A.B.D. Başkanı Trump 19 Aralık 2018 Çarşamba günü yaptığı açıklamada, “Daeş/IŞİD’in artık yenilmiş olması sebebiyle,” Suriye’deki Amerikan askerlerini tümüyle ve hızlı bir şekilde geri çekeceğini ilan etmiştir. Söz konusu kararın bölgemize olası etkileri Ortadoğu uzmanları tarafından halihazırda değerlendirilmektedir. Bu yazıda, kararın uygulanabilirliği ve A.B.D. açısından muhtemel siyasi etkileri incelenmektedir.
Irak’taki üslerinden gerektiğinde sınırötesi operasyon yapma kabiliyetini muhafaza etmekle birlikte, A.B.D.’nin Suriye’den 2,000 civarındaki askerinin tamamını çekeceği haberi bir çok kesimde şok etkisi yaratmıştır. Başkanlık Özel Temsilcisi olarak bölgeyi sık ziyaret eden diplomat Brett McGurk daha sekiz gün önce, A.B.D. Dışişleri Bakanlığı’nın resmi sitesinde de yayımlanan basın toplantısında, Daeş/IŞİD fiziken yok edilse dahi tekrar ortaya çıkmayacağını garanti edecek mekanizmaları kurmadan Suriye’den asker çekmeyi düşünmediklerini söylemiştir. McGurk’un kullandığı, “halifelik [Daeş/IŞİD] cismen mağlup edildi, artık hemen buradan ayrılabiliriz dememiz pervasızlık olur” ifadesi ile Başkan Trump’ın yukarıda yer verilen açıklaması taban tabana zıttır. Dahası, Başkan’ın açıklama yaptığı sıralarda Amerikan güçleri Suriye’nin en önemli petrol sahası da dahil olmak üzere üç noktaya askeri kontrol merkezi kurmak ve YPG’nin Türkiye sınır hattındaki gözlem noktalarını tahkim etmekle meşguldür.
Suriye’den tümüyle çekilme kararını açıkladığından bu yana Başkan Trump ülkesinde yoğun eleştiri altındadır. Söz konusu kararın müttefikleri (özellikle YPG’yi) yüzüstü bırakırken Rusya ve İran’ı güçlendireceği öne sürülmekte, hatta Donald Trump’ın kendisine başkanlık seçimini kazandırdığı iddia edilen Rusya’ya halen diyet ödediği değerlendirmeleri yapılmaktadır. Kongre’de Başkan’ın önde gelen destekçilerinden olan Senatör Lindsey Graham dahi bu kararı önceki başkan Obama’nın 2011’de Irak’tan asker çekmesine benzetmiş ve Daeş/IŞİD’in müteakip ortaya çıkışını hatırlatarak eleştirmiştir.
Her ne kadar bir çok kesim bu kararı acele ve iyi düşünülmeden alınmış diye nitelese de, Donald Trump’ın Suriye’den Amerikan askerlerini çekme sözü başkanlık seçim kampanyasına kadar gitmektedir. 2015 yılında henüz kampanya devam ederken The Guardian gazetesine verdiği mülakatta Trump, A.B.D.’nin Irak’ta yapmaya çalıştığı gibi aşırı masraflı ve başarısızlığa mahkum “ulus inşası” projelerinden vazgeçmesi ve çok büyük tehditler olmadıkça yabancı ülkelere asker göndermeye son vermesi gerektiğini belirtmiştir. 2018 yılı Mart ayında (başkan olarak) yaptığı açıklamada ise, Suriye’de Daeş/IŞİD’in sonunun yakın olduğunu ve Pentagon’dan askerleri geri çekmek için hazırlığa başlamalarını istediğini duyurmuştur. Bu açıdan bakıldığında, çekilme kararının belli bir arka planı mevcuttur ve seçim kampanyasında verilen söz tutulmaktadır. Öte yandan, Başkan Trump’ın Suriye kararını ilanı 14 Aralık Cuma günü Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesi ve 18 Aralık Salı günü A.B.D. Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’ye 3.5 milyar dolar değerinde Patriot füze sistemi satılması yönünde Kongre’ye olumlu görüş iletmesinden sonra gerçekleştiğinden, arada bir bağlantı olabileceği değerlendirmeleri yapılmış, ancak Beyaz Saray bu iddiaları şu ana kadar reddetmiştir.
Yukarıda özeti verilen gelişmeler, yurt içindeki ve dışındaki basını takip eden herkesin ulaşabileceği bilgilerdir. Önemli olan, Başkan Trump’ın Suriye kararının fiilen uygulanıp uygulanmayacağını değerlendirmektir. Soruyu bu şekilde sorduğumuzda, kararın kalıcı olarak hayata geçirilmesinin önünde bürokratik ve adli iki önemli engel görülmektedir. Burada “kalıcı” vurgusu önemlidir, çünkü Başkan Obama da 2011 yılında Irak’tan Amerikan askerlerini çekmiş, ama akabinde Daeş/IŞİD ortaya çıkınca sadece Irak’a değil, Suriye’ye de asker göndermek zorunda kalmıştır.
Öncelikle, Başkan Trump’ın 2018 Mart’ında verdiği talimatın dokuz ay boyunca Pentagon (A.B.D. Savunma Bakanlığı) tarafından, deyim yerindeyse sümen altı edildiği anlaşılmaktadır. Açıklanmaya muhtaç bu durumu aydınlatacak gelişmelerden birisi, The New York Times (NYT) gazetesinin 5 Eylül 2018 tarihli sayısında yayımlanan, “Ben Trump Yönetiminin İçindeki Direnişin Parçasıyım” başlıklı imzasız mektuptur. NYT’nin üst düzey yetkili olduğunu teyit ettiği ama kimliğini gizli tuttuğu mektup yazarı, Beyaz Saray’da ve bakanlıklarda kendisiyle birlikte hareket eden birçok yetkilinin Başkan’ın ülkeye zarar vereceğine inandıkları planlarını engellemek için kararlı bir şekilde çalıştıklarını ilan etmiş ve kendilerini “derin devlet” değil ama “istikrarlı devlet” şeklinde tanımlamıştır.** Savunma Bakanı James Mattis’in son Suriye kararına şiddetle karşı çıkarak Perşembe günü istifasını vermesi, yukarıda yer verilen muhtıra niteliğindeki mektupla birlikte değerlendirildiğinde, Pentagon’un bu kadar uzun süre Başkan Trump’ı nasıl oyalayabildiğine ışık tutmaktadır. Bu bakımdan, Başkan’ın Suriye kararının kalıcı olarak hayata geçirilmesinde bürokratik dirençle karşılaşmaya devam etmesi, hatta sabote edilmesi mümkündür.
Adli cephede, Başkan Trump bir yandan eski FBI Başkanı Robert Mueller’in, diğer yandan savcıların yürüttüğü soruşturmalarla iyice köşeye sıkışmış vaziyettedir. Öyle ki, Trump’ın kişisel avukatı Michael Cohen başkanlık seçimi kampanyasında yaptığı usulsüz ödemeler ve kampanya yasalarını çiğnemekten dolayı geçtiğimiz hafta üç yıl hapis cezasına mahkum edilmiş, eski ulusal güvenlik danışmanı Michael Flynn ise Rusya ile seçim öncesindeki işbirliklerine yönelik yalan söylediği itirafında bulunmuştur. Son olarak, Çarşamba günü Suriye açıklamasının yapıldığı saatlerde, Başkan’ın şu anki avukatı Rudolf Giuliani CNN’in ortaya koyduğu yazılı kanıt karşısında önceki ifadesini değiştirmek zorunda kalmış ve Trump’ın Moskova’da yüksek profilli bir emlak projesi için imzalı niyet mektubu bulunduğunu kabul etmiştir.
Özetle, Pentagon’un, bugüne kadar yoğun destek verdiği YPG’yi ve onların zımnen hak iddia ettiği enerji koridorunu bırakmamak için çekilmeyi mümkün olduğunca geciktirmesi, bu süre zarfında ise adli sürecin sonuçlanarak Donald Trump’ı çok kritik bir karar almaya zorlaması mümkündür. Şöyle ki, soruşturmalar Başkan Trump’ı işaret edecek şekilde sonuçlanırsa azil sürecinin önü açılacaktır. Bu süreç Kongre’nin üst kanadındaki Cumhuriyetçi Partinin çoğunluğu sebebiyle azille sonuçlanmasa dahi (ki, Suriye kararından sonra bu da olasılık dışı değildir), Donald Trump’ın 2020 seçimlerine girip girmemeyi tartması gerekecektir. Çünkü 2020 seçimlerini kazanır ve dört yıl daha başkanlık yaparsa suçlamaların çoğu zaman aşımına uğrayacaktır. Dahası, başkan olarak kalması, af yetkisi dolayısıyla, ceza alabilecek eski çalışma ekibinin daha fazla çözülmesini önleyebilir. Ancak, seçimi kazanamaz ve yasal zırhını yitirirse hapse girmek ve servetini kaybetmek riskiyle karşı karşıyadır. Diğer bir deyişle, herşeyini masaya süren bir poker oyuncusu gibi ya hep, ya hiç diyerek 2020 seçimlerine girebilir ya da anlaşma yoluna giderek istifa edebilir.
Söz konusu karar aşamasına yaklaşmakta olan Donald Trump’ın halkın belli bir kesimi nezdinde hala güçlü olan popülaritesi dışında ülke içinde sırtını dayayabileceği bir odak bulunmamaktadır. Şöyle ki, Başkan Trump, AT&T ve (CNN’in de sahibi olan) Time Warner arasındaki 85 milyar dolarlık şirket satın almasına rekabeti engelleyeceği gerekçesiyle karşı çıkmış; Amazon’un ve Washington Post’un sahibi (daha doğrusu, büyük ortağı), dünyanın en zengin insanı Jeff Bezos’u Amerikan posta kurumunu zarara uğratmakla suçlayarak hedefe koymuş; Çin’e ve diğer birçok ülkeye/bloğa karşı yükselttiği gümrük duvarları ile çokuluslu şirketlerin çıkarlarını tehdit etmiş; gazeteci Kaşıkçı’nın katlinde CIA, faizlerin yükseltilmesi hususunda Amerikan Merkez Bankası (Fed) ve son olarak Suriye konusunda Senato’daki destekçileriyle ve Pentagon’la ters düşmeyi başarmıştır. Böylece Başkan Trump’ın siyaset, medya ve büyük sermayeden istihbarat, ekonomi ve savunma bürokrasilerine kadar Amerikan özel sektöründe ve devletinde karşısına almadığı bir güç odağı kalmamıştır.
Başkan Trump’ın yukarıda yer verilen riskleri tartarak hangi hareket tarzını benimseyeceğini tartışırken analizi daha da kişisel seviyeye çekmek gerekir. Donald Trump’ın başkan olmadan önce yazdığı kitaplarda ve kitlelere yönelik yaptığı motivasyonel konuşmalarda salık verdiği önemli ilkelerden birisi “asla vazgeçme,” diğeri ise “momentumu kaybettiysen çekilmeyi bilmelisin” şeklindedir. Hırslı ve mücadeleci kişiliğiyle uyumlu ilk ilkesi 2020 seçimlerine girip kazanmak için elinden gelen herşeyi yapacağını işaret etmektedir. Ancak, hesapçı iş adamı kimliği ve hem kendisinin, hem de ailesinin kaybedecek çok şeyinin olması, özgürlüğünü ve servetini korumak için anlaşma yoluna giderek siyaset arenasından çekilmesine yol açabilir. İkinci senaryoda Trump ailesinin bir başka ferdinin, örneğin 2024 seçimlerine girmesinin önünün halen açık tutulduğu not edilmelidir. Dolayısıyla, Başkan’ın Suriye kararı dahil olmak üzere müesses nizamı sarsıcı yönde attığı her adım, her iki senaryoda da gelecekteki bir Trump seçim kampanyasına yatırım niteliği taşımaktadır. Sonuçta, Suriye’den Amerikan askerlerinin sadece tümüyle değil, kalıcı olarak çekilip çekilmeyeceği, büyük ölçüde Donald Trump’ın başkan olarak ne kadar vadesinin kaldığına bağlıdır.
* U.S. Department of State, 11.12.2018, Department Press Briefing, https://www.state.gov/r/pa/prs/dpb/2018/12/288024.htm
** The New York Times, 05.09.2018, “I Am Part of the Resistance Inside the Trump Administration,” https://www.nytimes.com/2018/09/05/opinion/trump-white-house-anonymous-resistance.html