Türkiye; tarihinin ve coğrafyasının önüne koyduğu mecburiyetlerle yaşamak ve gecikmeden kalkınmak zorunda olan bir ülkedir.
Coğrafyası ve tarihi iyi değerlendirildiği takdirde avantajlar sağlayabilecekken değerlendirilemediğinde çok ciddi problemlerle karşılaşılabilir. Anadolu kuzeyden güneye, doğudan batıya herkesin ürünlerini rahatça geçirmek istediği, sahip veya hâkim olmak istediği bir geçiş köprüsüdür. Bu köprüde milletimizi rahatsız edecek savaş ve gürültülerden uzak kalmanın yolu caydırıcı olmaktan geçmektedir.
Dünya iki kutuplu iken iddiasız şekilde batı bloğu içinde yer alarak 1990’lı yıllara kadar şöyle veya böyle bağımsızlığımızı koruyabilen ülkemiz, SSCB dağılıp Dünya dengeleri altüst olduktan sonra batı bloğu tek kutup üstünlüğünü kurmak ve devam ettirmek amacıyla kendisine yeni rakip ya da düşmanlar bulmak zorunluluğuyla karşı karşıya kalmıştır.
Türkiye gibi çoğu ülkeler de ya batı bloğu dışında kalmış ya da rakip görülmeye başlanmıştır. Bu noktada bağımsızlık ve saygınlığını korumak için tarım ürünleri üretip gıda ihtiyacını karşılar olmak yetersiz hale gelmiş, bu nedenle yeni ekonomik politika arayışlarına girilmiştir.
Bu durumda; hızlı kalkınma zorunluluğu yüksek teknoloji üretmek veya ekonomisini yüksek teknolojiye dönüştürmek ve verimliliğini artırma zorunluluğu ile karşı karşıya kalınmıştır.
Ülkemiz bu noktada aktif dış politika arayışlarına da girmiş ve SSCB’den kopup bağımsızlığına kavuşan Türk Devletleri ile birlikte bir güç veya blok oluşturma ihtiyacıyla karşı karşıya kalmıştır.
Türkiye’nin; ABD, AB, İngiltere ve peyklerince Yeni Dünya düzeni diye adlandırdıkları sömürü düzeninde bölünmez bütünlüğünü koruyarak dış politikasını daha saygın, güçlü olarak sürdürebilmesi için, daha da güçlenmesi, teknolojik bakımdan Dünya’nın güçlü orduları ve ekonomileri ile rekabet edecek seviyeye ulaşması zorunluluğu vardır.
Aktif dış politika güçlü bir ordu, güçlü bir ordu güçlü bir ekonomi, güçlü bir ekonomi ise yüksek teknolojik üretimi gerektirir. Günümüz Türkiye’sinin bunu başarabilmesi; teknolojik ve dijital dönüşümü başarıyla gerçekleştirmesi ve katma değeri yüksek üretimi hızla artırmasını gerektirmektedir.
Türk milleti; vatan, millet ve dini değerleri uğruna kültürel ve genetik bakımdan canını vermeye hazır bir toplumdur. Milli ve manevi değerleri için bu kadar fedakarlık yapan Dünya’da başka bir millet örneği daha yoktur. Ancak, ordumuz; cesaret ve eğitiminin yanında teknolojik donanım üstünlüğüne de sahip olmak zorundadır. Bu millet askerlik alanında verdiği örnek davranışlarını; yeni teknolojiler geliştirme, patentler alma, ilim, disiplinli çalışma gibi alanlarda da göstermelidir. Eğitim sistemimiz bu boşlukları dolduracak şekilde gözden geçirilip yenilenmelidir. Bu manada savunma sanayi alanında son yıllarda sağlanılan gelişmeler takdire şayandır.
Türkiye, Savunma sanayi üretimi dışında da benzer teknolojik dönüşüm başarısını bütün sektörlerde göstermelidir. Yüksek teknolojik üretim oranını geliştiremediğimiz takdirde, kronik hale gelmiş dış ticaret açığını kapatıp, ekonomik bakımdan tam olarak güçlenememekteyiz. Güçlenmeyince de ekonomik olarak ambargolara açık halde, saygın bir dış politika takip etmekte güçlüklerle karşı karşıya kalınmaktadır.
Ekonomik olarak güçlenip, rekabet edebilmemiz için katma değeri yüksek teknoloji ürünlerinin toplam üretimimizdeki oranının %2-3’lerden en az %30’lara kadar artırılması ve böylece cari açık sorunumuzun halledilmesi gerekmektedir.
Yüksek teknoloji üretimimizi artırdıktan sonra, cesareti, eğitimi ve kısmen donanımıyla caydırıcı olan kahraman ordumuz güçlü bir ekonomiyi de arkasına alınca caydırıcılığı kat be kat artacak ve böylece daha bağımsız bir dış politika izleme şansımız artacaktır.
Teknolojik gelişim seviyemizle ilgili göstergeler ve değişim ihtiyacı
Aşağıdaki tabloda da görebileceğimiz bazı tespitler; Türkiye, listedeki ülkeler içinde okuma yazma oranı %96 ile en düşük olan ülkedir. Gelişmiş ülkelerin tamamında okuma yazma oranı %99’dur.
Üniversite ve üstü eğitim Türkiye’de %17 iken gelişmiş ülkelerde aynı oran %27 ile 54 arasında değişmektedir. Ancak eğitim seviyesinin bilim ve teknolojik gelişmeye ne kadar yansıdığı önemlidir.
Tablodaki 2 no'lu sütunda görüleceği üzere 15 yaşından büyük nüfusun çalışma yüzdesi; ülkemizde listedeki ülkeler içinde %47 ile en düşük orana sahip iken listedeki ülkeler ortalaması %57’dir. Kısaca teknolojik seviyemiz, mevcut yatırımlarımızın bile verimli ve karlı işletilemeyişi ile işletmelerin karlılığını ve verimliliğini azaltmakta böylece yeni yatırımlar için tasarruf sınırlı olmakta ve tasarruf sınırlı olunca da yatırım ve istihdam kapısı daralmaktadır. Bunun sonucu çalışabilecek durumda olanlar işsiz kalmaktadır. Ülkemizde bu nedenle iş bulma ümidi kalmadığı için iş aramaktan vazgeçen ve böylece işsiz sayılmayan 10 milyondan fazla işsiz bulunmaktadır.
Eğitim, bilim ve teknolojik geriliğimiz kıyasen 3, 4 ve 8 no'lu sütunlarda da görüleceği üzere hala çok gerilerdedir. Patent demek üretime aktarılacak yeni teknolojik buluş demektir. Bir ülkenin aktif patent sayılarının, o ülkedeki bilişim ve ileri teknoloji ihracatını çok yüksek seviyede artırdığı açıktır. Ancak patent sayılarını tek başına değerlendirmek, doğru bir çıkarım yapmaya engel olacaktır. Ülkedeki kişi başına düşen patent sayıları ile bu ilişki kurulduğunda, ileri teknoloji ihtiyacı üzerindeki etkilerin çok daha yüksek seviyelere çıktığı gözlemlenmektedir. Türkiye’de Aktif patent sayımız yüz binde 8 iken Almanya’da binde 2, Japonya’da binde dört, Flipinler’de onbinde 2, ABD’de binde 1,5, İngiltere’de onbinde 8’dir. Bu veriler teknolojik buluş, yenilik ve gelişmemizin kısaca üretimde katma değeri yüksek kaliteli mal üretemeyişimizin ve kronik dış ticaret açığımızın sebebini göstermektedir.
Kaliteli mal üretim ve ihracatının artırılarak dış açığımızın borçlanmaya ihtiyaç olmaksızın kapatılmasının tek yolu yüksek teknoloji üretiminin artırılmasından geçtiğini belirtmiştik. 6,7,8 ve 9 nolu sütunlardaki verilerden görüleceği üzere, Türkiye; ihracatının içinde yüksek teknoloji ürünü ihracatın payı %1,1’dir, aynı oran Almanya’da %11,3, ABD’de %6,6, Japonya’da %11,7, Malezya’da %25,4, Filipinler’de %31,6’dır. Bu tablo ülkemizin mutlaka yüksek teknolojik ve dijital dönüşümü başarması gerektiğini göstermektedir. Bilişim ürünleri ihracatında da durum çok farklı değildir.
Teknolojik gelişmeyle ilgili bazı veriler
1- Okur yazar oranı % 6- ileri teknoloji ihracatı milyon USD
2- 15+ nüfus çalışma yüzdesi 7- Bilişim ihracatı/toplam ihracat %
3- Patent başvuru sayısı 8- Bilişim ithalatı/toplam ithalat %
4- Aktif patent sayısı 9- yüksek teknoloji ihracatı/toplam ihracat %
5- 1000 kişi başına patent sayısı
Bilişim ve ileri teknolojik dönüşümün hızla halledilmesi işletmelerimizde verimliliğin ve katma değerin artmasına, kalkınmanın sürdürülebilir ve dengeli olmasına, ihracatın kolaylaşıp artmasına yol açacaktır. Ancak; Dünya’da da hem gelişmekte olan ülkelerde, hem de gelişmiş ülkelerde bilişim ve teknolojik gelişmeler ve dönüşümler hızlanmış olup yarış artmaktadır. Gün geçtikçe hızla gelişen ve üretimde daha yoğun hale gelen ileri teknoloji, bu yarışı çok daha kritik biçimde artırmaktadır. Ülkemizde, teknolojik ürün ihracatının toplam ihracata oranı %1-2 seviyelerinde seyretmektedir. Ülkemiz dışında, tabloda da görüleceği gibi bazı ülkelerde bu oran %30’ları geçmiş %40’lara doğru yükselmektedir.
Teknolojik dönüşüm konusunda önemli bir gösterge de; ülkemizdeki bilgisayar bilimleri (Bilg. Müh+Yaz.Müh+vb.) öğrencilerinin toplam yükseköğrenim öğrencilerine oranı çok düşük olup %1 civarında seyretmektedir. Teknoloji ihracatı yüksek ülkelerde bu oran çok daha yüksek seviyelerdedir.
Bilindiği üzere, kişi başı elektrik tüketimi, bir toplumun medeniyet seviyesini ölçmekte kullanılan ölçülerden biridir. Ancak unutulmamalıdır ki, ileri teknoloji ihracatı artan ülkelerde, kişi başı elektrik tüketimi artmakla beraber, elektrik tüketiminin, toplam enerji tüketimi içindeki payı yükselmekte ve çevreci teknolojilerin kullanılması mümkün olmaktadır. İleri teknoloji ve bilişim ihracatının arttığı ülkelerde, çevreci enerjilerin kullanım yoğunluğu üzerindeki pozitif etkisi çok rahat bir şekilde gözlemlenebilmektedir. Zira çevreci teknolojiler de, ülkelerin teknoloji üretimlerine bağlı şekilde gelişmektedir.
Bilindiği üzere, Gini Endeksi, gelir dağılımı adaletsizliğini ölçmek için kullanılan bir endekstir. Bilişim ve ileri teknoloji ihracatının, ilgisi yokmuş gibi düşünülse de bu endeks üzerinde oldukça etkili olduğu gözlemlenmektedir. Bilişim ve ileri teknoloji ihracatı arttıkça, Gini Endeksi düşmekte, yani gelir dağılımı daha adil hale gelmektedir. Ancak, Gini Endeksini etkileyen faktörler ve bunların etki edebilme oranları düşünüldüğünde, adil gelir dağılımındaki yükselmenin toplumsal barış anlamında güvenli bir ülke olma yolunda ne kadar etkileyici olduğunu gözler önüne sermektedir.
Günümüzde kullanılan ileri bilişim ve yazılım ürünü cep telefonlarının en pahalılarının, ileri teknoloji içeren malzemelerle üretilen donanımlarının maliyeti bile yazılım ve bilişim fiyatları yanında çok küçük bir oranı bulmakta, kısaca bu tür ürünlerde asıl kazanç birim başına maliyet payı çok düşük olan yazılım ve bilişimden elde edilmektedir.
Gurur verici olmakla, yazılım geliştirme, uydu haberleşme sistemlerimiz gibi konularda milli bağımsızlığımızı sağlamış olmakla beraber, bu uyduların geliştirici ve üreticilerine bakıldığında, tüketici konumuna düştüğümüz görülmektedir. İletişim uydularından 2 adedinin üretimini Thales Alenia Space, diğer 2 adedinin üretimini de Mitsubishi Electric Corporation (MELCO) üstlenmiştir. Yer gözlem uydumuzun tüm parçaları ise, Satrec Initiative tarafından üretilmiş ve uydu aynı firma tarafından geliştirilmiştir.
Yine bilindiği üzere, beyaz eşya ve tüketici elektroniği üzerine dış pazarlarda dahi iddialı olan birden fazla markalaşmış üreticiye sahibiz. Bu markaların bilişim ve yazılım konusunda teknolojilerini nereden aldıklarına bakıldığında yine tüketici konumuna düştüğümüz görülebilmektedir.
Savunma sanayi konusunda, ticari anlamda, son yıllarda kat ettiğimiz yol oldukça iyi görünmektedir. Ancak, ihraç ettiğimiz ve kullandığımız ürünler incelendiğinde, ilgili ürünlerin ileri teknoloji bileşenlerinde, yine tüketici konumunda olduğumuz açıkça görülmektedir.
Ülkemizde, internet ürün ve hizmetleri, gayri safi milli hasılamızın %0.09’unu oluşturmaktadır. Örnek teşkil etmesi açısından, İsveç’te aynı ürün ve hizmetler, gayri safi milli hasılanın %6,3’ünü oluşturmaktadır.
Tüm Dünya’da, yazılım sektörünün ürettiği toplam değer, 70 Milyar $’dır. Türkiye’nin bu miktara katkısının ise, 30 milyon $ civarında olduğu tahmin edilmektedir. Yazılım geliştirme firmalarımızın çoğu 1-10 kişi aralığında çalışan sayısına sahip olup, büyümeyi, piyasa koşulları sebebi ile düşünmemektedir. Ayrıca, Dünya’nın ilk 100 yazılım firması arasında Türk Firması bulunmamaktadır. Bilgisayar bilimleri mezuniyeti bulunan insanların %75’i, yazılım alanından, düşük maaşlar, kötü çalışma koşulları ve mesleğin karmaşık yapısı dolayısıyla uzak durarak, satış-pazarlama, analiz, proje yönetimi gibi işlere yönelmektedir. Bunun sonucu olarak ise, yazılım firmaları, kendi yarattıkları piyasa koşulları içinde personel sıkıntısı yaşamaktadır.
Yazılım geliştirme eğitimi veren özel kurumların kendi verilerine göre, eğitim sonucu elde edilen sertifika sahiplerinin %40’ı, eğitim içeriğini tam olarak kavrayamamaktadır. Geriye kalan %60’ın büyük bir çoğunluğu ise, yazılım geliştirme alanında en gerekli beceriler olan analitik düşünce, yaratıcılık ve kavrama becerilerini geliştiremeden eğitimlerini tamamlamaktadır. Bunlara ek olarak, bu becerileri edinen ve sertifikasyon kapsamının tamamını doğru ve tam olarak anlayan yazılım geliştirme uzmanlarının hepsi, piyasa koşulları ve yerli yazılım firmalarının tavırları sebebi ile yabancı ve lisanslı/patentli teknolojiler ve yabancı tasarım kalıpları kullanmaya itilmektedir. Ülkemizde 200 yazılım mühendisinin katıldığı araştırmada, 20 yıllık yazılım mühendisliği tecrübesi bulunan 3 kişi bulunurken, gelişmiş ülkelerde toplam yazılım mühendisi sayısı çok çok daha fazladır.
Fortune dergisi tarafından yayımlanan ve Türkiye’nin en yüksek cirolu 500 şirketinin yer aldığı listede, toplam 9 bilişim firması bulunmaktadır. Bu firmaların arasında, teknoloji üretimi yapan firma yoktur. 9 firmanın 9’u da, yabancı ürünler için danışmanlık, pazarlama ve hizmet sunmaktadır. Ayrıca, yine bu liste içerisinde yazılım firması bulunmamaktadır.
Ülkemizde, bilişim ve iletişim alanında yapılan toplam harcamanın 3’te 2’si donanım (Bilgisayar, sunucu, bilgisayar ağı parçaları vb.) harcaması olup bunların içinde bilişim donanımı üreten firma bulunmamaktadır.
T.C. Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı araştırmalarına göre, sadece bilgi teknolojileri sektörüne 53.3 milyar USD harcanması beklenmektedir. Ülkemizde iletişim sektörü hızla büyümektedir. Ülkemizde yapılan toplam bilişim harcamalarının %60’ından fazlası, iletişim altyapısına harcanmaktadır. Yakın geçmişte patlak veren, yerel ve uluslararası dinleme skandallarının tamamının bu cihazlar kullanılarak yapılmış olması ise sosyal, ekonomik ve tekno-ekonomik ölçütler ötesinde, ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.
Sözleşmeli Bilişim Personeli İstihdam Esas ve Usulleri ile, kamu yazılım üretimi oldukça iyi konumlara doğru yön çevirmiştir. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü, Yüksek Öğrenim Kurumu ve daha birçok kamu kurum ve kuruluşları, E-Devlet dönüşümü ve BAMS kapsamında yürüttükleri projeleri, kendi bünyelerinde başarı ile çözüme kavuşturmaktadır. Yine aynı kurumlar, yazılım alanında yüksek katma değerli projeler yürütmekte, idari ve bürokratik alanda gerekli iş gücünü azaltarak verimi artırmaktadır.
Ülkemiz, Dördüncü Sanayi Devrimi’nin yaşandığı günümüz sanayi koşullarında, devrimin gerektirdiği 3 ana bileşenden sadece yazılıma, oldukça sınırlı oranda katkıda bulunabilecek teknoloji üreten firmalara sahiptir. 3 ana bileşenden bir diğeri olan mikro elektro-mekanik sensör üreten sınırlı sayı ve kabiliyette yerli firmamız olmakla beraber, son bileşen olan mikro-kontrolör ve işlemci üretimi yapan firmamız bulunmamaktadır. Ayrıca yine bu 3 bileşenin, Türkiye’nin hedefleri arasında bulunan yerli uçak, yerli araba gibi ürünlerin, teknolojik alt-ürünlerinin tamamını oluşturduğunu hatırlatmakta fayda var. Tüm bunlarla beraber, ülkemiz, tarihi boyunca gerçekleşen tüm sanayi devrimlerinde, sanayi altyapısı ve hammaddesi bakımından tüketici konumunda kalmıştır. Ülke sanayimizde kullanılan altyapı (makine parkları, teçhizat vb.), istisnalar haricinde, daha önce, teknoloji üretimi yüksek ülkelerde kullanılmış ve kullanımı durdurulmuş cihazlardan oluşmakta olup, ilgili ülkelerden ikinci el olarak satın alınmıştır.
Dördüncü Sanayi Devriminin, ülkemiz açısından ne kadar önem arz ettiği görülmekle beraber, çok hızlı hareket edilmemesi durumunda, bir sanayi devrimi daha kaçırılarak, tüketici konumundaki pozisyonumuz sabit kalacaktır.
Üretim gelirimize örnek teşkil etmesi açısından, 1800-2000€ aralığında ithal edilen bir sanayi ürününün toplam maliyetinde, 1000-1500 € aralığında sensör ve diğer teknolojik ürün maliyeti bulunmaktadır. Bu maliyet sonrası geriye kalan 500 ila 800€ arası miktardan, kalan tüm üretim, navlun, vergi ve diğer maliyetler düşüldüğünde, onlarca ve hatta yüzlerce kiloluk üründen ettiğimiz karın ve kilo başı ihracat bedelimizin, teknoloji maliyet kalemlerini ülke içinde üreterek ne kadar artırılabileceği açıktır.
Bilişim ve Teknolojik Dönüşüm Nasıl Olmalıdır?
Dönüşüm programının ne kadar acil ve önemli olduğu yukardaki verilerde çok açık olarak görülmüştür. Bu nedenle ekonomimizin gecikmeye tahammülü yoktur.
Buraya kadar teknolojik, dijital veya bilişim alanlarında dönüşümün ne kadar önemli ve acil olduğunu izah etmeye gayret ettik. Dünyada her alanda hızlanan rekabet söz konusu dönüşümler kısa sürelerde başarılamazsa artık kalkınma konusunda yarışı bırakmak zorunda kalacağımız açıktır. Dönüşüm planlı programlı olmalıdır. Aksi halde mevcut sabit sermaye oluşumlarımız içinde yarış ve üretim dışı kalma riskiyle karşı karşıya çok işletmemiz vardır.
Özellikle KOBİ türü işletmelerimiz için ulusal bazda dönüşüm planları hazırlanmalı bu planlara uygun olarakta sektörel programlar, buna paralel olarak da işletme işletme dönüşüm projeleri hazırlanarak dönüşümün maliyeti desteklenmelidir.
Söz konusu plan, program ve projeler milli verimlilik merkezinin sekreteryasında Ulusal Verimlilik Konseyince hazırlanmalı, kontrol edilmeli ve uygulanmalıdır. Konsey; başta odalar birliği ve ilgili meslek teşekkülleri, bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşlarının temsilcilerinden oluşturulmalıdır. Plan ve programların uygulama bütçeleri meslek teşekküllerinin de en az maliyetin %50’sini karşılamalarıyla oluşturulmalı, kalanının ise kalkınma ajansları ve genel bütçeden karşılanmalı ve oluşan bütçe, dönüşüm projelerine hibe, faizsiz ya da çok düşük faizli krediler verilerek karşılanmalıdır.
Son yıllarda savunma sanayi alanında sürdürdüğümüz başarılı gelişmeler, tarihi ve coğrafi avantajlarımızın da olumlu etkisiyle oldukça hızlı yol alabileceğimizi göstermektedir. Ancak, savunma sanayiinde ülkemize yönelen talepler göstermektedir ki; daha fazla geciktirilmeden savunma sanayi alanının dışında da hızlı gelişmelerin gerçekleştirilmesi gereklidir. Bu politikaların, bahsedilen dönüşümlerle teknoloji yoğunluklu üretim ile desteklenmesi durumunda, elde edeceği başarı, ülkemizde yürütülen başarılı politikaların uygulama hızı düşünüldüğünde, son derece verimli olacak ve bu alanda sağlanacak faydanın çok hızlı geri dönüşünü sağlayacaktır. Bu faydanın sağlanması, özellikle tarihimiz ve coğrafyamız göz önünde bulundurulduğunda, Dünya’da değişim ve savaş rüzgarlarının arttığı bu dönemde artık bir seçenek olmaktan çıkmış, bir zorunluluk halini almıştır.
Bilişim, dijital ve teknolojik dönüşüm hususlarında daha sonraki yazılarda somut olarak yapılması gerekenler izah edilmeye çalışılacaktır.