Yayına Hazırlayan: Selin Ünsal
Afrika’yı hayatımız boyunca yoksullukla, açlıkla mücadele eden bir coğrafya olarak biliyoruz. Peki Afrika’nın bu durumda olması sahip olduğu özü, coğrafyası açısından mı böyleydi yoksa bu duruma gelmesine sebep olan süreçler mi oldu? Çok basit olarak şunu söyleyeyim, oradan adım adım bugünkü Türkiye ve Somali anlaşması niye önemli onu konuşmak istiyorum. Bunu çok basit olarak kendimce bir öyküyle açıklayayım.
Avrupa’da sanayi devrimi başlayınca bizim topraklarımızda geliştirilen bilimsel keşifler orda pratiğe döküldü. Örneğin kömürün buhar makinesi üzerinden enerjiye dönüştürülmesiyle sanayi üretimi arttı. Kapitalist bir sistem oluştu. Ne yazık ki bu kapitalist sistemin ruhunda yayılmak vardı.
Batıyı Afrika’ya yönelten sebep, pazar arayışıydı
Daha çok üretim yapıp kazanmak için yeni pazarlar gereklidir. Ülkede olmayan madenleri bulup çıkartmak ve tekrar üretim için ülkesine getirmek gereklidir. Aslında basit, menfaate dayalı bir mekanizmadan bahsediyoruz. Dolayısıyla Batı Avrupa’yı Amerika, Asya ve Afrika’ya yönelten neden pazar arayışıydı. Nitekim insanoğlu kendisini terbiye eden bir ahlaki kod yoksa maddi tüketimin sınırını bilmiyor. O gün bugündür ne Latin Amerika ne Afrika ne de Asya iflah oldu. Burada dikkat çekmek istediğim konu şu, bizler son zamanlarda çok fazla Afrika’dan bahsediyoruz. Çünkü ekonomik, savunma ve hatta uluslararası düzeyde varlığını gösterme anlamında ciddi gelişmeler yaşanıyor.
Batı niçin ‘endişeleniyor?’
Çok ilginçtir ki bu gelişmeler Batı egemenliğindeki küresel sistemin zayıflamasıyla örtüşüyor aslında. Nedensellik konusunda iddialı olmamak kaydıyla 2 tarafta da unsurlar bulunabilir diye düşünüyorum. Biliyorsunuz ki Batı ‘çok endişelidir’. Afrika gibi talihsiz coğrafyalar yeniden harekete geçtikçe Batı daha zayıflıyor ve ‘endişeye’ kapılıyor. Ve tüm bunların böyle bir dönemde örtüşmesinin de bir anlamı vardır diye düşünüyorum. Son zamanlara baktığımızda inişler çıkışlar da olsa sonuçta bunlar kolayca olabilecek şeyler değil.
Türkiye’nin Afrika ile ticaret hacmi 10 kat arttı
Türkiye ve Afrika ülkeleri arasında çok ciddi atılımlar oluyor. Örneğin diplomatik temsilciliklere baktığımızda yaklaşık 3 katına çıkmış olduğunu görüyoruz, ihracat ithalat toplamından oluşan ticaret hacmine baktığımızda ise yaklaşık olarak 10 katına çıktığını görüyoruz veya yapılan yatırımlara, karşılıklı anlaşmalara baktığımızda ise çok ciddi artış var. Dolayısıyla anlıyoruz ki Türkiye’nin son yıllarda çok ciddi etkinlikleri var. Devlet düzeyinde etkinlikler yapılıyor.
Türkiye-Afrika arasında yeni bir medeniyet inşa ediliyor
Mesela üst düzey ziyaretler yapılıyor, Türkiye 15 binden fazla Afrikalı öğrenci getirip ülkesinde eğitiyor. Tüm bunlar bilinçli bir şekilde yapılıyor. Afrikalı 2 büyükelçi ile sohbet etme fırsatım oldu. Onların Türkiye’yi çok sevdiğini fark ettim ve bunu benim hatrım için mi söylüyorlar acaba diye düşündüm. Onlara bunu sorduğumda ise Batının kendilerini aşağılayarak ilişki kurmasına karşılık Türkiye’nin onlarla eşit şekilde ilişki kurmasından bahsettiler. Bu çok değerli bir şey aslında. Aynı zamanda bize bu bölgede kurulacak olan bir medeniyetin kodundan da bahsediyor.
Fransızlar, İngilizler Afrika’daki fabrikalarını Türklere satıyorlar
Bir tarafta oraları yalnızca hammadde deposu ve kölelik olarak gören Batı kapitalizmi varken bir tarafta da insanca eşit şartlarla görüşen, konuşan kesim var. Gidiyoruz ve eşit şartlarla karşılıklı anlaşmalar, projeler yapmak üzere anlaşıyoruz. Bu iki yaklaşımın birbirinden oldukça farklı olduğunu düşünüyorum. Bu durum tabi ekonomik ilişkilere de yansıyor. Mesela şunu biliyoruz, garip bir şekilde Afrika için İngiliz Afrikası, Fransız Afrikası hatta Anglofon, Frankofon diyoruz. Ne yazık ki yıllardır bu durum, düşünce resmi akademik çalışmalarda böyle. Anglofon, Frankofon Fransızların sömürgesidir örneğin. İngilizler doğuda Fransızlar batıdadır. Ve bunlar, ordan dolaylı veya dolaysız yoldan çıkıyorlar. Örneğin fabrikalarını satıyorlar ve Türk girişimciler bu fabrikaları satın alıyorlar. Oradaki insanlar ise Türklerle çalışmaktan daha memnun olduğunu dile getiriyor. Nedeni de şu ki daha çok insan ilişkileri kuruluyor.
Batı orda çalışırken yalnızca o insanları köle olarak görmüş, sadece onun emeğine bakmış, hiçbir insani ilişki geliştirmemiş. Bu durum tabii ki doğrudan doğruya ekonomiye yansıyor. Kendisine benzeyen, kültürel olarak kendisine saygılı insanlarla çalışmak sandığımızdan çok daha hızlı gelişecek bir mekanizmaya benziyor.
Somali konusuna geldiğimiz zaman ise Türkiye-Somali anlaşmasının özellikle dış basında endişeyle karşılandığını görmekteyiz. Bu tür haberlere baktığımızda aslında yazan kişilerin de kafalarının karışık olduğunu görüyoruz.
Örneğin BBC’de böyle bir yazı vardı, Somali’de terör faaliyetlerinin olması nedeniyle endişeyle karşılandı fakat Türkiye bu girişimlerle Somali’deki terörle mücadele konusunda yardımcı olacak yazıyordu. Peki cümlenin sonu böyleyse, başındaki endişe neden diye sorguluyoruz. Herhangi bir tercüme yanlışlığı yok mesela tamamen yazan kişinin kafa karışıklığı olduğu çok belli. Çünkü aslında kötü bir durum olmadığının farkında fakat neden Türkiye ile anlaşma yapılıyor, neden benimle olan anlaşmayı meclise götürmeyip Türkiye ile imzaladığı anlaşmayı mecliste onaylıyor algısı oluşturuyor. En azından ben okuduğumda bu algıya kapılmıştım.
Ekonomik tarafı hiç göz ardı edilecek bir şey değil. Daha anlaşılır şekilde söylemem gerekirse siz bir yük gemisini Cebelitarık’tan veya İstanbul, Çanakkale Boğazı’ndan geçirip Süveyş’e kadar getirdiğinizi düşünün, Kızıldeniz’i geçmişsiniz fakat Afrika Boynuzu’nda güvenliğiniz yoksa tüm emekleriniz heba olabilir. Buna ekonomik taraftan bakalım. Batı için asıl önemli olan tarafta budur zaten, işin rakamsal boyutudur. Nitekim İngiliz ve Fransızların sürekli olarak Mısırı işgal etmesi de bundan dolayıdır.
Ulaşım koridorları nakliye maliyetlerini etkiliyor
Mesela bu bölgeden bir yük gemisinin geçmesi ile güneyden dolanıp kuzeye gitmesi arasında konteyner başına yaklaşık olarak 1.000 $ fark ediyor. 1.000 $ bilirsiniz ki az bir para değildir. Yani şunu diyorum sadece bir konteyner başına yaklaşık 30 bin Türk lirası düşüyor. O konteynerlerde herhangi şeyler olabilir neticede çocuk oyuncakları, pirinç ya da elektronik eşyalar taşıyabilirsiniz. Ve bunlardan bir gemi dolusu olduğunu varsayalım, çok ciddi maliyetlerden söz ediyoruz. Siz Çin’den ucuz bir mal alsanız dahi onu Almanya’ya ulaştırmanız, navlun ve sigorta giderleri üzerinden baktığınızda yüksek maliyetlere denk geldiğini fark edersiniz.
Bu açıdan tabii ki Afrika ciddi önem arz ediyor. Birde böyle bir coğrafyada Somali’yi düşünelim, nüfusun %80’ni tarım ve hayvancılıkla uğraşıyor, geriye kalan ise ufak tefek mahalle köşelerinde imalatlarda çalışıyor. Herhangi bir sanayi bölgesi yok. Denizin kenarında stratejik bir bölge. Somali’yi Batı kaynaklı kalkınma kitaplarından okursanız eğer şöyle bir özet görürsünüz: ‘Toplumun tamamına yakın bir kesimi tarımla ve hayvancılıkla uğraşır, terör faaliyetlerinden ötürü sürekli bir savaş halinde olan bu ülke gelişememektedir.’
Batılı ülkelerin Afrika’da ne işi vardı?
Peki, bu tanıma göre şunu da sormak gerekir: “Senin ne işin var orada?” Bunu şöyle bağlayayım;Türkiye’de de buna karşı çıkanlar, Somali’de ne işimiz var diye karşı çıkan muhalifler var. Somali ile ilişkilerimiz yeni başlamadı, hep vardı ve olmak da zorunda. Zaman zaman elbette soğumalar oluyor fakat Türkiye oradan hiçbir zaman elini çekmedi, çekemez de zaten. Tabi ki tüm bunlar düşünülmese de ekonomik menfaati düşünmek gerekir. Ayrıca eğer Akdeniz’de varlığınızı göstermek istiyorsanız o bölgede durmanız gerekir.
Düşününce anlıyoruz aslında Türkiye’nin neden o bölgede kalması gerektiğini. Nitekim bizim orada ne işimiz var diyenler, her yere ne işimiz var diye soruyor. Siz Basra da deseniz ne işimiz var diyor. Orta Asya da deseniz ne işimiz var orada diyorlar. “Suriye’de ne işimiz var?” diyor mesela. Bağırdığımız zaman ses duyuluyor. Ben Suriye kıyısından geliyorum, Urfa'dan geliyorum, aramızda tel var ama karşıdaki de benimle aynı dili konuşuyor. Hala kız alıp veriyorlar. Bayramda bayramlaşırlar mesela. Orası benim toprağım aslında.
Biz aynı kültüre mensubuz
‘Türkiye'nin orada ne işi var?’ diye soranların ‘Amerika'nın burada ne işi var, Fransa'nın ne işi var İngiltere'nin Almanya'nın ne işi var?’ diye sorduğunu hiç duymuyoruz. Suriye’de Amerika duruyor mesela. Kimse ona bir şey demiyor ama bize diyor. Hâlbuki aramızdaki çekilen o tel, sınır zaten anlamsız. Biz aynı toprağın insanlarıyız, aynı kültüre mensubuz. Yüzyıllarca beraber yaşamışız hâlâ da yaşıyoruz. Aslında o tele rağmen yaşıyoruz. Yani fiilen Propaganda filmi aslında gerçek oldu. Bu, Metin Akpınar ile Kemal Sunal’ın bir filmiydi hani tellerin üstünden birbirlerine hediye atıyorlardı. Çünkü aynı aileler yani bunlar aynı dili konuşuyorlar, aynı kültüre sahipler, aynı kıbleye yöneliyorlar. Hâlâ kız alıp veriyorlar. Toprak aynı toprak, birileri sınır çekmiş, siz ayrısınız demiş. Aslında ayrı değiliz.
Batılılar özgürlükleri sadece kendileri için istiyorlar
Konuyu şöyle bitireyim. Mülkiyet anlayışı bireysel özgürlük, girişim özgürlüğü gibi denilen şeyler, Batı’da sadece kendilerinin dünyaya yayılırken kullandıkları kavramlar olarak ortaya çıktı aslında. Yani ‘Bu Asyalılar çok düzeyli insanlar değillerdir, hatta hangi insan tanımına gireceği tartışmalıdır. Bunlar kendi kaynaklarının kullanılmasını bilmezler, oralarda kumpanyalar kurmuşlar.’ diyerek toprakları doya doya sömürmüşler ve Afrika’daki insanları da kas gücünden yararlanmak amacıyla kullanmaya başlamışlar.
Ben karikatürize ediyorum ama gerçek bu, kitaplarda böyle yazıyor. Mülkiyet tanımını ne zaman yapmışlar biliyor musunuz? Bu yerlilerin topraklarını paylaşırken birbirlerine girmişler ve kendileri için mülkiyet tanımını yapmışlar. Yani oradaki yerlilerin toprağına evine, madenlerine el koyarken bu mülkiyet tanımını yapmamışlar. Daha sonradan birbirlerine girmişler. ‘Sen çok aldın’, ‘Ben az aldım’ diyerek, o paylaşımda kalkmışlar mülkiyeti tanımlamışlar, bunu ben söylemiyorum, tarih böyle zaten. Dolayısıyla hani o anlamda dünyanın dört bir yanına yayılırken ‘bireysel özgürlük’, ‘girişim özgürlüğü’ gibi kavramları kullanarak ilerlemişler. Bunlar işin hikaye kısmıdır. Bu anlamda kesinlikle Batı kendi dışındaki dünyalara hiçbir zaman zaten o gözle bakmamıştır… Bugün Türkiye-Somali anlaşmasını ‘endişe verici’ olarak görüyorken şaşkınlıkları da şu: ‘Eyvah bizim dışımızda da birileri bazı şeyleri fark ediyor, daha kötüsü kabul ediyor. Peki bizim hegemonyamız ne olacak?’
Bence asıl sıkıntı budur.
Diğer İçerikler