Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Dolar Oyunu ve İstikrar

Bu yazı 14/11/2022 tarihinde yayınlanmıştır.

*Prof.Dr Abuzer PINAR/SDE Ekonomi ve Finans Koordinatörü

Ekonomi istihdamdır, üretimdir, tüketimdir. İş insanları yatırım yapar, işgücü çalışma imkânı bulur. Elde ettiği gelirle tüketim ve tasarruf yapar. Ekonominin çarkı bu şekilde döner. Eğer ekonomi bu ise neden her gün ekonomi diye faiz, döviz, borsa, altın fiyatlarını konuşuruz? Çünkü ilk söylediğimiz reel ekonomidir. İkinci grup ise oyunun kurallarıdır. Bu yatırım, istihdam, üretim ve tüketim oyununu oynuyoruz ama kuralları var.

Kuralların bir kısmı yasaldır ve bir mantığa dayanır. Bir rasyonalitesi vardır. Mesela bir işçinin bir günde kaç saat çalıştırılabileceği, hangi yatırımların nerelere yapılabileceği ya da yatırıma başlamadan gerekli çevre etki değerlendirmeleri vs. mevcut kaynakların etkin kullanılması, çevrenin tahrip edilmemesi, diğer deyişle üretim sürecinin sosyal maliyetleri de devletler tarafından dikkate alınır ve ona göre yatırım izinleri verilir.

Bütün bu çarkın dönmesi için finansa da ihtiyaç vardır. Devlet para basarak iktisadi faaliyetlerin daha kolay yapılmasını sağlar. Bir anlamda ödemelere kefalet verir. Merkez bankaları bankalara para verir ve bankalar iktisadi faaliyetleri fonlar. Aksi halde bu çark dönmez. Ya da yavaş döner. Bu yavaşlık beklenen refah artışını sağlayamaz.

Buraya kadar oyun ve kuralları gayet tutarlıdır. Fakat iş küresel iktisadi işleyişe gelince oyunun kuralları değişmeye başlar. Uluslararası düzeydeki bu fonlama işini kim yapacak? 20. yüzyıldaki dünya savaşları sonrasında bu oyunu ABD kurdu ve ülkeler buna hayır demedi. Bir süre de fena gitmedi. Ancak 21. yüzyılın başlarında, yani şu günlerde yapı değişti.  Sistemin tıkanmaya başladığı 1970’lerin sonunda gelişmiş ülkelerin küresel ekonomideki payı %60’ın üzerinde idi. G7 ülkelerinin payı %50’nin üzerinde, gelişmekte olan ülkelerin payı ise %40’ın altında idi. Şimdilerde G7’nin payı %30’un altına, gelişmekte olan ülkelerin payı %60’ın üzerine çıktı. İlk grubun içerisinde ABD, Kanada ve AB ülkelerinden Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya var. Japonya da bu grupta. İkinci grupta Çin, Hindistan, Rusya ve diğer Asya ülkeleri var. Güney Afrika, Brezilya ve Türkiye de bu grupta. Aradaki %10 da 100’ün üzerindeki diğer ülkeler.

Küresel ekonominin egemeni ve rezerv paranın sahibi ABD’nin küresel ekonomideki payı 1970’lerdeki %40 düzeyinden yarı yarıya düşerek %20 oldu. 1970’lerde başlayan bu inişin farkında olan ABD dolar oyununu bozdu. İkinci dünya savaşı sonrasında kurulan oyunda dolar altına endeksli idi. Bu oyun bozuldu ve ABD tamamen kendi dinamikleri ve “küresel ekonominin idaresi” amacıyla serbestçe dolar bastı. Başka çare var mıydı diye sorulabilir. Mesele çarkın dönmesi ise ne gerekiyorsa o yapılır. Ancak oyun sadece kurucunun lehine çalışıyorsa yürümez. Mesela küresel finansın ülkelere verdiği zarar oyunun hangi parçası? Büyük fonların piyasaları sallaması, ekonominin çarklarını ülkeler aleyhine ve krize yol açacak kadar bozması normal karşılanamaz. 1990’larda Asya ekonomilerindeki zincirleme krizler mesela.

Dahası da var. Dünya parasının idarecileri ABD merkez bankasındaki işlemleri kişisel ve ailevi çıkarları için kullandılar. Küresel salgın döneminde görünür hale geldi ama aslında hep vardı. Zor zamanlarda saklanamaz hale geldiği için kamuoyuna yansıdı. Medyada yer aldı ama öyle “skandal” muamelesi filan da görmedi. Sadece bu işe bulaşan ve açığa çıkan FED idarecileri istifa etti. Acaba daha kamuoyuna yansımayan neler oldu? Herhalde sorma hakkımız var. Çünkü bu banka faizi yarım puan arttırdığında hepimizin cebindeki paranın alım gücü değişiyor. Bütün dünyaya karşı sorumluluğu var.

Bu oyun artık yürümüyor. Küresel salgın döneminde basılan dolarlar spekülatif amaçlarla kullanıldı ve küresel emtia fiyatları üzerinden bugün canımızı yakan enflasyona neden oldu. Enflasyonu düşürmek için azaltılan dolar bu defa döviz kuru artışı ile canımızı yakıyor. Bu yüzden yürümez.

Avrupa merkez bankası faiz artışında yavaş davrandı. Çünkü ekonomileri iyiye gitmiyor. Hatta enflasyondan kaynaklı gelir erimeleri nedeniyle çalışanlar sokakta. Almanya’da, Fransa’da, Belçika’da, İspanya’da grevler var. Gelirleri eriyor ve bu yüzden ücret artışı istiyorlar. İngiltere’de de memurlardan işçilere ücret zammı talebi ile çalışanlar iş bırakma eylemi yaptılar. Şimdilerde Euro/Dolar kuru yeniden 1’in üzerine çıktı. Salgın dönemi sonrasında ABD’de başlayan faiz artışları nedeniyle 0,97 düzeyine kadar inmişti. Buralara 1,23’lerden gelmişti. Eğer AB merkez bankası da aynı ölçüde faiz arttırmış olsaydı belki bu kadar düşüş olmayacaktı. Lakin bu yavaşlığa rağmen ekonomileri ve gelirleri bu kadar zorda ise faiz artışları daha fazla olsaydı durum ne olurdu? Nihayet ABD enflasyonu biraz gevşedi de faiz artış beklentileri azaldı. Bu yüzden de ekonomilerde olumlu bir hava esmeye başladı.

Türkiye için benzer bir tartışma yapılabilir. Böyle zorlu bir dönemde faizler arttırılmış olsaydı ne olurdu? Şundan eminiz. Ekonomik faaliyetler zayıflardı, şirketlerin bir kısmı iflasa giderdi, çalışanlar işsiz kalırdı. Öyle yapmayarak ekonominin çarkları dönmeye devam etti. İstihdam ve büyüme beklentileri karşılandı. Fakat enflasyon yükseldi. Zira hem dışardan maliyet ithal edip hem de ekonomiyi canlı tutmak isterseniz bunun bir bedeli olacak. Bütün mesele doğru zamanda ve ekonomik faaliyetler üzerinde tahripkâr baskı yaratmadan enflasyonun tekrar makul düzeylere çekilmesidir. Çünkü uzun süre yaşanan enflasyon hükümetleri ve toplumları yorar.

Enflasyonun halline yönelik ulusal düzeyde yapılacaklar elbette var. Ancak şunu da gözardı etmemekte yarar var. Küresel ekonominin geldiği bu noktada yüz yıl öncesinin oyunu ve kuralları ile yol almak mümkün değil. Bunu ne Türkiye ne de başka bir ülke tek başına yapamaz. Organize bir oyun ile ancak organize bir şekilde mücadele edilebilir.

Sağlam uluslararası işbirliklerine ihtiyaç var.