Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Bunalımdan İnsani Stratejiye: Jeopolitik Sistem Anlayışının Değişimi

 Bu yazı 06/02/2023 tarihinde yayınlanmıştır.

 *Doç.Dr. Güray ALPAR / SDE Başkanı

 

Bu hafta yayınlanan bir köşe yazısının; “dünyada hukuk, uluslararası sistem ve devletlerin güvenliği, toprak bütünlüğü ve retorik ile eğitilen bizler (İsmayılov, 4 Şubat 2023)” diye başladığını gördüğümde, mevcut uluslararası sistemin, anlatılan ve öğretilenlerden çok farklı işlediğini ve felsefi olarak küresel bir hesaplaşmanın çoğu zaman yetiştirilmiş seyircisi veya iştirakçisi olduğumuzu bir kez daha teyit etmiş olduk.

Bir önceki analizimizde zaten, mevcut uluslararası sistemin oluşturulmasındaki temel yanlışlar üzerinde durmuş ve sistemin sorunları çözme yetisinden uzak olması bir yana, her geçen gün yeni sorunlar yarattığını ortaya koymuş ve bu haliyle “sistemsel bir bunalımın” söz konusu olduğundan bahsetmiştik.

Günümüzde dünyasında, uluslararası alanda gerçekleşen olayların birkaçı dahi dikkatlice değerlendirildiğinde, sistemin zaten çözümden ziyade kriz yaratmaya daha yatkın olduğu açıkça görülür. Kendince büyük gözüken ve dünyaya hükmetme iddiası taşıyan devletlerin, terör örgütlerine sağladığı destekten başlayarak; çatışmalarda hiç olmadığı kadar sivil, kadın ve çocukların çoğunlukla hava bombardımanlarıyla öldürülmesi, göçmenlere ait botların denizlerde tüm dünyanın gözü önünde batırılması, savaşların bitmesi için çalışmalar yerine, çatışmaları uzatıcı yardımların yapılması ve bütün bunlara BM gibi sistemin baş unsurlarının sadece seyirci kalması neredeyse normalleşmiş duruma geldi. Böylesi bir ortamda BM ve onun başkanı başta olmak üzere uluslararası kuruluşların derhal harekete geçmesi çocukların bulunduğu botları batıranları, sivilleri uçaklarla bombalatanları, savaşları çıkarıp silah satanları, açlık çekilen bölgelerde çocukların ölmesine seyirci kalanları tespit ettirip adaletin önüne çıkarması beklenmez mi? Bunların gerçekleştirilmesi bir yana hala okullarda öğrencilere mevcut uluslararası sistemi ve buna ait teorileri öğretmeye devam ediyoruz. Öğrencilere sorulduğunda da en iyi bilinenin ve öğretilenin” teoriler” konusu olduğunu da görüyoruz. Medya, yayın organları hala sistemi savunan uzmanlarla dolu. Zaten yukarıda bahsedilen hususları sistemin “ulusal çıkar” terimi merceği altına soktuğunuzda da gayrı insani olarak kabul edilemez olaylar neredeyse haklı hale gelebiliyor. Ancak iş öyle bir safhaya ulaştı ki bu kabul edilemez durumun daha fazla devam etmesi artık mümkün gözükmüyor. Mevcut sistem dünyayı kendince gelişmiş, az gelişmiş gibi sınıflandırmalarla böldü. Şimdi ise sadece belli kıtalar ve belli ülkeler içinde değil, gelişmiş olarak sınıflandırılan ülkelerin kendi içinde de onarılamaz dengesizlikler yaratılmış durumda.

 

 

Böylesi bir tabloyu ve buna neden olan sistemi başarılı olarak nitelendirmek mümkün değil. Yaşanan bu bunalım, kurgusal yanlışların ve insanı sistemin içine katmayıp, belirli sayıda bir insan ya da ailenin refah ve mutluluğunu esas almanın bir sonucu. Bu yanlışta devam edildiği sürece de başka bir sonucun çıkması mümkün değil. 1929 yılında yaşanan buhranda insanların en azından kısa bir süre sonra eski durumlarına tekrar kavuşacakları inancı vardı. Şimdi böyle bir beklenti de mümkün gözükmüyor. Çözüm ise en başta, yeni kurguda insanın merkeze alınarak, kaynakların tüm insanlığın refahı esas alınarak daha adil dağılımı gibi görünüyor.

Sözde modern uluslararası sistem hakikatlerin inkârı üzerine kurulmuştu (Gue, 2005: 173). Küreselleşme kavramı ise “zaman ve mekân sıkışması” ile daralan bir dünya olarak algılanmıştı. Oysa daralan ve sıkışanın dünya olmadığı çok geçmeden anlaşılacaktı. Aslında sıkışan, dayatılan uluslararası sistemdi. Uluslararası sistemin hiçbir dönemde olmadığı kadar büyük bir sıkışma içerisine girdiği görülmektedir. Üstelik insanlar karşılaştıkları yeni durumlara uyum sağlamakta zorlandıklarında da dış etkilere daha hassas bir duruma gelmektedirler (Hoffler, 2007:4). Tedbir alınmadığı taktirde bu insanlık için büyük bir felakete dönüşebilir. Önceden görme olmadan özgürlük objesiz, değerler bilinci olmadan ise hareket, bilinçsiz kalmaktadır (Wein,2019:94). Bu haliyle sistem bir bunalımın içindedir. Sistemsel bunalımın, sistemin kendisi veya sistem içindeki birileri tarafından tespit edilmesi ve küçük düzeltmelerle tekrar eski haline getirilmesi de zor.

Soğuk Savaş Dönemi esnasında uygulanan caydırıcılık, tehdit, güç ve çıkarlar ilişkisine dayanan sistemin, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra da “sanki bir şey değişmemiş gibi” aynen uygulanmaya çalışılması, dünyanın her yerinde sıkıntılara neden olmuştur. Böylesi bencil bir ortamda, insani değerlerden uzaklaşılmış, bir takım azınlığın refahı uğruna çevre kirletilmiş, insanlık; açlığa, göçe, kan ve gözyaşına mahkûm edilerek küçük bir virüs salgını karşısında bile çaresiz bırakılmıştır.

Sistemde sadece 5 ülkeye veto yetkisi tanınmış. Zaten sorunların çoğu da bu 5 ülkeden kaynaklanıyor. Mutlak güçlülük yanılgısı, insanın sınırlarını zorlama çabasıdır. İnsan, mutlak güce ulaşmaya çalışırken diğer insanlarla olan bağını yitirir. Bugün dünyada gerçekleşen de budur. Afrika’da birçok sorunun arkasında Fransa’nın olduğu biliniyor. Libya’ya ilk saldırıları başlatan, Hafter güçlerini destekleyen de Fransa. ABD zaten soğuk savaş dönemi ertesinde; Afrika, Latin Amerika, Afganistan, Irak ve Suriye gibi alanlardaydı. Rusya, Gürcistan ve Ukrayna başta olmak üzere Sovyet coğrafyasında etkisini devam ettirmek istiyor. Ancak veto yetkisine sahip ülkeler arasında 2 milyara yaklaşan nüfusuyla Müslüman tek bir ülke bile yok. Afrika’yı, Latin Amerika’yı temsil eden de yok. Hatta 2023 yılında nüfusu Çin’i geçecek olan Hindistan’da burada yok. Uluslararası sistemde hegemonya kavramı, bu sistemin işleyişini belirleyen ve diğer uluslararası aktörlere denetim, baskı, ikna ve kontrol mekanizmalarını uygulayan güç anlamında kullanılıyor. Dünya değişiyor, zaman değişiyor, her şey değişiyor ancak bu değişim içinde hegemonya kavramı ve aktörleri hala kalmakta ısrar ediyor.

Medya’da yer alan bazı reklamlarda “harcama yaparken kazanmak” gibi gerçekte asla mümkün olmayacak bir özendirme görebiliyoruz. Tüketerek özgürleşme veya tükettiği sürece mutlu olma üzerine kurgulanmış sistemlerde insan, önce metaları, sonra çevresindekileri ve en son tüketecek bir şey bulamadığında kendisini tüketmeye başlıyor. Sistem, tüketimin kısıldığı ortamlarda doğal olarak krize giriyor, sosyal patlamalar yaşanıyor. Zorlukların aşılmasında; kendine güvenen, girişimci, aklını kullanan bir neslin yetiştirilmesi kadar bu özelliklerin sağlam değerlerle desteklenmesi de sağlıklı bir toplum oluşturulması açısından önemlidir. 

Sistemin kurguladığı kavramların yeniden gözden geçirilmesi zorunlu. Değer; neyin iyi, neyin kötü olduğuna dair inançlarımızdır (Bilgin, 2003:80). Oluşturulacak yeni sistemde değerleri de iyi belirlemek gerekiyor. Bu noktada ise üretilmiş suni stratejik kavramların da “İnsani Strateji (İnsanı işin içine katan strateji)” çerçevesinde tekrar oluşturulması da zorunlu gibi. İnsani strateji kavramı internetten araştırıldığında, ortada böyle bir terime pek rastlanılmıyor, çünkü bu halihazırdaki küçük bir azınlığın zenginliğini amaç edinen sistemin konusunun tamamen dışında.

Kurulan bu sistem iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırt etme özelliğini çoktan kaybetmiş, liberalleşme ve küreselleşme kavramı bir avuç azınlığı mutlu ederken, çoğunluğa herhangi bir katkı sağlamamıştı. Yardımlaşmak, dayanışma ve merhamet gibi değerlerin yok edildiği toplumlarda kişi; kalabalıklar arasında kendini kaybetmiş, dağılmış, yalnızlaştırılmış, bu kitlelerin elinde artık hiçbir şey kalmamıştır.

Mevcut sistemde sivil halk ile kadın ve çocukları; savaş, hastalık ve şiddet gibi tehditlerin etkisinden koruyacak yapılanma sağlam esaslara bağlanmamıştır. Bu mutlaka sağlanmalı, bunun yanında; biyolojik, kimyasal ve nükleer silahların devletler yanında terör örgütleri ve organize suç örgütleri tarafından kullanılmasına yönelik tedbirler alınmalı, tedbirler sınır aşan suçlarla birlikte, insanlığa karşı suçları da kapsamalıdır.

Birleşmiş Milletler (BM)’in 1994 yılında yayımladığı “İnsani Kalkınma Raporu”na göre insan güvenliği; “yaşatılan bir çocuk, yayılmayan bir hastalık, patlamayan etnik bir gerilim, ezilmemiş bir insan ruhu” olarak tanımlanmıştı. Liberal Güvenlik Anlayışı ise liberalizmin yaygınlaşmasıyla beraber karşılıklı bağımlılık artacağından çatışmaların da azalacağını taahhüt ediyordu. Ne yazık ki mevcut güvenlik sistemleri bunları gerçekleştirmenin çok uzağında kaldı. Oysa insani bir güvenlik mimarisi oluşturulabilseydi, bugün dünyamız daha farklı bir durumda olabilir ve iş birliği içerisinde; çevre ve sağlık sorunları yanında sınır aşan uluslararası suç örgütleri, göç, fakirlik gibi sorunlarla da mücadele ederek daha etkin bir güvenlik sağlanabilirdi. Bu anlamda en azından krizlere ve sorunlara neden olan bazı değerlerin, insanı merkeze koyan ve derinliği olan daha sağlam ve adaletli değerlerle değiştirilmesi ve bunun içselleştirilmesi yararlı olacaktır.

 

Kaynakça:

Alpar, Güray. (31 Ocak 2023). “Günümüz Dünyasında Yaşanan Sistemsel Bunalımın Analizi”, www.sde.org.tr

Bilgin, Nuri. (2003). Sosyal Psikoloji Sözlüğü: Kavramlar Yaklaşımlar, Bağlam Yayınları, İstanbul.

Birleşmiş Milletler (BM, (1994). “İnsani Kalkınma Raporu”.

Gue, Rene. (2005). Modern Dünyanın Bunalımı, Çev. Mahmut Kanık, Ankara: Hece Yayınları.

Hoffman, Stanley. (2002). Küreselleşmeler Çatışması, Foreign Affairs, Cilt 81, No:4.

İsmayılov, Nuriyeva Sevil. 4 Şubat 2023. İran’ın Fişi mi Çekiliyor? www.star.com.tr.

Wein, Herman. (2019). Felsefi Antropoloji, Çev. İsmail Tunalı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.