hem de yalnızdırlar.
1989 yılından bu yana Ukrayna bayrağı ve kanunları altında Kırım’da yaşayan kuşak, bugün 35 yaş civarında. Bunların çoğu Özbekistan’da doğmuş ve annelerinin kucağında anavatana dönen gençlerdir.
Kırım Tatarları, 30 yıldır Ukrayna devleti kanunları karşısında, güvenlik sorunu dışında dil, toprak, eşit vatandaşlık hakları, kültürel ve siyasi haklar noktasında maalesef hiçbir kazanım elde edemedi.
Tatar diasporasına gelince açıkçası Balkan göçmenleriyle kıyasladığımızda durumun içler acısı olduğunu görüyoruz. Türkiye’de yaşayan Boşnak, Arnavut ve Çerkezlerin anavatanlarına olan kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasal ilginin onda birini Tatarlarda görmemiz mümkün değil.
2014 referandumu sonucunda Kırım’ın Rusya’ya bağlanması Tatarlar için 1944 sendromuna geri dönüş gibi algılandı. Fakat Avrupa Birliği ve ABD’ye güvenen Ukrayna, maalesef Kırım sorununun Suriye politikalarına kurban gideceğini hesap etmedi.
Tatar politikacılarının orta yaşlı, yorgun ve yalnız olan kuşağının Ukrayna-Rusya arasındaki savaşa hazırlıksız yakalanmış olması bizi yeni Kırım gerçeğiyle yüz yüze bırakmıştır.
Kırım Tatarları ile diaspora siyasetinin politik iç çekişmeleri, Tatarların sosyokültürel kimliği üzerinde olumsuz tahribata sebep olmaktadır.
Politik tavırlar sebebi ile Kırım’ı ihmal etmemizin bedelini yeni kuşaklar çekecektir. Kırım ziyaretleri ile kültürel, ticari, sosyal ihtiyaçların karşılanması ve yeni kuşaklar ile bağların kuvvetlendirilmesi çok önemlidir.
Rusya-Moskova yönetiminin Kırım Tatar halklarının siyasi, dini ve kültürel istek ve beklentilerine suni güvenlik eksenli politikalar üzerinden yaklaşması hem Rusya hem Tatar halklarına ayrı bir sorun teşkil etmektedir.