Aşırı Sağ ve İsrail: Yeni Bir İttifak Doğuyor
1990’larda Avrupa’daki aşırı sağcı ve neo-Nazi partiler, antisemitist ideolojileri nedeniyle İsrail’i reddediyor, aynı zamanda ABD’nin liberal dünya düzenine karşı çıkıyorlardı. Bu nedenle İsrail de, örneğin Jörg Haider gibi aşırı sağcı liderleri ülkeye sokmayarak mesafeli bir duruş sergiliyordu.
Ancak 2010 yılına gelindiğinde, Avrupa’nın geleneksel aşırı sağcı partileri İsrail’e yönelik tutumlarını değiştirmeye başladı. O yıl Avusturya Özgürlük Partisi (FPO), Belçika’daki Vlaams Belang, Almanya’nın Özgürlük Partisi ve İsveç Demokratları, İsrail’e bir ziyaret gerçekleştirdi ve "Kudüs Deklarasyonu"nu imzaladı.
Bu deklarasyon, İsrail’in "kendini teröre karşı savunma hakkını" desteklediğini belirtirken, "İslam’ın hem Avrupa hem de İsrail için ortak bir tehdit olduğu" tezini öne sürdü. Böylece aşırı sağ, geçmişte Yahudileri düşman olarak konumlandırırken, yeni dönemde İslam’ı ortak düşman olarak tanımlamaya başladı.
PfE’nin Yükselişi ve Likud’un Katılımı
2024 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağcı partiler büyük bir sıçrama yaparak, üçüncü en büyük grup haline geldi. "Avrupa için Vatanseverler" (PfE) adı altında birleşen bu ittifakın liderliğini, Fransa’dan Ulusal Birlik Partisi’nin (Jordan Bardella) yanı sıra, Macaristan’dan Viktor Orban’ın Fidesz Partisi, İtalya’dan Matteo Salvini’nin Lega Partisi, Hollanda’dan Geert Wilders’ın Özgürlük Partisi ve Avusturya Özgürlük Partisi (FPO) gibi isimler üstlendi.
Aşırı sağın Müslüman karşıtı söylemleri ve İslamofobik politikaları göz önüne alındığında, Likud’un bu bloğa katılması şaşırtıcı olmadı. Şubat 2025’te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu liderliğindeki Likud Partisi, PfE’ye gözlemci üye olarak katıldı.
Hafez’e göre, Likud’un bu hamlesi sadece İsrail’in aşırı sağcı partilerle ilişkisini pekiştirmekle kalmadı, aynı zamanda İsrail’in Filistin’e yönelik politikalarının Avrupa aşırı sağında meşruiyet kazanmasını sağladı.
Netanyahu’nun Gazze Politikası ve Aşırı Sağın İdeolojisi
PfE’nin Likud’u bünyesine katması, Avrupa aşırı sağının Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Netanyahu hakkında soykırım suçlamasıyla açtığı davalara kayıtsız olduğunu gösteriyor.
Bu durum, aşırı sağın kendi içindeki daha radikal eğilimleri de cesaretlendirdi. Özellikle Avrupa’daki aşırı sağcı figürlerin "Büyük İkame Teorisi"ne (Great Replacement Theory) dayanarak Müslüman göçmenleri Avrupa için bir tehdit olarak gördüğü göz önüne alındığında, Netanyahu’nun Gazze’ye yönelik saldırıları, bu ideolojinin bir tür "örnek vaka" olarak sunuluyor.
Hafez, aşırı sağcı liderlerin, İsrail’in Filistinlilere yönelik saldırılarını "Avrupa’nın Müslümanlardan arındırılması" için bir model olarak gördüğünü belirtiyor. Örneğin, 2011’de Norveç’te 77 kişiyi katleden aşırı sağcı Anders Breivik’in ideolojisi gibi, günümüz aşırı sağcıları da "Avrupa’nın savunması" adı altında Müslümanlara yönelik şiddeti meşrulaştırmaya çalışıyor.
Aşırı Sağ, ABD ve İsrail ile Ortaklaşa Hareket Ediyor
Hafez’in analizine göre, aşırı sağ artık yalnızca Avrupa içindeki bir tehdit değil, ABD ve İsrail’in muhafazakar ve radikal hareketleriyle birlikte küresel bir ağ oluşturuyor.
PfE’nin Likud ile ittifakı, İsrail aşırı sağının Avrupa’daki milliyetçi ve İslam karşıtı hareketlerle ilişkilerinin yeni bir seviyeye ulaştığını gösteriyor. Özellikle Viktor Orban gibi Yahudi karşıtı söylemleriyle bilinen liderlerin, İsrail tarafından artık göz ardı edilmesi, İslam karşıtlığının antisemitizmin önüne geçtiğini ortaya koyuyor.
Yeni oluşturulan aşırı sağ ittifakının, Avrupa’daki demokratik değerleri ve insan haklarını tehdit ettiği, Aşırı sağın ABD ve İsrail ile birlikte illiberal bir dünya düzeni inşa etme çabaları, Avrupa'daki Müslüman azınlıklar için de büyük bir tehlike oluşturuyor.