Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Çoklu Güç Sistemine Doğru

*  Murat Bayar

Birleşmiş Milletler (B.M.) Genel Sekreteri António Guterres The Atlantic dergisine verdiği ve 13 Eylül’de yayımlanan röportajında, dünyanın parçalara ayrıldığını ve Soğuk Savaş’ın bitiminde oluşan A.B.D. öncülüğündeki tek kutuplu dünyadan yeni güçlerin tanımlanacağı bir dünyaya doğru gidildiğini öne sürmüştür. Aynı günlerde, B.M. Güney-Güney İşbirliği Günü, Buenos Aires Hareket Planı’nın (BAPA) kabulünün 40. yıldönümünde kutlanmıştır. 

Arjantin’in başkentinde 138 ülkeden delegelerin katılımıyla 12 Eylül 1978’de kabul edilen BAPA, gelişmekte olan ülkeler (‘Küresel Güney’) arasında teknik işbirliğini artırmayı amaçlamaktaydı. 1955 Bandung konferansı, Soğuk Savaş dönemi Bağlantısızlar Hareketi’nin ortaya çıktığı 1961 Belgrad Konferansı ve 1964 Cenevre (Birleşmiş Milletler) Konferansı, Güney-Güney işbirliğinin kurumsallaşmasında önemli kilometre taşları olmuştur. Bu sürecin sonucunda kurulan G77, uluslararası platformlarda gelişmekte olan ülkelerin ortak menfaatlerini koruma misyonuna sahiptir. BRICS (Rusya hariç) ülkelerinin öne çıktığı G77’ye Latin Amerika, Afrika ve Ortadoğu’nun yanı sıra Güney ve Doğu Asya’dan 134 gelişmekte olan ülke üyedir (OECD üyesi Türkiye G77’ye katılmamıştır). 2005-2015 döneminde Çin ile başlayarak Brezilya, Rusya ve Hindistan’ın gayrısafi milli hasıla bakımından 2 trilyon doları aşan ekonomik büyüklüklere ulaşmaları ve özellikle Çin’in Afrika’nın bir numaralı ihracat ortağı haline gelmesi, B.M. Genel Sekreteri Guterres’in yukarıda yer verilen görüşünü destekler niteliktedir. 

Çin’in dış yardım, kredi ve yatırımda özellikle Afrika kıtasında artan mevcudiyeti pek çok analize konu olmakta birlikte, BRICS’in diğer unsurlarından Brezilya ve Hindistan genellikle gölgede kalmaktadır. Nitekim, 2014 yılı itibariyle Çin’in sadece Afrika’ya ayırdığı dış yardım ve borç yapılandırması bütçesiyle (32 milyar dolar) karşılaştırdığında mütevazi bir kaynağa sahip olan Brezilya (yaklaşık 1 milyar dolar), bu tutarın yarıya yakınını da Latin Amerika için kullanmaktadır. Bununla birlikte, Angola, Mozambik ve bazı Afrika ada devletleriyle dil birliğine sahip olan Brezilya, 1986 yılından başlayarak kıtayla ilişkilerini geliştirmektedir. Enerji altyapısına odaklanan Çin’in aksine bu ülke tarım, sağlık, kapasite geliştirme ve insani yardım alanlarında varlığını artırmaktadır. Ayrıca, literatürde çok yer verilmemekle birlikte, Brezilya uluslararası alanda etkin hemen hiçbir Kuzey (örneğin, A.B.D., Fransa) ve Güney (Çin, Türkiye) donöründe bulunmayan bir avantaja sahiptir: yardım yaptığı Afrika ülkeleriyle aynı enlemde olması ve benzer tropik koşullara sahip olması nedeniyle, gelişmekte olan bir ülke olarak aktarabileceği kendi deneyimlerinin yüksek düzeyde uygulanabilirlik potansiyeli bulunmakta, bu da özellikle tarım alanındaki projelerin başarı şansını artırmaktadır. Ancak, Mozambik’teki ProSavana projesinde yaşandığı üzere, bu ülkenin yardım faaliyetleri eleştiriden muaf değildir ve yerli halkların hassasiyetlerini göz ardı etmemek gerekmektedir.

Yukarıda adı geçen Güneyli donörlerin istisnasız hepsinin Afrika ile ilişkilerini geliştirirken vurguladıkları ve sömürgeci devletler ile kendilerini ayırdıkları bir tarihsel anlatıları bulunmaktadır. Örneğin Çin, Doğu Afrika ile 15. yüzyıla kadar süren ticari ilişkilerindeki kazan-kazan ilkesini, Brezilya ise eski Portekiz sömürgesi olmalarından kaynaklanan ortak geçmişlerini ve dil birliğini öne çıkarmaktadır. Bu bağlamda Hindistan bir istisna değildir: Muson rüzgarları (Çin ve Arap yarımadası için olduğu üzere) Doğu Afrika ile Hint yarımadası arasındaki tarihi ticaret yollarını kolaylaştırmıştır.  Ancak, esas bağlantı diaspora yoluyla kurulmuştur. Kendisinin de İngiliz sömürgesi olduğu 19. yüzyılda yüzbinlerce Hintli zorunlu işçilik adı altında Afrika’ya getirilmiş ve demiryolu inşaatı gibi zorlu projelerde çalıştırılmıştır. Sonradan İngilizlere karşı direniş hareketini başlatacak olan Mahatma Gandhi’nin avukat ve aktivist olarak Güney Afrika’da geçirdiği uzun yıllar sömürgeciliğe karşı fikirlerinin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Bugün sayıları milyonlarla ölçülen Hint kökenli Afrikalılar bu anlamda iki kıta arasında organik bir bağ oluşturmaktadır. Bu yılın Temmuz ayında Güney Afrika Cumhuriyeti’nde gerçekleşen BRICS zirvesi öncesi ziyaret ettiği Ruanda ve Uganda’ya 400 milyon dolarlık yeni kredi destek paketi sözü veren Hindistan Başbakanı Narendra Modi, Afrika’da 18 yeni büyükelçilik açmayı planladıklarını da duyurmuştur.   

Başka bir SD Analiz yazısında (Dr. Öğr. Üyesi Merve Karacaer Ulusoy, 29 Temmuz 2018) daha geniş ele alındığı üzere, BRICS’in 100 milyar dolar öz sermayeli yeni kalkınma bankası IMF ve Dünya Bankası’na alternatif olarak takdim edilirken ticarette dolar yerine yerel para birimlerinin kullanılması Avrupa Birliği dahil dünyanın hemen her bölgesinde yoğun olarak tartışılmaktadır (bakınız, Avrupa Birliği Komisyonu Jean-Claude Juncker’in 13 Eylül 2018 tarihli “Avrupa’nın [enerji] faturasını dolarla ödemesi saçmalık” açıklamaları). Bütüncül olarak ele alındığında, Küresel Güneyin dünya ekonomisinde artan payının dış yardımdan askeri harcamalara ve uluslararası kuruluşlarda etkinliğe kadar birçok alana yayılan etkileri, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla girilen tek kutuplu dünyadan çoklu güç sistemine doğru gidişin emareleri olarak kabul edilebilir (çoklu sistemdeki güçler, A.B.D.-Sovyetler Birliği’nin aksine ‘kutupsal’ anlamda birbirlerine zıt veya karşıt olmayabilirler, o yüzden ‘çok kutuplu dünya’ tabirini kullanmıyorum). Bu süreçte, B.M. Genel Sekreteri Guterres’in de ifade ettiği üzere, yeni güçlerin hangi (ekonomik, askeri, kültürel …) parametreler üzerinden kendilerini tanımlayacakları ve başkaları tarafından tanımlanacakları, çoklu sistemin 1. ve 2. Dünya Savaşları öncesindeki gibi yönetilmesi çok güç kaotik bir ortam mı doğuracağını, yoksa, örneğin B.M. daimi üye ülke sayısının artması suretiyle, uluslararası güvenliğin sağlanacağı, iklim değişikliğiyle mücadele ve nükleer savaş gibi küresel tehditlerin yönetilebileceği, ticaretin hem serbest, hem de görece adil bir şekilde sürdürüleceği bir düzen mi ortaya çıkaracağını belirleyebilecektir.