Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Diyarbakır Anneleri’nin Evlat Nöbetlerinde Görünenin Arkası: Hegemonya Mücadelesi

 Bu yazı 11/01/2023 tarihinde yayınlanmıştır.

 *Prof.Dr.Tevfik ERDEM /SDE İç Politika ve Hukuk Kordinatörü 

 

Terörle mücadele sadece sahada askeri ve güvenlik alanında yürütüldüğünde netice vermiyor çünkü sahadaki her kayıp o kaybın hıncı içindeki insanları çeşitli propaganda yöntemleriyle sahaya çekiyor. PKK’nın ilk kurucularının dediği gibi, “dağda silahlar patlamaya ve insanlar ölmeye başladı mı katılım artıyordu…”. Öyleyse terörle mücadele çok boyutlu olarak yürütülmeli, eğitim, sanat, ekonomi, siyaset ve kültür dünyası gibi. Zaten askeri olarak birkaç kez bitirilme aşamasına geldi ama her seferinde katılım ve çeşitli desteklerle örgüt ayakta kaldı.

Diyarbakır Anneleri teröre karşı verilen mücadeleyi öyle bir alana taşıdılar ki, bu zamana kadar terör örgütünün hiç karşı karşıya kalmadığı bir cephe açıldı.  Anneler, çocuklarının terör örgütüne kaçırılmasına aracılık eden yasal bir siyasi partinin kapısının önünde üstelik örgütün ve partinin en güçlü olduğu yerde (Diyarbakır-Amed’te) bunu yaptılar. Bir zamanlar polis ve askerin güven içinde dolaşamadığı, örgütün yakın mesafeden infazlarının gerçekleştiği yerler artık annelerin, her biri bir AYP (Anne Yapımı Bomba) niteliğindeki sözleriyle sarsıldı: “Yere batsın sizin Kürdistan davanız”, “Diyarbakır’da genç bırakmadınız, ya dağda ya toprağın altındalar”, “Bizim çocuklarımız dağa sizin çocuklarınız Avrupa’ya”…. Sınıfsal perspektiften bakıldığında Diyarbakır Annelerinin slogan içeriği 1969’lu yılların DDKO’sunun sloganlarından farklı değil. Diyalektik işliyor…

Annelerin yürüttüğü mücadele literatüre pek de alışık olunmayan türden bir mücadele. Örgüt de çok alışık değil bu tarza. Annelerin verdiği bu türden mücadeleler daha çok devletlere karşı veriliyor Örneğin Türkiye’de bir dönem eylemleriyle seslerini duyuran Cumartesi Anneleri, eski Türkiye’de kaybolduklarını iddia ettikleri çocuklarının bulunması için eylem başlatmışlardı. 12 Eylül 1980’de tutuklandıktan sonra bir daha haber alamadığı oğlu için orada bulunan Berfo Ana, bu eylemlerin sembolü idi. Bu tür eylemlerin öncüsü de, Latin Amerika’da demokratik bir seçimle işbaşına gelen Allende yönetiminin (Marksist iktidarın) ABD destekli bir darbeyle sona erdirilmesinden sonra başlayan cuntaya karşı mücadele eden kadınlardı. Şili devlet başkanı Salvador Allende’nin öldürülmesi, aslında CIA marifetiyle öldürtülmesi (1973)  nihayetinde de General Augusto Pinochet’in yine ABD destekli darbesi, kan, işkence gözyaşının hakim olduğu bir Şili ortaya çıkardı. Gözaltı kayıpları olarak adlandırılan bu dönemde çok sayıda insan tutuklandıktan sonra yok oldu. Akıbeti bilinmeyen bu insanlar için kadınlar (anneler) 1977 yılından itibaren Plaza de Mayo’da (Mayıs Meydanı) bir araya gelip, tepkilerini meydanda bulunarak, yürüyerek göstermişlerdir. Bu hareket zamanla çok daha fazla kamuoyu desteği alarak rejimin sorgulanmasının fitilini ateşlemiştir.

Diyarbakır Anneleri’nin eylemi de kendisini devlet gibi gören bir terör örgütüne karşı verilen mücadeledir aslında çünkü örgüt vergi toplayan, yargılayan, askere alan bir yapı gibi faaliyet yürütmektedir. Bu nedenle örgüte karşı çıkmak yörede oldukça zordur. 1990’lı yıllarla birlikte psikolojik ve saha (kent) kontrolünü elinde tutmada devletle yarışan ve bazen de geçen örgüt, kendisi gibi düşünmeyen ya da tarafsız olan herkese karşı tavır alır. Bu tavır almanın anlamı şiddettir. Devlete atfedilen birçok faili meçhul vakanın ve kaçırma eyleminin sorumlusu örgüttür. Bu durum zaten örgütün elebaşı tarafından da dile getirilir: “örgüt içinde onbeşbine yakın iç infazımız var!”.

Söz Öcalan’dan açılmışken bir de jineoloji’den (onun uydurduğu sözde “Kadın bilimi”) de bahsetmek gerekir. Her ne kadar zaman zaman örgüt üyeleri ve sempatizan yazarları bunu jinekoloji olarak kullansalar da, kavramın Öcalan tarafından vurgulanmak istenen özelliği, kadınların özgürleşmesi ve özgürleştirilmesidir.

Diyarbakır Anneleri bu açıdan da teori ile pratiği harmanlayarak yeni bir praksis ortaya koydular. Ancak bu, örgütün istediğinden çok daha farklı yöne doğru evrilen praksis. Çünkü eylemciler doğrudan örgüte karşı bir eylemlilik, direniş içindeler hadi biraz daha Marksist teori üzerinden gidelim, Diyarbakır Anneleri’nin evlat nöbeti eylemiyle yaptıkları “Kendi için anne” değil “Kendinde anne”liktir. Bu da özgür olmayla ve HDP ve PKK’nın sömürüsüne karşı verilen bir bilinçle gerçekleşir. İşte gerçek devrimci mücadele de burada annelerin bunu eylemlilikle ortaya koyup kendi bilinçlilik düzeylerini geliştirip kendilerini nesne olarak gören sömürücü sınıfa (HDP ve PKK’ya) karşı verdikleri mücadelenin farkındalığı ile başlar. Bu bir anlamda özbilinçsel aydınlanma ve yabancılaşmaya ve kendisi ile çocuğunun nesneleşmesine (fabrikadaki dişlilerin değil artık örgütün insan öğüten çarkının bir parçası haline gelmesine) karşı bir tepkidir.

İnsan öğüten ve sömüren bir çark olarak fabrikadaki dişlilerin yerini alan örgüt ve o örgütün patronu (sermayedar-kapitalist) o kadar acımasızdır ki bu acımasızlığa karşı mücadele edecek olan herkesi insanlığından çıkarıp özünden yabancılaştırmaktadır. Mücadelenin ne kadar zor olduğu, karşısına çıkan tüm farklılıkları yok eden, onları disipline edip, mankurtlaştıran bu fabrikanın (örgütün) görünmeyen yüzünün içeriden deşifre edilmesidir. Yani onun büyüsünün ve gizeminin bozulmasıdır.

Diyarbakır Anneleri, Kürt halkı adına hareket ettiğini, onları özgürleştirme iddiasında olduğunu iddia eden bir örgütün Kürtlere ne kadar çok zarar verdiğini gösterdiler. Bunu da sözde devlet gibi hareket eden bir yapıya karşı yaptılar. Evladını kurtarmak için hayatını kaybetmeyi, öldürülmeyi göze alarak da devam ettiriyorlar.

Annelerin bu eylemini daha önce yapabilmeleri mümkün müydü? Yukarıda yazılanlardan hareketle çok mümkün olmadığını söylemek gerekir. Çünkü şehir iklimi daha önceden buna çok müsait değildi. Psikolojik üstünlük örgütün lehine işliyordu ve halk bunu hissediyordu. Oysa bugün devlet, tüm kanun ve kurumlarıyla her yerde kendisini hissettiriyor. Anneler devletin gücünü hissettikleri için daha rahatlar daha dirençliler ve çocuklarını örgütten kurtarıp, başka çocukların da bu öğütme makinesi gibi işleyen terör örgütüne kaptırılmasını istemiyorlar. Neden HDP binası o zaman? Sorusu da tam burası için çok anlamlı çünkü bu çocuklar yasal bir partinin çeşitli teşkilatları aracılığıyla dağa kaçırılıyorlar.

I.Evlat Nöbeti Kongresi

Diyarbakır Anneleri’nin direnişini merkeze alan I. Evlat Nöbeti Kongresi, 7 Ocak 2023 tarihinde Nevşehir’de yapıldı. Açılış konuşmasını yapan İçişleri Bakanı Sayın Süleyman Soylu, terör örgütüne karşı verilen mücadelenin boyutları hakkında kapsamlı bir konuşma yaptı. Kongre Kurulu Başkanı ve tüm etkinlik öncesinde ve sonrasında sürecin içinde aktif biçimde yer alan Ak Parti Nevşehir Milletvekili Sayın Mustafa Açıkgöz kongre boyunca sağ olsun bizi hiç yalnız hissettirmedi.

Bu kongrenin önemi oldukça büyük, sadece ilki olmasından dolayı değil, Diyarbakır Anneleri’nin direnişini tüm dünyaya tanıtmak açısından da çok mühim. Kongre sorunu farklı boyutlarıyla ele alan yerli yabancı konuşmacılara görülerini dile getirme fırsatı verdi. Buradan çıkacak sonuçla sorunu uluslararası kamuoyuna tanıtarak terörle mücadele alanı genişletilebilir.

Terörle mücadele derken, birkaç hususun altını bir daha çizmek gerekiyor. Terörle mücadele sadece askerin, emniyetin değil ülkesinin kalkınmasını, vatandaşlarının rahat ve huzurlu bir dünyada yaşamasını isteyen öğretmenin, öğretim üyesinin, sanatçının da görevidir. Mesela terörle mücadele eden annelerin sesini duyurmak için neden bu kadar az sanatçı Diyarbakır Anneleri’ne destek veriyor. Bu annelerin yanında yer almak sanatçıları neden ürkütüyor, görünmeyen, bilinmeyen bir tehdit mi var? Nasıl bir lobi Yeşilçam’a ya da dizi dünyasına hâkim? Tamam, anladık Hollywood’a Yahudi Lobisi hâkim, pek bizim dizi ve sinema sektörüne kim hâkim ki, sanatçılarımız vebalılarmış gibi annelerden uzak duruyor. Terör örgütünden çocuklarını isteyen annelere destek olmanın neresi hümanizme, evrensel değerlere aykırı? Neden bu kadar azız? Neden bu kadar az katılım var? Kültür Bakanlığı sanatçıları bu alana yönlendirmek için ne yapabilir aslında bununla ilgili de bir etkinlik yapılabilir. ABD Başkanı 11 Eylül sonrası ülke içini kastederek, bize karşı olanlara kaynak aktarmayacağız, demişti. Biz de kaynaklarımızı bu konuda daha rasyonel kullanabiliriz.

Kendisiyle bu kongre vesilesiyle tanışma şerefine eriştiğim değerli Ali Nuri Türkoğlu (nam-ı diğer Payitaht’ın Emanuel Karasu’su) gibi sanatçılarla niye daha fazla karşılaşmıyoruz? Niye Sağlık Bakanlığı Netflix’te Türk aile yapısını tahrip eden bir sanatçıyı kamu reklamlarında oynatır da, insanı Taptuk Emre’nin Dergahı’na götüren ses tonuyla, güler yüzlü suratıyla Ali Nuri Türkoğlu’nu oynatmaz anlamıyorum. Ancak yöneticilerden bunu anlamalarını bekliyorum. Değerli Burak Haktanır’ın Boğaziçi Film Festivalindeki kahramanca çıkışı neyse eminim, sektördeki birçok yönetmeni, cast ajansını rahatsız edecek olan Ali Nuri Türkoğlu’nun Diyarbakır Annelerine verdiği koşulsuz destek de aynı değerdedir. Dilerim Ali Nuri Türkoğlu gibi bu milletin değerlerine, insan haklarına, hümanizme, hak ve hukuka değer veren sanatçılarımız çoğalır. Bir de bu tür bir mücadele içinde olduğundan dolayı da sanat camiasından dışlanmaz. Burak Haktanır’ın yaptığı açıklama bizi, “acaba hiç mi yerli milli bir sanatçımız yok, demek ki yerli ve milli olanlar buralarda barındırılmıyor” diye düşünmeye sevk etmişti. 

Gazeteci Yılmaz Bilgen, benim kongredeki bir başka kazancım oldu. Suriye’de ve diğer bölgelerde PKK’nın ve YPG’nin insan hak ve ihlallerini canlı şahidi olduğu örneklerle anlatması, anlatırken de hem kendi hem de bizim yüreğimizi burkması unutulacak gibi değil. Boğazımız kurudu, insanlığımızdan utandık ancak hâlâ örgüte devrimcilik adına selam çakanların ya da değerli Yılma Bilgen’in anlattıklarını görmek istemeyenlerin ne insanlığından ne de sanatçılığından emin olmadığımızı belirtmek gerek.

Naile Aktaş, 2019 yılında kızı kaçırılan Maide Töremiş Aktaş’ın kız kardeşi. Maide Hanım Almanya’da yaşıyor ve evlat nöbetine Almanya’da, PKK’nın en güçlü olduğu Avrupa ülkesinde devam ediyor. O da Berlin Annesi.  Değerli Naile Aktaş, bize bu olayın ne kadar geniş çaplı olduğunu gösteriyor. Naile hanım ve ablası Maide Töremiş Aktaş’ın direnişlerini tarih yazacaktır. Elbette onların yanında durmayanları da.

Kongrenin düzenlenmesinde emeği geçen Prof. Dr. Adem Palabıyık, uzun süredir. Bu konuya kafasını yoran bir sosyolog. Bu süreçte çok emeği geçti ayrıca bizim gibi Ankara’dan sürece dâhil olmuyor. Örgütün korku iklimini yaşatmak istediği bir bölgede akademik görevini sürdürüyor bu nedenle o da bir kahraman. Bir de sadece Yeşilçam’da değil akademide de oldukça tuhaf bir kitle var.  Bunlar örneğin, ODTÜ eylemlerini evrensel değerlere sahip çıkmakla ya da terör eylemlerini silahlı çatışma şeklinde yorumluyorlar. Adem Hoca’nın yaptığı da bu açıdan farklı bir meydan okuma. Evrenselci ve hümanist olma iddiasındakilerin dayanamadığı kendi hegemonyalarının parçalanması, doğrusu buna çok içerliyorlar.

Kongre ile ilgili küçük, lüzumsuz gibi görünen ama bu kadar önemli bir soruna ve onun çözümüne yönelik katkıya ne kadar değer verildiğini göstermesi açısından anlatmaya değer bir hikâyeye de yer vermek gerekiyor. Kongreye katılmak için Ankara-Kızılay’dan bizi Nevşehir’e 4 saat 30 dakikada götüren araç hakkında bu olay. Ece Ayhan’ın Dinar Yolunda Devrilen…kamyonet için yazdığı şiirdeki kadar olmasa da farklılığı aşikar. Eskiden köylüleri kasabaya götüren ve bindiğinizde ağır bir mazot kokusunu hissettiren bir araç. Bırakın kongre katılımcılarını Ankara’dan Nevşehir’e tarım işçilerini bile bunula taşımak eziyet. Ankara eğer 1930’lar CHP’sinin ruhuyla yönetiliyor olsaydı aracın Kızılay’a girmesine izin verilmezdi. İki profesör, iki uluslararası katılımcı, bir gazeteci ve bir katılımcı hanımefendi bu araçla seyahat ettik. Dönerken aynı eziyeti çekmeyelim diye otobüs biletlerini aldı hocamız neyse ki Nevşehir İl Özel İdaresi tarafından görevlendirilen araç bizi getirmedi. Çok lükse alışık değiliz, elbette ki gideceğiz ama el insaf, turistik bir beldesiniz, uluslararası bir toplantıya ev sahipliği yapıyorsunuz ülkemizi ve bölgenizi bu şekilde mi tanıtacaksınız? Aklımızda bu yolculuk da mı kalmalıydı?