Uludağ’da kara kurban verilen Etibank çalışanları anısına.
Daha ileriye...
Daha sözcüğünün bir anlamı da “var olana, elde bulunana ek olarak” demektir. Teknoloji ve bilim elde bulunana ek yaparak ilerler. Daha dayanıklı malzeme dediğimizde bilinen dayanıklı malzemeye ek olarak bir işlem uygulanmış ya da ek bir madde ilave edilmiş olduğunu ifade ederiz. 18. yüzyıl bu anlamda birçok daha ile sanayi devriminin gerçekleştiği tarih dilimidir.
Muasır medeniyetler seviyesine çıkmak ve tam bağımsızlık için daima daha ileriyi hedeflemek gerekmektedir. Ekonomik, sosyal, siyasal ve diğer tüm unsurları ile olumlulukları daha ileri taşımakla devam eder muasır medeniyeti yakalama ve aşma yolculuğu. Olumsuzluklar ya olumlulaştırılır ya da bertaraf edilir. Aksi gerileme ve hedeften kopmadır.
1970’li yıllar, sanayileşme yolunda güçlü bir heyecanın yakalandığı yıllardır. Bu heyecan aynı zamanda ağır hatalara da neden olmuştur. Bu yazıda tungsten ya da diğer adıyla volfram üretme maceramız ele alınacaktır. Tungsten hakkında bilgi verildikten sonra Etibank Uludağ Volfram Tesisinin hazin hikayesi anlatılacaktır.
Bulunuşu
Yaklaşık 350 yıl önce, Çin'deki porselen üreticileri bir tungsten pigmenti aracılığıyla ürünlerine daha önce görülmemiş şeftali rengini dahil ettiler. Avrupa'daki kimyagerlerin bu rengin bir elementten meydana gelmiş olduğunun farkına varması bir yüzyıl sonra olmuştur. 1779'da Peter Woulfe, İsveç'ten gelen bir minerali inceledi ve yeni bir metal içerdiği sonucuna vardı, ancak metali ayıramadı. Daha sonra 1781'de Wilhelm Scheele aynı konuyu araştırdı ve asidik bir beyaz oksidi izole etmeyi başardı ve yeni bir metalin oksidi olarak elde etti. Tungstenin kesin olarak keşfi ise 1783'de, mineralojiyle ilgilenen İspanyalı Juan ve Fausto Elhuyar kardeşlerin, aynı asidik metal oksidi ısıtarak tungsten metaline indirgemeleri ile gerçekleşmiştir. Tungsten kelimesinin kökeni İsveç dilinde ağır taş anlamına gelen ‘tung ve sten’ sözcüklerinden gelmektedir.
Mavi beyaz ışık saçan parçacıklar
Gündüz vakti, elinde ultraviyole ışık kaynağı, üzerini battaniye benzeri bir şeyle örtmüş, karanlıkta gördüğü mavi beyaz ışık saçan maden parçacıklarının heyecanı ile havaya fırlayan birini görürseniz biliniz ki o tungsten bulmuştur.
Doğada saf olarak bulunmayan tungsten; şelit, volframit, hübnerit, ferberit ve stolzit mineralleri içerisinde bulunur. Günümüzde ekonomik olduğu için sadece şelit ve volframit minerallerinden tungsten elde edilmektedir. Dünya tungsten kaynaklarının yaklaşık üçte ikisini şelit, üçte birini volframit cevheri oluşturur. Şelit ve volframit genellikle eğimli dar damarlarda bulunduğundan yeraltı madenciliği işletmesine daha uygundur.
Tungsten cevherleri genellikle %0,1- %3 arasında WO3 içermektedir. Ancak endüstriyel kullanım alanları için WO3 yüzdesinin artırılması yani tungstenin zenginleştirilmesi gerekmektedir. Madenden çıkarılan tungsten cevheri (birincil üretim) ilk önce; kırma, öğütme, sınıflandırma işlemlerine, sonra ön zenginleştirme işlemlerine tabi tutulur.. Bu aşamalar sonunda elde edilen konsantreler %50-65 WO3 içerir ve direk olarak çelik endüstrisinde kullanılır.
Tungsten üretiminde bir diğer kaynak da hurdadan geri kazanımdır. Dünya genelinde birçok tungsten zenginleştirme tesisinde, aynı zamanda geri dönüşüm (ikincil üretim) yöntemiyle, tungsten hurdaları ve atıklarından, önemli miktarlarda tungsten üretimi yapılmaktadır. Günümüzde toplam tungsten üretiminin yaklaşık %30’u geri dönüşüm yolu ile hurda ve atıklardan sağlanmaktadır.
Tungsten gücü nedeniyle olağanüstüdür. Erime noktası, 3,422 °C (6,192 °F) ile bilinen tüm elementler arasında en yüksek olanıdır. Aynı zamanda uranyum gibi çok daha ağır elementlerinkine benzer şekilde çok yüksek bir yoğunluğa sahiptir.
Tungstenin önemi II. Dünya Savaşı sırasında daha iyi anlaşıldı. Almanlar, yüksek hızlı zırh delici mermilerde tungsten karbür çekirdeği kullandılar. İngiliz tankları, bu tungsten karbür mermilerle vurulduklarında adeta eriyorlardı. Almanlara tungsten satan İspanyollar savaşın ilk yıllarında iyi para kazandılar. Ama ABD ve İngiltere’nin yoğun baskısı sonuç verdi ve Almanya’ya tungsten satışını durdurdular. Aynı durum bizim kromlar için de söz konusu olmuş ve 1944 yılında Almanya’ya krom satışını durdurmak zorunda kalkmıştık. ABD halen tungsten ve kromu stratejik ürün listesinde tutmaktadır.
Her geçen gün gelişen teknoloji sayesinde günümüz endüstrisinde kullanımı hızla artan tungsten ve tungsten alaşımlarının en yaygın kullanım alanlarını şu şekilde sayabiliriz: Flamanlar, teller, çubuklar, elektrotlar ve levhalar, kesici ve delici aletler (sondaj makinesi ve matkap uçları gibi), sert makine parçaları (gaz türbin motorları gibi), vakum ve değirmen- öğütme ekipmanları, otomotiv sanayi, uçak ve roket sanayi, inşaat sanayi, kimya sanayi, elektrik ve elektronik cihazlar, medikal alet ve cihazlar, madencilik malzemeleri, askeri teçhizatlar, mermi ve silah yapımı, akıllı teknoloji ürünleri (akıllı cam ve dokunmatik ekranlar), saat, mücevher ve tükenmez kalem ucu, golf sopası, tenis raketi ve yanmaz giysi yapımı vs. Tungsten bazlı malzemeler, yüksek içsel yoğunlukları ve zengin çerçeve çeşitliliği nedeniyle lityum iyon piller için umut verici anot malzemeleri olarak önemli ilgi görmektedir. Her elektrikli araçta 2 kg.dan fazla tungsten kullanılmaktadır.
Rezervler deyince Çin akla gelir
Çin, 2023 itibarıyla yaklaşık 2,3 milyon tonla dünyanın en büyük tungsten rezervlerine sahiptir. Bunu sırasıyla yaklaşık 570.000 tonla Avustralya ve 400.000 ton rezervle Rusya takip etmektedir. Önemli rezerve sahip olan diğer ülkeler ise ABD, Kuzey Kore, Ruanda ve Portekiz’dir. Dünya toplam rezervi 4.4 milyon ton olarak tahmin edilmektedir.
Çin açık ara farkla dünyanın en büyük tungsten üreticisidir. 2023 yılında tüm dünyada 78.000 ton tungsten konsantresinin 63.000 tonunu tek başına üretmiştir. Çin’i 3.500 ton üretim ile Vietnam izlemiştir. Rusya 2.000 ton, Kuzey Kore, 1.700 ton, Bolivya ve İspanya 1.500’er ton, Ruanda 1.400 ton, Avusturya 910 ton, Avustralya 800 ton ve Portekiz 500 ton üretim yapmıştır.
Çin son yıllarda konsantre üretimine kota uygulamaktadır ve ihracatını kısıtlama yoluna gitmiştir. Çin en büyük tungsten tüketicilerinden biri olan ABD’nin en önemli tedarikçisidir. ABD 2017 – 2022 yılları arasındaki tungsten ithalatının %27’sini Çin’den yapmıştır. ABD’nin stratejik maden ilan ettiği tungstenin fiyatlarını da Çin kontrol etmektedir. Kendi çıkarına göre yükseltip düşürmektedir.
Ülkemizde halihazırda tungsten üretimi bulunmamaktadır. Yıllık yaklaşık 8 milyon dolarlık ithalat yapılmaktadır. Tungsten rezervlerimiz ihtiyacımıza kıyasla zengindir.
Türkiye’de ilk tungsten cevheri 1945 yılında Söğüt-Dudaş antimon yatağında bulunmuştur. Ancak bazı kaynaklarda 1910’lu yıllarda Türkiye’den Almanya’ya tungsten konsantresi ihraç edildiği bilgisi yer almaktadır. Türkiye’deki en önemli tungsten yatakları Bursa Uludağ ve Keban bölgelerinde bulunmaktadır. Uludağ’daki tungsten oluşumları, dünyadaki tungsten rezervinin yüzde 4’üne tekabül eder. Bunun dışında Türkiye’de; Çanakkale (Çakıroba, Hamdibey), Niğde (Gümüşler), Yozgat (Akdağmadeni) ile birlikte yaklaşık 30 farklı tungsten yatağı bulunmaktadır.
Biz tunsgtenin tungsten olduğunu anlayana kadar Almanlar antimuan cevheri diye almışlar. Tıpkı Osmanlı döneminde bor madenini alçı taşı gösterip alıp götüren İngilizler gibi. Yurt içinde gelişmiş bir sanayi olmadığından Osmanlı’da ve Cumhuriyet döneminde ham madde ihracatı ile yetinmek zorunda kalınmıştır. Bu anlayışla karşılanabilir, ancak tungsten üretim tesisimizin başına gelenleri okuyunca ortada başka şeyler olduğunu anlamak güç olmayacaktır.
Uludağ’daki ilk ciddi sistematik aramalar 1950 yılında MTA Enstitüsü tarafından başlatılmıştır. Yatağın fizibilite ve değerlendirme çalışmaları 1954 yılında tamamlanarak %0,5 WO3 tenörlü 14,6 milyon ton rezerv tespit edilmiştir. 1961 - 1966 yılları arasında Etibank burada ek aramalar ve sondajlar yapmıştır. Rezervler Etibank’ın yaptığı aramalar sonucu 12,87 milyon ton (yaklaşık 70 bin ton metal) şeklinde kesinleştirilmiştir.
Etibank yatırıma başlamadan önce Alman Krupp firması sahada üretim yapmak istemiş ancak talebi kabul görmemiştir. Birkaç yıl sonra Etibank, ferrokrom tesisi kurması için Krupp’un kapısını çaldığında, teklif bizzat Batı Almanya’nın Ankara Büyükelçisi tarafından reddedilmiştir.
Etibank tesisin fizibilite ve yatırımı için önce Amerika’da yerleşik Union Carbide firması ile görüşürse de anlaşma sağlanamaz. Alman Salzgitter AG firması ile 1968 sonunda yatırım anlaşması yapılır. Yatırım 1977 yılında, başlangıçtaki planlanandan daha farklı bir tesisle nihayet tamamlanır. 1979 yılı sonunda %30 randımanla çalışır hale ancak gelir. Metal kurtarma randımanı en fazla %37 olur. Üretime başladıktan sonra fiyatların düşmesi de eklenince tesis bir türlü zarardan kurtulamaz ve nihayet 1989 yılında üretim durdurulur ve 1994 tarihinde de kapatılır. Diğer işletmelerde kullanılma imkanı olan makine ne ekipmanlar alınır, kalanlar hurda olarak satılarak tesis, madencilik tarihine kötü bir örnek olarak gömülür. 1994 – 1996 yılları Etibank tarihinde kıyım yılları olmuş bir çok tesis kârlı değil diye kapatılmıştır. Bu yıllar Glencore’un Etibank’a musallat olduğu yıllardır. Sahalar Etibank (şimdi Eti Maden) uhdesinde kalır ve 2006 yılında bir takım hazırlıklar yapıldıktan sonra özel sektöre devredilir. Sahaları devralan firma, özelleştirmeden aldığı tesisleri geliştirirken bu sahada 18 yıldır hiçbir yatırım yapmamıştır. Vardır bir hayır diyelim!.
TÜBİTAK tarafından 1985 yılında hazırlatılan Volfram İhtisas Komisyonu raporunda Uludağ Volfram madeninin neden ekonomik olarak işletilemediği etraflıca anlatılmaktadır. Buna göre;
-“Cevherlerin mineralojik yapısı, yapısal durumun etkileri, cevher dağılımının düzensizliği, yararlı bileşen sınırları, yeterli derecede bilinmemesine ve ortalama tenörü saptamada güvenilir bir değerlendirme yapılmamış olmasına karşın, yatırım kararı alındığı,
-Konsantratörün iklim koşulları ve su durumu elverişsiz olan Uludağ’da, çok katlı olarak kurulmasının esnekliği, bazı düzenlemeleri ve gereğinde kapasite artırmayı önleyici bir etken olduğu, Proses seçiminde hatalar yapıldığı, dünyanın hiçbir yerinde uygulanmayan, kuru sistemle çalışan bir skarn ön konsantrasyon devresine gidilerek, çok masraflı ve pahalı makinalara yatırım yapıldığı,
-Mevcut işletme metoduna göre iki ayrı tip cevherin üretimi mümkün olmadığı halde, konsantratörde granit ve skarn tipi cevherin ayrı ayrı zenginleştirilmesine gidilmesi planlandığı,
-Madencilik üretimi yöntemi cevher yatağının özellikleri iyi bilinmeden ve iyi değerlendirme yapılmadan seçildiğinden, hedeflenen kapasitenin % 29’una ulaşılabildiği,
-Konsantratörde skarn ön konsantrasyon devresinin çalışmasının imkânsızlığı nedeniyle, kapasitenin, proje hedefi olan 560.000 ton/yılın yarısına düştüğü, üretim bu kapasiteyi de sağlayamadığından bu güne kadar ulaşılan maksimum kapasitenin 150.000 ton/yıl olduğu,” tespitleri yapılmış ve rapor,
-“Uludağ Volfram İşletmesinde karşılaşılan sorunlar, denetimsiz yabancı teknolojiye güvenmenin sakıncasını bir kez daha vurgulamaktadır. Sorunların çözümünde yerli teknoloji üretmenin, ulusal beyin gücümüzün deneyimini arttırmanın, ona güvenmenin, ne denli önemli olduğunu kavramamız, yegâne kazancımız olacaktır” cümlesi ile tamamlanmıştır. Özetle; yedik kazığı, tecrübe kârımız olsun!...
Alman mühendisliğinin yukarıda sayılan ve üniversitelerde bir yatırım nasıl yapılmaz başlığı ile ders konusu olacak hataları yapması mümkün değildir. Uludağ’ın zirvesine tesis kurmak hangi aklın kârıdır?
Türkiye’de 1970’li yıllar sanayi yatırımına önem verildiği yıllar olmuştur. ABD ve Avrupa yani Batı bu teknolojileri bizden esirgemiş, Bandırma’ya bor ve asit fabrikası kurmak istediğimizde teknoloji vermedikleri gibi 6. filoyu devreye sokarak Akdeniz’de bor yüklü gemilere el koyma yoluna gitmişler, açıkça tehdit etmişlerdir. İlginç bir şekilde Batı’ya yaptırdığımız yatırımlar ya Kırka Susuz Boraks tesisinde olduğu gibi ya hiç üretim yapılmadan tasfiye edilmiş ya da Kütahya Gümüş, Kırka I. Bor Türevleri ve Uludağ Volfram tesislerinde olduğu gibi bir çok ağır sorunla tamamlanmış, adeta fabrikalar yeniden yapılmak zorunda kalınmıştır.
Sovyetler Birliği teknoloji arayışımızda kapısını çaldığımız ve hoş karşılandığımız zemin olmuştur. Seydişehir Alüminyum, Bandırma Bor ve Asit Fabrikaları Sovyet finansmanı ve teknolojisi ile yapılmış ve sorunsuz işletmeye alınmıştır.
Dış finansmanını B. Almanya’dan temin ettiğimiz, B.Almanya’dan alınan pahalı makinalarla B. Almanyalı bir firmaya yaptırdığımız Uludağ Volfram Tesisi doğmadan ölmüştü. Üstelik Etibank’ta Almanya’da eğitim görmüş bir çok mühendisin yönetimde etkin olduğu bir dönemde gerçekleşti tüm bunlar. Yanlış yer seçimi, yanlış üretim metodu ve yanlış firma ile başlayan volfram maceramız hazin bir yatırım hikayesine dönüştü ve kötü bitti. Daha sonra da kimse tüm bu yanlışlıklar yapılırken bizim yöneticiler ne yapıyordu diye sormadı. Enkazından bile sırtlanlar bestlendi.
Elektrikli araç pilleri, entegre devreler, savunma sanayiinin birçok ürününde alternatifsizliği ile yeni teknolojilerin önemli girdisi olan tungsten stratejik maden özelliğini korumaktadır. Türk savunma sanayii giderek yükselen bir ivme ile gelişmektedir. Tungstende yerli üretim ve kendine yeterlilik büyük önem arz etmektedir.
Dünya’nın en büyük tungsten rezervlerinden birini barındıran Uludağ sahası 2006 yılından bu yana özel sektörün elindedir ve halen yatırım yapılmamıştır. Özel sektör kendi mantığı içinde tutarlı olarak, kârlı olmayan yatırımı yapmamaktadır. Çin’in fiyat politikalarının öngörülemezliği yatırımı engelleyen faktörlerden biridir. Özel sektör eliyle kurulacak tesiste ilk ekonomik sıkıntıda üretim durdurulur. Muhtemel zarar durumunda bile üretimi aksatmayacağı için sahaların kamu iktisadi teşekkülü olan Eti Maden’e devredilmesi, sektörün büyüme beklentileri de dikkate alınarak, iç tüketimi karşılayacak boyutta, uygun yer ve kapasitede tesis kurularak üretime açılması gerekli görülmektedir. Üretim kabiliyetinin varlığı ve üretimin devamlılığı düşük miktarlarda edilecek zararı göğüslemek için gerekçe olarak fazlası ile yeterlidir. Kaldı ki sürekli artan talep karşısında zarar etmek pek de mümkün değildir.
Giderek daha da stratejik hale gelen tungstenin başka ülkelerin ihtiyacını karşılamak amacıyla ham madde (konsantre) olarak satılması yerine, toprak altında kalması belki de hayırlı olmuştur. Kalan rezervler bize uzun yıllar yetecek miktardadır. Tungstenin değeri de teknolojinin mevcut seyrine göre her geçen gün artarak devam edecektir. Tungsten varlığımız özel sektörün kâr/zarar değerlendirilmesine ve gelecek planlamasına bırakılamayacak kadar değerlidir.
Küresel ısınma yeşil enerjiye dönüşümü zorlarken teknoloji de kendi yolunu aramakta ve yolların kesişim noktasında, zengin NTE, bor, lityum ve toryum kaynaklarının varlığı ile Türkiye bulunmaktadır. Teknolojik gelişmeler neticesinde eski İpek Yolu’nun daha hızlı trenlerle yeniden canlandığı ve güzergahın merkezinde bulunan ülkemizin yıldızının daha da parladığı bu zaman diliminde, tarih makas değiştirirken karşımıza çıkan tehditlerin farkında olarak fırsat ve imkanları iyi değerlendirmek gerektiği düşünülmektedir.
*Nil REYHAN (Fizik Y. Mühendisi)
Galip TÜRKMEN (E. Başmüfettiş)