Doğu Akdeniz’de Giderek Karmaşık Hale Gelen Enerji Paylaşımı
Bu yazı 07/11/2022 tarihinde yayınlanmıştır.
*SDE Başkanı /Doç. Dr. Güray ALPAR
Ekim ayı sonlarında, İsrail ile Lübnan’ın “Deniz Yetki Anlaşması” imzalanmasıyla ilgili basında yer alan haberlerin ve yine aynı süreçte Kıbrıs Rum Yönetiminden bir heyetin, Lübnanlı yetkililerle görüşerek, aralarında “Deniz Sınırı Çizimi” konusunda mutabakata vardıklarını açıklamalarının arka planları incelendiğinde, birçok konunun da giderek daha karmaşık hale geldiği görülecektir.
Doğu Akdeniz, jeostratejik konumundan dolayı tarihi süreçte küresel güç mücadelelerinin içinde yer almış ve bu mücadele 2000’li yıllarda, Kıbrıs adası civarında hidrokarbon kaynaklarının tespit edilmesiyle, bölge dışından birçok aktörü de içerecek şekilde çok boyutlu bir hale gelmiştir.
ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezinin yapmış olduğu çalışmaların (2010) sonuçlarına göre, Suriye-Lübnan-İsrail ve Kıbrıs Adası arasında kalan ve Levant Havzası olarak isimlendirilen bölgede 1,7 milyar varil petrol ile 3.5 trilyon metreküp doğalgaz rezervi bulunuyor. Kıbrıs adasının civarında ise 8 milyar varil civarında petrol yatağı var.
Bu noktada, özellikle kaynakların paylaşılması konusunda büyük sorunlar var. Sorun ise Akdeniz’e en uzun kıyısı bulunan Türkiye ile KKTC’nin bu kaynaklardan uzak tutulmak istenilmesinden ve bazı ülkelerin kaynaklardan kendi paylarının üzerinde hak iddia etmesinden kaynaklanıyor. Örneğin, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi adil bir paylaşım yerine, bütün Akdeniz’i kendisinin görerek, bölge ülkelerinin aleyhine kendilerince anlaşmalar yapıyor. Bu ise enerji paylaşımında geleceğe yönelik sıkıntılar ve haksızlıklar yaratıyor.
Kıbrıs adası buna en güzel örneği oluşturuyor. Eğer Kıbrıs adası civarındaki ülkeler, anlaşmaları KKTC ile yapsalar ülkeleri adına fazladan deniz alanı kazanacaklar. Bu durum bilindiği halde görmezden gelmek ya da sürekli gerçeği gizlemek mümkün değil. KKTC fiilen vardır, gerçektir ve varlığının diplomasi oyunlarıyla inkar edilmesi mümkün değildir.
Diğer yandan, Doğu Akdeniz bölgesinde Lübnan’da olduğu gibi, komşu ülkelerin de birbirleriyle sorunları var. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon bölgeleri konusunda çevresindeki ülkelerle en fazla sıkıntı yaşayan ülkelerden birisi de Lübnan. Lübnan’ın dört komşusu var: İsrail, Kıbrıs (Kıbrıs Rum Kesimi ve KKTC) ve Suriye. Doğu Akdeniz’de zengin gaz ve petrol yataklarının bulunduğunun anlaşılmasından sonra Lübnan, KKTC hariç bunlardan üçü ile doğrudan veya dolaylı olarak görüşmelere başladı.
Lübnan, kendisini Kıbrıs’ın tek temsilcisi gibi gören Kıbrıs Rum Yönetimi ile 2007 yılında Münhasır Ekonomik Bölgelerini sınırlandıran bir anlaşma imzaladı ancak Suriye, Lübnan ile kara ve deniz sınırlarını belirlemek istemiyor ve Lübnan’da bu yüzden Kıbrıs Rum Kesimine, kuzey deniz sınırı Suriye ile çizilmediği sürece, Kıbrıs ile Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarının belirlenemeyeceğini belirtiyordu.
Diğer taraftan Lübnan ile Kıbrıs Rum Kesimi arasında deniz sınırlarının belirlendiği anlaşma, Rum Kesimi tarafından BM onayına gönderilirken, Lübnan bunu İsrail ile sınırların belirlenmesi için bekletmişti.
2010 yılında ise İsrail ile Kıbrıs Rum Kesimi arasında deniz sınırlarını belirleyen başka bir anlaşma imzalanmıştı. Fakat bu anlaşma Lübnan ile Kıbrıslı Rumlar arasında imzalanan anlaşmada bir değişiklik gerektiriyordu. Bunun nedeni ise Lübnan’ın güney sınırı olarak belirlenen alanlar ile İsrail’in kuzey sınırı olarak belirlenen alanların birbiri ile çakışmasıydı. Bu yüzden Lübnan, İsrail ile Kıbrıs arasında imzalanan anlaşmayı tanımayacağını duyurmuştu.
Lübnan’ın 2022 yılı Ekim ayında, İsrail ile uzun süreli dolaylı müzakerelerden sonra deniz sınırlarının çizimi konusunda anlaşmaya varmasından bir gün sonra, Kıbrıs Rum Kesiminden bir heyet benzer şekilde deniz yetki alanlarının belirlenmesi için Lübnan’a gitti. Her ne kadar Rum Dışişleri Bakanlığından bir diplomatın Lübnan Cumhurbaşkanı ile görüştüğü ve deniz sınırlarının çizimi konusunda anlaşmaya vardıkları konusunda teyide muhtaç haberler yayınlansa da konunun çözümünün o kadar da basit olmadığı bir gerçek.
Öncelikle, habere göre bu konuda bulunan formül, Kıbrıs ve Lübnan arasındaki kuzey sınır bölgesinde yer alan ortak sınır hattını kapsıyor ve heyetin Lübnan Meclis Başkan Yardımcısı İlyas Ebu Saab ile bir araya geldiği ve Rum heyetinin, Enerji Bakanlığına bağlı petrol idaresi ve askeri yetkililerin de bulunduğu bir toplantıda, Lübnan Ulaştırma Bakanı Ali Hamiye ile görüştüğü biliniyor. Zaten Lübnan Meclis Başkan Yardımcısı Ebu Saab yaptığı açıklamada, görüşmeler sonucunda deniz sınırlarının değiştirilmesi konusunda, yasal boyut dikkate alınarak, bir formüle ulaştıklarını ve bunun uygulanması konusunda mutabık kaldıklarını açıkladı. Ona göre formül, Kıbrıs ile Lübnan arasında, kuzey sınır bölgesindeki ortak sınır hattını kapsayacak ve sınır hattındaki birleşme noktaları, Suriye ile yapılacak anlaşmanın ardından belirlenecek. Diğer taraftan çok üst düzeyde görüşmeler gerçekleştirdiklerini ifade eden Rum heyeti tarafından, “Lübnan ile aralarında çözülemeyecek zor bir sorunun bulunmadığı, görüşmelerin süreceği ve sürecin çok hızlı ve kolay olacağı” açıklaması yapıldı. Bu konudaki sorunun, Kıbrıs Rum Kesiminin ifade ettiği şekilde basit olup olmadığını zaman gösterecektir ancak Lübnan’ın aleyhine olacak bir anlaşmanın her durumda Lübnanlıların tepkisini çekeceği de açıktır.
İsrail ile Lübnan arasındaki sınır tartışmaları ise İsrail'in kurulduğu yıllara kadar uzanıyor. Diğer yandan Lübnan’ın İsrail ile “deniz yetki alanları” konusunda da sorunları bulunuyor ve uzun yıllardır savaşların, çatışmaların ve gerilimlerin yaşandığı Lübnan ve İsrail arasında, ABD’lerinin de girişimi ile 2022 Ekim ayı sonlarında bir uzlaşıya varıldı. Buna göre 1948 yılında kurulduğundan beri, İsrail ile Lübnan arasında deniz yetki sınırları ve kıta sahanlığı üzerinde ilk defa bir anlaşma imzalanmış olacak. Aslında her iki ülke kâğıt üzerinde hala savaş halinde ve aralarında doğrudan bir diplomatik ilişki yok. İsrail 1982 yılında Lübnan’ın güneyini işgal etmiş ancak 2000 yılında buralardan çekilmişti. 2006 yılında ise yine Hizbullah ile savaşmak üzere Lübnan’a girdi. Lübnan hala İsrail pasaportlulara ülkeye giriş izni vermezken, pasaportunda İsrail vizesi olanlara dahi zorluk çıkartıyor.
Aslında bu aşamaya gelmek hiç de kolay olmadı. İsrail’in ve Lübnan’ın kendilerinin olduğunu iddia ettikleri alanlar birbirinden oldukça farklıydı. Lübnan tarafı anlaşmazlık bölgelerinin boyutlarını, 1922 tarihli haritalara dayandırarak, 2.290 kilometre kare olduğunu iddia ediyordu. İsrail tarafı ise "topografik, tarihi ve coğrafi belgelerle desteklenen" Lübnan haritalarını reddediyordu. Bunun yanında ABD temsilcisinin belirlediği başka bir hat vardı. ABD, 2012'de temsilcisi Frederic Hof aracılığıyla, Lübnan ile İsrail arasındaki deniz sınırı anlaşmazlığını çözmek için girişimde bulundu ve daha sonra "Hof çizimi" olarak adlandırılan sınır çizimine göre, toplam 860 kilometrekarelik alanın yaklaşık 500 kilometrekaresi Lübnan'a, 360 kilometrekaresi ise İsrail'e bırakıldı. Şimdi ise ABD öncülüğünde yapılan girişimlerle, üzerinde anlaşılan bambaşka bir hat oluştu.
Böylece, iki ülke arasında münhasır ekonomik bölgenin sınırları kesin olarak çizilmiş oldu. Lübnan, İsrail’in Lübnan sınırına yakın Kariş bölgesindeki kontrolü İsrail’e bırakırken, kendisi de Kana bölgesinde haklarını kısmen kontrolüne aldı. Kısmen diyoruz çünkü, Lübnan’a ait Kana bölgesinde, Total şirketi kendisine ait haklardan İsrail’e pay verecek (%17 gibi bir rakam konuşuluyor). Bunun yanında, Kana bölgesindeki kapasitenin ne kadar olduğu bilinmediği gibi çıkarılması da yıllarca sürebileceği değerlendiriliyor. Böylece İsrail kendi hak iddia ettiği bölgeden çekilmemiş, ancak Lübnan’ın bu bölgedeki arama faaliyetlerine, pay almak kaydıyla karışmamış olacak.
Anlaşmayı imzalayan dönemin İsrail Başbakanı Lapid’e göre; bu anlaşma “İsrail’in kuzey sınırlarında istikrarı sağlama yanında, güvenliğini sağlayacak ve İsrail ekonomisine milyarlarca doların akması mümkün olacak.” Konuyu seçimler öncesi iç politikada da kullanan Lapid, “Lübnan deniz sınır anlaşmasını kabul ederek bizi fiilen tanıdı” derken, “Bugün İsrail Devleti, güvenlikte, ekonomide, diplomaside ve enerjide kazandı” değerlendirmelerinde de bulundu.
Diğer taraftan Lübnan Cumhurbaşkanı Aoun da ABD tarafından Lübnan’a ulaştırılan son taslağın kendilerini tatmin ettiğini belirtti. Daha da ötesi Lübnan içerisindeki Hizbullah da dolaylı da olsa anlaşmaya destek verdiğini açıkladı. 2022 yılının başlarında İsrail Kariş Sahasında arama çalışmasına başladığında Hizbullah, her ne kadar hedefine ulaşmasa da SİHA’larla saldırı teşebbüsünde bulunmuştu. Şimdi ise Hizbullah lideri Nasrallah, yaptığı açıklamada, “Hükümetin imzalayacağı bir anlaşmaya saygı duyacaklarını” açıkladı. Türk Dışişleri Bakanlığı ise yaptığı açıklama ile anlaşmanın imzalanmasından duyduğu memnuniyeti ifade etti.
Anlaşma ile, bir anlamda her iki ülkeye doğrudan bir anlaşma imzalamasalar da uzun vadede bir ticari ilişkiye girmeleri ve bunun yine uzun vadede diplomatik ilişkilerin geliştirilmesine imkân sağlaması bekleniyor. Bu ise bir anlamda, “kâğıt üzerindeki savaş durumunun sonlandırılması” anlamına geliyor.
Lübnan’ın Kıbrıs Rum Yönetimi ile yaptığı ilk anlaşmada, Kariş bölgesi ile ilgili bir hak iddiası olmamasına ve Birleşmiş Milletlere bildirmemesine rağmen, bu bölgeyi daha sonra yetki sınırlarına dahil ettiği görüldü. 2017 yılında Lübnan, iki ülke arasındaki itilaflı Kana ve Kariş sahalarına yönelik Total, Eni ve Novatek şirketlerinin (Fransız, İtalyan ve Rus) konsorsiyumu ile bir anlaşmaya vardı ancak Total şirketi, Lübnan ve İsrail arasında bir anlaşma imzalanana kadar çalışma yapamayacağını duyurdu. 2020 yılında bu kez İsrail aynı bölgelerde araştırma yapmak için ihaleye çıkınca gerginlik Hizbullah’ın da devreye girmesiyle tırmandı ve bunun üzerine ABD’nin devreye girdiği görüldü.
Bu dönemde dikkat çeken esas olay, 04 Ağustos 2020 tarihinde Lübnan’ın başkenti Beyrut’taki Limanda gerçekleşen patlamalar oldu. Yüzlerce kişinin öldüğü, binlerce kişinin ise yaralandığı saldırıyı henüz kimlerin gerçekleştirildiği ortaya çıkarılamamasına rağmen, patlama ülkeyi ekonomik olarak çökerterek bugünkü duruma getirdi. Ekonomik sıkıntıdaki ülkeleri bazı şeylere razı etmek daha kolay. Kriz halindeki Lübnan için şimdilerde elektrik ve su ihtiyacını karşılamak bile problemler yaratıyor ve IMF ile kredi görüşmeleri sürüyor. Ülkede bankalar sık sık kapalı kalıyor, halk kendi tasarruflarına bile erişemiyor ve döviz kıtlığı had safhada. Yani Lübnan’ı bu anlaşmaya mecbur eden, bir anlamda yaşadığı ekonomik sıkıntılar ve bu da gerçekleşen patlama ile bir bağlantısının olup olmadığını akla getiriyor.
Diğer yandan Ukrayna’da yaşanan kriz nedeniyle, gaz ve enerji ihtiyacı olan Avrupa ülkelerinin sıkıntılı durumu devam ediyor. Sırf bu yüzden İsrail gaz üretimini son dönemde %22’den fazla artırsa bile daha fazlasına ihtiyaç var. Bu yüzden haziran ayından beri İsrail’e ait yetkilendirilmiş gemiler itilaflı bölgelerde araştırmalar yapıyor. Anlaşmaya varıldığı açıklanır açıklanmaz Total şirketinin yetkilileri hemen Lübnan’a gittiler. Başbakan Mikati ise Total’den derhal doğal gaz ve petrol aramalarına başlamalarını ve bu konuda her türlü desteği vereceklerini bildirdi.
Ancak konunun uzmanları bu bölgelerdeki çalışmaların en az 3-4 yıl sürebileceğini değerlendiriyor. Diğer yandan kısa vadede Lübnan’ın buradan ekonomik bir kazanım elde etmesi zor görülüyor.
Anlaşma iki ülkenin doğrudan diplomatik ilişkisinin olmaması nedeniyle, ABD aracı kılınarak iki anlaşma şeklinde imzalanacak. Her iki tarafın, BM nezdindeki Lübnan’ın güneyinde Ras Nakura’da bir araya geleceği bildirildi. Toplantı sonrası BM tarafından anlaşmanın kamuoyuna duyurulacağını ancak anlaşma için bir törenin yapılmayacağı da bildirildi.
Şimdi kimileri bir taraftan İsrail’in; Kariş Gaz Sahasının tamamını kontrol ederken, Kana Sahasından %17 civarı hak sahibi olmasını ve kuzey sınırının güvenliği sağlamasını bir başarı olarak değerlendirirken, diğer taraftan bazıları Hizbulllah’ın imaj düzelttiğini, örgütün direniş yoluyla müzakerelere fayda sağladığını, Hizbullah’ın rolünün giderek artacağını söylüyor. Bu yüzden anlaşmaya İsrail’de sağ görüşlü sivil toplum kuruluşları ile bazı milletvekilleri itiraz ettiler ancak İsrail basınına göre İsrail Yüksek Mahkemesi bu başvuruları reddetti. Netanyahu başta olmak üzere İsrail ve ABD’de bazı çevreler ise Hizbullah’ın tehdidinin anlaşmayı sağladığını ve İran’ın Doğu Akdeniz’de güç kazandığını ortaya koyarak anlaşmaya karşı.
Lübnan’da ise anlaşmayı savunanlar, Kana bölgesinden İsrail’e pay verilmesinin, Total şirketi aracılığı ile olacağından, bunun Lübnan’ın egemenlik hakkına zarar vermeyeceği söylüyor. Anlaşmaya karşı olanlar ise Lübnan’ın deniz sınırını 29. hattan 23. hatta çekerek büyük kayba uğradığını iddia ediyor.
Hizbullah ve İran ise anlaşmayı olumlu karşılıyor. Nasrallah, televizyonda yayınlanan konuşmasında, “İstediğimiz hakları vermezseniz masayı deviririz” tehdidinde bulunmuştu. Daha açık bir ifade ile Nasrallah,” Eğer İsrail, Lübnan ile bir anlaşma imzalamadan Kariş gaz sahasını işletirse, İsrail’e saldırırız” demişti. İran’da ise zafer havası var. Devrim Muhafızlarının kontrolündeki Tasnim Haber Ajansı anlaşmayı “İsrail kaybeden taraf oldu” diyerek duyururken, İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyine yakın Nournews “Hizbullah’ın kararlı tavırları, İsrail’i Lübnan’ın tarihi haklarını kabul etmeye zorladı” yorumu yaptı. Yani Hizbullah ile bağı olan İran’ın anlaşmayı olumlu karşıladığı görülüyor.
Sonuç olarak, bölgedeki enerji kaynaklarının paylaşımına yönelik bu girişimlerin birçok açıdan dengelerde yeni değişimlere yol açacağı görülürken, hak ve adaletten uzak, diğerlerini yok sayan girişimlerin de kalıcı olmayacağı kesin. Bölge dışı birçok aktör işin içindeyken, Doğu Akdeniz’de, Türkiye ve KKTC’nin içinde olmadığı bir oluşumun başarı şansı yoktur. Zorlamanın da gereği yoktur. Bu nedenle, huzur, refah, istikrar, barış ve adalet için, tüm Doğu Akdeniz’i kapsayan sorunların ve çözümlerin tartışılacağı uluslararası bir toplantının yapılması da gerekli gibi gözüküyor.
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya