Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr
Türkiye'de Yerli Eğitim ve Bilgi Anlayışının Kayboluşu
Prof. Dr. Bayram Özer*  
25 Nisan 2024 14:06
A-
A+

Türkiye’de aslında yeniden doğması gereken şey eğitimin yerli olmasından önce ilim arzusu ve isteğidir sanıyorum. Çünkü son yıllarda eğitim tamamen öğretime dönüşmüş durumda ve örgün olarak sistemin içerisinde olan biten hemen her şey öğretimle ilgili. Öğretim ise doğrudan sonuca ve skora odaklandığı için milletin zihin dünyasında ve ilim anlayışında entelektüel ve derinlemesine bir gelişme gerçekleşemiyor. Bu yüzden ilmi/bilimsel araştırmalarımız bilgiye ulaşmak için değil, ulaşılan bilgiyi test etmek veya sorgulamak için yapılıyor. Birilerinin bir yerlerde bulduğu bir şeyi denemekten öteye bilimsel çalışma yapamıyoruz neredeyse. Çünkü bilgi kavramı ve bilginin oluşturulması sürecinin sistematik olarak kurgusu bize ait değil. Kendi yöntemlerimiz ve anlayışımızı geliştiremediğimiz ve hatta zamanında geliştirilmiş olan bilim geleneğimizi reddettiğimiz ve beğenmediğimiz için de bilgi oluşturamıyoruz. Sorun da bence buradan başladığı için ancak buradan başlayarak çözülebilir.

Peki çözüm nasıl olmalı?

Bizim için çizilen bir dairenin sınırları içerisinde dönüp durmaktan vazgeçmeliyiz öncelikle. İnternette gördüm bir böcekle bir deney gibi bir şey yapılıyor. Böcek (bir videoda uğur böceği başka bir video da karınca idi) beyaz bir kağıdın üzerinde yürürken bir insan eli önüne kurşun kalemle bir çizgi çiziyor, böcek çizgiye gelince dönüyor, böceğin her gittiği yere sahibi görünmeyen el bir çizgi çiziyor ve böcek kendi etrafında dönmeye devam ediyor. Aslında çizgiyi aşmak için önünde fiziksel bir engel olmamasına rağmen o çizgiyi hiç aşmıyor. Şuan yaşadığımız kısır döngüyü buna benzetiyorum. Birileri bizim için bazı çizgiler çizmiş. Ve bunu zihnimizde yapmış. Biz o çizgiye geldiğimizde üzerinden geçip yolumuza devam edemiyoruz. Çizilen çizginin içerisinde bize tanınan alan kadar hareket ederek ilerlediğimizi ve bir şeyler yaptığımızı sanıyoruz. Aslında dairesel bir döngü içerisinde zaman geçiriyoruz. Sadece sahibi belli olmayan el dairemizi ve hareket alanımızı düzensiz aralıklarla değiştirerek ilerlediğimizi sanmamızı sağlıyor. Sadece döngünün gerçekleştiği dairenin değiştiğini dairenin içinde olduğumuz için anlayamıyoruz. Bunu anlayabilmek için dairenin dışına çıkabilmek gerekiyor önce. Daha sonra gerçekte ulaşmak istediğimiz hedef ve bu hedefe ulaşmak için gerekli yol haritasını oluşturabiliriz. O halde bu dairenin dışına nasıl çıkabiliriz? Asıl soru bu. Onu da açıklamaya çalışayım dairenin içinde olan birisi olarak. Ne kadar açıklayabilirsem.

Ama asıl bu yol haritasını bize, dairenin dışında olan birisinin anlatması gerek.

Ben içerden görebildiğim kadarıyla yazıyorum.

O dairenin dışına çıkmak ve kendi bilim ve bilgi evrenimizi oluşturmak ancak kendi kavramlarımızla ya da bize ait olmasa bile tam anlamıyla bir anlam kattığımız ve değer yüklediğimiz kavramlarla mümkün olabilir. Bu ise ancak geleneğimizi bilmek, doğru anlamak ve en sonra da bu geleneğimizi günahı ve sevabıyla kabul etmekle mümkün olabilir. Ve sorun da burada başlıyor işte.

‘Ülkemizde geleneklerimize sahip çıkalım, geleneğimizdeki iyi örnekleri kullanalım ya da geleneğimizde var olan bilgi, bilim ve eğitimle ilgili kavram, model ve fikirleri anlayalım. Geleneğimizi anlamazsak geleceğimizi oluşturamayız. Başkalarının gelenekleri üzerinden toplum inşa edemeyiz.’ dediğimizde refleks olarak karşı çıkan aydınlarla karşılaşıyoruz. “Nedir bu gelenek arkadaş, gelenek, gelenek diye maziye saplanıp, geçmişi güzellemenin anlamı yok, geçmiş geçmişte kaldı” gibi tepkilerle karşılaşıyoruz. Bu aydın tipinin üç çeşidi var (aşağıda kullanacağım tanımlamalar biraz ukalaca oldu ama başka kavram bulamadım. Kullandığım kavramlar için şimdiden af diliyorum).

Birinci çeşidi iyi niyetli saf aydınlar grubu: bu aydın grubu yukarıda tanımladığım bizim için çizilen daireyi ilim dünyasının kendisi olarak gördüğü ve dairenin dışını göremediği için bizim için birileri tarafından çizilen sınırların içerisinde düşünerek, geleneklerle bir yere varılamayacağını ve modern zamanın geleneklerle anlaşılamayacağını düşünerek aslında bilimin geleneklerden oluştuğunu fark etmeyen bilim adamlarından oluşuyor. Bu gruptaki aydınların amacı gerçekten ilim yapmak ve çözüm üretmek olsa da dünyaya abartılı bir şekilde iyimser ve dar bir pencereden baktığı için kötü bir niyeti olmasa da aslında bakış açısının eksik olduğunu anlamayacak kadar saftırlar.    

İkinci çeşidi iyi niyetli aptal aydınlar grubu: bu grupla önceki arasında çok küçük bir fark bulunmaktadır. Bu gruptakiler önceki grubun aksine bilimin geleneklerden oluştuğunu fark ederler ama bu gelenekler bizimkiler olmamalıdır. Bu aydın grubu bütün bilgi ve ilim anlayışını modern zamanın bakış açısı ve dolayısıyla büyük oranda batı anlayışı ve geleneğinin hakim olduğu, adına literatür denilen bilgi yığınından aldığı için, bilimi kendi beslendiği literatürden ibaret sanan aydınlardan oluşuyor. Bunlar aslında oldukça iyi niyetli ve gerçekten kendi milleti ve kültürü için bilgi üretmeye çalışsalar da bunu yapmak için zihni literatür tanrısına çok bağlı olduğu için, kendi geleneklerini reddederler. Hatta bağlı oldukları literatürün aslında kendisine sınırlar çizenlerin gelenekleri olduğundan habersiz şekilde bilim ve bilginin geleneklerden bağımsız olması gerektiğini ve zamana uygun olması gerektiğini iddia ederler. Bu iddiayı yaparken de günümüzde kendisini bilimin sahibi ve kaynağı olarak görenlerin geleneklerini bilim olarak bize dayattığı ve bu dayatmayı ise evrensel bilgi ve kapsayıcı bilim anlayışı gibi kavramlarla perdelediğini anlamamaktadırlar. Bu anlayış özellikle sosyal bilimlerde çok net görünmekte, diğer alanlarda ise yansımaları ile karşılaşmaktayız.

Üçüncüsü kötü niyetli aydınlar grubu: bu aydın grubu da geleneklere hepten karşıdır ama sadece kendi geleneklerine karşıdır. Kendi geleneklerinin hep günahlarını görür. Kendi geleneğinde erdemli, güzel ve doğru ne varsa hepsini görmezden gelir, nerede eksik, hatalı ya da yanlış bir durum varsa onları ortaya çıkarıp kötüler. İşi gücü eksiklerimizi ve açıklarımızı bulmaktır bu aydın türünün. Ama aynı konulardaki özellikle Batı geleneğini ya da bilimini göklere çıkarır ve adeta tapınırlar. Örneğin oruç tutan ya da secde eden futbolcuları aşağılarlar, ama yabancı bir futbolcunun dindar olmasını severler, aralıklı orucu popüler kültür gereği kabul ederler ama İslami inanç için oruç tutarsan aşağılarlar, demokrasiye taparcasına bağlıdırlar ama yetişkin kız ve erkek öğrenciler kendi istekleriyle bile olsa ayrı ayrı yerlerde eğitim alabilsinler dersen gericilikle suçlarlar. Bunlara göre Müslüman olmadığın sürece dindar olmanda hiçbir sorun yoktur. Hiç namaz kılmazlar ama illa ezanın Türkçe okunmasını isterler. Daha bunun gibi pek çok çarpık düşüncelerinin tamamını bilimsel düşünce ve fikir özgürlüğü gibi perdeleri kullanarak yaparlar. Ve ülkemizde en çok itibar gören ve makam mevkii verilen grup çoğunlukla bu üçüncü gruptur. Birinci ve ikinci grup ise bunlar tarafından bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde kullanılır. Geçmişte bu gruptakiler fiilen hep iktidarda olmuş, şimdi ise fikren hala iktidardadırlar. Ama sanki değillermiş gibi sürekli ağlarlar. Aslında ağlamalarına gerek yok çünkü mücadele ettikleri grubun içindekilerin ezici çoğunluğunun zihinleri artık kendi istedikleri gibi çalışıyor. Onlar gibi düşünüp, onlar gibi yazıyorlar.    

Yani aslında saf bir şekilde sadece geleneklere karşı çıktığını iddia eden iyi niyetli aydınlar ile aptallıkla sadece kendi geleneklerine karşı çıktığını fark etmeyen aptal aydınlar ve çarpık bakış açılarıyla bütün geleneklerimizi kötülerken farklı gelenekleri bilim adı altında yücelten kötü niyetli aydınlar olmak üzere üç ayrı aydın grubu aynı değirmene su taşıyor ve sonuç olarak içinde bulunduğumuz kimliksiz ve ruhsuz ilim anlayışımızın en temel sorumluluğu adına aynı derecede sorumludurlar.

Bunların haricinde kalan ve büyük resmi gören diğer aydın ve düşünürlerimiz ise tembellikten dolayı sorunlu alanlarla ilgili üzerine düşen vazifeyi elinden geldiği kadar yapmak yerine eleştirinin kolaycılığı ve bu yolla şöhret olmanın verdiği cazibeden dolayı bir kenardan olup biteni eleştirmekten öteye çok bir iş yapmayarak önceki gruptakilerin sorumluluğuna dolaylı olarak ortak oluyorlar.

Herkesi suçlamış oldum bu son paragrafla. Çok kibirli bir yazı olduğunu şimdi fark ettim. Ama zihnim beni böyle yönlendirdi. Sanırım böyle kalması doğru olacak.

Neyse devam ediyorum. Ama az kaldı. 

O halde ne yapmalı?

Bilgi üretmeli ve var olan bilgiye kendi değerlerimizle anlam katmalıyız. Hayatımızı ve günlük yaşantımızı inancımız ve kültürümüzle yoğurarak bilime dönüştürmeli, kitaplara yazmalı, teoriler şeklinde ifade etmeli ve bilimsel kuramlar haline getirmeliyiz. Bunların tamamını da geleneklerimizi ve geçmişimizi kullanarak ve geleceği düşünerek günümüz şartlarına göre yazmalıyız. Bu kuramlar bizim hayatımızı ve sorunlarımızı anlatarak bize göre çözümler önermeli ve bizim için bir hayat tasarlamalı. Çünkü sorunlarımızı başkalarının yöntemleriyle çözmeye çalıştığımızda ortaya çıkan çözümler, daha büyük sorunlara dönüşebiliyor.

Evlilik ve aile danışmanlarının danışanlarına “kimseye katlanmana ya da tahammül etmene gerek yok, olmuyorsa ayrıl” ve psikolojik danışmanların çocuklara mahremiyet anlatırken “bu beden sana ait, sen istemezsen sana hiç kimse bir şey yaptıramaz, sen istemezsen anne ya da baban bile seni öpemez” benzeri insanların anne babasından şüphelenmesine sebep olan uygulama ve öğretilerinde olduğu gibi. Veya rehberlik derslerinde her kademeden çocukları evliliğe özendirmeyeceğiz diye evlilikten soğutmak anlamına gelen danışmanlık hizmetlerinde olduğu gibi.

Eğer bu bahsedilen sorunları kendi kültürümüze göre çözmek isteseydik bakış açısı şöyle olacaktı. Bizim kültürümüzde evlilik tahammül edilemeyen yerde bitirilen bir şey değil, çiftlerin birbirine tahammül ettikçe sevap kazandığı bir şeydir. Ancak başkalarının geleneklerine göre oluşturulan bilime göre hareket ettiğimizde bu çözüm şekli gericilik ve cahillik anlamına geliyor. Veya bizim geleneğimize göre çocuklar ve gençler hangi yaşta olursa olsun evliliğe özendirilmelidir ama erken ve çocuk yaşta evlendirilmemelidir. Ama başkalarının geleneklerinden alınmış modern rehberlik anlayışında çocukları küçük yaşta evliliğe özendirilmek yanlış, onun yerine flört ve karşı cinsle duygusal arkadaşlığa bütün yöntemlerle özendirmek ve desteklemek medeni olmak anlamına gelmektedir.    

Dolayısıyla bilim birikimden oluşur ve birikim ise gelenekler anlamına gelmektedir ve günümüzde tabii olduğumuz bilimi oluşturan gelenekler bizim geleneklerimiz yerine başkalarının geleneklerinin ya kendileri ya da türevleridir. Bu yüzden geleneklerimizi günahı ve sevabıyla bilip kabullenmeden kendi bilimimizi oluşturmamız mümkün değildir. Bir takım kişi ve çevrelerin eğitim konusunda geleneklerimiz gündeme geldiğinde ilk tepkilerinin karşı çıkmak olması, çok modern ve derin ilim sahibi olmalarından değil, şimdiye kadar yaptıkları ezberlerini bu şekilde ifade ederek kendilerine bir yer edinmiş olduklarından kaynaklanmaktadır.

Ama sorunun çözümü esasen kendi geleneklerimizin farkına varmak ve geleneğimiz olmayan konularda da gelenek oluşturarak bunları sistematik hale getirmekten geçiyor. Bunu yapmak için ise literatür diye bize dayatılan yaklaşık son iki yüz yıllık literatürü değil, literatürün tamamını kullanmalı ve kadim bilgileri ve asıl kaynaklarını da tekrar insanların önlerine koymalıyız.

Bütün bunları yapmak için de kendi kurumlarımızı oluşturmalıyız. Kendi kurumlarımızı ise yine geleneklerimizden başlayarak ve onların eksiklerini atıp iyi yönlerini alarak yapabiliriz. Bir başka ifade ile kendimizi reddetmekten ve kendi kurumlarımızı yok saymaktan vazgeçerek, sahip çıkmalı, yüceltmeli, idealize etmeli ve geliştirerek tekrar kullanmalıyız. Bu konuda eziklik ve aşağılık kompleksinden kurtulmalıyız. Olduğumuz gibi davranmayı ve olmamız gereken noktaya, olduğumuz kişilik ve kimliğimizi reddederek ulaşamayacağımızı bilmeliyiz. Bunun tek yolu ise geleneklerimizdir.

 

*Prof. Dr. Bayram Özer

Ondokuz Mayıs Üniversitesi