Bir Medeniyet Projesi Olarak Milliyetçilik
Bu yazı 30/07/2022 tarihinde yayınlanmıştır.
*Prof. Dr. Tevfik ERDEM/SDE İç Politika ve Hukuk Koordinatörü
Türk milliyetçiliği düşüncesinin ortaya çıkıp yaygın bir görünüm kazanmasında Mustafa Kemal Atatürk’ün ne kadar büyük bir etkisinin olduğu açıktır. Atatürk hem kendisinden önceki kültürel ve siyasi milliyetçilik mirasının hem de yaşadığı dönemin bir milliyetçilikler çağı olduğunun farkına vararak, ümmet şuuruna sahip bir toplumdan ulus bilincine sahip bir topluma doğru tedrici bir değişimi gerçekleştirmek istiyordu. Ancak yeni ulusal bilinç ilkesini Kemalist ya da Atatürk milliyetçiliği olarak adlandırmıyordu. Cumhuriyet döneminde Kemalizmin ideolojisini yapma isteğiyle ortaya çıkan kişi ve gruplar gibi Atatürk’ün millet ve milliyetçiliğe (milliyetperverliğe) dair görüşleri de daha sonradan Kemalist ya da Atatürk milliyetçiliği olarak Atatürk dışındaki kişiler tarafından dile getirilmiştir.
Atatürk ümmetten ulusa geçiş sürecinde yeni toplumsal yapının ne olduğuna dair bir çerçeve çizer. Bu çerçevede bir millet tanımı yapar ve bu tanımla kendisinden önceki Türk milliyetçilerinden örneğin kendisini en çok etkilediği iddia edilen Ziya Gökalp’ten de ayrılığını ortaya koyar.
Afet İnan tarafından yazılmış olmasına rağmen kitabın ruhunda Atatürk’ün olduğunu anladığımız Vatandaş İçin Medeni Bilgiler adlı eserde (1933:7) Atatürk’ün milleti şöyle tanımladığı görülür: “Millet, dil, kültür ve mefkûre birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği bir siyasi ve içtimai heyettir.” Bu tanımda ne Ziya Gökalp’in din vurgusu ne de Yusuf Akçura’nın millet tanımındaki “soybirliği” vurgusu vardır. Kaldı ki Atatürk’ün Türk tanımı da millet tanımında olduğu gibi etnik bir tanım değil daha çok sivil (civic) bir milliyetçilik kategorisi içinde yer alan tanımdır: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” (İnan 1933:7)
Kurtuluş Savaşı boyunca ana motivasyonun Türkçülük düşüncesi olduğu iddiasını da eksik gördüğümüz için eleştirdiğimiz bir önceki yazıdaki iddiamızı devam ettirerek konuyu bir kere daha hatırlatarak kaldığımız yerden devam etmekte fayda var. Milliyetçilik Kurtuluş Savaşı ile birlikte ortaya çıkmamıştır, onun Osmanlı geçmişi vardır.
Milli mücadeledeki ana amaç ve motivasyonun sadece Türk milliyetçiliği olduğunu söylemek, milli mücadele döneminin temel bileşenleri ve onlarla yürütülen program ve hareketler göz önünde bulundurulduğunda tam olarak doğru görünmemektedir. Milli mücadele Türk milletinin ana dinamo olduğu ancak Kürtler ve Çerkezler gibi imparatorluğun asli (Müslüman) unsurlarının da içinde yer aldığı bir mücadele cephesi oluşturularak gerçekleştirilmiştir. Bu mücadelede zaman zaman Çerkezlere ve Kürtlere karşı da mücadele verilmesine rağmen anasır-ı İslam’ın birlikteliği ve anasır-ı İslam vurgusu dikkat çekicidir. Öyleyse milli mücadele Müslüman unsurların birlikte verdiği bir mücadeledir. Burada tartışma konusu yapılabilecek olan birliktelik daha çok Türk ve Kürt birlikteliğidir. Çünkü Türk milliyetçiliğinin milli mücadele okumasında Kürtler önemli bir yer işgal etmezken Kürt milliyetçiliğinin milli mücadele okumasında, Kürtlerin Türkler tarafından Ermenilere karşı bir kalkan (araç) olarak kullanıldığı iddia edilir. Bu iddia oldukça tarihi derinliğe de sahiptir zira Türklerin tarih boyunca bunu önce Safevilere karşı şimdi de Ermenilere karşı yaptığı iddia edilir. Bazen iddia o kadar ileri boyutlara götürülür ki, aslında Kürtlerin ve Ermenilerin tarih boyunca hep kardeşçe yaşadıkları ancak Türklerin iki topluluğun arasını bozmasıyla birlikte birbirlerine düştükleri iddia edilir. Bu iddialar 1898 tarihli Kürdistan gazetesinde Bedirhan kardeşler tarafından dillendirilir ancak asıl hikâye sadece Ermeni cephesi tarafından okunduğunda dahi daha farklı bir görünüm arzedecektir. Nitekim Garo Sasuni’nin “Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümüze Ermeni-Kürt İlişkileri” adlı eseri hikâyeyi farklı bir yönden anlatmaktadır.
Kurtuluş Savaşı her ne kadar batılılar tarafından Türk milliyetçisi bir hareket olarak görülse de Türklük vurgusunun zaman içerisinde daha fazla vurgulanan bir olgu olduğu görülür. Cumhuriyetin kurulması, saltanat ve halifeliğin kaldırılması, devletin dininin İslam olmaktan çıkarılmaya başlaması gibi köklü değişimler, din (İslam) eksenli bir toplumdan dini etkinin ve vurgunun azaltılması sonucu, boşluğu dolduracak yeni bir olgu olarak milli kimliğin ve milliyetçilik düşüncesinin ön plana çıkartılmasını gerektirmiştir. Daha doğru bir okuyuşla milliyetçilik dini kimliğin alanına nüfuz eden ve onun etkisini devralan bir özelliğe sahiptir.
Kurtuluş Savaşı ve sonrasında ki daha sonra Atatürk milliyetçiliği olarak tanımlanan Türk milliyetçiliğinin ana karakteri, Rusya ile olan ilişkilerle de bağlantılı olarak ama esasında Enver Paşa ile daha doğrusu onun hayalleriyle ilişkilendirilen Turancılık düşüncesine yönelik sert eleştirinin varlığı ile karakterize edilmesidir. Pan-Türkist politika ve düşüncelere karşı sert eleştirilerle bir yandan Rusya’ya (SSCB) sempatik mesajlar verilirken diğer yandan Türk milliyetçiliğin herhangi bir irredentist politikaya sahip olmadığı gösterilmeye çalışılacaktır.
Bu barışçı uluslararası politika, kuruluşundan itibaren ana iddiasının batı medeniyeti içinde yer almak olan genç cumhuriyetin dış Türklere yönelik politikalarının sadece kültürel düzeyde kalabileceğini gösterir. Esas olan Türk insanının medeni bir dünyaya dahil edilmesidir. Bu gerekçe ile de Osmanlının son dönemlerinde başlayan Batılılaşma çabalarına kaldığı yerden ama daha radikal biçimde devam edilir. Osmanlı dönemindeki ikili (eski-geleneksel) ile modernin aynı anda olduğu yapı yerine, eskinin tamamen ortadan kaldırılıp modern-yeni olanın devreye sokulduğu süreç başlamış olur. Laiklikten eğitim sistemine, oradan hukuk sistemine kadar tüm toplum yapısı köklü biçimde değiştirilir. Atatürk milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliği arasındaki ayrım esas olarak bu köklü değişimlerden kaynaklanacaktır. Atatürk milliyetçiliğinin batı medeniyeti içine dahil olma ana hedefi, Türkiye’de köklü bir kültürel değişimi, yabancılaşmayı getirdiği için İslam ve Osmanlı geçmişi ile harmanlanan Türk milliyetçiliği tarafından eleştiriye uğrayacaktır. Bu arada 1930’lardan itibaren kendine özgü bir Türk milliyetçiliği yorumu ile ortaya çıkan Hüseyin Nihal Atsız’ın Türk milliyetçiliği yorumunun Atatürk milliyetçiliği ile köklü uzlaşmazlıklar içinde olduğunun da altını çizmek gerekir. En başta dış Türkleri gündem dışı bırakan Atatürk milliyetçiliği, yaptığı vatandaşlık ve Türkiyeli tanımı ile birlikte Türk olmayan (Ermeni, Rum, Yahudi vb.) unsurları Türklük çatısı altında toplaması ve dış Türklere karşı kayıtsızlığı bir eleştiri konusu olmuştur.
Atatürk milliyetçiliği yaptığı millet tanımı ve Türklük tanımıyla oldukça medeni ve yurttaşlık temelli bir milliyetçilik anlayışı çizse de 1930’lu yıllardan sonra meydana gelen gelişmeler ve uygulamalar aslında işin biraz daha farklı şekilde işlediğini gösterir. Çünkü kültür çalışmalarının en tartışmalı kavramlarından olan ırk kavramı 1930’lu yıllardan itibaren Atatürk milliyetçiliğinin gündemine girer. Batı medeniyetine girmenin bir yolu da ırk kökeni üzerinden girmek gibi görülür. Türk Tarih Kurumu (önceki adı Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti) tarafından Türklerin kökeninin beyaz-Avrupalı ırk olduğunu ispat etmek için yapılan çalışmalar 1930’lu yıllara damgasını vurur. Medeniyetin tüm dünyaya Türkler tarafından yayıldığını iddia eden Türk Tarihi Tezi ile tüm dillerin kaynağının Türkçe olduğunu iddia eden Güneş-Dili Teorisi gibi bilimsel içeriği sonradan çok tartışma konusu olacak olan ve bu yüzden de Atatürk’ün ölümünden sonra bilimsel camia tarafından terk edilecek olan teoriler döneme damga vurmuştur.
Tüm bu teorilerin dile getirilmesindeki amacı Atatürk milliyetçiliği ile harmanlarsak eğer şöyle bir tablo ortaya çıkar: Atatürk Türk toplumunu modernleştirmek-Batılılaştırmak istemektedir. Çağdaş uygarlık düzeyi hedefi budur. Bu nedenle sadece kurumsal düzeyde değil kültürel düzeyde de bu batılılaşmayı meşru kılacak bir teori inşa etmek ister. Yeni bir Türklük tanımı yapmak ister. Bu Türklük Batılıların vahşi, barbar, Ermenilerin de pompalamasıyla soykırımcı iddiaları yanlışlayacak bir Türklük olmalıdır. Bu Türklük Batılıların gözündeki eski tehditleri (Osmanlı ve İslam) yok sayacak bir kimlik olmalıdır. Bu nedenle yeni Türklük laik, akılcı, pozitivist, ilerici, hümanist, medeni bir Türklük olmalıdır. Türklerin Anadolu’ya çok eskiden gelip, burada Sümer ve Hitit medeniyetini kurduğu ispat edilirse hem Ermenilerin iddiaları yanlışlanacak hem de Türklerin tarihin en büyük medeniyetlerini kurduğu ispat edilmiş olacaktır.
Böylece Atatürk milliyetçiliği sadece bir kimlik davası değil bir medeniyet davası olarak da ortaya çıkar. Türk toplumunu Batılılaştırmak Türkiye Cumhuriyeti devletini çağdaş medeni devletler arasına katmak olan bu iddia Atatürk tarafından da şu şekilde dile getirilir: "Büyük davamız en medenî ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir.”
Kaynakça:
Afet İnan (1933), Vatandaş İçin Medeni Bilgiler I, Devlet Matbaası, İstanbul
Afet İnan (2010), Vatandaş İçin Medeni Bilgiler I-III, TTK Yayınları, Ankara
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya