Hollanda-Türkiye ilişkilerinde 'normalleşme' - Prof. Dr. Özcan Hıdır
AA
Prof. Dr. Özcan Hıdır'ın değerlendirmesi şu şekilde;
“Hollanda’nın sözde ‘soykırım' kararı ve ilişkilerin geleceği” adlı daha önce yine bu mecrada yayımlanan yazımızda [1] “Ermeni soykırımını kabul eden karar, 12 Mart 2017 ‘Rotterdam olayları’ndan sonra tarihinin en kötü seviyesine inen Türkiye ile siyasi ilişkileri çok daha kötüleştirme potansiyeli taşıyor” ifadesini kullanmış ve 2018 yılının da bu anlamda “kötü-sıkıntılı” geçeceğini belirtmiştik. Ancak aynı yazının sonunda ise özellikle Hollanda açısından bu durumun “sürdürülebilir” olmadığını da vurgulamıştık. Nitekim ilişkilerin dibe vurduğu Şubat 2018’de bakan olan Halbe Zijlstra da bunun sürdürülebilir olmadığını görmüş olsa gerek ki, “bir gün gelecek 400 yıllık ilişkilerimizdeki bu çatlak onarılacak” açıklamasını yapmıştı.
Nitekim geçtiğimiz günlerde bu çatlak onarıldı ve Türkiye ile Hollanda, önce Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun uçağına iniş izni verilmemesi, ardından da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'nın Rotterdam Başkonsolosluğumuza girişine izin verilmeyip akıl dışı ve histerik bir tutumla sınır dışı edildiği 12 Mart 2017 “Rotterdam olayları”ından itibaren, 400 yıllık tarihinin en kötü dönemini yaşayan ilişkilerini karşılıklı olarak normalleştirme kararı alıp bunu “ortak bir açıklama” ile duyurdular. Bu meyanda her iki ülke karşılıklı olarak büyükelçi atanmasında uzlaştı. Bu çerçevede ilk adım, Türkiye ve Hollanda büyükelçilerinin karşılıklı olarak atanması olacak. Siyasetçi kimliğinden daha ziyade “devlet merkezli-teknokrat” yönü ağır basan Hollanda Dışişleri Bakanı Stef Blok da önümüzdeki aylarda Türkiye’ye resmi bir ziyaret gerçekleştirecek.
Dışişleri Bakanı Çavşoğlu, NATO Zirvesi kapsamında, Hollandalı mevkidaşı Stef Blok ile bir görüşme gerçekleştirdiğini ve bu çerçevede, geçen yıl 11 Mart 2017’de Rotterdam’da meydana gelen olayları ele aldıklarını söyledi. Stratejik ortaklığa dayanan çok boyutlu ilişkilere zarar veren mevcut tıkanıklığın geride bırakılmasının her iki tarafın da ortak beklentisi ve arzusu olduğunu müşahade ettiklerini dile getiren Çavuşoğlu şu ifadelerde bulundu:
“Bu görüşmemizde ortaya çıkan, ilişkileri normalleştirmek için adımlar atma iradesi ışığında inisiyatif alan Hollandalı mevkidaşım, tarafıma bir mektup iletti ve ilişkilerimizin normalleştirilmesi arzusunu teyit etti. Bu mektup üzerine kendisiyle ayrıca telefonda görüştük ve ilişkilerimizin önünü açmak için atılacak adımlar konusunda mutabık kaldık.”
Çavuşoğlu’nun bu açıklamasına paralel bir zamanlama ile Hollanda Dışişleri Bakanı Stef Blok da “Türkiye ve Hollanda bu kötü sayfayı birlikte kapatıp, ilişkilerini canlandırıyorlar. Bizi karşılıklı olarak bağlayan ve ayrı düşündüğümüz konuları rahatça görüşmek için bu gerekli bir adımdı” mealinde, nüanslara da vurgu yapan bir açıklama yaptı.
Hollanda'nın Ankara Büyükelçiliği Maslahatgüzarı Eric Weststrate de Twitter’dan yaptığı açıklamada, “İlişkiler düzeldi. Hollanda-Türkiye ilişkilerinin en yüksek seviyede düzelmesi iyi olmuştur. İyi ilişkiler, ülkelerimizi bağlayan konuları ve hemfikir olmadığımız konuları konuşabilmek için gereklidir. Bu, perde arkası diplomasinin iyi bir örneği” ifadelerine yer verdi. Öte yandan Hollanda’nın İslam karşıtı-ırkçı siyasetçisi Wilders ise Twitter hesabında Dışişleri Bakanı Blok’u ve partisi VVD’yi sarkastik bir üslupla eleştirdi ve Blok’u “omurgasızlık” ile suçladı.
Hollanda medyası ise gelişmeyi genelde pozitif karşıladı. Ancak medyadaki yorumlarda, varılan mutabakatın, her iki ülkenin 2017 Martında Rootterdam’da yaşananlar konusunda pürüzleri giderdikleri anlamına gelmediği, “özür” şartını şimdilik erteledikleri, her iki ülkenin savaş baltalarını gömdükleri, “özür lafzı kullanmaksızın birbirinden aslında özür diledikleri” şeklinde yorumlar yapıldı. Bu meyanda ayrıca, aslında Aralık-Ocak ayındaki perde arkası görüşmelerde belli bir mutabakata varıldığı ancak o dönemin şartları -ki Türkiye Afrin harekâtını yapıyordu- gereği bunun gerçekleşmediği ifade edildi. Bu yorumların satır aralarında, 12 Mart 2017’de Rotterdam’daki “diplomatik cinnet”e yol açan yanlış tutumlarına genelde değinmedikleri gibi, Ocak’taki görüşmelerin de aslında Türkiye-Erdoğan’ın “katı tutumu” sebebiyle başarısız olduğunu ima eden yorumlar yapıldı. Bu çerçevede ayrıca, 12 Mart olaylarında her iki tarafın da hatalar yaptığını kabul eden yorumlara da yer verildi.
2012’den 2018’e Türkiye-Hollanda ilişkilerindeki türbülanslar
İkili ilişkilerin 400. yılının kutlandığı 2012 sonrasında irili-ufaklı pek çok olay sebebiyle ilişkiler dalgalı bir seyir izledi. Hatırlanacağı üzere dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Hollanda’yı ziyaret etmesi arefesinde, o zamanki koalisyon ortağı ırkçı parti lideri Wilders, “Hollanda’ya hoş gelmedi” demiş, Gül de kendisini “İslamofob” olarak nitelemişti. Tabiatıyla bu, belirgin olarak ortaya konulmasa da Hollanda tarafında rahatsızlığa yol açmıştı. 2013’te dönemin Başbakanı Erdoğan, Hollanda’yı ziyaret etmiş ve ayrılmadan önce koruyucu olarak lezbiyen bir aileye verilen Türk asıllı “Yunus çocuk” hakkında konuşmuş ve bunu Rutte ile görüşeceğini belirtmişti. Bu da Rutte tarafından içişlerine müdahale gibi algılanmıştı. 2014’te ise Dışişleri Bakanlığımızın Hollanda’daki diasporamıza ayırımcılık yapıldığı yönündeki bir mektubu da tartışılmıştı. 2015-16 yıllarında da gerginlikler-türbülanslar devam etmiş, terör/PKK propagandası sebebiyle Hollandalı gazeteci Fréderike Geerdink, Türkiye’de tutuklanmış, yine Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hakaret sebebiyle de Türk asıllı Hollandalı gazeteci Ebru Umar Kuşadası’nda göz altına alınmıştı. Takip eden dönemde ise konsolosumuz bakanlığa çağrılmış, Diyanet imamlarına yönelik casusuluk suçlaması yapılmış, Lahey Din Hizmetleri müşavirimiz “istenmeyen adam” ilan edilmiş ve geri çekilmişti.
Ne var ki, bunların hiçbiri ilişkilerin seyrinde 12 Mart 2017’de Rotterdam’daki “diplomatik cinnet” kadar etki yapmamış, bu kriz ile beraber ilişkiler tarihinin en kötü dönemine girmişti. Şubat 2018’de ise arka planda yürütülen ilişkilerin düzelmesi yönündeki müzakereler sonuçsuz kalınca, Hollanda sözde Ermeni “soykırım” tasarısını kabul ederek ilişkilerin daha da kötüleşmesine adeta tuz-biber ekmişti.
Bütün bu olayların ise süreç içerisinde Hollanda’daki Türkler’e negatif bakışta önemli etkileri oldu. Dolayısıyla Hollanda-Türkiye ilişkilerinin geleceği için her iki ülkenin aldığı bu son karar, bilhassa Hollanda’da yaşayan yaklaşık 400 bin Türk tarafından memnuniyetle karşılandı. Antalya-Alanya bölgesinde yaşayan ve artık “Türkiyeli” olmuş Hollandalılar da bu karardan duydukları memnuniyetini açıkladılar.
Tarihte Hollanda-Türkiye-Osmanlı ilişkileri ve Hollanda’daki Türk izleri
Desiderius Erasmus, Remrant van Rijn gibi filozof-ressamları ile bilinen, “Lahey Adalet Divanı”, “müzeleri -ki bin civarında müze vardır-”, “peynirleri”, “salamura halinde yenen ‘haring’ balığı”, “patatese düşkünlükleri”, “yel değirmenleri”, “tahta ayakkabıları”, “perdesiz evleri”, “bisikletleri ve şehir merkezlerindeki bisiklet parkları” “laleleri”, “Holştayn’ adı verilen inekleri”, “su bendi ve su teknolojisi”, “şehir içindeki su kanalları -bu sebeple Hollanda’ya Kuzey Avrupa’nın Venediği denir-”, “deniz seviyesi altındaki ülke” olma olgusu, çiçekçilik sektörü –dünya çiçek sektörünün yüzede 60’ına sahiptir-, seracılık -ki Avrupa’nın sebze tarlası olarak anılır-, Rotterdam limanı, “küp evleri”, “güleryüzlü ve anadili olmadığı halde İngilizce’ye oldukça aşina insanları”, “esrarın devlet kontrolünde yasal olarak içilmesine izin verilmesi”, “bir kısmı deniz doldurularak oluşturulmuş toprakları” ve nihayet son yıllarda biraz aşınsa da “özgürlükler ülkesi” olarak anılan Hollanda ile Osmanlı arasındaki ilk resmî siyasî-diplomatik ilişkiler, XVII. yüzyıl başlarında (1612-1613) kurulmuş ve ilk Hollanda elçisi Cornelis Haga İstanbul’da elçi olarak göreve başlamıştır.
Tarihte özellikle XVI. ve XVI. yüzyılda Osmanlı ve Hollanda arasındaki bu iyi ilişkilerin bilhassa da İspanyollara karşı yürütülen mücadelede verilen desteğin anısını günümüzde Hollanda’da yaşatan bazı işaretler mevcuttur. Bunlardan biri, Leiden’de tarihi bir binanın üzerindeki “Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa” ve “Ankara keçisi” heykeli -ki altında ‘Türk gibi bereketli ve altınla dolu” yazılıdır-, diğeri, girişinde Türk bayrağının dalgalandığı ancak hiçbir Türkün yaşamadığı Zeeland Eyaleti’ndeki “Turkeye” Köyü’dür ki, İspanyollardan kurtarmak için Osmanlı’nın yardımı vesilesi ile bu ad verilmiş olup köyde geleneksel Türk kültürünün yansımaları alabildiğine görülür. Hatta bu yardımı unutmayan Hollandalılar o dönemde “Liever Turks dan Paus=Türkleri Katoliklere/Papa’ya tercih ederiz” sloganını neredeyse motto haline getirmişlerdir. Bir diğeri ise “Turkeye” Köyü’ne sadece 15 dakika uzaklıktaki Sint Anna Ter Muiden kasabasıdır ki, hiç Türk olmamasına rağmen orada yaşayanlar “Türkler” diye anılmaktadır. Buna göre köyün meydanında tepesinde sarık figürü ortasında Osmanlı hilali bulunan tulumbalı bir çeşme yer alır. Bu durumu açıklamak sadedinde şu rivayet dillerde dolaşıyor: 1600’lü yıllarda bölge halkı zor durumdaki bir Osmanlı ticaret gemisine yardım etmiştir. Gemidekiler padişaha durumu anlatınca padişah, Ter Muidenliler’i İstanbul’a davet etmiştir. Davete icâbet eden Hollandalılara padişah gümüş bir hilâl hediye etmiştir. İşte bu kasabada yaşayanlar, bu hilâli kasabanın armasına dâhil etmişlerdir. İşte o gün bu gündür Sint Anna Ter Muiden halkı “Hollanda’nın Türkleri” olarak bilinir.
Oldukça detaylara sahip olan ve ayrı çalışmaların konusu olan Hollanda-Osmanlı ilişkilerinde, tarih boyunca zaman zaman sıkıntılı durumlar, gerginlikler meydana gelmişse de, bu gerginlikler 12 Mart 2017’de olduğu gibi, ilişkilerin tamamen kopmasına yol açacak boyuta hiçbir zaman gelmemiş ve genelde “dostane” ilişkiler söz konusu olmuştur. Hatta 1919-1923 arasında bazı ülkelerle ilişkilerin o ülkelerdeki Hollanda elçilikleri aracılığıyla yürütüldüğü bilinmektedir.
12 Mart 2017’den bu yana ilişkilerin seyri ve Türkiye’nin yeni konumu
Avrupa’nın merkezi ülkeleri olan Almanya, Fransa, İngiltere ve İtalya ile ilişkileri düzelme eğilimine giren Türkiye’nin Hollanda ile de ilişkilerinin düzelmesi beklenen bir adımdı. Türkiye’nin sözü edilen bu ülkelerle ilişkilerini düzeltirken “neden Hollanda ile böyle bir adım atmadığı” sorusuna da Hollanda medyasında cevap bulunmaya çalışılıyordu. Tabii o tarihte Türkiye’de henüz 24 Haziran erken seçim kararı alınmamış ve neticede Türkiye’de “Başkanlık-Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi”ne geçilmemişti.
24 Haziran seçimlerinden sonra ise özelde Hollanda genelde ise Avrupa-Batı ülkelerinin Türkiye’ye yönelik bakışında rölatif olarak “olumlu”ya evrilen bir farklılaşma gözlemlendi, gözlemleniyor. Nitekim son NATO zirvesine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a gösterilen hüsnükabul de bunun en önemli göstergesi olsa gerek. Zira artık muhatap, ülke sistemini sorunsuz yenilemiş, seçimin hemen ertesinde kabinesini açıklamış, efektif, pro-aktif bir yönetim anlayışına hızla geçiş yapmış, jeo-stratejik konumuyla bölgesinin lideri olan bir ülke idi. Üstelik Frat Kalkanı ve Zeytin Dalı gibi iki harekâtı da büyük ölçüde kendi teknolojik imkânlarıyla başarıyla gerçekleştirmişti. Bunun yanı sıra gerek başta FETÖ olmak üzere içerideki “teo-politik” operasyonel yapılara karşı, gerekse ülkeye yönelik ekonomi-politik operasyonlara karşı mesafe katetmiş bir ülke haline gelmişti.
Bütün bu olguların Hollanda ile ilişkilerin düzelmesinde, özellikle Hollanda tarafı için etkili olduğu muhakkaktır.
Hollanda’daki Türkler ve ilişkilerin düzelmesi
Meselenin bir de Hollanda’daki Türkleri ilgilendiren yönü var. Zira özellikle 12 Mart olaylarından sonra iyice kötüleşen ve Şubat 2018’de Hollanda’nın sözde Ermeni “soykırım” tasarısını tanıması ve büyükelçisini resmen geri çektiğini açıklamasıyla iyice dibe vuran ilişkilerin olumsuz yansımaları, Hollanda’da hemen her platformda Türkler tarafından hissediliyordu. Medyada Türkiye, Türkler-Türk kurum ve kuruluşlar ve özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkındaki negatif haberlerle imajlarlar oluşturuluyordu. Bu meyanda da Türkiye’nin gittikçe diktatörlüğe kaydığı ithamı işleniyor, Erdoğan’nın “Faşistler-Nazi artıkları” nitelemesi sürekli gündemde tutuluyordu. Tabiatıyla “Avrupa’nın yeni normali” haline gelen aşırı sağ grup-partiler de bu değirmene alabildiğine su taşıyorlardı. Hatta Hollanda’da yaşayan ve topluma katılım anlamında hemen hiçbir sorunu olmayan ve önemli bir kısmı Hollanda vatandaşı da olan, iş adamı, işçi, siyasetçi, akademisyen Türklere yönelik muamele ve bakışlardaki olumsuzluk hissediliyordu. Akademik toplantılar için Türkiye’deki üniversitelere davet edilen objektif-insaflı akademisyenler bile Türkiye’ye gelmekten imtina ediyordu.
400 yıllık dostane ilişkilere sahip ve son 60 yıllık periyotta ise her alanda Hollanda’ya katkısı büyük olan “Türkler”, Hollanda’da adeta “en problemli etnik grup” gibi gösterilmeye başlanmıştı. Ülkedeki önde gelen Faslıların da Türklere yönelik bu bakışta rollerinin olabileceği dillendiriliyordu. Nitekim Türklerden sonraki ikinci azınlık grup olan Faslılar, Hollanda’da en problemli gruplardandır. Türklere yönelik bakışın olumsuzlaştığı 3-4 yıllık dönemde, basında Faslıların neredeyse bu anlamda hiç gündeme ge(tiri)lmediğini söylemek mümkün.
Tabiatıyla bu durum, Türkiye’yi seven, ana vatanı ile bağlarını kesmeden içerisinde yaşadığı, işini kurduğu, geleceğini planladığı ve bir anlamda “baba vatan”ı olarak gördüğü Hollanda’daki insanımızı derinden üzüyor ve ilişkilerin düzelmesi temennilerini her fırsatta dile getiriyorlardı. Hatta Türkler arasında “artık bu ülkede artık yaşanmaz” diyenler de çoğalmıştı. Nitekim “normalleşme” açıklamasının bu anlamda özellikle Hollanda’da yaşayan Türklerde bir rahatlamaya yol açtığını ve memnuniyetle karşılandığını söyleyebiliriz.
Bu itibarladır ki, Çavuşoğlu’nun da belirttiği üzere, Türkiye'de en çok doğrudan yabancı yatırıma sahip Hollanda ile ilişkilerin düzelmesi, “milli menfaatler” doğrultusunda “ideal politik” değerlerden taviz verilmeksizin “reel-politik” bir adımdır. Dolayısıyla bu normalleşme adımı, Hollanda'da yaşanan “diplomatik cinnet”in yok sayıldığı-unutulduğu anlamına gelmez. Her iki ülke de daha önce normalleşme adına talep ettikleri “özür” de dilememiştir. Ancak mühim stratejik ilişkilere sahip iki önemli ülkenin “milli menfaatleri” bu normalleşmeyi gerektirmiştir.
Yeni dönemde benzer adımlar ilişkilerimizin sıkıntılı-kötü olduğu diğer ülkelere yönelik de atılacağı tahmin edilebilir. Türkiye’deki “yeni dönemin ruhu (zeitgeist)” öngörüyor.