Azerbaycan-Ermenistan Çatışması Yeni Bir Dünya Düzeninin Başlangıcını Tetikleyebilir
Bu yazı 16.10.2020 tarihinde yayınlanmıştır
Sinan TAVUKCU
Kısaca Dağlık Karabağ’ın işgali
Dağlık Karabağ, Sovyetler Birliği (SSCB) döneminde Azerbaycan Merkezi İcra Komisyonu'nun 7 Temmuz 1923 tarihli kararıyla Azerbaycan’ın terkibinde, merkezi Hankendi olan “Dağlık Karabağ Özerk Vilayeti” adıyla özerk bir bölge olarak ilan edildi.
SSCB’nin dağılmasından önce Ermeniler, özerk Karabağ'ın Sovyet Ermenistanı'na devredilmesine ilişkin taleplerde bulunmaya başladılar ve 1987’den itibaren Azerileri bu topraklardan göçe zorlayacak sistemli saldırılara yöneldiler. SSCB Yüksek Sovyeti 1989 Kasım ayında aldığı bir kararla Dağlık Karabağ’ın özerkliğini kaldırarak doğrudan Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağladı.
Ancak, Ermenistan’ın SSCB’den bağımsızlığını kazanmasının ardından, Ermenilerin Dağlık Karabağ’ı Ermenistan’a bağlama hayalleri tam bir işgal eylemine dönüştü. 1991’de SSCB’den bağımsızlığını kazanan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin topraklarının %20’si 1993 yılında Rus askerlerinin de desteği ile Ermenistan tarafından işgal edildi. Ermenistan’la Azerbaycan arasında meydana gelen 1988-1994 savaşlarında, 32 binden fazla sivil Azerbaycan vatandaşı, 16 bin civarında da Azerbaycan askeri öldürüldü. Yaklaşık 750.000 Azeri, 350.000 Ermeni bu çatışmalar dolayısıyla mülteci konumuna düştü.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), 31 Temmuz 1993 tarih ve 853 sayılı kararıyla Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğu ve Ermeni kuvvetlerinin işgal ettikleri toprakları derhal terk etmeleri gerektiğine hükmetti. Taraflar arasında 12 Mayıs 1994’te bir ateşkes anlaşması imzalandı. Karabağ meselesinin çözümü -30 yıl boyunca hiçbir çözüm üretemeyecek olan-AGİT Minsk grubuna havale edildi.
27 Eylül 2020 günü Ermenistan’ın yeniden Azerbaycan topraklarına saldırması üzerine Azerbaycan Devleti, işgal edilen topraklarını kurtarma harekâtını başlattı ve hızla hedeflerine ulaştı.
Çatışmaların asıl kaynağı “Modern Uluslararası Sistem”
Halen yaşanmakta olan Azerbaycan-Ermenistan savaşı, sadece Dağlık Karabağ’ın Ermeni işgalinden kurtarılması ile sonuçlanmayacak, bölgedeki var olan bütün dengelerin değiştirecek, modern uluslararası sistemin de sorgulanmasına yol açacak gelişmelere işaret etmektedir. Zira problem, modern uluslararası sistemin ürettiği bir meseledir.
Bilindiği üzere var olan modern uluslararası sistem, ulus devletlere dayalı bir sistem olarak kurgulanmış olup, üstünde düzenin sahibi hegemon devletler vardır. Ulus devletlerin çıkarları için savaşmak üzere sürekli teyakkuz halinde bulunduğu, kaosa dayalı bu sistemde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri olarak kendilerini konumlandıran hegemon devletler küresel düzeni ve barışı sağlamakla sorumlu oldukları iddiasındadırlar.
Bu sistemde hangi halkların devlet sahibi olacağına, sınırlarına, hatta kimin yöneteceğine onlar karar verirler. Devletlerin sınırlarını belirlerken kendilerine sürekli ihtiyaç duyulacak şekilde ulus devletler arasında ihtilaflı bölgeler bırakırlar. Bugün Azerbaycan-Ermenistan ihtilafında görüldüğü gibi… Bu ihtilafların ve çatışmaların varlığı modern uluslararası sistemin can suyudur.
Egemen devletlerin rolü
Söz konusu kurgusal sistemde, egemen devletler olarak bağımsızlık hakkı verilen ulus devletlerin rolü, ulusal çıkarlarını korumaktan ibarettir. Ulusal çıkarlarını daha çok sınırdaş, komşu diğer devletlere karşı korurlar. Bunun için kendilerini silahlanmak mecburiyetinde hisseder, bunun sonucu olarak hegemon güçlerin silah sanayiini sürekli beslerler. Ama izin verilen silahlanma miktarı komşularıyla baş edecek kadardır.
Kurgulanan bu sistemin yapısı gereği her bir ulus devlet, komşuları ile çıkar çatışmalarında bir hegemon devletin desteğini arkasında bulmak ister, bunun sonucu olarak desteği sağlanan güç, ulus devletin gerçek sahibi haline gelir. Bu şekilde çalışan düzen, modern uluslararası sistemi ayakta tutar.
Hegemonik gücün rolü
Hegemonik güçlerin küresel sorumluluğu, bir şekilde kurulmuş bulunan güçler dengesinin muhafaza edilmesi, yeni bir aktörün hegemonik güç olarak sisteme girişinin önlenmesidir. Hegemon devletlerden birinin diğerleri aleyhine nüfuzunu genişletmeye çalışması savaş sebebi olarak kabul edilir ve çoğu zaman, nüfuz altında bulundurulan topraklarda cereyan eden vekâlet savaşları ile mücadele sürdürülür.
Sistem, uluslararası ilişkilere değil hegemon devletler ile onların işbaşında tuttuğu yönetici elitler arasındaki ilişkilere dayanır
Sisteme her ne kadar uluslararası dense de, uluslararası denen ilişki hegemon devletler ile onların işbaşında tuttuğu yönetici elitler arasındaki ilişki olarak cereyan etmektedir. Bu ilişkilerde gerçekte ulus/halk yoktur.
Yönetici elitlerin kendi halklarına zulmetmesi, değişime zorlaması hatta bir kesimi yok etme politikası, uluslararası mevcut düzene/güç dengesine zarar vermediği müddetçe, ulus devletin egemenlik hakkı olarak kabul edilip ses çıkarılmaz.
Kendilerine uluslararası toplum payesini veren büyük güçlerin kurduğu modern uluslararası sistemin üzerine inşa edildiği değerler artık kendileri tarafından yıkılmış, ahlâken çökmüş durumdadır.
Yeni bir uluslararası sistemin inşa edilmesine ihtiyaç vardır
Modern uluslararası sistemin 200 yılı aşkın güce dayalı modeli göstermiştir ki, bu sistem sadece zulüm üretmektedir. Yeni ortaya çıkan güçler ise sistemin hegemon devletlerinden birisi olmaya taliptirler ve zulüm üreten düzene itirazları bulunmamaktadır.
Artık köhneleşmiş bulunan modern uluslararası sistemin yerini alacak yeni dünya düzeni, ”ulusal çıkar” ve “güç” kavramlarının yerini, halkların özgürce yaşayıp gelişeceği, ilişkilerde adaletin esas alınacağı yeni değer ve kavramlara dayanmak zorundadır.
Yeni dünya düzeninin bölgesel ittifaklar şeklinde örgütlenmiş bir yapı olarak zuhur etmesi umulmaktadır.
Sınırdaş devletlerin düşman değil komşu olarak bellendiği bir anlayış
Yeni uluslararası sistemin, sınırdaş devletlerin düşman değil komşu olarak bellendiği, imkanların, fırsatların ve hatta sıkıntıların paylaşıldığı bir düzen olarak ortaya çıkması beklenmelidir. Tabii ve yaratılış kanununa uygun olan böyle bir sistem bölgelere huzur ve barış getirebilecektir. Böyle bir düzende, modern uluslararası sistemin palazlandırdığı hegemon güçlere ihtiyaç duyulmamalıdır.
İslâm dünyası bu yeni sistemin en önemli aktörü olmaya adaydır
Kafkasya, bu dönüşüm ve yeni yapılanmanın dışında kalamayacak, belki de öncüsü yada tetikleyicisi olacaktır.
1,7 milyar nüfusu ile İslâm dünyası bu yeni sistemin en önemli unsuru olmaya adaydır. Bu değerler sistemi içinde Kafkasya’nın etkili devletleri Türkiye-İran-Azerbaycan yeni dünya düzeninin kurucu aktörleri olma imkanına sahiptirler.
Endonezya, Malezya, Pakistan, İran, Azerbaycan, Türkiye ile birlikte başka ülkelerin de iştirak edeceği yeni bir yapılanma, küresel dünya düzenine yeni bir soluk ve denge getirebilecektir. Nitekim, 2019 Aralık ayında gerçekleştirilen Kuala Lumpur Zirvesi bu yönde çok önemli bir başlangıç teşkil etmiştir.
Etnik, mezhebi hassasiyetleri öncelemeyen fakat adalet üzere bölgesel/küresel barışı tesis etmek için bu ülkelerin irade birliğine ve karşılıklı güvenin sağlanmasına ihtiyaç vardır. Kafkasya’daki son gelişmeler bu iradenin ortaya konulması için bir fırsat olarak görülmelidir.
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya