Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr
A.B.D.-Taliban Müzakerelerinin Geleceği
Murat Bayar
28 Kasım 2018 15:00
A-
A+

A.B.D. Genelkurmay Başkanı 17 Kasım 2018’de yaptığı açıklamada, “Taliban [Afganistan’daki savaşı] kaybetmiyor” ifadesini kullanmıştır. On yedi yılda binlerce asker-sivil zayiatına ve trilyon dolar harcamaya mâl olan işgalden sonra gelen itiraf niteliğindeki bu açıklama, taraflar arasında Ağustos ayında başlayan barış müzakereleriyle birlikte ele alındığında, Afganistan’ın geleceğinde Taliban’ın mutlak ve egemen bir unsur olarak kalacağına işaret etmektedir.   

Donald Trump’ın başkanlığının ilk yılında artırılan hava bombardımanlarına karşın Taliban, geçen ay Gazni şehrinde düzenlediği saldırıda görüldüğü üzere, geniş çaplı ve etkili karşılıklar verme kapasitesini korumaktadır. Taraflar arasında Ramazan Bayramı boyunca korunan ateşkes ülkede barış umudunun doğmasına yol açmakla birlikte, ateşkesin akabinde başlayan Taliban saldırıları, A.B.D.’nin hava bombardımanlarının yıldırma amacına ulaşamadığını göstermektedir. Bugüne kadar 2,400 Amerikan zayiatına yol açan Afganistan işgali, yirmi yıla yakın süren Vietnam Savaşı’ndan (1955-1975) sonra ülkenin en uzun savaşını ve o tarihten sonraki en yüksek kayıplarını oluşturmaktadır.  

Ekonomik ve siyasi sonuçları açısından bakıldığında, Vietnam Savaşı ile Afganistan (ve elbette, 2003 Irak) Savaşı arasında gözardı edilemeyecek benzerlikler bulunmaktadır. 2003 yılı parasal karşılığıyla 770 milyar dolara mâl olan Vietnam Savaşı’nın getirdiği ekonomik yük 1971 yılında Başkan Nixon’ı, A.B.D.’nin kurulmasına bizzat öncülük ettiği altın standardına dayalı Bretton Woods sisteminden çıkmaya yöneltmiştir. Ayrıca, Başkan Nixon Güney Kore gibi yakın müttefiklerini savunma konusunda daha fazla katkı sağlamaya zorlamıştır.

Günümüze gelindiğinde; Afganistan-Irak savaşları toplamda 2.5 trilyon dolara yaklaşan maliyetiyle 2008 Amerikan finansal krizine giden yolda ülkenin ekonomik şoklara karşı direncini zayıflatmıştır. Wall Street hükümet desteğiyle büyük ölçüde kurtulurken krizin vurduğu çalışan kesimler sistem karşıtı adayları önce Sol’dan (Barak Obama), sonra da Sağ’dan (Donald Trump) Beyaz Saray’a taşımıştır. Başkan Obama’nın aksine (örneğin, Guantanamo gözaltı kampının kapatılmaması), Başkan Trump seçim kampanyasında verdiği sözlerin takipçisi olmuştur. Bu bağlamda, yine A.B.D. liderliğinde kurulan dünya serbest ticaret rejiminin ilkelerini hiçe sayan Başkan Trump, başta Çin olmak üzere bir çok ülkeye yüksek gümrük vergileri uygulamaya başlamıştır. Savunma harcamaları konusunda da Başkan Trump Asya ve Avrupa’daki müttefiklerine kendi yüklerini sırtlamaları yönünde  baskı yapmaktadır. Hülasa, Vietnam ve Afganistan-Irak savaşları A.B.D.’yi kendi kurduğu küresel/bölgesel düzenleri sarsma, hatta yıkma noktasına sürüklemiştir.

Vietnam ve Afganistan savaşları arasındaki benzerlikler elbette ekonomik ve siyasi düzeyle sınırlı kalmamaktadır. Fransız sömürge döneminin anılarını tazeleyen Viet Kong yeni işgalciye karşı destek toplamış, Taliban ise Sovyet işgaline karşı verilen mücadeleyi diriltmiştir. Amerikan zayiatlarının kamuoyunda yarattığı tepkiler, A.B.D. destekli Diem/Karzai hükümetlerinin yolsuzlukluklarına karşı halkta doğan öfke, askeri-teknolojik üstünlüğü kısıtlayan dağlık coğrafya ve işgalci gücün “halkın kalbini ve zihnini kazanmaya” dönük başarısız propaganda çalışmaları diğer benzerlikler arasındadır. Her iki savaşta da yerel direniş kuvvetleri “kazanmak” değil “kaybetmemek” üzerine kurdukları strateji ile askeri süper gücü müzakere masasına oturmaya zorlamıştır. Doktora tezi “Amerikan Askeri Gücü ve Vietnam’dan Alınacak Dersler” başlığı taşıyan General Petraeus’un (sonradan CIA başkanlığı yapmıştır) Afganistan’daki Amerikan ve NATO güçlerinin başına getirilmesi ise kaçınılmazı geciktirmekten başka bir etki yapmamıştır. Nitekim, A.B.D. ombudsmanının Kasım ayı başında hazırladığı rapora göre, 2015 yılında ülkenin %72’sini kontrol eden Afgan hükümeti için bugün oran %56’ya inmiştir.  

A.B.D. ve Birleşik Krallık tarafından 2001 yılında Taliban yönetimindeki Afganistan’a karşı başlatılan ve en az 30,000 Afgan sivilin hayatına mâl olan işgal süreci, Ağustos ayındaki barış müzakereleriyle birlikte yeni bir evreye girmiştir. Afgan hükümetiyle görüşmeyi reddeden Taliban Katar’daki siyasi ofisi aracılığıyla A.B.D. yetkilileriyle doğrudan müzakereye başlamıştır. Söz konusu müzakereler, Amerikan ve Çinli yetkililerin katılımıyla 2015 yılında Afgan hükümeti ile Taliban arasında gerçekleşen başarısız görüşmelerden bu yana atılmış en belirgin diplomatik adım olarak nitelendirilebilir. 

A.B.D. ve Taliban arasındaki müzakere süreci tarafların taleplerini de netleştirmektedir. A.B.D. ülkede en az iki askeri üsse sahip olmayı talep ederken Taliban tek bir üsse dahi razı olmamaktadır. Taliban’ın sadece sembolik düzeyde Amerikan askerini Afgan güçlerini eğitmek amaçlı kabulü ise, kendilerinin katılacağı yeni bir hükümetin kurulması şartına bağlanmaktadır. Taliban açısından diğer bir önemli husus, işgal güçlerinin gölgesinde hazırlanan mevcut Afgan anayasası yerine İslam hukukunun şekillendireceği yeni bir yasal düzenleme yapılmasıdır. Esirlerin serbest bırakılması/değişimi de görüşülen konular arasındadır.

Sonuç olarak, halk nezdindeki meşruiyetini ve desteğini işgale topyekün karşı çıkmaya dayandıran Taliban’ın ülkede tek bir Amerikan üssüne dahi razı gelmeme yönündeki katı müzakere pozisyonu kendi içinde tutarlı görülmektedir. Dahası, Taliban Afganistan’ın tarihsel süreçte ortaya çıkmış yerel bir unsurudur ve işgalcileri kovmak için koyduğu bir zaman sınırı bulunmamaktadır. Öte yandan, Obama ve Trump yönetimleri döneminde zararı sineye çekerek Afganistan’dan çıkmak için çeşitli girişimlerde bulunan A.B.D.’nin bir 17 yıl daha ülkede askeri varlığını devam ettirmek için ne kaynağı, ne de siyasi veya halk iradesi görülmektedir. Ayrıca, Afgan hükümetinin görüşmelere açık olduğunu bildirmesine karşın Taliban’ın sadece A.B.D.’yi muhatap kabul etmesi ve A.B.D.’nin de ikili müzakereye razı olması, Taliban’ın ülkedeki tek meşru ulusal güç olduğu yönündeki söylemini güçlendirmiştir. Bütün bu denklemin farkında olan Afgan halkının önümüzdeki dönemde kimin tarafında yer alacağını öngörmek zor değildir.

 

 

28.11.2018