Arktik’den Hint Okyanusuna: Avrasya’nın Yeni Jeopolitik Kurgusunu Anlamlandırmak
Bu yazı 09/05/2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Doç. Dr. Güray ALPAR/ SDE Başkanı
Jeopolitik, “coğrafya üzerine oluşturulmuş politika” olarak da bilinir. Avrasya, Avrupa ve Asya kıtalarının bütününü kapsayan bir terimdir ve dünyadaki kara alanının yaklaşık 1/3’ünü (%36) oluşturmaktadır. Zaten tarihi, ekonomik ve kültürel açıdan, Avrupa ve Asya kıtası bir bütün olarak kabul edilmektedir.
Avrasya, bir siyasi coğrafya alanı olarak, dünya hâkimiyetinin oluşturulduğu ve oluşturulacağı alandır. Bu alana yönelik bugüne kadar, doğru veya yanlış birçok teori ile sürülmüş ve bunların bir kısmı uygulama alanına konulmuştur. Kızıldeniz’den başlayarak, Doğu Akdeniz ve Yunanistan’daki tertiplenmeler, Finlandiya gibi ülkelerin NATO’ya üye olması ile Rusya-Ukrayna arasındaki çatışmalar tek tek incelendiğinde fazla bir anlam ifade etmemektedir. Olayların daha iyi anlaşılabilmesi için daha geniş ve derinliğine bir analiz yeteneğine ihtiyaç vardır ve bu bölgeyi iyi analiz edip anlamlandırmadan da Avrasya coğrafyasında son dönemde meydana gelen ve gelecekte gerçekleşebilecek olayları da anlamak mümkün değildir. Bu husus anlaşıldığında ise Arktik Denizinden başlayarak, Baltık Denizi, Karadeniz, Akdeniz ve Kızıldeniz yoluyla Hint Okyanusuna kadar olan hattaki mücadeleler daha iyi ortaya çıkmaktadır.
Aslında olaylar, eğer yönlendirmelerin etkisinde kalınmazsa, gayet açık.
Geçtiğimiz yüzyılda ABD, Hint Okyanusu ve Pasifik üzerindeki boğaz ve geçitleri kontrol ederek, Avrasya coğrafyasındaki deniz hâkimiyetini sağlamayı başarmıştı. İkinci Dünya Savaşı esnasında ABD, bu yolları kontrol ettiğinden, ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarına ulaşamayan Japonya yenilgiye uğratılmıştı. Günümüzde ise ekonomik alanda hızlı bir gelişme gösteren Çin, aynı duruma düşmemek için çemberi Pakistan ile ulaşım alanında geliştirdiği işbirliği ve eski İpek Yolunu tekrar canlandıracak “Bir Kuşak, Bir Yol” projesi ile aşmaya çalışıyor.
Ancak 21’inci Yüzyılın başında, Avrasya jeopolitiğini etkileyen önemli bir husus daha ortaya çıktı: Arktik Denizi. 14 milyon km2 bir alana sahip Arktik, denizi ya da Arktik Okyanusu, Kuzey Buz Denizi olarak da bilinmektedir. Burası Kuzey Kutbu’nu da içeren, buzlarla kaplı bir denizdir. Uluslararası Hidrografi Örgütünce “okyanus” olarak tanınmaktadır.
İklim değişikliği ve küresel ısınma nedeniyle bu denizdeki buzullar erimeye başlamıştır. Bu nedenle daha önce sadece özel yapım gemilerle geçilebilen bu alan, günümüzde Temmuz ve Ekim aylarında kısmen kullanılmaya başlandı. Üstelik Arktik’deki buzullar her 10 yılda bir %14’e yakın bir oranda azalmaya devam ediyor. Kısacası bu deniz giderek daha fazla kullanım alanı buluyor, kullanılacak süre de yılın daha geniş bir süresine yayılıyor. Muhtemelen 2050’li yıllarda bu alanda buzlar tamamen erimiş olacak. Bu da alanı giderek stratejik bir ticaret rotası haline getiriyor. Ancak bu ticaret yolunun çoğu, Rus ekonomik bölgesine bitişik sulardan geçiyor ve burayı kullanacak gemilerin Rus yetkililerden izin alması gerekiyor. Rusya Hint Okyanusundaki korsanlık olaylarını da bahane ederek, ulaşım yollarının Arktik bölgesine kaymasını destekliyor. Diğer taraftan bu ticaret yolu, tedbir alınmadığı takdirde, ABD donanması tarafından kontrol edilen yolların bypass edilmesi anlamına geliyor. Rekabet de bu noktalarda başlıyor.
Bu yol; Çin, Japonya ve Kore gibi bölgelerden Avrupa’ya ulaşım süresini ve ulaşım maliyetlerini önemli ölçüde azaltıyor. Örneğin, Güney Kore’den çıkan bir gemi Süveyş Kanalı güzergâhını kullanarak 45-46 günde Almanya’daki bir limana ulaşabiliyorken, Kuzeyden Arktik Denizi üzerinden bu süre neredeyse 15-20 güne düşebiliyor. Bir başka söyleyişle 20 bin kilometrelik yolda, neredeyse 8 bin kilometrelik bir kısalma söz konusu. Bu durum ise Avrasya coğrafyasını jeopolitik açıdan farklı bir noktaya taşıyor.
Bu aşamada ortaya konulması gereken başka konular da mevcut. Kısaca değinecek olursak bunlardan en önemlisi, Arktik Bölgesinde dünya doğalgaz rezervinin %25’e yakınının ve petrol rezervinin %6’lık bölümünün yer alması. Bu kaynaklar bile bölgenin stratejik düzeyde bir rekabet alanı olmasına yetiyor.
Çin ve Rusya, 2000’li yılların başından beri bu bölgede işbirliği yapmaya başlamıştı. Ruslar, 2007 yılında yaptıkları bir bilimsel araştırma sırasında, Rusya’nın kıta sahanlığı sınırlarının dışarısında kalan bir alanda, Arktik Okyanusu tabanına titanyumdan yapılan bir Rus bayrağı dikerek iddialarını ortaya koydu. Çin ve Rusya’nın işbirliği ise ABD’de 2008 yılında yayınlanan Ulusal Güvenlik Dokümanında yer aldı.
2014 yılında, Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesinden sonra ABD, Rusya’nın Arktik Bölgesi ile birlikte diğer bölgelerdeki enerji hâkimiyetini kırmak için somut adımlar atmaya başladı. Bu alanlara Doğu Akdeniz’deki potansiyel kaynaklar da dâhildi. Özellikle Pandemi Krizinin yaşandığı 2020’li yıllarda Rusların, Arktik Bölgesindeki askeri tatbikatları da artmıştı ve alan bir anda kriz sahasına dönüştü. Rusların bu hamlesine NATO, 29 Haziran 2020 tarihinde Arktika’da başlattığı “Dynamic Mongoose” tatbikatı ile cevap vermeye çalıştı. Yüksek yoğunluklu denizaltı savunma savaşı ortamında gelişmiş sonar yeteneklerinin denendiği ve 8 ülkenin katıldığı tatbikata; Fransa, Almanya, Norveç, Birleşik Krallık ve ABD’ne ait denizaltılar ile Kanada, Norveç, İngiltere ve ABD’den savaş gemilerine eşlik etti. Tatbikata ev sahipliği yapan İzlanda ise Reykjavik’te müttefiklere lojistik destek sağladı. Türkiye de gözlemci olarak tatbikata iştirak etti.
O tarihten sonra da bugüne kadar Arktik Bölgesine yönelik tatbikatlar ve mücadele devam etti. Arktika’nın jeopolitik ve jeostratejik öneminin giderek artması, bu bölgeye kıyıdaş devletlerin hem enerji kaynağı hem de ulaşım yolları üzerindeki stratejilerini gözden geçirmelerine ve yeni egemenlik taleplerine neden oldu. Tatbikatlar, talepler, askeri üsler buna göre yeniden gözden geçiriliyor. Nükleer silahlar bile buna göre yeniden konumlandırılıyor.
ABD’nin en fazla rahatsızlık duyduğu, AB’nin Rusya’ya enerji bağımlılığı ve bazı AB ülkelerinin ABD’ni destekleyen politikalardan uzak durmasıydı. Kızıldeniz girişini Cibuti’deki askeri üssü ile kontrol eden ABD, Çin’in bu ülkedeki askeri varlığından ve Rusların Sudan’dan askeri deniz üssü talebinden de oldukça rahatsız. Rusya Afrika’ya, özellikle Orta Afrika bölgesine açılma çalışmalarını Sudan üzerinden gerçekleştirmek ve Afrika kıtasında, Fransa’nın gerilemesindeki boşluğu Sudan’daki tertiplenmesi ile doldurmak istiyor. Askeri alanda ise Rusya, Kızıldeniz'in stratejik kıyılarında askeri üsler kurmaya çalışıyor. Nitekim Aralık 2020'de Rusya ve Sudan tarafları arasında Kızıldeniz kıyısındaki Port Sudan'da, Rus deniz lojistik üssü kurulmasına yönelik bir askeri işbirliği anlaşması imzalandı. Amerikan tarafı bu adıma açıkça karşı çıktı ve ABD Sudan Büyükelçisi bunun Sudan’ı istikrarsızlaştıracağını özellikle belirtti. Sudan da bundan sonra karıştı.
ABD bu bölgeyi Rusların kontrolüne bırakmak istemiyor. Bu da ABD’nin, Arktik Bölgesinden Hint Okyanusuna kendi kontrolünde bir hat oluşturma girişimini açıklamaya yetiyor. Böylece sadece enerji alanında değil, ekonomik olarak da AB ile Rusya ve Çin arasında bir ABD egemenlik alanı yaratılarak, AB ile birlikte Rusya ve Çin’inde kontrol edilmesi mümkün olabilecek. Bu kontrol alanına Afrika’da dahil edilebilir.
Kızıldeniz ve Afrika’da Çin’in durumu da önemli. Çin, 2017 yılında birçok ülkenin üs elde etmek istediği, Kızıldeniz girişindeki Cibuti’deki üssünü faaliyete geçirdi ve faaliyete geçer geçmez tatbikatlar yapmaya başladı. 10.000’den fazla askerin bulunduğu bu üs, sahip olduğu silahlar ve kapasite ile birçok Afrika ülkesinin ordusundan daha güçlü. Bu durum ise ABD’yi tedirgin etmeye yetiyor.
ABD, Afrika kıtasında üslerinin bulunmadığı ülkelerle de ikili anlaşmalar yapmak suretiyle gerektiğinde bu ülkelerin havaalanları, limanları ya da askeri üslerini kullanabiliyor. En büyük üssü Kızıldeniz’i kontrol eden Cibuti’de ve bu bölgede Fransa ile ortak hareket ediyor. ABD’nin Doğu Akdeniz ve Kızıldeniz bölgesinde, birçok alanda İsrail ile ortak hareket ettiğini de hatırlamak gerekiyor. ABD oluşturmaya çalıştığı hatta Çin, Rus ve Türk korkusu yaratarak kendisine müttefikler bularak, kendi kuvvetinden ziyade bu ülkeleri kullandığı görülüyor (Akdeniz ve Ege’de Yunanistan ve Ruslara karşı Avrupa Ülkeleri).
Kısacası, ABD’nin oluşturmaya çalıştığı hat anlaşılmadan; Sudan’daki olaylar tam olarak anlaşılamıyor, Doğu Akdeniz’de ve Yunanistan’da ABD faaliyetleri anlamlandırılamıyor, Ukrayna’daki çatışmalar ve 5 milyonluk küçük bir ülke olan Finlandiya’nın neden ısrarla NATO’ya üye yapılmaya çalışıldığı üzerine ilgisiz yorumlar yapılmaya devam ediliyor.
Sonuç olarak; Arktik-Hint Okyanusu bağlantısının, ABD açısından jeopolitik bir gereklilik olarak ortaya çıktığı görülüyor. Bu hattın kontrol altına alınması ise tüm Avrasya coğrafyasının kontrol altına alınması anlamına geliyor. Hat, tam olarak kapatılamasa da, Finlandiya’nın NATO üyeliği ile tamamlanmış gibi gözüküyor. Görünen, bir süredir her şeyin ABD’nin tam olarak planladığı gibi sorunsuz gittiği. Ancak, “Her şey yolunda gidiyorsa pusuya düşmüş olabilirsiniz” sözünü de hiçbir zaman unutmamak gerekiyor.
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya