Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr
SD DEĞERLENDİRME - Stratejik İletişim ve Milli Güvenlik Sineması
Prof. Dr. Sezer Akarcalı
01 Mart 2019 12:01
A-
A+

Prof. Dr. Sezer Akarcalı -  Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi

GİRİŞ

Günümüz post modern enformasyon çağında uluslararası ilişkiler alanındaki gelişmeler ve dünyadaki ekonomik ve politik ilişkiler giderek birbirine daha da bağımlı hale gelmekte,  güçler dengesi askeri ve ekonomik faktörlerle ilişkiler çok karmaşık bir noktaya taşınmaktadır. Bunun sonucunda ise devletlerin dış politika başlıklarından biri olarak uluslararası kamuoyu içinde diğer ülkelerin vatandaşlarını da hedefleyecek iletişim stratejileri oluşturmak çok özel bir yer tutmaktadır.

Bu stratejilerin belirli kuramlar ve akademik bir disiplin içinde gerçekleştirilmesi kuşkusuz alana büyük fayda sağlayacaktır.

Ancak Farklı dönem ve farklı kuramsal yaklaşımlara karşılık, Stratejik iletişim alanında yaygın, genel kabul görmüş ya da öznel ideolojik bir kuram henüz oluşturulmamıştır. Ancak yine de gerek modellerde gerekse düşünsel ve kavramsal tartışmalarda, iletişim alanına, mikro seviyeden, makro seviyeye doğru bir bakışla gelinmiş ve Stratejik iletişime farklı disiplinler açısından yaklaşılmaya başlanmıştır. 

a.Kavramlar, Tanımlar, Yaklaşımlar

Konuya teknolojik açıdan yaklaşan Manuel Castells’e göre, iletişim ağlar toplumu (network society) olarak tanımlanan yeni düzen üzerinde akmakta ve enformatik ağlar üzerinde eşzamanlı olarak karşılaşan kişiler, zamanın dönüştüğü ve mekânların değiştiği bu uzamda yer almaktadır. (Castells, 1996: s. 377).

Garnham, 1980-90’lı yılları, kültürel maddeciliğin uluslararası boyutta anlam kazanmaya başladığı dönem olarak tanımlayarak iletişimde dilsel ve kültürel çeviri sorunlarına karşı sembollerden oluşan bir dünya dilinin kullanılmaya başladığına vurgu yapar. (Garnham, 1997: s. 283).

Bu önemsenmesi gereken bir noktadır. Çünkü farklı kültürlere rağmen, kapitalist sistem dünya genelinde bir kamusal alan yaratmıştır. Bu kamusal alanın ayakta durması ise enformasyon toplama, değerlendirme ve iletişim sistemiyle sağlanmaktadır.

Garnham, medya sistemi sayesinde yaratılan evrensel etkiyi gözler önüne sererek “Eğer pazar güçleri küreselse, işe yarayacak her yanıtın da küresel olmak zorunda olduğunu söyler.

Barret ise 1970’li yıllardan itibaren yoğunlaştığı iletişim ekonomisi çalışmalarında “medya emperyalizmi” olgusunu öne çıkartır ve özellikle uluslararası iletişim kavramının arka planındaki piyasa kavramına dikkatimizi çeker” (Boyd-Barrett, 1997: s. 15).

Schiller ise uluslararası iletişim konusunun özüne girerek “kendi ideolojik alanı dışındaki ülkelerin zihinlerini yönlendirmek amacıyla ikna tekniklerinin ihracı” olarak anlamlandırır. Devamında ise Chomsky medyanın fonksiyonları arasında en önemlisi olarak propagandayı göstererek propagandaya önemle vurgu yapar.(Chomsky  Herman, 1998, s. 9)     

Mattelart, “Uuslararası iletişim gerek ekonomik gerekse kültürel alanda, toplumların farklı kesimlerini bir bütün olarak işgal edemez” diyerek kültürel üretimde ve çokuluslu şirketlerin egemenliği ve fonksiyonlarını tartışmaya açar. (Mattelart. A. 1998. s.41-47)  Bu ise stratejik iletişim hedef kitle planlamasında dikkate alınması gören önemli bir saptamadır.

Geldiğimiz noktada Stratejik iletişim teknoloji ve iletişim boyutunun belirleyici olduğu bir faaliyettir. Uluslararası iletişimle boyutlanan stratejik iletişim teknoloji ekseninde (donanım/yazılım) gelişirken, iletişim ekseninde (üretim/dağıtım) hızlı bir dönüşüm yaşanmaktadır.

Bu yaklaşımlar üzerine tartışmalar sürerken yeni bir kavram gündeme gelmiş ve ilk kez 1965 yılında, Amerika Birleşik Devletleri’nde, uluslararası kültürel propaganda ve basın faaliyetlerini tanımlamak için kullanılmıştır. ((Yagmurlu, Aslı .2007. s. 41). Bu kavramn adı “kamu diplomasisidir”.

Manheim(1990: s. 3-4) kamu diplomasisini, “devletlerin uluslararası kamuoyunu veya seçkinlerinin düşüncelerini ülkenin çıkarları doğrultusunda etkileme çabaları” olarak açıklar.

Kamu diplomasisinin yurt dışındaki hedef kitlenin ‘duygu ve düşüncelerinde’ değişim yaratmak için yapılan kamusal iletişim noktasına evrilmesi  ise içine sinemayı da alan uluslar arası iletişimle yeniden buluşmasını sağlar.

Buradan hareketle Snow (2009: s. 6-8) i “geleneksel olarak kamu diplomasisi, devletlerin küresel kamuyla konuşmasıdır ve ulusal amaç ve dış politikayla ilgili destek sağlamak için bilgilendirme, etkileme ve ilgi çekmeye yönelik faaliyetleri içerir” şeklinde bir tanım getirince ABD bu kavramı özellikle kullanmaya başlamıştır. Çünkü kendi uygulamalarını, propaganda ve psikolojik savaş olarak adlandırmak istememektedir.

Bu açıdan bakarsak stratejik yayınların ve sinemanın da içinde yer aldığı kamu diplomasisi öncelikle hedeflenen ülkenin kamuoyunu etkilemeye çalışmaktadır. Sonrasında ise onların da kendi ülkelerinin iç ve dış siyasetle ilgili karar alma süreçlerinde baskı yaratmasını beklemektedir.

İki kutuplu dünyanın sona ermesiyle, kamu diplomasisinin temel hedef ve amaçlarında bir süre duraklama yaşansa da, 11 Eylül 2001 terör saldırısı kavramın yeniden tartışılmasına yol açmıştır.

Kıta Avrupa’sında ise başka bir tetikleyici durum söz konusudur.

1989 itibariyle, Sovyet bloğun parçası olan 8 ülkeden 29 yeni ülke ortaya çıkmıştır ve bu ülkelerin dünya kamuoyuna söyleyecekleri sözler vardır.

Tüm bu gelişmeler kamu diplomasisi ve dış yayın faaliyetlerinin artmasına yol açmakta ve kamu diplomasisiyle birlikte stratejik iletişimde bir dönüşüm yaşamaktadır.

b. Stratejik İletişimde Dönüşüm

Yeni kamu diplomasisi veya 21. yüzyıl kamu diplomasisi olarak adlandırılabilecek bu yaklaşım, Joseph Nye’in “yumuşak güç” olarak adlandırdığı olguyla yakından ilgilidir ve zor kullanma yerine ikna ile başkalarının tercihlerini şekillendirme becerisi esastır.  (Nye, 2005: s. 15-16).

“Askeri güç tehdidi ya da ekonomik yaptırımları kullanarak diğerlerini değiştirmeye zorlamak değil, dünya siyasetinde gündemi oluşturmak ve onları kendine çekmek” şeklinde açıklanmaktadır. 

İşte tam da bu noktada stratejik iletişim ve planlaması günümüzün temel konularının başında yer almaktadır.

Kaynak tarafından, bilginin kodlanmış bir mesajla, tek bir alıcıya, dış etkilere kapalı bir kanal vasıtası ile iletilmesi esasına dayanan klasik iletişim modeli güvenlik başta olmak üzere çok sayıda sorunu açıklamakta ve cevap üretmekte yetersiz kalmaya başlayınca, ABD ve İngiltere küresel terörle mücadele kapsamında,  yumuşak güç kavramıyla birlikte stratejik iletişimi bir model olarak geliştirmeye başlamışlardır.

Küresel terörizmle daha iyi mücadele edebilmek, hedef kamuoyu olarak belirledikleri ve bugünlerde özellikle Müslüman nüfusu olan ülkelerde, niyet ve maksatlarını, stratejik vizyonlarını, uygulayageldikleri politikaları “meşrulaştırmak” için hedef kamuoylarında algı ve tutum değişikliği yaratmaya yönelik bir yöntem olarak stratejik iletişimi devreye sokmuşlardır.

Bu strateji 2008 yılından bu yana  kurumsallaşarak geliştirilmekte olup  öncelikle  ABD’nin ulusal çıkarlarını korumak  amacına yönelik olup   küresel ölçekte hedef kitleyi doğru analiz edebilmek ve onları daha iyi anlamaya yöneliktir..

Bilginin toplanması ve analiz sonuçlarından sonra, ABD çıkarları lehine algı oluşturmak için kitle iletişim araçları ve sinema küresel dağıtım ağlarının kontrolü ile dolaşıma sokulmakta ve zihin endüstrisi ile istenen stratejik sonuçlara ulaşılıncaya kadar devam etmektedir.

ABD’nin bu yeni Stratejik İletişim Yaklaşımı ABD Savunma Bakanlığı stratejik iletişiminin de belirleyicisi olarak özellikle Milli Güvenlik Sineması kavramını daha kapsamlı olarak içine almış ve ABD Savunma Bakanlığına doğrudan bağlı bir Stratejik İletişim Konseyi kurulmuştur.(  Gürcan. Metin, (2012) s.105-107)

Çünkü strateji üretimi devleti olduğu kadar askeri ve sivil sanayii, bilim çevrelerini, üniversiteyi, medyayı ve geniş ölçüde sivil toplum kuruluşlarını da harekete geçiren devasa bir faaliyeti temsil eder.

Ayrıca bu strateji üretimi Beyaz Sarayı, Senato Komisyonlarını, Savunma Bakanlığını temsil eden Pentagon, CIA, FBI CTU gibi güvenlik güçleri ve istihbarat servislerinin yanısıra.  silah üreticileri, askeri ve sivil sanayi arasında sürüp giden iktidar mücadelesini de ifade eder.

İşte Milli Güvenlik Sineması bu gerçeği açıklar, yorumlar, bazen övgüler dizer ve bazen de öze dokunmayan özeleştiriler yapar. Fakat bunların hepsini belirlenen stratejik iletişim ve planlanan çerçeve içinde gerçekleştir. ( Valantine, Jean, Michael, 2006: s.9

b. Milli Güvenlik Sineması

Milli Güvenlik Sineması üretimi özünde Amerikan strateji üretiminin bir devamıdır. Strateji ile Sinema endüstrisinin birbirine karıştığı bu karmaşık süreci anlamak için kronolojik ve teorik bakış açısına ihtiyaç vardır.

Aslında bu gelişme yeni değildir. Çünkü 2. Dünya savaşından bu yana ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon)’un ilgili kamuoyuna ulaşmak için medyayı ve özellikle sinemayı stratejik bir iletişim yeteneği olarak en iyi şekilde kullanan güvenlik aktörlerinin başında geldiği bilinmektedir.

Hatırlanması gereken nokta, ABD, 2. Dünya savaşının sonundan itibaren özellikle 1947 deki National Security Act ile milli güvenlik devletine dönüşerek tehditin siyasi ve stratejik ideolojisini yaymaya başlamış olmasıdır.

Söz, eylem ve görüntüler dünyası Hollywood ise bu ideolojiyi sinema sanatıyla harmanlayarak yeniden üretmiştir. 

O günden bu yana da bu işbirliği devam etmiş,  sadece değişen koşullara göre güncellenmiştir.

1999 tarihi itibariyle  hedef kamuoyunda var olan algıyı olumlu şekilde yönlendirmek amacıyla  bu stratejik konu, ABD Dışişleri Bakanlığı’na bağlı, (Under Secretary for Public Diplomacy and Public Affairs) sorumluluğu altına verilmiştir. Bu stratejik bir yapıdır ve stratejik karar alma süreçlerinin önemli bir aygıtı olarak yapılandırılmıştır. 

Yağmurlu’nun aktardığı gibi müsteşarlık, uluslararası eğitim ve kültürel faaliyetlerin yönetilmesinden, iç kamuya yönelik tanıma ve tanıtma faaliyetlerinden ve Amerikan toplumu, kültürü ve yapısıyla ilgili yayınlardan sorumludur. Bu amaçla Devletin dış kamulara yönelik gerçekleştirdiği bilgilendirme çabalarının stratejik iletişim planlamasını yapar. Diplomasinin eksikliklerini tamamlar ve diplomasinin ulaşamadığı kişilere ulaşmaya çalışır.

Buradaki amaç  “karşılıklı anlayış yoluyla ülkenin imajını ve saygınlığını geliştirmektir. Bu yaklaşım kamu diplomasisi ve yumuşak güç doktrini sonucu olarak özellikle sinemanın stratejik iletişim aracı olarak değişen dünya koşullarında daha kapsamlı ve sistematik olarak kullanılmasında yeni bir dönem başlatmıştır.

d. Stratejik İletişim açısından Milli Güvenlik Sineması ve Hollywood

Küresel iktidar sahipleri için sinemanın kullanılış biçimi özel bir önem taşır. Bir dizi yönetmenin merkezde olduğu Hollywood’un politik sinemasında, ABD’nin dönemsel siyasi tavrıyla eş zamanlı ilerleyen bir program çerçevesinde, bu politikaları destekleyen ve besleyen sinemasal ürünler sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.

Bu açıdan bakınca ABD savunma birimleri ile Hollywood’un ilişkisi devlet stratejisinin getirdiği politik ve askeri hamlelerin gelişi güzel desteklenmesinden fazlasını içerir.

Savunma Bakanlığının yanısra CIA, FBI, Dışişleri Bakanlığı, Gizli Servis ve Beyaz Sarayın bünyesinde kendi kurumlarını olumlu şekilde göstermeleri için yapımcıları “ikna etmeye” çalışan “irtibat büroları” yer alır. Özellikle Pentagon Film Bürosu ABD’nin stratejik iletişimi ve politikaları açısından senaryoların denetiminden filmin ideolojik yaklaşımına kadar kuralları esnetmek ve ehlileştirmek yönünde etkin ve güçlü bir rol oynar.

Pentagon film irtibat bürosunun “Altıncı ve yedinci sayfaların tamamının çıkartılmasını istiyorum. Yoksa uçak gemilerimizi kullanamazsınız”  (David.L Robb, 2005:  s.159) şeklinde  ehlileştirici ve  etkin yönlendirmeye karşı direnebilen çok az sayıda yapımcı ve yönetmen bulunmakta.

İkinci Dünya Savaşı ve takip eden Soğuk Savaş yılları sinema ve politika arasındaki ilişkiyi sürekli hale getirerek Hollywood’u iktidarın görsel güdüleme mekanizmasına dönüştürmüştür. Özellikle Amerika’nın üç büyük askeri savunma gücü, Kara, Deniz ve Hava kuvvetleriyle sürekli hale gelen ortak üretimler, oluşan organik bağın şekillenmesinde önemli etkiye sahiptir.

Öyle ki, Amerikan devleti ile Hollywood arasında süregiden birlikteliği inceleyen Jean Michel Valantin bu entegrasyon sürecine dair kesin bir tarih bile sunar.

Aralık 1942’de Pearl Harbour saldırısıyla savaşa giren ABD kısa süre içinde sinemayı da savaşa dahil eder. Dönemin ABD başkanı Franklin Roosevelt’in isteği üzerine, Beyaz Saray’da sinemacılarla yapılan toplantı milat niteliğindedir.

Aralarında John Ford, Frank Capra gibi önemli yönetmenlerin de katıldığı toplantıda başkan ülkenin kapsamlı bir psikolojik seferberliğe ihtiyaç duyduğunu dile getirerek devlet adına ilk kez film siparişi verir. Bunun üzerine Hollywood’da irtibat bürosu kurulacak ve daha sonra  1947’de Sovyet tehditine karşı mücadele çerçevesi ve Soğuk Savaş’la birlikte bu büro kalıcı hale gelir. ( Valantine, 2006: s.13-14)

Altmış sekiz kuşağının başkaldırısına bir cevap olarak düzenlenen seksenli yıllarla birlikte, önceki yıllara kıyasla çok daha programlı ilerleyen bir milli güvenlik sinemasıyla karşılaşırız. Latin Amerika ve Doğu Asya’daki (Uzakdoğu) Marksist ayaklanmaları bastıran kahramanlık hikâyeleri, Vietman Savaşı protestolarına karşı Amerikan ordusuna ‘‘itibarını’’ iade etme girişimleri doksanlı yıllara kadar Hollywood’un ana temalarıdır.

Steven Spielberg, RidleyScott, Jerry Brukheimer, Michael Bay gibi Hollywood’un tanınmış isimlerinin başı çektiği ekip, özellikle doksanlı yıllardan bu yana, Batı Asya’yı (Ortadoğu), Asya-Pasifik’i, Latin Amerika’yı ve genel olarak komünizmi hedef alan pek çok projeye imza atmaktadır.

Dönemsel dünya politikaları, SSCB sonrası dünyada güç dengelerinin değişmesi ve eksen kaymaları Birinci Sinema izleyicisine ABD politikalarına uygun düzenlemeler yapılarak, büyük bir hızla aktarılmaktadır. Doğru mesajın gönderilmesi hedefiyle dezenforme edilmiş bilgiler gerçeği tersyüz ederek izleyicide yeni bir gerçeklik yaratır ve iktidarın temsilleriyle empati kurması sağlanır.Steven Spielberg’ün 1993 tarihli Schindler’s List (Schindler’in Listesi) adlı filmi Arap-İsrail tarihinin en önemli diplomatik gelişmeleri esnasında, tam da dünya kamuoyunun gündeminde Filistinliler ile İsrailliler arasında tercih yapma durumu söz konusuyken sahnededir.

Yeni dünya düzeninde eski gücünü kaybetmeye başlayan FKÖ’nün İsrail devleti ile gerçekleştirdiği ‘‘Oslo 1’’ görüşmelerinden kısa süre sonra vizyona giren film süreci takip edenler için İsrail’le empati kurması yönünde büyük bir görev üstlenir. Schindler’sList, 1994 yılında 66.’sı düzenlenen Akademi Ödülleri’nde 7 Oscar’a layık görülür.

İki binli yıllarda görsel efektlerin yeterli düzeye erişmesi ‘‘Hollywood makinesi’’nin işini oldukça kolaylaştırmıştır.. Özel efektlerde kaydedilen bu aşama geçmişten daha az özen gösterilmesiyle içeriğe zarar verirken biçim gittikçe gelişir. Amerikan savunma sanayinin bilgisayar destekli görsel tanıtımları, istihbarat ağının gücü, ABD birimlerinin operasyonel yetkinlikleri söz konusu filmlerin ana motifleri olarak bütün anlatıyı kuşatır.

Efektlerin yanında, siyasi programa uygun olarak seçilen dünyanın az gelişmiş coğrafyaları filmin görsel bir şölene dönüşmesi için uygun sosyo-kültürel atmosferi kendiliğinden sunar.

Günümüzde, Batı Asya (Ortadoğu) bu sinemasal üretimin başlıca mecrası konumundadır. Bu coğrafya, toplumun ulaşım, sağlık hizmetleri konusundaki yetersizlikleri, kentlerin modern batı metropollerinin görünümünden uzak mimari çarpıklığı, sanayinin ve teknik üretimin alt seviyedeki ürünleri ile batılının bu mekâna gelerek gelişkinliğini sergileyebildiği kendiliğinden hazırlanmış bir film setidir.

Hollywood, Kuzey Amerika sınırları içerisindeki ötekileştirici tavrını sınırları dışında yer alan coğrafyalara karşı da sürdürür.

Dinin temel ölçüt olması açısından ötekilerin başında İslamiyet gelir. Ezeli düşman, SSCB’nin bölgedeki gücünü kırmak, güneye inmesini engellemek için seksenli yıllarda cihatçı mücahitleri keşfeden ABD,

Doğu Bloku’nun dağılmasının ardından filmlerdeki Müslüman temsillerinde hızlı bir dönüşüme gitti. Ne var ki Rambo 3’ün Sovyet zulmüne karşı özgürlüğünü kazanmak için mücadele yürüten kahraman Afgan Mücahitleri, yalnızca bir kaç yıl sonra modern dünyayı yok etmeye yeminli potansiyel teröristlere dönüştü.

Bugün ise İslamiyet’in kapitalist yapılara uygun hale getirilmesi, Kalvinist öğretilerle yeniden yorumlanması ve bu yoruma uygun bir yürütmenin işlerlik kazanmasında stratejik iletişim açısından kodlanan değerlerle yüklü sinema önemli bir işlev görmektedir.

Müslüman dünyada ulus-devletler birer birer çöküp ‘‘neo-muhafazakar’’ kimlikler inşa edilirken, Müslüman olmayan dış dünyada İslamiyet’e yönelik oryantalist bakış bir kez daha güncellenmek zorundaydı.

İşte bu noktada Hollywood’un oryantalist yapımlarında yer alan imgeler çok profesyonel bir gözleme dahi ihtiyaç duyulmadan tespit edilebilir düzeyde karşımıza çıktı. Kimi zaman bilinç düzeyinde kimi zaman da bilinç-dışına yönelik, yarı-gizli diyebileceğimiz yöntemlerle filme monte edilmeye başlandı.

George Bush’un 20 Eylül 2001 tarihli konuşması yirmibirinci yüzyılın Haçlı Seferi’ni başlatırken kapsam, asıl hedef Avrupa’yı harekete geçirmek üzere, tüm dünyadır. Başkan Bush, ‘‘Dünyanın her neresinde olursa olsun her ülkenin şimdi karar vermesi gerekiyor: Ya bizimlesiniz ya da teröristlerle.’’[8] sözleriyle Hıristiyan dünyayı bu ittifaka davet ederken, Hıristiyan olmayan dünyaya da bu projedeki görevlerini yerine getirmeleri için göz dağı veriyordu. ( Hobsbawm, Eric. 2013: s.561)

‘‘Önleyici Savaş Doktrini’’ adı altında yürütülen Afganistan, Irak savaşlarının peşi sıra gelen Suriye savaşları ABD ve Avrupa medyasında ‘‘İslamofobia’yı tehdit olarak sunmaya başladı.

İslam ve özel olarak Araplar şiddetin, düzenbazlığın, ahlaksızlığın temsilcileri olarak Batılının korku odağı haline getirildi. Onlarca kitap, bilgisayar oyunu, haber, makale, analiz kısa sürede bu korkuyu körükler nitelikte ABD ve Avrupa toplumlarını etkisi altına aldı ve almaya devam ediyor.

Sonuç

Güvenlik ve savunma birlikteliğini sahneleyen Milli güvenlik sineması ürünü bu filmler, Amerika’nın stratejik kaygılarının basit yansımaları olmayıp özellikle Savunma Bakanlığı bünyesindeki kurumsal yapılanmanın sonucunda gerçekleşen stratejik iletişim planlamalarının sonucudur.

Bu planlamada Amerikan ordusunun kara deniz ve hava kuvvetlerinin ve özellikle itibarlı deniz piyadelerinin sinemayla organik ve hayati bağları kurulur. Çünkü stratejik iletişimde kullanılan sinema bu güçleri büyük efsanelerle politik meşruiyet süreçlerine kahramanlaştırarak aktüaliteye bağlayan köprüdür. Ve bu köprü Milli Güvenlik Sineması kavramıyla yan yanadır.

Unutulmamalıdır ki;  Amerika birleşik devletlerinin stratejik tarihi milli kimliğinin temel aktörlerinden biri olan stratejik kimliğini meydana getiren bir hayal ve görüntü evreni meydana getirerek gerçek tarihini derinleştiren sinema sektörünün de tarihidir. (Valantin, 2006: s. 213)

Bu tarih ve efsanelere dayanan geçmiş 17. Yüzyılın başlarında püriten göçmenlerin Yeni İngiltere’ye gelmesiyle Amerikayı “Yeni Kudüs” yapan “Tepedeki Site” ile tamamlandığını anlatır.  Buna göre kendilerini Rab’leri tarafından “seçilmiş millet” olarak addedenlerin ve kendilerinden sonra gelecek olan “oğullarının da” “seçilmiş millet” olarak kalacaklarına dair taahhüdün yenileneceği inancı bugün ABD stratejik düşüncesinde, 

Bireysel ve kurumsal temsilcilerinin zihinlerinde aktif bir biçimde gözlemlenmekte ve ABD’nin çıkarlarına ve temsilcilerine karşı yapılan her saldırıyı büyük bir günah olarak kabul edilmektedir.

Stratejin etkin olarak kurgulandığı alan ise “sınır” “Tepelerdeki Site” ve “Görünen Kader” kavramları olup, Amerikan kimliğindeki kurucu efsanenin köklerini teşkil eder.  Milli Güvenlik Sinemasının belirleyici kodlarından olan “sınır” kavramı ABD çıkarlarına karşı tehdit teşkil eden herşeye karşı silahlı güç kullanımını meşrulaştırır. Dış dünyayı sınır olarak algılayan bu siyasi ve stratejik dünya görüşü meşru olmakla kalmayıp bir gereklilik olarak sunulur.

İşte bu efsaneler, temsiller, ideoloji ve semboller Amerikan Milli Güvenlik Sinemasının tam ortasından geçer. Milli Kader anlayışı sinema geleneğinin ana konusudur. Bunun ilki Vahşi Batı’dır. Amerikan Milli Kimliğinin inşa sürecidir. İkincisi Amerika Birleşik Devletlerinin bekasına dair kaygıları ve silahlı kuvvetlerinin bugünün ve geleceğin dünyasındaki gücünü ve bu gücün kullanılmasına dair meşruiyetin aktarılmasıdır. (Valantine, 2006: s.14-15)

Milli Güvenlik Sineması ile Milli Güvenlik Devleti arasındaki ortak nokta ise “Tehdit” algılamasına dayanan ilişkidir. Çünkü ABD strateji üretiminin tamamı savunma ve güvenlik stratejilerinin uygulanmasını meşrulaştıracak bir tehdit fikrine dayanır. Ve bu dünyanın her yanına asker göndermek kararıyla sonuçlanan büyük çapta silahlanma programlarını da harekete geçirir. Sovyetlerden siber aleme, emekli polislerden teröristlere, Ortadoğu ve üçüncü dünya ülkelerinden gelen fanatiklerden, Asyalı intikamcılara kadar hemen herşey potansiyel tehdit oluşturmaktadır.

Bu tehdit algılaması Amerikan milli güvenlik sistemine özgü olup stratejik iletişimin tam merkezinde yaşamaktadır. Bu saplantı devlet gücünün ve onun şiddet uygulama tekelinin meşrulaştırılması meselenin temel direğidir ve dünya ile ilişkisinin amacını da tamamlar.

Milli güvenlik sineması ise tehditleri ve onları alt edecek vasıtaların harekete geçişini önce perdeye sonra zihinlere yerleştirme işlevini yerine getiriken stratejik iletişim planlamasının sonucu olan bu filmleri dünyada eşi benzeri görülmemiş mali, teknolojik ve sinema endüstrisinin tüm kaynaklarını kullanır ve ideolojiyi yeniden inşa eder. 

Bu duygu özellikle 2003’ün mart ayında başlayan Irak savaşından bu yana daha da canlıdır. 1991 yılındaki Körfez Savaşı’nın aksine bu Irak müdahalesi filme alınabilir şekilde formatlanmıştır. 

Büyük stüdyolar siyaset karşısında gizli bazı imtiyazlar ve özerklikler elde ederken bunun karşılığında kutsallaştırılmış ve kahramanlaştırılmış görüntü üretimini kabul etmişlerdir. Bunun anlamı sinemanın stratejik iletişim planlamasındaki işlevinin giderek güçlenmesidir.

Bu işlev Iraktaki savaşla birlikte ayrı bir ivme kazanmıştır. Amerikan toplumunun bütün kesimlerinde olduğu gibi sinema üretimi de 11 Eylül 2001 saldırılarından bu yana ABD’yi sarmalayan ideolojik ortamda hassas olmaya başlamıştır. Askeri operasyonlarda daha çok malzeme bulan sinema teknolojilerdeki baş döndürücü gelişme ile stratejik iletişimin kodları doğrultusunda gerçekliği yeniden üretmektedir. Amerikan sineması yeni stratejik tehditleri sahneye aktarmaya ve Amerikan stratejisinin yüceltildiği ve aynı zamanda hareketleri nedeniyle sorgulandığı alternatif bir evren yaratmaya devam etmektedir.

Bizim açımızdansa temel olay Amerika’nın milli güvenlik sineması olarak Hollywwood’u stratejik iletişimde nasıl kullandığının ve kullanacağının analizidir.

Bu sinemanın uluslararası seyircisi ve etkisi öylesine çoktur ki dünyanın geriye kalan ülkeleri dünyayı ve olayları bu stratejik iletişim kurgusuyla izlemekte ve sunulanları gerçek olarak kabul ederek planlanan stratejik iletişim kodları doğrultusunda etkilenmeye devam etmektedir.

“Yumuşak güç” kullanma kapasitemizi artırarak bunun “sert güç” kapasitesi ile daha uyumlu bir şekilde çalışmasını sağlamak stratejik iletişim açısından önümüzde kafa yormamız gereken önemli bir sorun olarak durmaya devam ediyor.

Bu saptamalar bize stratejik iletişim açısından sinemanın da içinde bulunduğu görsel kültür ürünlerimize dair yeni bir bakış açısı getiriyor. Stratejik söylemin ne olması gerektiği konusunda ipuçları veriyor. Yumuşak Gücün işleyiş mekanizmaları ve 21. Yüzyılda nasıl bir değişime uğrayacak soruların cevabı için de bir yol haritası çiziyor.

 

 

KAYNAKÇA

BOYD-BARRET. Q. ( 1997).  International Communication and Globalizaion Contradictions and Directions in International Communication and Globalization. (ed) Ali Mohammedi, London, Sage.

CASTELLS, M. (1998), Ende Millenim, London, Blackwell Pub.

CHOMSKY ve HERMAN. (1998, Medya Halka nasıl Evet Dedirtir. ( Cev. İsmail kaplan), İst. Minerva Yay.

ROBB L. DAVİD.( 2005), Hollywood Operasyonları, İst,  Güncel Yayıncılık.

GARNHAM, N. (1997), Medya ve Kamusal Alan. (çev) Sevda Alankuş-Hakan Tuncel, Ank. AÜ.BYYO Yıllığı,1994

Gürcan, METİN (2012. Strategic Communication Model and Its Usability in the Security Field, Journal of Security Strategies, İssue:15.

HOBSBAWN, Eric. ( 2013)  Kısa 20. Yüzyıl / 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, 7. Basım, İst. Everest Yayınları,

MANHEİM, Jarol B. (1990). Strategic Public Diplomacy: The Evolution of Influence. NY: Oxford University Press.

MATTELART. A. (1998).  İletişim Kuramları Tarihi. Çev: Melih Zillioğlu, İst. İletişim Yay.

NYE, Joseph S. (2005). Yumuşak Güç. Ank.  Elips Kitap.

SNOW, Nancy (2009). “Rethinking Public Diplomacy.” Routledge Handbook of Public Diplomacy. (der.) Nancy Snow ve Philip Taylor. NY: Routledge.

VALANTİN, Jean Michel.( 2006),  Küresel Stratejinin Üç Aktörü: Hollywood,Pentagon ve Washington, 1. Basım, İst. Babıali Kültür Yayıncılığı.

YAĞMURLU, Aslı. (2007).Halkla İlişkiler Yöntemi Olarak Kamu Diplomasisi, Ank. İletişim Araştırmaları.