Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Başörtüsü Açılımı ve CHP’nin 1947 Kongresi

Bu yazı 11/10/2022 tarihinde yayınlanmıştır.

İç Politika ve Hukuk Koordinatörü - Prof. Dr. Tevfik ERDEM

 

II. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin demokratik Batı dünyası içinde yer almak istemesi (ya da SSCB tehdidi ile zorunda kalması) Tek Parti döneminin ister istemez sonunu getirdi. Bu yönelim laiklik uygulamaları adı altında seküler politikalarının da sonu anlamına gelecekti. Nitekim 1945 sonrası yeni kurulan partilerin din- İslam konusundaki vaatleri CHP tarafından dinin siyasete alet edilmesi olarak okunurken, dini alanda kendisini bastırılmış ve sindirilmiş hisseden Anadolu insanı için rahat nefes alma ve inançlarını özgür biçimde yaşama anlamına gelmekteydi.

Çok partili hayata geçişin ilk partisi olan Milli Kalkınma Partisi (1945) ile başlayan süreç, Demokrat Parti (1946) ve ondan ayrılan Millet Partisi (1948) ile devam etti. Kurulan her parti din ve inanç konusunda daha fazla özgürlük alanı açacağını vaat ediyordu. Ancak hem TCF hem de SCF deneme ve deneyleri, parti programında dine karşı hürmetkâr olmayı dile getirmenin beraberinde ne tür sorunlar getireceğini göstermişti. Bu nedenle partiler laiklik (din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulması) ilkesine sadakatin altını da çizmişlerdir. Hatta DP kurulurken İsmet İnönü ve Celal Bayar arasında partinin dinle olan mesafesinin nasıl olması gerektiğine dair bir konuşma da yapılarak İnönü’ye güven verilmiştir. Ancak yine de CHP’yi bir tehlike beklemektedir.

CHP kurulduğu günden itibaren demokratik bir yarışta yani eşit ve özgür bir seçim ortamında rakipleriyle demokratik mücadele içinde olmamıştır. Olmadığı için de devletin rüzgârıyla yelkenlerini doldurarak her seçimin rakipsiz kazananı olmuştur. Ne zaman ki seçmen “seçim” ve “tercih” gibi sihirli kavramlarla karşı karşıya kalırsa CHP’yi iktidardan uzaklaştırmıştır. Aradan neredeyse bir yüz yıl geçmesine rağmen CHP’nin tek başına iktidar olamayışının sebeplerini bu tek parti geçmişinde aramak mümkün. Çünkü parti ne kadar gömlek değiştirirse değiştirsin partinin (ve temsilcilerinin) genetik kodlarına sirayet eden bir damgası var bu dönemin.

CHP daha 1946 seçimlerinde yani açık oy ve kapalı sayım usulüyle yapılan seçimlerde nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını fark etmişti. Bu noktada CHP’nin her ne kadar köklü bir değişimi yansıtmasa da bu zamana kadar izlediği laiklik politikasında bir değişim hemen etkisini gösterecektir. Bu değişim CHP’nin 2 Aralık 1947 tarihinde yapılan 7. Kongresinde dikkati çekecektir. Bu kongrede[1] laiklik ilkesi, din ve devlet işlerini ayırma şeklinde tanımlanıp, bütün kanunların çağdaş uygarlık ve bilim esasına göre hazırlanacağı belirtilirken meydana gelen değişimin yönünü belirten bir izah da söz konusuydu: “Din anlayışı bir vicdan meselesi olduğu için her türlü hücum ve mücadeleye karşı korunmalıdır. Hiçbir yurttaş, kanunun yasaklamadığı ibadet ve ayinler yüzünden ( o zamana kadar din ve itikatlar[2])  rahatsız edilmemelidir.”

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçmişle barışma söylemi ve başörtüsü problemini çözme adına yaptığı açıklamalar ciddi bir muhalefetle ve rakip partilerle demokratik zeminde mücadele etmek zorunda kalan 1940’ların CHP’sinin durumuna hem benzemekte hem de ondan farklılaşmaktadır. Benzemektedir çünkü 1940’ların CHP’si, toplumun büyük bir kesimini oluşturan ve oy tercihinin de kesinlikle CHP olmayacağı muhafazakâr kesimi kazanmak zorundadır aksi takdirde halkın muhalefet partilerine gösterdiği teveccüh yapılacak olan bir seçimde iktidar sorununun olabileceğini göstermektedir.

1940’ların CHP’si, bugünkü CHP’den farklıdır çünkü iktidar partisidir ve toplumu etkileme konusunda kendini hala muktedir olarak görmektedir. Bunu sürdürmek için de tüm kamu kaynaklarına sahiptir.

Jaschke’nin yukarıdaki alıntıda italik olarak vurguladığı din’in yerini ibadet ve itikatlar’ın yerini âyin ifadesinin alması aslında ciddi bir değişim seyrinin başladığı anlamına geliyordu. Ancak sürecin tüm CHP’liler tarafından hemfikir olunarak işlediği anlamına da gelmiyordu. Nitekim 1947 Kongresi ciddi tartışmaların yapıldığı bir kongredir. Nitekim İnkılabın memlekete sunduklarının korunmasıyla birlikte halkın dini ihtiyaçlarının da esas alınması gerektiğini vurgulayan Hamdullah Suphi Tanrıöver, kongre sonrası CHP’den istifa edecektir. Atmosferin ne kadar değiştiğini gösterme adına sadece H. S. Tanrıöver’in İslam konusunda 1930’lara göre yaşadığı dönüşüm oldukça dikkate değer. Türbelerin açılması gerektiğini de vurgulayan Tanrıöver gibi süreci esneme yönünde yorumlayanların yanında, “örümcek kafalılar”, “kara taassup” gibi sert laiklik vurgusu içeren konuşmasını, “Hepimiz iliklerimize kadar Kemalist, Atatürk çocuklarıyız[3]” diyerek bitiren Behçet Kemal Çağlar gibi konuşmacılar da vardır.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü konusunda kanun değişikliği çıkışı da yaklaşan seçimlerde CHP’nin muhafazakâr kesimlerle barışması ve onların gönlünü alması amacıyla yapılmış bir girişim. Ancak bu girişim hem samimiyeti hem de zamanlaması açısında farklı cephelerce eleştiriye uğradı. Örneğin hem “Eski CHP”nin temsilcisi hem de “Eski Genel Sekreter” Önder Sav, Kılıçdaroğlu'nun bu girişimini eleştirenlerden biriydi. Sav, Kılıçdaroğlu’nu samimilik ve zamanlama konusunda eleştirdiği konuşmasında şunları söyledi:

"Birkaç yıl önce başörtüsü ile ilgili olarak Anayasa Mahkemesi'ne iptal başvurusu için attıkları imzaları, verilen çabaları söyledikleri sözleri unutanların, başörtüsü-türban ile ilgili tartışmaları gereksiz ve zamansız biçimde dile getirmek isteyenlerin tekrar tekrar dikkatle ve ibretle okumalarını tavsiye ederim."

Benzer bir eleştiri yine “Eski CHP”nin sözcülerinden biri olan CHP Eski Grup Başkanvekili Kemal Anadol tarafından yapıldı. Her ikisine (Sav ve Anadol) birden “Eski CHP” temsilcisi dememin sebebi, Deniz Baykal ile birlikte CHP siyasetini yani sosyal demokrasiyi, “Anadolu Solu” görünümü adı altında başörtüsü sorununda boğmalarıydı. Eski CHP için başörtüsü Türkiye’nin en öncelikli gündemi ve rejim için en ciddi tehdit idi. Avrupa’daki sosyal demokrat partiler için yüzkarası olarak kabul edilecek olan bu durum, bir insan hakkı ihlali olmanın ötesinde hiç bir anlama sahip değildi. Ancak Kılıçdaroğlu’nun çıkışına (zamanlama dışında) itiraz edenler için sorun bir rejim sorunuydu ve tehlike çok yakındı.   

Kılıçdaroğlu ise, siyasi bir mantık ve matematiksel hesaplamalar doğrultusunda hareket ediyor bir de müstakbel cumhurbaşkanı adaylığı için herkesi kuşatan kapsayan bir liderlik mesajı vermeye çalışıyor. “Bunu oy için değil bir hakkı teslim etmek ve geçmişle barışmak adına yapıyorum” söylemi, 1946’dan sonra CHP’nin laiklik konusunda gösterdiği esnemenin samimiyetine paraleldir.  Yani 1947 kongresinde alınan kararlar, “biz artık din konusunda esneklik gösterebiliriz, insanlar artık laiklik ilkesini içselleştirdi öyleyse türbeleri, imam-hatip okullarını, ilahiyat fakültelerini açmakta bir sakınca yok, DP ya da diğer partilerin din konusundaki vaatleri bizi hiç ilgilendirmiyor. Biz modern ve demokratik bir topluma inanıyor ve Türkiye Cumhuriyetini de oraya götürmeye çalışıyoruz” iddiası kadar doğru ve samimi bir söylemdir.

 

[1] Jaschke, Gotthard (1972), Yeni Türkiye’de İslamlık, çev. H. Örs, Bilgi Yayınevi, Ankara, s.98.

[2] İtalikler ve parantez içi Jaschke’ye aittir.

[3] Jaschke 1972:99