Bülent ERANDAÇ

Tüm Yazıları

SDE 2019 Yılı Medya Raporu

31 Aralık 2019
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Basın Geleceğini Tartışıyor

Son yıllarda ciddi tiraj kaybı yaşayan yazılı basının geleceği tartışılıyor. Önlenemeyen baskı sayısı kaybını, okurların interneti tercih etmesine, ekonomik gerekçelere dayandıranların yanı sıra,  “itibar kaybına” bağlayanlar da var.

Basının 1990’lar ve 2000’lerin başında hâlâ “dördüncü kuvvet” olduğundan söz edilirken, bugün artık bu ifadenin kullanılmadığını görüyoruz. Medyada “güvenilirlik sorunu, siyaset kurumunun müdahaleci yaklaşımı, sansür, oto-sansür, haber, yorum vb. kaliteli içerik eksikliği, yanlı yayın, ekonomik sorunlar, kâğıt fiyatları” gazetelerin baskı sayısı kaybına gerekçe olarak gösterilen temel sorunlar olarak öne çıkıyor.

2018’in son aylarında, doların yükselmesiyle gazete kâğıdının fiyatında yüzde 60’a varan artış oldu. SEKA Kâğıt Fabrikası özelleştirildikten sonra 2005 yılında kapatılınca gazeteler ithal kâğıt kullanmak zorunda kaldı.

Tiraj kaybının, Habertürk ve Vatan’ın da internet yayınına geçmesine neden olduğu bizzat o kurumların yöneticileri tarafından savunuldu.

Yayınını sürdüren gazeteler ise fiyat artışına gitti. Bazı ekler kaldırıldı, sayfa sayıları azaltıldı.

Anadolu Ajansı’nın (AA), Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerinden derlediği verilere göre, gazete tirajları son beş yılda yüzde 32 düştü. 80 milyonluk Türkiye’de 2019 baskı sayısı ortalaması 2 milyon 797 bin civarında. 1970’li yılların ikinci yarısında 40 milyon nüfuslu Türkiye’nin toplam gazete tirajı olan 2,5 milyonun biraz üzerinde seyrediyordu

Bu konuda,Eski Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanvekili Vahap Munyar(Bugün Dünya Gazetesi CEO’su oldu), geçen yıl sonunda kâğıt maliyetlerinin artmasından sonra görüştükleri Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın, sundukları rapordaki önerileriyle ilgilendiğini anlattı.

Munyar, “Türkiye’de yeniden gazete kâğıdı üretiminin gündeme gelmesi konusunda bizden ayrı bir çalışma yapmamızı isteyen Sayın Oktay’a, bir özel sektör kuruluşunun Ege Bölgesi’nde yürüyen yatırımını adres gösterdik. Gruba destek verilmesi halinde, yaptığı yatırıma gazete kâğıdı üretimine dönük bölüm de ekleyebileceğini aktardık” dedi.

Söz konusu görüşmede yerli üretim yapması için gündeme gelen şirketten, “yaptığı yatırıma gazete kâğıdı üretimini ekleme konusunda beklediği desteği içeren bir fizibilite raporu istediklerini” belirten Munyar, “Başlangıçta konuya çok sıcak yaklaşan grup henüz ses vermedi. Grubu gazete kâğıdı üretimini ciddi olarak düşünmesi konusunda ikna çabalarımız sürüyor” açıklamasında bulundu.

Munyar, SEKA gibi bir kurumun yeniden devreye sokulmasının mümkün görünmediğine işaret ederek, “En akla yatan formül, gazete kâğıdı üretimine özel sektörün girişini teşviklerle cazip hale getirmek. Şimdilik bu konuda tam adım atılmış değil” görüşünü savundu.

“En büyük sorun kâğıt değil”

Sözcü gazetesi yayın yönetmenlerinden Serdal Saraç, ithal kâğıt fiyatlarının yükselmesinin maliyetleri artırması nedeniyle önemli olduğunu ancak “en büyük sorunun”, “Türk basınının güven ve inandırıcılığını kaybetmesi olduğunu” vurguladı. Saraç, bazı gazetelerin tirajları çok düşük olmasına rağmen “naylon belgelerle” çok satıyormuş gibi Basın İlan Kurumu ve ilan veren diğer kuruluşları kandırdığının altını çizdi.

Saraç, basının başlıca sorunlarını ise; “Gazete patronlarının, gazetecilik dışındaki işleri (ihaleleri) yüzünden siyasi iktidarla organik bağ içine girip özgürlüklerini kaybetmesi”, “Medyanın büyük kısmının iktidarı elinde bulunduran kesimin eline geçmesi ya da onun tarafında yer alması”, “Gazetecilik mesleğini seçenlerdeki eğitim ve kültür seviyesinin erozyona uğraması”, “Diplomalı gazeteci sayısı artarken sorgulayan, araştıran ve analiz eden gazeteci sayısının azalması” ve “Gazeteci kimliğinin saygınlığının yitirilmesi” başlıklarıyla sıraladı.

Gazete ve TV’lerin büyük kısmı iktidara yakın grupların elinde olması nedeniyle, tek sesli yayınların okuyucuyu küstürdüğüne dikkat çeken Saraç, “Bulunduğumuz krizden çıkabilmemizin tek yolu okuyucudur, yani satış geliridir” dedi.

Saraç, yazılı basının geleceğiyle ilgili olarak, “Her ne kadar dijital medya hızla yayılıyor olsa da henüz kökleri sağlam olmadığı için özgün içerik üretebilen çok az. Yazılı basının içerik üretme kapasitesi ve ‘kalıcılık’ özelliği sayesinde hiç ölmeyeceğini düşünüyorum” değerlendirmesinde bulundu.

Star Gazetesi Yazarı ve 26.Dönem AK Parti Milletvekili Mehmet Metiner ise yazılı basında görünen dramatik tiraj düşüşünü, ekonomiyle “izah” etmenin doğru olmadığını söyledi. Gazetelerin fiyatının “herkesin alım gücünde” olduğunu ve gazetelerin zararını fiyatlara yansıtmayarak, açıklarını ilan ve reklam ile kapattığına dikkat çeken Metiner, tiraj düşüklüğünün nedenlerinden birinin teknoloji ve görsel basınla birlikte, yazılı basının önemini “yitirmesi” olduğunun altını çizdi. Metiner, köşe yazarlarının televizyonlara bağlanıp konuyla ilgili anlık olarak görüşlerini aktardığı için, ertesi gün çıkacak gazetenin ne haberleri ne de yorumlarının önem arz etmemeye başladığını belirtti.

Gazeteleri, “kendi siyasal ve ideolojilerine yakın gazeteler yaşasın diyen” kesimlerin aldığını, ancak zamanla “bu duygunun gevşemesinin tiraj düşüşünü tetiklediğini” dile getiren Metiner, “herkese hitap eden gazeteler döneminin sona ermesinin” de gazetelerin tirajlarında düşmeye neden olduğunu ifade etti. Metiner, “Herkes duymak istediklerini duyuran gazetelere yöneldi. Bir süre sonra bu duygu da körelince genel bir kaçış başladı” dedi.

Metiner, basının geleceğiyle ilgili olarak, “Orta ve uzun vadede yazılı basına pek bir kalıcılık şansı tanımıyorum. Gazeteler bundan sonra kâr-zarar denklemi ve teknolojik gelişim süreci dolayısıyla internet ortamında varlığını sürdürmek durumunda kalacaklardır. Üzücü ama gerçek bu” açıklamasında bulundu.

Gazete ve Dergi Tirajlarında Düşüş Sürüyor

TÜİK, 2018'e ilişkin açıkladığı ‘Yazılı Medya İstatistikleri’ raporunda gazete ve dergi tirajlarının yüzde 17,6 azaldığını paylaştı.

Matbu yayınlar tarih mi olacak? Son 3-4 yıldır en çok konuşulan konuların başında gelen sorulardan birisi de bu. E-kitaplar, e-dergiler, e-gazeteler gittikçe çoğalıyor. Gazeteler internet sitelerini, basılı yayınlardan daha etkili kullanıyor.

Bununla birlikte, kağıt krizi ve YAY-SAT’ın kapanması sonrası gazete ve dergi çeşitliliğinde de ciddi azalmalar var. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2018’e ilişkin açıkladığı ‘Yazılı Medya İstatistikleri’ de bu sorunun altını bir kez daha çiziyor. TÜİK’e göre 2018 yılında gazete ve dergilerin tirajı yüzde 17,6 azalmış durumda.

TÜİK’in açıkladığı istatistiklere göre gazete ve dergi sayısı, 2018’de 2017’ye göre yüzde 2,6 azalarak 5 bin 962 oldu. Bu yayınların yüzde 58,7’sini dergiler oluşturdu.

Gazete ve Dergiler Yıllık Tiraj Düşüşü Yüzde 17,6

Gazete ve dergilerin tirajı ise 2018’de 2017’ye oranla yüzde 17,6 azaldı. Türkiye’de 2018’de yayımlanan gazete ve dergilerin yıllık toplam tirajı 1 milyar 368 milyon 287 bin 463 olarak ölçüldü. Toplam tirajın yüzde 94,2’sini gazeteler oluşturdu.

Gazetelerin Yüzde 91,3’ü Yerel Yayın Yaptı

Türkiye’de 2018’de yayımlanan gazetelerin yüzde 91,3’ü yerel, yüzde 6,9’u yaygın (ulusal),yüzde 1,8’i ise bölgesel yayın yaptı. Dergilerin ise, yüzde 64,3’ü yaygın (ulusal), yüzde 31,4’ü yerel, yüzde 4,3’ü bölgesel yayın yaptı.

Gazetelerin toplam tirajının yüzde 81,6’sı yaygın (ulusal), yüzde 17,6’sı yerel ve yüzde 0,7’sini bölgesel yayımlanan gazeteler, dergilerin ise yüzde 75,6’sı yaygın (ulusal), yüzde 20,9’u yerel ve yüzde 3,6’sını bölgesel yayımlanan dergiler oluşturdu.

Dergilerin Yüzde 24’ü Aylık Yayımlandı

Gazetelerin yüzde 29,6’sı haftalık, yüzde 28,2’si haftada iki-altı gün arası, yüzde 16,2’si aylık olarak yayımlandı. Dergilerin ise yüzde 24’ü aylık, yüzde 22,4’ü üç aylık, yüzde 15,9’u altı aylık olarak yayımlandı.

Gazetelerin %87,8’i Siyasi/Haber/Güncel İçerikli Yayın Yaptı

Gazetelerin yıllık tirajının yüzde 87,1’ini günlük, yüzde 8,3’ünü haftada iki-altı gün arası, yüzde 2,3’ünü haftalık olarak yayımlanan gazeteler, dergilerin ise yıllık tirajının yüzde 56,3’ünü aylık, yüzde 11,4’ünü üç aylık, yüzde 10,2’sini iki aylık, yüzde 8,3’ünü haftalık yayımlanan dergiler oluşturdu

Yayınlanan gazetelerin yüzde 87,8’i siyasi/haber/güncel, yüzde 2,2’si yerel yönetim, yüzde 1,9’u sektörel/mesleki içerikli olurken, dergilerin yüzde 17,5’i sektörel/mesleki, yüzde 13,8’i akademik, yüzde 8,5’i eğitim/sınav içerikli yayımlandı.

Resmi İlan ve Reklam Ücretleri %2,2 arttı

Yayımlanan gazetelerin yüzde 10,4’ü, dergilerin ise yüzde 8,2’si ek verdi.

Basın İlan Kurumu’nun idari kayıtlarından elde edilen bilgilere göre ise 2018’de resmi ilan ve reklam bedelleri yüzde 2,2 artarak 454 milyon 398 bin 951 TL oldu.

Geçtiğimiz günlerde Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonu’nun 2019 kitap üretimi verilerinipaylaşmıştık. Öncesinde ise Türkiye’deki sinemaya gitme oranlarına dair bir haberimiz vardı.

Görünen o ki ülkemizde kültür-sanata yönelik istatistikler eksi yönde ilerlemeye devam edecek.

Siz bu verileri nasıl karşıladınız? Gazete ve dergilere rağbetin düşmesi, bu yayımların içerik kalitesiyle mi alakalı? Yoksa işin ucu yine internet çağına mı dokunuyor?

HÜRRİYETİN TİRAJI DÜŞTÜ

ŞUBAT-2019’DA Habertürk Yazarı Fatih Altaylı, Hürriyet’in düşen tirajını açıklamıştı.

Habertürk gazetesi yazarı Fatih Altaylı, gazetelerin tirajlarının çarpıcı biçimde düştüğünü belirtirken, 'Eskiden Hürriyet ve Sabah'ın hafta sonu tirajı 2 buçuk milyondu. Ben iddia ediyorum Hürriyet bugün 100 bin satmıyor' dedi

EKİM:2019

'Türk basınının amiral gemisi' olarak nitelendirilen Hürriyet gazetesinde, deprem oldu.

Hürriyet Genel Yayın Yönetmenliği görevini Fikret Bila'dan devralan Vahap Munyar, istifa ederek görevini bıraktı. Munyar'ın ardından Ahmet Hakan genel yayın yönetmenliği görevine getirildi.

30 Nisan 2018'den bu yana Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği görevini yürüten Vahap Munyar, görevinden istifa etti. Aynı zamanda Türkiye Gazeteciler Cemiyetinde (TGC) başkanvekili olarak görev yapan Munyar, görevi Fikret Bila'dan devralmıştı

Hürriyet gazetesinin Doğan Holdingden Demirören Holdinge geçmesinin ardından o dönemli Genel Yayın Yönetmeni Fikrat Bila görevinden istifa etmiş, onun yerine Munyar göreve getirilmişti.

Gazete yönetimi ilk olarak önceki gün; Çınar Oskay, İpek Yezdani, Sebati Karakurt, Kenan Başaran, İbrahim Yurtbay, Önder Öndeş, Dürdane Kırçuval, Şebnem Turhan gibi tecrübeli isimlerin işlerine son vermişti.

Munyar ise; bu işten çıkarmalardan haberi olmadığı için istifasını sunmuştu. İstifa dilekçesine cevap gelmemesi üzerine tecrübeli gazeteci, noter aracılığıyla istifasını yönetime iletti.

Vahap Munyar'dan önce Çetin Emeç, Ertuğrul Özkök, Enis Berberoğlu ve Fikret Bila; Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği görevini yürütmüştü.

HÜRRİYET NEREDEN NEREYE?

TARİH:11 NİSAN 2018 Doğan Medya Grubu'nun toplam 916 milyon dolar karşılığında Demirören Grubu’na satışına ilişkin süreç tamamlandı. Birçok yorumcuya göre Doğan Grubu'nun satışı Türk basınında bir dönemin sonu.Bu aynı zamanda 1979 yılında Milliyet gazetesini satın alarak basın sektörüne giren Aydın Doğan'ın da medyadan çıktığı anlamına geliyor.

Son 40 yılda Simavi ailesinden Dinç Bilgin'e, Star gazetesinden atv ile Sabah'a kadar bu sektörden çıkan en önemli isimleri ve bugüne kadar yapılan el değiştirmeleri 6 başlık altında GÖZDEN GEÇİRELİM.

  1. Aydın Doğan'ın medyaya girişi
  2. Asil Nadir'in medya yolculuğu
  3. Uzan 'imparatorluğu' ve tasfiyesi
  4. Simavilerin sektörden çıkışı
  5. Sabah-atv'nin satış süreci
  6. Doğan Medya ile bir dönemin sonu

1) Aydın Doğan'ın medyaya girişi

Türk medyasının son 40 yılına damgasını vuran isimler arasında yer alan Aydın Doğan, basına sektörüne 1979 yılında Milliyet gazetesini Ercüment Karacan'dan satın alarak girdi.

Aydın Doğan o tarihe kadar otomobil bayiliği, nakliyecilik, ecza depoculuğu ve inşaat makineleri tüccarlığı gibi çok farklı sektörlerde faaliyet gösteren, 1970'lerin sonunda vergi rekortmenleri arasında yer almaya başlayan bir iş adamıydı.

Milliyet'in el değiştirmesinde, eski Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi'nin 1 Şubat 1979'da suikast sonucu öldürülmesi bir dönüm noktasıydı.

Ercüment Karacan'ın oğlu Ömer Karacan, 2007 yılında Sabah gazetesine verdiği mülakatta babasının satış kararı almasını şöyle aktarmıştı:

"Babam Milliyet'i satmaya mecburdu. Abdi Amca öldürülmüştü. O hayattaki en yakın arkadaşıydı. Çok kırıldı ve küstü.

"Devamlı öldürüleceğiz, kaçırılacağız endişesiyle yaşıyordu. Bizim üzerimize çok titrerdi.

"Babamın Milliyet'i satmasındaki en büyük neden, ölüm korkusudur. Babam, ailesini korumak istedi. Kim ölmek ister Bab-ı Ali sokaklarında?

"O, misyonunu tamamlamıştı. Çok iyi yaptığını düşünüyorum."

Gazeteci-yazar Hasan Pulur da 2011 yılında Milliyet'te yazdığı köşe yazısında, 1970'li yılların spor basının efsanevi isimlerinden Namık Sevik'in Ercüment Karacan'a o dönemde siyahi kölelerin ticaretini anlatan Kökler dizisinin en önemli karakterine atıfta bulunarak, "Patron, bizi Kunta-Kinte gibi sattın" dediğini belirtti.

Aydın Doğan da Mayıs 2011'de Milliyet ve Vatan gazetelerini, Demirören ve Karacan ailelerinin ortaklığında kurulan DK Gazetecilik'e 79 milyon dolar bedelle sattı. Doğan böylece "ilk göz ağrısı olarak" nitelendirdiği Milliyet'i de elden çıkarmış oldu.

2) Asil Nadir'in medya yolculuğu

12 Eylül askeri darbesinin ardından siyasetin yeniden normalleşmeye çalıştığı 1980'li yıllarda Türk kamuoyu İngiltere'den gelen bir iş adamıyla tanıştı.

İngiliz Financial Times gazetesinin "Margaret Thatcher'ın girişimcilikle büyük iş adamı olma döneminin sembolü" olarak tanımladığı Asil Nadir, birçok kişiye göre dönemin başbakanı Turgut Özal'ın tavsiyesiyle Türkiye'ye gelerek medyaya yatırım yaptı.

Dönemin tanıklarına göre, Başbakan Özal'ın hamlesinin arkasında Erol Simavi'nin sahibi olduğu Hürriyet ve Dinç Bilgin'in kurduğu Sabah'ın lokomotifliğini yaptığı medya sektöründe kendine yakın, güvenebileceği birinin olması isteği yatıyordu.

Haldun Simavi'den Günaydın gazetesini de satın almasıyla, Asil Nadir'in medyaya toplamda 250 milyon sterlin yatırım yaptığı belirtiliyor.

Kıbrıslı iş adamı, 1988 yılında Günaydın gazetesini 40 milyon dolara Haldun Simavi'den satın aldı. Aynı anlaşma kapsamında baskı tesisi Veb Ofset ile Veb Holding şirketleri de Nadir'in oldu.

Asil Nadir, daha sonra 1980'lerin ortasındaki "banker krizi" sırasında mali sıkıntıya giren ve iş adamı Mehmet Ali Yılmaz tarafından satın alınan Güneş gazetesini de 80 milyon dolara bünyesine kattı.

O dönemde gerek Güneş gerekse de Günaydın magazin haberlerine ve promosyonlara ağırlık veren, tirajı en yüksek gazeteler arasında yer alıyordu.

Asil Nadir daha sonra bünyesinde Nokta, Ekonomik Panaroma, Gelişim Spor, Kadınca ve Erkekçe gibi dergileri de barındıran Gelişim Yayınları'nı Ercan Arıklı'dan 43 milyar TL'ye satın aldı.

Dönemin Günaydın Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Necati Zincirkıran, Nadir'in Nokta dergisinin eşi Ayşegül Nadir'i "Alaturka Dallas" başlığıyla kapağına taşımasına kızıp grubu satın almaya karar verdiğini aktarıyordu.

Asil Nadir, böylece sektöre girmesinden bir yıl sonra Türkiye'deki gazetelerin toplam tirajının yüzde 30'unu getiren gazetelerin sahibi olmuştu.

Ancak 1990'lı yılların başından itibaren Asil Nadir hakkında İngiltere'de yolsuzluk iddiaları nedeniyle açılan soruşturma ve davalar bu medya grubunun sonunu getirdi.

Güneş gazetesi yönetim buhranı yaşadığı dönemde maaşlarını alamayan çalışanları tarafından çıkarıldı.

Hakkında 30'a yakın soruşturma açılan Nadir, 1993 yılında Kuzey Kıbrıs'a döndü ve 2010 yılında da kendi deyimiyle "aklanmak için" İngiltere'ye gitti. Nadir, Nisan 2016'ya kadar İngiltere'de cezaevinde kaldı ve tahliyesinin ardından Türkiye'ye iade edildi.

Silivri Cezaevi'nde bir gece kaldıktan sonra serbest bırakılan Nadir, yeniden Kuzey Kıbrıs'a döndü.

Sahibi olduğu gazeteler bir süre sonra kapandı. Ancak bazıları, isim haklarını farklı grupların satın almasıyla yeniden yayın hayatına döndü.

Güneş bugün halen günlük bir gazete olarak yayın hayatına devam ederken, Günaydın ise Sabah gazetesiyle birlikte ek olarak veriliyor.

3) Uzan İmparatorluğu

Bugün yayın hayatına Star adıyla devam eden "Magic Box Star 1", 1990 yılında kuruldu.

Magic Box Star 1, sadece Türkiye'nin ilk özel televizyon kanalı olma özelliğini taşımıyor, aynı zamanda hem 1990'lu hem de 2000'li yıllara damgasını vuran isimlerden birini de kamuoyuyla tanıştırmasıyla biliniyor.

Magic Box Star 1'in kurulmasıyla birlikte o dönemde 31 yaşında olan iş adamı Cem Uzan da medya sektörüne adım attı.

Basın, aslında Uzan ailesinin yabancı olduğu bir alan değildi. Zira baba Kemal Uzan, bir dönem Yeni İstanbul gazetesi ile Hayat ve Ses dergilerini çıkarmıştı.

Cem Uzan, Ağustos 1990'da Panorama dergisine verdiği ilk mülakatta kendisini "dünya basın patronu Rupert Murdoch'tan bir gram aşağı görmediğini" söylüyordu.

Uzan, aynı yılın Aralık ayında verdiği bir başka mülakatta da bu kanal için o döneme kadar 40 milyon dolar harcadığını vurguluyordu.

Diğer ortak Başbakan Özal'ın oğlu Ahmet Özal ile yaşanan sorunlar ve yargı sürecinin ardından kanalın adı da 1992 yılında İnterstar olarak değiştirildi.

Aynı yıl TeleOn adında ikinci televizyon kanalı da açıldı. Eğlence programlarının ağırlık verildiği kanalda, gişesi yüksek yabancı filmler ve erotik programlar yayınlandı. 1990'lı yılların sonunda ise maç yayın haklarının alınmasıyla birlikte şifreli yayına geçti.

Ayrıca Türkiye'nin ilk müzik kanalı Kral TV de Uzan Grubu'nun televizyon yatırımları arasında yer alıyor.

Uzan Grubu, 1999 yılında Star adında bir gazete çıkarmaya başladı. Star'ın tirajı bir dönem 1,2 milyonu aştı ve Türkiye'de görülen en yüksek satış rakamlarından birine ulaştı.

Böylece Telsim markasıyla cep telefonu alanında ve banka, enerji, inşaat gibi birçok farklı sektörde faaliyet göstern dev bir gruba dönüşen Uzan Holding de medya varlıklarını büyütüyordu.

Star gazetesi ilk çıktığında, Sabah gazetesinin sahibi Dinç Bilgin'e ait dağıtım şirketi tarafından dağıtılıyordu.

Star'ın fiyatları düşürmesi ve diğer medya gruplarının buna tepki göstermesinin ardından Uzanlar da dağıtımda bir sıkıntı yaşamamak için Bilgin'e ait şirketin çalışanlarının büyük bir bölümünü transfer ederek, kendi dağıtım şirketini kurdu.

Cem Uzan, 2013 yılında Taraf gazetesine verdiği mülakatta bu süreci şöyle anlattı:

"Dağıtım şirketinde 228 kişi çalışıyordu. İstanbul, Ankara ve İzmir'de dağıtımda 226 kişiyi transfer ettim. Bekçiyi bile transfer ettim.

"Bunlar beni kamyondan atmayı planlıyordu ben onları şirketten attım. Önce dağıtımın başındaki genel müdürü transfer ettim.

"Avukatımı ve muhasebecimi özel uçakla sabaha kadar tüm illeri dolaştırdım. Ve 24 saatin sonunda dağıtım şirketinin 226 personeli de benim elemanım haline geldi."

Ancak, 2000'li yılların ilk yarısı Uzanlar ve Star Medya Grubu için çok da iyi geçmedi.

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TSMF), İmar Bankası'nın 7,5 katrilyon liralık borçları nedeniyle Uzan Grubu'na ait 219 şirkete el konuldu.

Cem Uzan, gruba yönelik bu operasyonu "kendisinin siyasete girmesi nedeniyle Aydın Doğan ve Motorola gibi bazı grupların birlikte kurdukları bir komplo" olarak nitelendiriyor.

Uzan, 2009 yılında Türkiye'den ayrıldı ve halen yaşamını Fransa'da siyasi sığınmacı olarak sürdürüyor.Uzan Medya Grubu bünyesindeki gazete ve televizyonların bir kısmı kapanırken, bir kısmı da farklı iş adamları tarafından satın alındı.

4) Simavilerin medyadan çıkışı

Simavi ailesinin basına girmesi, baba Sedat Simavi'nin 1900'lü yılların ilk yarısında kurduğu ancak başarısız olan yayınlarla başladı.

Ancak bu ailenin Türk basın tarihine geçmesi 1948 yılında Hürriyet'in kurulmasıyla oldu.

Baba Simavi, kurduğu gazeteyi ancak 5 yıl boyunca yönetebildi.

Simavi'nin 1953 yılında hayatını kaybetmesinin ardından oğulları Erol ile Haldun Simavi yönetime geçti.

Baba Simavi'nin vefatının ardından ilk dönemlerde yönetimde Haldun Simavi'nin ağırlığı görüldü.

Ancak 1968 yılında iki kardeş yolları ayırmaya karar verdi. Bunun arkasında yatan nedenlerle ilgili çok farklı iddialar ortaya atılsa da ağırlık kazanan görüş Haldun Simavi'nin kardeşinin özel ve bazı iş ilişkilerinden duyduğu hoşnutsuzluk nedeniyle ortaklığı bitirmek istediği yönünde.

Böylece Haldun Simavi'nin ayrılmasıyla birlikte Hürriyet'in yönetimi de Erol Simavi'ye geçti.

Hürriyet, sıkıyönetim döneminde zaman zaman kapatma cezası alsa da askeri darbeden sonra hayatta kalmayı başardı.

Hürriyet, bu dönemde yayın politikasında siyasetin ağırlığını azaltıp magazin ve daha hafif konulara ağırlık vererek ve yaptığı yatırımlarla baskı kalitesini artırarak Türkiye'nin en yüksek tirajlı gazetelerinden biri olmayı sürdürdü.

Ancak, Simavi ailesi için işler 1980'li yılların sonuna doğru bozulmaya ve satışa giden süreç de başladı.

Nisan 1988'de Özal hükümeti, kağıt fiyatlarına büyük bir zam yaptı.

Bundan 2 gün sonra da Erol Simavi, Hürriyet gazetesinin sürmanşetinde "Sayın Başbakan" başlıklı bir mektup yayınladı.

Simavi, bu mektupta Özal'ın kısa bir zaman önce geçirdiği kalp ameliyatında bir süre kalbinin durmasının karakterini değiştirdiğini öne sürerken, ordunun da göreve el koyması gerektiği iması yaptı.

Bu mektuptan 2 ay sonra da Özal'a suikast girişiminde bulunuldu. Özal'ın kardeşi Korkut Özal ve oğlu Ahmet Özal, seneler sonra suikast girişiminden Erol Simavi'yi sorumlu tuttu.

Simavi ailesinin medyadan çıkışında bir başka suikastın da önemli rol oynadığı öne sürülüyor.

Eski Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç'in 1990 yılında uğradığı silahlı saldırı sonucunda hayatını kaybetmesi, Simavi'yi derinden etkileyen olaylardan biri olarak gösteriliyor.

Ayrıca o dönem esas hedefin Emeç değil, Simavi olduğuna dair de bazı iddialar ortaya atıldı.

Bunun yanı sıra hem Erol hem de Haldun Simavi'nin oğullarını kaybetmesi ve hayatta kalan çocuklarını işlerle fazla ilgilenmemekle suçlamaları da grubun geleceğine dair "veliaht" sorusunu gündeme getirerek grubun geleceğine dair belirsizliği artıran nedenler olarak gösteriliyor.

Erol Simavi, 1980'lerin sonu ve 1990'ların başında doğru Asil Nadir, İngiltere vatandaşı iş adamı Robert Maxwell ve hatta Uzan ailesi ile Hürriyet'in satışı için masaya oturdu ancak bu girişimler tamamlanamadı.

"Babıâli Tanrıları - Simavi Ailesi" adlı kitaba imza atan gazeteci-yazar İrem Barutçu, Aksiyon dergisine verdiği mülakatta, Hürriyet'in satışını ve Simavilerin medyadan çıkışını şöyle aktardı:

"Erol Simavi de satıp gitme fikrine yaklaşmıştır. Yazılı basına pahalı teknoloji girmeye başlamıştır. Enflasyon yüksektir, sürekli sermaye artırımı gerekir, promosyonlar rekabeti artırmıştır.

"Oğlunun işe sarılmadığını düşünmektedir. Medya savaşları patlamış ve ailesine dahi dil uzatılır olmuştur. Hürriyet'in borcu vardır, borçtan korkar.

"Asil Nadir ve Maxwell'den sonra Uzan ailesiyle konuşulur; anlaşma noktasına gelinir, son anda vazgeçilir. Bu arada gazeteye ortak alma fikri gündeme gelir. Bu ortak aynı zamanda banka ve televizyon sahibi de olan Erol Aksoy'dur.

"Hürriyet'in yüzde 25'i, 1993 Haziran'ında 16 milyon dolara Aksoy'a satılır. Ama Erol Aksoy, Hürriyet'te, sahip olduğu yüzde 25'in ona bahşedeceği güçten çok daha fazlasını kullanmaktadır. Hürriyet çalışanlarını şaşırtan bir durumdur bu. Anlaşılır ki Aksoy önce yüzde 25'i, sonra kalan hisseyi alacaktır.

"Ancak işini dış borçla götüren Aksoy için işler yolunda gitmez. 94 krizi ve devalüasyon onu batma noktasına getirir. Simavi ailesi "Hürriyet'i satın al!" dediğinde, 'Alamayacağım!' der. Bunun üzerine Simavi ailesi, Aksoy'a sattıkları hisseleri geri almak ister. Aksoy'un buna da yanıtı olumsuzdur.

"Ve 29 Haziran 1994'te Aydın Doğan'ın Hürriyet'e ortak olduğu açıklanır." Erol Simavi, Hürriyet'i sattıktan sonra yurt dışına yerleşti ve 2015 yılında Monaco'da yaşamını yitirdi.

5) Sabah ile ATV:

Aileden gazeteci olan Dinç Bilgin, basın camiasına İzmir'de yayın yapan Yeni Asır ile adım attı.

Bilgin, daha sonra İstanbul'a taşındı ve Sabah isminin haklarını satın alarak, 1985 yılında günlük gazete çıkarmaya başladı. Önce Erol Simavi, daha sonra da medyaya yatırım yapan Asil Nadir ile birlikte 1980'li yılların en önemli medya patronları arasında yer aldı.

Bilgin, 1990'lı yıllara gelindiğinde basının medyalaşma ve Babıali'den İkitelli'deki şık plazalara taşınma sürecinde önemli rol oynadı. Yine aynı dönemde bir de televizyon kanalı kuruldu. 1992 yılında Satel adıyla yayın yapan kanal, 1993'te ismini ATV olarak değiştirdi.

ATV, yayınladığı diziler ve Ali Kırca'nın sunduğu Siyaset Meydanı ile yüksek reyting alan kanallardan birine dönüştü. Sabah da benzer şekilde bu dönemde Türkiye'nin en çok satan gazeteleri arasına girerken, özellikle Hürriyet ile promosyon savaşlarına başladı. İki medya grubu, 1980'li yıllarda siyaseten genellikle ortak hareket etmelerine karşın 1990'lı yıllarda farklı liderleri ve partileri destekledi.

Bilgin, yine bu dönemde medya patronlarının başka alanlara yatırım yapma furyasına katıldı ve Etibank'a ortak oldu.

Bilgin, 2013 yılındaki bir mülakatında en büyük hatalarını "Etibank'ı satın almak ve gazete patronluğundaki özensizlik" olarak sıraladı.

Bilgin, Türkiye'de 2000 yılında sonunda ekonomik krizin izlerinin iyice belirmesiyle birlikte, Etibank'ın yarattığı finansal sıkıntıları aşmak için Sabah ve ATV’yi de bünyesinde barındıran yayın grubunun yüzde 50'sini Turgay Ciner'e sattı.

Bundan bir hafta sonra da Etibank'a TMSF el konuldu. Bunun üzerine Bilgin, kendi deyimiyle "ceketini alıp çıkarak", yayın grubunu Mehmet Emin Karamehmet, Murat Vargı ve Turgay Ciner'e devretti. Birkaç yıl sonra ise geri döndü.

Bilgin, 10,5 ay hapis yattıktan sonra 2002'de tüm yayın grubunu Ciner'e kiraladı. Etibank'ın borcunun tasfiyesi için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) ile yaptığı protokol gereğince 2003 yılında grupla hiçbir ilişiği kalmadı.

Dergi, televizyon ve gazeteyi içinde barındıran medya grubunun tamamının hisseleri 2005 yılında Ciner'e geçti. Ancak Ciner ile Doğan arasında gizli bir protokolün bulunduğu gerekçesiyle 2007 yılında bu medya grubuna TMSF tarafından el konuldu.

Düzenlenen ihale ile aynı yıl 1,1 milyar dolara Çalık Grubu'na satıldı. Sonra,  2013 yılında Sabah ile ATV’yi Kalyoncu grubuna sattı.

6) Doğan Medya'nın satışı: Bir dönemin sonu

1979 yılında Milliyet gazetesini alarak basına giren Aydın Doğan, daha sonra Hürriyet ve Vatan'ı satın alarak ve Kanal D, CNNTürk ile Teve2 gibi televizyonları kurarak büyüdüğü medyadan bu ay içerisinde tamamen çıktı.

Doğan, önce Vatan ile Milliyet'i sattığı Demirören Grubu'na daha sonra aralarında Hürriyet ve Kanal D'nin olduğu medya şirketlerini de sattı.

Satış sözleşmesi 6 Nisan'da yapıldı ve Pazartesi günü de devir-teslim törenleri düzenlendi. Birçok kişi bu süreci medyada bir dönemin sonu olarak nitelendiriyor.

Yapılan açıklamada, Hürriyet'in 155 milyon dolara, Doğan Haber Ajansı'nın 5 milyon dolara ve televizyon kanallarını da 600 milyon dolara satıldığı belirtildi.

Böylece Aydın Doğan, Doğan Medya Grubu'nun çok büyük bir kısmını toplam 916 milyon dolar nakit ve peşin para karşılığında Demirören Grubu'na devretti.

Aydın Doğan, haberin ilk duyulmasının ardından T24 haber sitesine yaptığı açıklamada, bu sektörden çok çektiğini ve 40 yıldır tek kuşak olarak medya şirketi yönettiğini söyledi.

Doğan, Cuma günü de çalışanlarına yaptığı veda konuşmasında, "40 yılda dalgalarla boğuştum, gemiyi batırmamak için çok çile çektim. Gemiyi limana salimen getirmek için uğraştım ve gemi, Türk basınının amiral gemisi olarak salimen limana ulaşmıştı... Yoruldum. Gönlümüzle, kendi rızamızla, hiçbir baskı altında kalmadan sizlerden ayrılıyorum" dedi.

Uzun yıllar Doğan Grubu'nda da çalışan gazeteci Ayşenur Arslan ise Aydın Doğan'ın 28 Şubat süreciyle ilgili açılan davada hapse gireceği tehdidi nedeniyle satışa zorlandığını ve grubun "ucuza gittiğini" öne sürdü.

SOSYAL MEDYA

Sosyal medya, Türkiye açısından sadece bir paylaşım alanı değil. Son yıllarda basına ve ana akım medyaya duyulan güvensizlikle birlikte sosyal medya, alternatif haber alma kanallarından biri olarak görülmeye başlandı

Sosyal medya kullanımının her geçen gün arttığı ve toplumun çeşitli kesimlerine yayıldığı bir dönemden geçiyoruz. Türkiye’de 59.6 milyon internet kullanıcısının 52 milyonu aktif sosyal medya kullanıcısı. Türkiye’de en fazla kullanıcısı olan sosyal medya platformu 43 milyon aktif kullanıcı sayısı ile Facebook olurken, Instagram’ın 38 milyon kullanıcısı olduğu belirtildi. Twitter’ın ise Türkiye’de 9 milyon aktif kullanıcısı bulunuyor.

Bu veriler göz önüne alındığında sosyal medyanın Türkiye açısından önemi bir kere daha ortaya çıkıyor. Ünlü markalar reklam bütçelerinin önemli bir bölümünü sosyal medyaya ayırırken, siyasi partilerin kampanyalarını sosyal medya üzerinden başlattığı bir dönemden geçiyoruz.

Murdoch Fox’u abd DEVİ Disney’e sattı.

DÜNYA MEDYA DEVİ FOX-MURDOCH İMPARATORLUĞU 

FOX Haber, Robert Murdoch isimli Avustralyalı bir 'Medya İmparatoru'nun küresel yayılımında sadece ufak bir enstrümandı.Murdoch’un babası Çanakkale’ye İngilizlerin sürdüğü boşu boşuna ölen Avustralyalı gençlere ilk dikkati çeken gazeteciydi..Baba erken vefat edince, gazete de oğul Robert’e kaldı.

Genç Murdoch taktikleri çabucak öğrendi. Popülist ve milliyetçi politikaları destekle. Bu platforma ait adayı koltuğa oturt. Adamın iktidara  gelince de "ödeme zamanı geldi..."diyerek kapısını çal.

Murdoch son 50 yılda tüm Avustralya Başbakanlarının seçimlerinde etkili oldu. Yetmedi akıllı bir finans modeliyle dünyaya açıldı.

Önce İngiltere Murdoch İngiltere’nin meşhur Bulvar gazetesi (Tabloid) The Sun’ı satın alır. Demokrat solun hakim olduğu ülkede Margaret Thatcher’i destekler ve tüm beklentilerin aksine Thatcher Başbakan olur. Thatcher, hem de kanunlara aykırı olmasına rağmen Murdoch’un Sky TV’yi kurmasına göz yumar.

Sonra Amerika, Murdoch, ABD’nin en tanınmış Bulvar gazetesi The New York Post’u satın alır ve Ronald Reagan’ı destekler. Murdoch, Reagan’dan sonra da hep sağcı başkanları destekler. Hıristiyanlık, ulusalcılık, anti-komünizm, anti-sol ve duygusal popülizmi öne çıkarır.

Yıllar sonra sağcı başkanlardan George W. Bush’un konuşmalarını yazan şahıs şöyle bir itirafta bulunur: "Biz sanıyorduk ki FOX bize çalışıyor. Şimdi farkındayım aslında biz FOX’a çalışıyormuşuz."

2015’te Trump’ın kızı İvanka, Murdoch’un oğlunu arar ve baba-oğul, baba-kız bir öğlen yemeği ayarlar. Trump o yemekte başkanlığa aday olmak istediğini açıklar. Murdoch da başını çorbasından kaldırmadan "yumruk yemeye hazır mısın?" diye sorar.

O günlerde FOX aşırı dinci Ted Cruz’u desteklemektedir. Kaldı ki Murdoch ve çevresi, Trump’ın bir 'moron' olduğunu düşünmektedir.

Kampanya sürecinde rüzgâr değişince FOX Trump’ı desteklemeye başlar; çünkü Trump’ın halk içindeki çekirdek destek grubu sağcı FOX TV’yi izlemektedir ve reyting ibresi Trump’dan yanadır.

Diğer taraftan, Obama’nın Başkanlık görevinin sona ermesinin ardından yaptığı bir konuşmada; "FOX Haberi seyreden kendini başka bir Amerika’da sanır" yorumu da dikkat çekicidir. FOX 2020 SEÇİMLERİNDE DE  Trump’ı desteklemeye hazırlanmaktadır.

AVUSTRALYA

Fox’un Ana teması yabancı düşmanlığı ve anti İslam’dır.

Avustralya’da en büyük kanal Murdoch’un Sky TV kanalıdır. Bu kanal sürekli göçmenler aleyhine ve Müslümanlık karşıtı yayın yapmaktadır.Öyle ki yayınlar ırkçılık söyleminin sınırına dayanmış vaziyette...

Zelanda’da 50 Müslümanı katleden psikopat Avustralyalı da bu kanalın tam bir müdavimi ve müptelası çıktı. Murdoch’un Avustralya'daki yayınlarında katliam sonrası herhangi bir duygudaşlık, pişmanlık ve acıma görmeyen birçok Müslüman Murdoch çalışanı protesto olarak istifa etti.

TÜRKİYE

Siyasi gruplardan birinin pusulası: FOX TV. Sosyal Medyada sunucuları bazı insanların gözünde kahraman. FOX TV'nin Türkiye’deki değerli oyuncuları belki küresel oyunun ve Murdoch İmparatorluğu felsefesinin farkında mı acaba?Onların patronlarının patronu Trump’a "Geri zekalının teki" diyen ABD CEO’su rüzgar değişince bir anda kellesi alınanlar arasına katılmıştı.

Murdoch yaşlandı, oğlunun yatında düştü, sakatlandı . Disney, Fox’u Resmen Satın Aldı(20 Mart 2019).Anlaşma kapsamında İngiltere, Avrupa ve Asya’daki Sky ve Star uydu yayınlarının yanı sıra, FX ve National Geographic kablo kanalları, Twentieth Century Fox, Fox Searchlight Pictures, Fox 2000 Pictures, ABD’deki 22 bölgesel spor kanalı ve Fox grubunun dijital yayın platformu Hulu’daki hisseleri Disney’in bünyesine katıldı.

Peki,Murdoch nerede? Derin Dünya Devleti’nin pilotu olarak halen görevde… Türk Fox’un mesajına bakma, izleyici olarak mesajın arkasındaki patrona bakmakta yarar var.Murdoch veya Disney fark etmez.Nitekim onlar, derin dünya devleti’nin adamları .İşleri,Müslüman toprakları parsellemek,petrole,gaza el koymak,paralarıyla sömürge imparatorluklarını devam ettirmek…

KONDA ARAŞTIRMA MEDYA ANALİZ RAPORUNDAN BAZI BÖLÜMLER

TELEVİZYONLA DEĞİŞEN ALGILAR

2008 ve 2018 yılında yapılan her iki araştırmada da aynı biçimde sorulan yeni teknolojilerin kişisel hayatlara olumlu bir katkısı olup olmadığına ait bulgular on yılda büyük bir değişim göstermemiştir. 2008 yılında yeni teknolojilerin hayatlarına olumlu bir katkı getirdiğini

söyleyenlerin oranı yüzde 73,4 iken, nötr kalanların oranı yüzde 20’dir. 2018 yılına gelindiğinde olumlu görüş yüzde 73, nötr yaklaşım ise yüzde 17,4’tür.

Bu on yıllık sürecin içine denk düşen Ocak 2011 ve Nisan 2016 tarihlerinde seçmen eğilimlerini ölçen Barometre araştırmalarında internetin topluma zarar getirdiğini söyleyenlerin oranı 2011 yılında yüzde 41,8 iken çekimser kalanların oranı yüzde 29,2’dir. 2016 yılında internetin zarar verdiğini düşünenlerin oranı yüzde 38’e düşerken çekimser kalanların oranı ufak bir düşme ile yüzde 27,3 olmuştur. Bu görüşe katılmayanların yani internetin toplumsal yararına inananların oranı ise 2011’de yüzde 29, 2016 yılında yüzde 34,6’ya yükselmiştir.

2011-2016 yıllarında internetin toplumsal yararına olan inancın az da olsa artış göstermesi ve genel olarak teknolojiye olumlu bakışın on yıl boyunca değişmemesi yaşam içinde kullanılan cep telefonu, bilgisayar, ev aletlerinin artması ile paralellik göstermektedir. Bireylerin hayatı teknoloji yardımıyla kolaylaşmış, iletişim teknolojileri de büyük oranda günlük yaşamın parçası olmuştur. Ancak konu medya teknolojilerinin içeriklerine ve kullanım amaçlarına geldiğinde bu noktada endişe içeren bulgulara yansımaktadır.

Eğilimi internet üzerinden yapılan işlemlerin güvenli olmadığına olan inançla paralellik göstermektedir.

2018 Hayat Tarzları araştırmasında görüşülen kişilerin yarısından fazlası (yüzde 51,3) internette alışverişin güvenli olmadığını belirtmiştir. Çekimser kalan yüzde 31,3 iken online alışverişi güvenli bulanlar yüzde 17,4’tür. Bu verileri destekleyici anlamda online gıda alışverişinin azlığı ise dikkate çekicidir. Yüzde 85,8 asla gıda alışverişini internet üzerinden yapmazken internet bankacılığı için bu yanıtı verenler yüzde 60,6’dir. İnternet bankacılığının kullanımının görece olarak diğer alışveriş pratiklerinden daha yüksek olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Bilgiye ulaşmada internete ve sosyal medyaya olan güven oranları da 2018 araştırmasında çarpıcı veriler sunmaktadır. Yüzde 34,9 internetin bir bilgiye ihtiyaç duyulduğunda ilk bakılacak yer olmadığını belirtmektedir. Bir anlamda yer üç kişiden biri internetin içeriğine inanmamaktadır.

Çekimser kalanlar ise yüzde 16,6’dır. Soru direkt olarak sosyal medya bağlamında sorulmamış olsa da bu yanıtları sosyal medya mecrasına güvensizlik olarak da yorumlamamız mümkündür. Katılımcılardaki bu güvensizlik ve yeni medya teknolojilerini zararlı görme hali siyasi iklim ve söylemlere uygunluk göstermektedir.

 Sosyal medyanın siyasetçiler tarafından şeytanlaştırılması özellikle 2013 Gezi Park olaylarından sonra ivme kazanmış ve 2018 yılına kadar ahlaki ve dini bir tonla sunulmuştur.

İnternet ise haber alma bağlamında ilk sırada yer alsa da, dizi ve spor ve eğlence içerikleri toplamda internetin kullanma platformu olarak göze çarpmaktadır.

Yeni teknolojileri yaygın olarak kullanırken medya teknolojilerinin içeriklerine karşı endişeli hatta öfkeli kitleleri kuramsal olarak nasıl anlamlandırabiliriz? Bu bağlamda ahlaki panik (moral panic) kuramının açıklayıcı olduğu görülebilir. Ahlaki panik kavramı kişi, grup ya da durumların özellikle ana akım medya ve politik yetke tarafından toplumun ortak değer ve çıkarlarına tehdit olarak gösterilmesine işaret etmektedir (Cohen, 1972).

 Özellikle geleneksel medya bu ahlaki paniği yani endişeyi toplumun geneline nüfuz ettirmede başat bir rol üstlenmektedir. Baskın siyasal söylemdeki sosyal medya karşıtlığının on yıl boyunca farklı bağlamlarda vurgulandığı düşünüldüğünde toplumsal algı daha net görülecektir.

1 Sosyal medya bu kuram çerçevesinde düşmanlaştırılmakta ve toplumsal çürümenin, politik olarak ülkenin karışmasının sorumlusu olarak sunulmaktadır. Sistematik olarak bu mesajın tekrarlanması ve normalleştirilmesi internet ve sosyal medya algısını kaçınılmaz olarak olumsuza doğru yöneltmektedir. 2014, 2016 ve 2018 yıllarında sosyal medyanın toplumun “başbelası” olarak algılanma oranının artması da bu argümanı desteklemektedir.

Ne yazık ki denetimsiz ve alabildiğine serbest bir alan olan sosyal medya, son yıllarda bu operasyon- ların ana mecrası haline gelmiştir

Televizyon Haberlerine Güven

Dünyanın gelişmiş ülkelerinde de habere olan güvenin son yıllarda irtifa kaybettiğini ve sahte haber (“fake news”) ile mücadelenin hız kazandığını düşünürsek (Newman 2018: 17; Yanatma 2018: 21), Türkiye’de on yıl boyunca haber medyasına güvenin geldiği noktayı görmek önem taşımaktadır. 2018 bulgularında haber almak için en yüksek oranda (yüzde 72.3) televizyona güvenilmesi, internet haber sitelerine güvenin yüzde 14,7 ve sosyal medyanın yüzde 5,8’de kalması ülkede hâlâ ana akım haber mecralarının baskın olduğunu vurgulamaktadır.

2015 yılındaki bulguları ile kıyaslandığında haber kaynağı olarak televizyona olan güven yüzde 70,1’den yüzde 72,3’e artmış, gazeteye olan oran yüzde 10,5’tan yüzde 7,2’ye düşmüştür.

Hayat Tarzları araştırmasındaki bulgular bize medya tüketicilerinin haber kaynağı için hangi televizyon kanallarını tercih ettiklerini gösterirken diğer haber mecralarıyla ilişkilerini de sergilemektedir. Örneğin Kanal 7, A Haber, TRT ve ATV gibi iktidara yakın kanalları tüketenler haber kaynağı olarak sosyal medya ve internete başvurmamakta ve dünya algısını sadece bu kanalların haber ve bilgi akışıyla biçimlendirmektedir. Haberlerini televizyondan almayanların daha çeşitli bir mecra kullanımına başvurdukları da görünmektedir.

 Bu grafik bile toplumdaki medya tüketim pratiklerinin siyasal görüş bağlamında ne derece ayrıştığını ortaya koymaktadır.

KONDA’nın “hayat tarzı kümeleri” olarak araştırmalarda temel olarak aldığı üçlü toplumsal katman olan “modern, geleneksel muhafazakâr ve dindar muhafazakâr” ayrımı özellikle televizyon haber tüketiminde kendini göstermektedir. A Haber ve ATV ile FOX TV ve Halk TV izleyicilerindeki tercih kutuplaşması net olarak görünürken NTV ve CNN Türk’teki değişim ise çarpıcıdır. Bu kırılımların benzerini parti tercihlerinde de görmekteyiz.

Televizyon kanallarına güven ile bir bilgiye ihtiyaç duyulduğunda ilk bakılacak yerin internet olması halini birlikte ölçümlediğimizde siyasal kutuplaşmanın sağlamasını da yapmış olmaktayız. Bu durum bizi “yankı odası” kavramına yönlendirmektedir.

TRT, ATV ve A Haber izleyicileri: Ak Parti seçmenlerinin yüzde 20’si haberleri TRT’den, yüzde 20’si ATV’den ve yüzde 15’i de A Haber’den izlemektedir.

Toplumun farklı demografik kümelerinin aralarındaki ilişkiyi incelemenin bir yolu Çoklu Mütekabiliyet Analizi (Multiple Correspondence Analysis). Bu analiz varolan her değişkenin (demografik kümeler, yaş, eğitim vb.) diğer tüm değişkenlerle ilişkisine bakarak, aralarındaki ilişkinin yakınlık ve uzaklığına göre 2 boyutlu bir düzleme yerleştirilmesine olanak veriyor.

Toplumun topografik haritası

Tabii unutmamak gerekir ki tabloda yer alan konumlar kümelerin kesin ve sabit konumları değil,kümeyi oluşturan tüm bileşenlerin ağırlık merkezidir. Örnek olarak geliri 5001 TL veya üzeri olan tüm kişiler üniversite eğitimli, Modern ve inançlı kategorisinde değildir. Tüm değişkenlere bir arada bakıldığında yüksek gelirliler yüksek eğitimlilere, Modernlere veya daha düşük dindarlık seviyesindekilere toplumun diğer bileşenlerinden daha yakın durmaktadır.

Tüm bu demografik veriler ışığında aynı analize en çok izlediği, haberleri takip ettiği ve asla güvenmediği televizyon kanallarını ekleyerek aşağıdaki grafikte gösterildiği gibi toplumun hangi kesimlerinin hangi kanallara yakın durduğunu görebiliriz.

FOX TV, CNN Türk ve Halk TV’den haber izlemeyi tercih edenler TRT ve ATV haberlerine; TRT ve ATV izleyenler ise FOX, CNN Türk ve Halk TV haberlerine güvenmemektedir.

Kapalı bir Dünya Algısı ve Yankı Fanusları

Yankı Fanusu ya da Yankı Odası (Echo Chamber) kavramı özellikle sosyal medya çağının bir olgusu olsa da Türkiye’de haber alma sürecinde televizyonun baskın olması üzerinden yeniden tanımlanabilmektir. Yukarıda belirtildiği gibi araştırma bulguları ışığında sadece kendi dünya görüşünü, siyasal tercihini ve inandığı fikirleri destekleyen televizyon kanallarını izleyen medya tüketicileri görmekteyiz. Kısacası sadece kendi söylediğinin yankısını dinlemekten öteye geçemeyen, karşıt görüşten haberdar olmayan ve belki de olmak istemeyen kitlelerin yarattığı yankı odaları bunlar. Fikir çeşitliliğine karşı bu körleşme hali anlayış, empati ve karşı görüşü dinleyip makul ve sağduyulu bir sonuca varma noktasını imkansız kılmaktadır.

 Bu algısal yanılsama toplumda siyasal kutuplaşmaya yol açmakta, karşı tarafa karşı öfke ve husumet yaratmakta ve tek tip bir siyasal anlatıyı kabullenmeyi getirmektedir. Bu düşünsel model, farklı seçmen kitlelerinin izledikleri televizyon kanallarındaki keskin ayrımlaörtüşmektedir. İdeolojik yarılma, farklı hayat tarzları kümelerinin medya tüketiminde de kendini net bir biçimde ele vermektedir.

Televizyon haber tüketiminin yanısıra günlük yazılı basına olan güven yüzde 7,2’dir. Gazetelerin tirajının düşüklüğü ve gazetelere olan güvenin de iyice azaldığı diğer bulgularla da desteklenmektedir. Araştırma bulguları katılımcıların yüzde 73,9’unun gazete okumadığını göstermekte, okunan gazeteler ise toplumdaki ideolojik yarılma ve siyasal kutuplaşma ile paralellik göstermektedir. Sözcü (yüzde 4,5), Posta (yüzde 4,3) ve Sabah (yüzde 3,5) geri kalan yüzde 26,1’lik dilimde yerlerini almaktadır.

Benzer bir eğilim televizyon kanallarında da görülmektedir. FOX TV (yüzde 19,7), ATV (yüzde 14,6) ve TRT (yüzde 13,1) haber kaynağı olarak gösterilen televizyon kanallarıdır. Sadece yüzde 15,8 televizyon izlemediğini, yüzde 0,2 ise haberleri televizyondan almadığını iletmiştir.

2015 yılında yapılmış olan Hayat Tarzları araştırması bulgularında hangi televizyon kanallarına güvenildiği sorulduğunda benzer bulgulara rastlanmıştır. Sosyal medya güvenirlilik bağlamında az da olsa değer yitirmiştir (yüzde 6,7’den yüzde 5,8’e).

Medya kullanımı ve bilgiye ihtiyaç duyulan ilk mecranın internet olması eğitim düzeyiyle bağlantılıdır.Üniversite eğitimiyle birlikte televizyona güven düşmekte ve internet kullanımı artmaktadır.

Televizyon Toplumu Olma Halimiz ve Değişen Algılar

Son  verileri  göre de kitle iletişim araçlarının kullanımında dikkat çeken ilk temel nokta televizyonun halen hayatlarımızda baskın bir rol oynadığıdır.

Haber alma anlamında en çok güven duyulan mecra olmasının ötesinde kültürel bir iklim olarak da televizyonun evlerin hâlâ başköşesinde olduğu gerçeği Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) 2018 Televizyon İzleme Alışkanlıkları Araştırmasında da görülebilmektedir.

Söz konusu araştırmada günlük ortalama televizyon izleme süresi 3 saat 34 dakika olarak belirtilmekte, hafta sonu bu ortalama 3 saat 45 dakikaya çıkmaktadır. Bu araştırmaya katılanların yüzde 40,9’u televizyon izlerken yemek yediklerini belirtmişlerdir.

Radyo Televizyon Yayıncıları Meslek Birliği’nin (RATEM) hazırladığı Türkiye Radyo Televizyon Yayıncılığı Sektör Raporunda ise bu süreyi 5 saat 30 dakika olarak göstermektedir. TÜİK 2017 rakamları bu süreyi ortalama günde 6 saate kadar çıkarmaktadır. Farklı araştırmaların ortak noktası televizyonun hâlâ Türkiye’de hanelerde son derece etkili bir haber ve eğlence kaynağı olduğudur. Beklendiği üzere tüm bu çalışmalarda eğitim düzeyi yükseldikçe ve yaş ortalaması gençleştikçe bu süre düşmektedir.

Televizyonda farklı içerik tüketimi bağlamında kadın ve erkek izleyiciler arasında fark görülmektedir.

Haber tüketimi erkeklerde daha fazlayken, dizi izleme alışkanlığı kadınlar arasında daha yaygın görünmektedir.

Yetiştirme Kuramı Üzerinden Değişen Dünya Algımız

Yetiştirme kuramı (Cultivation Theory) ABD’de televizyonun en yoğun olarak tüketilmeye başlandığı yıllarda yani 1960’ların sonunda başlayan en özgün eleştirel kitle iletişim teorilerinden biridir.

George Gerbner ve ekibinin “Kültürel Göstergeler Projesi” (Cultural Indicators Project) adıyla yola çıktığı ve televizyon izlemenin toplumsal algıları nasıl yavaş yavaş biçimlendirdiği üzerine kuramsal bir çerçevedir. Argümanın temelinde televizyonun bir hikaye anlatıcısı olması yatar.

Artık çocuklarımız dünyayı televizyonun sarıp sarmaladığı bir ortama doğmakta ve dünyayı onun anlatılarıyla algılamakta ve biçimlendirmektedir. Televizyon artık oturma odalarının baş köşesindedir ve bize özellikle popüler kültür temsiliyetleriyle “reel” dünyayı nasıl anlamlandırmamız gerektiğini söylemektedir.

Gerbner ve arkadaşlarına göre televizyon, görece durağan ve ortak imgeleri insanların zihnine ekmektedir. En çok izlenilen zaman kuşağındaki (prime-time) diziler, televizyon izleyicileri tarafından uzun zaman süresince düzenli olarak takip edilmektedir. Kurgu anlatılara sahip olan bu televizyon programları bir “televizyon dünyası” (television world) yaratmaktadır

Biz buna haber programlarının anlatılarını da ekleyebiliriz. Televizyon dünyası, her ne kadar olguları temsiliyetler üzerinden sunduğunu iddia etse de “objektif gerçekliği” sunmaktan uzaktır. Bu kurama göre televizyon çoğunlukla egemen söylem ve baskın değerleri dayatmaktadır (Shanahan ve Morgan, 1999).

Yetiştirme Kuramı, az (günde ortalama 0-4 saat) ve çok (4 saat ve üstü) televizyon seyredenler arasındaki verilerin “farklılığında” ortaya çıkar. Çok seyredenler televizyonun “sembolik çevre”sine (symbolic environment) daha çok maruz kalmakta ve bu “sembolik çevre” giderek gerçek önceliklerin yerini almaktadır. Türkiye’deki televizyon izleme süreleri, Türkiye toplumunu rahatlıkla “çok seyredenler” (heavy viewer) sınıflandırmasına dahil etmektedir.

Dünya/yaşam anlamlandırmasında televizyonu çok seyredenler (heavy viewer) ile az seyredenler (light viewer) arasında ortaya çıkan “sistematik farklılıklar” dünyayı algılamada göze çarpmaktadır. Çok fazla televizyon izleyenler yaşama ilişkin bilgi, değer ve imgeleri televizyonda anlatılan hikâyelerdeki gibi içselleştirmekte ve norm kabul etmektedir.

Bu nedenle televizyon hem sosyalleşmenin biricik aracı hem de kitleselliği ortaya çıkarması nedeniyle kişilerin dünya algılarının homojenleşmesinin başat enstrümanıdır (Signorielli veMorgan, 1990: 123).

Dünyanın gerçekliğinden kopan izleyici, televizyondan yayılan kurgusallığı giderek bir gerçeklik olarak algılamaya başlar (Gerbner, 1996: 2). Kaldı ki, televizyondan yayılan bu kurgu hikayeler (fantezi/ler) gerçeklikten ayırt edilmesi imkansız biçimde sunulmaktadır.

İzleyici açısından “yetiştirme” gerçekleştikçe, dünyaya ilişkin kaygılar artar (“kötü dünya sendromu”). Bu süreç son derece yavaş, aşama aşama meydana gelir. Gerçekler, yerine göre eğilip bükülür, deforme edilir ya da flulaşır (Signorielli ve Morgan, 1990; 1996). Bu, televizyon izleyicisini basit bir etkileme değil, dönüştürme sürecidir (Morgan, Shanahan ve Signorielli, 2012: 2)

Yararlanılan farklı araştırmaların bulguları ve toplum olarak 10 yıllık medya serüvenimiz yetiştirme kuramı çerçevesinde irdelenmeye uygun görünmektedir. Türkiye’de algılar elbette ki ABD’den farklı biçimlerde değişip evrilmekte ve medya mecralarını tüketen gruplarda farklılık göstermektedir. Örneğin televizyon gerek popüler kültür anlatıları gerekse haber söyleminde yarattığı yankı odalarıyla bir iyimserlik yaratmaktadır. Sosyal medya tüketicileri bireysel yaşamlarına ve ülkenin geleceğine ilişkin çok daha karamsarken televizyon izleyicilerinde bunun tam aksi görülmektedir. Televizyon izleyenler için farklı endişeler söz konusu olmaktadır.

Örneğin özgürlüklerinin kısıtlanmasından değil “Türkiye’nin bölünmesinden”

daha fazla korktukları göze çarpmaktadır. Milliyetçi kaygılar sosyal medya ve internet kullanıcılarınkinden daha fazladır.

Kurgu metinlerde yani diziler gibi çok tüketilen popüler kültür anlatılarında “toplumsal sorunların ele alması” ve izleyicinin “kendi kültürünü yansıtıyor olması” önem kazanmaktadır. Bu dikkate değer bir bulgudur çünkü dizilerde gerçekliğe yakınlığın izleyici için önemli bir ölçüt olduğu

görülmekte ve zaman içinde gerçekliğe yakın “televizyon dünyası” algıların değişimini (cultivation differential) daha da hızlandırmaktadır. İzleyicinin televizyondaki dizilerde en fazla “hikaye”ye ve “verilen mesaja” önem vermesi de bu yetiştirme (cultivation) sürecinin önemini ortaya koymaktadır.

Televizyon izleme pratikleri de en az yaydığı içerik kadar yetiştirme kuramının bir parçasıdır.Televizyon ev mekanındaki yeri ve doldurduğu fiziksel alanla da toplumsal bir ortam yaratmaktadır. Televizyon bir araç olarak bir yaşama alanı oluşturmakta, arka planda bir ses yaratmakta ve kitleler için olmazsa olmaz bir mecraya dönüşmektedir. Bulgular bize özellikle dizi izlerken seyircilerin farklı ev işlerini de yaptıklarını göstermektedir.

SON 10 YILDA SOSYAL MEDYA KULLANIMI

Televizyon, toplumsal algıları biçimlendirip, ideolojik yarılmayı perçinlerken görsel ve yazılı haber medyasına olan güvensizlik son on yılda sosyal medyanın yükselişini de kaçınılmaz kılmaktadır. Sosyal medya kullanımına ilişkin veriler 2011 yılından itibaren en azından belirli bir kitlenin habercilikte farklı sesleri arayışına karşılık gelmeye başladığını görüyoruz.

Kullanıcı sayısından çok kamuoyunu biçimlendiren tartışmaların sosyal medyamecralarından çıkması da tesadüfi değildir. İfade özgürlüğü alanının kısıtlanmasıyla ana akım medya kuruluşlarında çalışması mümkün olmayan yetkin ve nitelikli gazetecilerin habercilik reflekslerini sosyal medyaya taşımaları da bu anlamda etkili olmuştur. Yalan ve gerçeğin, manipülasyon ve tanıklığın iç içe geçebildiği sosyal medya ortamının eleştirel analizi anlamlı olsa da Twitter, Instagram, YouTube, Facebook, WhatsApp’ın son dönem haber evreninde kalıcı birer akt&

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA