Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Avrupa Birliği: “Beka” mı Dediniz?

*Köksal Çiftçi-Araştırmacı/Yazar

“Eski Avrupa bir daha dirilmeyecektir. Peki Yeni Avrupa daha fazla fırsatlar sunuyor mu?“

Bu suali 1849 yılında meşhur Fransız yazar, devlet adamı, François René de Chateaubriand soruyordu. (Memoires d’Outre-Tombe)

Bir buçuk asırlık bu sorgu hiç olmadığı kadar güncelliğini koruyor.

“Evet, Avrupa’dır Dünyanın Kaderini belirleyecek olan, Ural’dan Atlas’a uzanan bir Avrupa”

Charles De Gaulle.

Yirminci Asrın ilk yarısına iki Dünya Savaşı sığdırma marifetini gösteren Avrupa Medeniyeti bu vesileyle insanlığa ölçüsüz acı ve derin travmalar “hediye” etmiştir.

Sebebi oldukları savaşlarda en büyük bedeli kendilerinin ödediğini gören uslanmaz sömürgeci devletler, bu durumdan ders çıkartarak, İkinci Cihan Harbinin hemen ardında kalıcı barış amaçlı bir yapılanmanın temellerini attılar.

1950’li yıllarda altı ülke (Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika, İtalya, Lüksemburg) öncülüğünde kurulan birliğin fikir babaları Konrad Adenauer, Jean Monnet ve Robert Schuman çok aşamalı bir süreç düşünmüşlerdi.

Üye ülkeler arasında ekonomik ve siyasi entegrasyon öngören yapı zamanla demokrasi, hukukun üstünlüğü, liberal ekonomi gibi değerleri kabul eden ve toprakları Avrupa kıtasında bulunan diğer ülkeleri içerecek şekilde genişledi.

İstikrar ile genişleyen Topluluk,  İki Binli yıllarda özellikle (eski denilen ancak şu sıralar o kadarda eskimediği anlaşılan) “Doğu Bloğu” ülkelerini kapsayarak, bugün tanıdığımız Avrupa Birliği oluverdi.

  • 28 üye ülke sayesinde Avrupa Birliği (AB) 4 milyon kilometrekareyi kapsıyor.
  • 508 milyon nüfusu ile Çin ve Hindistan'ın arkasında, dünyanın üçüncüsü.
  • 15300 milyar Euro ‘lük gayri safi yurtiçi hasılası ile ABD’nin önünde (2017).
  • AB, dünya nüfusunun sadece %6,9'una sahip olmasına rağmen, dünyadaki toplam ithalat ve ihracat hacminin %15,6'sını oluşturmaktadır.
  • İhracatta Çin’in (%17) hemen arkasında ama ABD’nin (%11,8) önünde
  • ABD ve Çin ile birlikte AB, uluslararası ticarette en büyük üç oyuncudan biridir.

 Ayrıca AB’nin sahip olduğu:

  • İleri teknolojiye dayalı sanayi,
  • yüksek eğitim ve refah seviyesi,
  • siyasi ve kültürel ağırlık.. gibi kriterleri ekleyince

De Gaulle ’ün, ara başlık olarak kullandığımız, cümlesi mantıksız gelmiyor. Daha doğrusu gelmiyordu.

Kağıttan Kaplan mı...?

Avrupa Birliğinin son yıllarda karşılaştığı ciddi krizlerin çoğuna çözüm üretemediği ortadadır.

Dahası bu krizlerin her biri önemli kırılmalar ve kurumun geleceğini tehlikeye atan siyasi fay hatlarını ortaya çıkarıyor.

Yunanistan Krizi ve Kuzey/Güney kırılma hattı

 2008 yılında patlak veren “Yunanistan Borç Krizi” AB üzerinde  sarsıcı ve kalıcı etki bıraktı.

“Şımarık Çocuk” tavırlarına karşın “şımarık çocuk” muamelesi gören Yunanistan, AB içerisinde devasa bir çatlağı gün ışığına çıkardı.

Bir taraftan ekonomide sıkı yönetimi ve bütçe dengesine verdiği önemle bilinen, Almanya’nın başını çektiği İskandinavya ülkelerini de içeren bir grup;

Diğer taraftan Fransa’nın öncülüğündeki, İspanya, Portekiz ve dönemin İtalya’sı gibi, Yunanistan’a benzer sıkıntılarla boğuşan devletler .

“Kuzey Cephesi’ne” göre Helen ülkesi sorumsuz ve dengesiz ekonomik politikalarının bedelini Birliğe ödetemezdi.

“Bugün Yunan’a yarın bize” anlayışı ile hareket eden Latin Avrupa ise, AB’nin temel ilkelinden birinin “Dayanışma” olduğunu hatırlatarak, zenginlerin fakirlere yardım etmesini savunuyordu.

Neyse ki, Yunan halkını perişan eden yapısal reformlar karşılığında, IMF’nin de katkısıyla, 2 mayıs 2010’dan bu yana Yunanistan’a verilen 260 milyar Euro ‘lük borç sayesinde bu ülke suni teneffüs ile diri tutuluyor.

Resmi literatüre “Yunanistan’ı Kurtarma Planı” olarak geçen olayın gizli dosyadaki ismi AB’yi kurtarma planı idi.

Çünkü gerek siyaseten gerek ekonomik anlamda çok pahalıya mal olan O müdahale olmasaydı, Yunanistan’ı yıkan kasırga, domino etkisiyle, AB’yi dağıtma potansiyeline sahipti.

Göçmen Krizi ve Doğu/Batı kırılma hattı

Avrupa'daki göç krizi, 2010 yılından itibaren Avrupa Birliği'ne Akdeniz ve Balkanlar yoluyla Afrika, Orta Doğu ve Güney Asya'dan gelen (mülteciler dahil) göçmen sayısının artmasıdır.

Burada “kriz” tabiri, göç dalgaları karşısında ülkeler arasında ortaya çıkan derin görüş ayrılıkları ile ilgilidir.

Irkçılığa varan popülist söylemler geliştiren, Macaristan, Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya gibi eski Doğu Bloğu mensubu ülkeler göçmen karşıtı sert politikalar talep ediyorlar.

AB’nin bu konuda yeterli tedbir almadığını öne süren “Vizegrad Grubu” mensubu bu ülkelere son yıllarda İtalya ve Avusturya’da dahil olarak yeniden sınırlar örerek AB içinde “Serbest Dolaşım İlkesini” çok yerde fiilen kaldırmış oldular.

Sınırı geçmek isteyen bir göçmene tekme atan Macar gazetecinin görüntüleri herkesin hafızasındadır.

Nefretin Batı toplumunun tüm katmanlarına nasıl sızdığını gösterme bakımından ibretlik bir boyuta sahiptir bu örnek.

Yukarıda adı geçen ülkelere göre Batı ve Kuzey Avrupa devletleri bu süreç nispeten daha hoşgörülü, daha misafirperver, davranarak AB içinde ayrı bir kırılganlığı meydana çıkardı.

Bu noktada AB’nin iki kilit ülkesinden iki tane zıt tutum kimsenin dikkatinden kaçmamalı.

Bunlardan biri, kamuoyu baskısına rağmen, Bir Milyon insana kucak açarak, Avrupa’da en fazla göçmen kabul eden Almanya.

Diğeri ise, her platformda, komşularına ve dünya devletlerine ahlak dersi veren Fransa.

Sözde çok cömert, fiiliyatta sadece 40.500 kişiye oturma izni veren Paris’in bu tutumu son zamanlarda Roma arasının iyice açılmasına sebep oldu.

İki komşu ülke arasında gerginlik Fransa’nın, geçen şubat ayında, İtalya’daki Büyükelçisini bir hafta süreyle geri çağırmasına kadar varmıştı.

Ayrıca bu göçmen krizi dünyanın, iki tane çok önemli hususta, gözlerini açmasına vesile oldu:

 1-Batı Kültüründe insan hayatına verilen, daha doğrusu verilmeyen kıymeti herkes görmüş oldu. Söz konusu kendi milli menfaatleri olunca, Batılı Demokrasilerin göz kırpmadan, çoluğun çocuğun ölmesi seyirci kalmayı bırakın, yardım eli uzatanlara ceza bile verebileceğini göstermiştir.Akdeniz dile gelse anlatacakları sözde “İleri Demokrasileri” insanlık vicdanında ebediyen mahcup edecek cinsten olurdu şüphesiz.

2- “Her şerden bir hayır çıkacaktır ya”, Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik rolü bir kez daha bu kriz vesilesiyle ortaya çıkmıştır.

2015 yılında Akdeniz’den kaçak göçmen geçişleri bir milyonu aşarken, AB ile Türkiye arasındaki anlaşma sonrası 2018’de bu sayı kırk binlerin altına düşmüştür.

Krizin ilk yıllarındaki gidişat devam etmiş olsaydı hiç tartışmasızdır ki AB üyesi kimi ülkelerde iç savaş kopardı.

Bu bakımdan Türkiye’nin müdahalesi ve üstlendiği rol Avrupa için hayati olmuştur.

Orta Doğu’daki gelişmeler ve bunlarla bağlantılı göçmen krizi Avrupa’nın yüzüne şu gerçeği vurdu:

O bölgenin giriş ve çıkış kapılarının anahtarları Türkiye Cumhuriyeti’nin elindedir.

Yurtdışından net görünen bu hakikati yurtiçinde görmeyenlere şaşılmalı.

Brexit Bilmecesi: Trajikomik Yılan Hikayesi

AB’nin yaklaşık 70 yıllık kesintisiz genişleme sürecinden ilk geri adım, Charles De Gaulle’ün her zaman “ABD’nin AB içindeki Truva Atı” olarak gördüğü ve bu nedenle üyeliğine karşı çıktığı, İngiltere’den geldi.

Bilindiği gibi 23 Haziran 2016’ da gerçekleşen halk oylamasında Büyük Britanya seçmenin çoğunluğu (yüzde 51,8) AB’den ayrılma yönünde oy kullandı.

Dönemin Başbakanı  David Cameron ‘un “kumarı” olarak tarihe geçen bu referandumun sadece AB için değil Dünya jeopolitiği için önemli etkileri olmuştur ve olacaktır.

Yeter ki bu çıkış süreci tamamlansın

Çünkü, artık yılan hikayesine dönen Brexit olayı, AB’nin zaten çok yıpranmış saygınlığını iyice ayaklar altına düşürmüş durumda.

Son olarak pasaportlardan AB ibaresini çıkaran İngiliz Parlamentosu oylama üstüne oylama yapıyor fakat bir türlü “eski ortakların” sunduğu şartları kabul etmeye yanaşmıyor.

İngiltere’nin Brexit sürecinde gösterdiği kararsızlık ve “ne kalırım ne çıkarım” dayatmasına karşın AB’nin tavrı eski Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın şu eleştirisini hatırlatıyor:

“Avrupa ağzını açıyorsa bilin ki esnemek içindir.”

Aslında vaziyeti bir Fransız diplomat şu espri dolu cümle ile özetliyor:

“İngiltere’nin zaten bir ayağı içerde diğeri dışarıdaydı; şimdi tam tersi oldu.”

Kısaca AB’nin bugünkü durumu, dış sıvası parlak ve modern görünen fakat taşıyıcı duvarlarında tehlikeli çatlaklar oluşmuş, bir eski yapıya benziyor.

İçerindeki bu çatlaklar ile daha ne kadar sarsıntıyı kaldıra bilir, esas soru bu.

İşte 23 - 26 Mayıs 2019 tarihleri ​​arasında yapılacak Avrupa Parlamentosu  Seçimleri Birliğin kurumsal varlığının dahi tartışıldığı bir döneme denk geliyor.

Buyurun size bir “beka seçimi.”