Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Eğitim Süreci ve Bir Ülkenin Kendisi Olarak Kalmasının Önemi

 Bu yazı 24/06/2023 tarihinde yayınlanmıştır.

* Doç. Dr. Güray Alpar/ SDE Başkanı

 

Bir toplumda eğitimin anlamı ve o toplumun gerçeklerine uyan eğitimli bir kitlenin yetiştirilmesi, okullu olmanın da ötesinde bir anlam taşır.

Oysa, kurgunun yanlışlığı daha başlangıçtaki “eğitim” tanımında ortaya çıkıyor. Kimi bunu okullar, kurslar vasıtasıyla, bireylere gerekli bilgi ve kabiliyetlerin verilmesi olarak tanımlayıp, konuyu gittiği okullara bağlarken; toplum yaşamında gerekli bilgi ve kabiliyetlerin sistematik biçimde verilmesi olarak tanımlayanların da, eğitimin manevi boyutunu ihmal ederek ve eğitimin aslında; kişinin kendi yaşantısı yoluyla, içinde bulunduğu toplumun gereklerine uygun, planlı bir değişim meydana getirme süreci olduğunu unutarak, benzer bir hatayı yaptığı görülür (Çelikkaya, 1991). Böyle olunca da her alanda, kısır ideolojik fikirler içine saplanıp kalmış ve içinde bulunduğu toplumun gerçeklerinden kopuk, çoğu zaman kendi toplumunu küçümseyen bir sözde aydınlar kitlesi karşımıza çıkıyor.

İnsan; bir yönüyle doğal özellikler taşırken, diğer yönüyle de akıl varlığına sahiptir. Akıl sahibi olmaksa, Prusyalı filozof Kant’ın (1724-1804) özellikle belirttiği şekilde, insanın özgürlüğüdür. İnsan özgürlüğünü değişik biçimlerde elde edebilir. Pratik sonuçlar ve uygulamalar önemlidir ve ona göre, bu noktada “pratik akıl”, “saf akla” göre bir önceliğe sahiptir. Bilgi kendisini, söylemlerden daha ziyade pratik uygulamalarla ortaya koyar.

Eğitim sürecinde de bu geçerlidir. İnsan, görünüşünün arkasında bir varlık olarak kabul edilmezse anlamsızlaşır. Gerçekte insan, ham yetenekler ile dünyaya gelir ve aklı ile yetkinliğe ulaşmaya çalışır, yeteneklerini geliştirir. Bu ise daha başlangıçta bir amacının olması ile ilgilidir ve yetkinliğe ulaşması alacağı eğitime bağlıdır. Eğitim, disiplinli bir şekilde, istendik yönde davranış değişikliği meydana getirme sürecidir. Bunun yanında bilginin, kuşaktan kuşağa devredilmesi ve sağlam bir organizasyon içinde şekillenmesi de önemlidir. Her kuşak, kendisine iletilen bilgi ve yeteneklere, yenilerini ekleyerek tecrübelerini bir sonraki kuşağa aktarır. Bu toplumun ilerlemesi demektir. Eğitimde çocukluktan başlayan bu bağın ve aktarımın kopartılması ise bilgi birikiminin yok olmasına ve sıkıntıların başlamasına işarettir. Bu nedenle toplumu bölmek ve geriletmek isteyenler bu bağı koparmaya çalışır.

Bu anlamda, insan hayatında eğitimin daha başlangıçtan şekillenmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılması önemlidir. Örneğin, “Onbiraylık” da denilen ve sarı, pembe, kırmızı ve mavi gibi renkleri bulunan “çuha çiçeği”, bahçe süs bitkileri yetiştiriciliğinde ve evlerde kullanılan faydalı bir bitki türüdür.  Kant’a göre çuha çiçeği doğal niteliklerle donatılmış olup, bu niteliklerini geliştirmesi, ekim tarzı ile doğrudan alakalıdır. Eğer tohumdan yetiştirilirse birçok rengi elde edilebilirken, fideden yetiştirildiğinde tek renkli olmaktadır (Kants Werke, Cilt 8: 480).

Bahsettiğimiz bütün bu konulara; Fransa’nın, eski sömürgelerine bağımsızlık verirken, Fransız eğitim sistemini ve dilini, ilk öğretimden itibaren zorunlu kılması ve bu suretle daha küçük yaşlardan itibaren çocukları kendi istediği şekilde yetiştirmesini örnek olarak verebiliriz (Alpar, 2023).  Şüphesiz başka bir ülkenin kontrolünde yetişen bu öğrenciler, daha sonraki hayatlarında, sürekli olarak kendilerini Fransa’ya yakın hissetmişlerdir. Oysa, aynı topraklarda sömürü düzenine karşı çıkanlar çoğunlukla, bu eğitim sisteminin dışında kalmış ve kuşaktan kuşağa aktarılan bilgi birikimi ile yolunu kaybetmeyen kişilerden oluşmaktadır. 

Bu konuda diğer bir örneği de İran üzerinde verebiliriz. Bu ülkede Kaçar Hanedanlığı (1794-1925) döneminden itibaren (1800’lü yılların başından itibaren) Avrupa’ya, eğitim almaları ve dönüşlerinde ülkelerini kalkındırmaları için, büyük fedakarlıklarla öğrenciler gönderilmiştir. Bu sayı 1000’in üzerindedir. 1935 yılına gelindiğinde Birinci Pehlevi Döneminde ise 1000 yeni öğrenci daha devlet bursu ile Avrupa ülkelerine gönderilmiştir (Afşin, 1999: 43). Avrupa ülkelerine gönderilen öğrenci sayısı, yıllar geçtikçe daha da artmıştır. Bu öğrencilerden beklentiler yüksekti ve halk, eğitimli olduklarını düşündükleri bu öğrencilere saygı gösteriyordu. Ancak bu öğrenciler, ülkelerini kalkındırmaktan ziyade, kısır ve kendi gerçeklerinden uzak bir ideoloji saplantısının etkisi ile ülkelerinde siyasal ve sosyal açıdan önem arz eden toplumsal hareketlerin düzenleyicisi ve uygulayıcısı olmuşlardır (Rıgıderakhshan, 2022: 22). Oysa Batı eğitim sistemi, kendinden önceki Doğu’ya özgü medeniyetlerden de istifade ile oluşturmaya çalıştığı, kendisine yönelik düzenlemede, politik olmasa da düşünsel yapıda bir birlik oluşturmayı amaçlamıştır. Özelikle, ortak bir dil olarak Latinceyi kullanarak, felsefeden kültüre oluşturduğu bu yapı ile kısmen de olsa birçok bölünmenin de önüne geçebilmektedir (Russ, 2014:9).

Oluşturulan bu sistemin, tam olarak doğru olduğu da şüphelidir. Her şeyden önce insanı ve manevi değerleri gerektiğinde göz ardı edebilmektedir. Başkalarından kopyalanan ve milli olmayan müfredatlar ise “talim ve terbiye” kavramını eğitim ve öğretime, kul hakkını ise insan hakları gibi kişiden kişiye değişen bir kavrama dönüştürülmüştür. Bir de uluslararası ilişkilere “çıkar” denilen bir kavram eklenmiştir. Böylece insan hakları ve çıkar gibi kavramların arkasında, dünyanın en zengin 10 kişisinin geliri, vicdan azabı çekmeden, geri kalan yarısından daha fazla olabilmektedir.  Oysa hak, mutlaka verilmesi ve iade edilmesi gereken bir şeyi vurgular ama çıkar, birinin hak ettiğinden fazlasını alması ve bu fazlanın diğerinin hakkından eksilmesini ifade eder.

Diğer taraftan bu ülkelere eğitim almak üzere gönderilen birçok ülkenin gençlerinin ise kendi ülkelerinde ayrılıkçı hareketlerin destekleyicisi olduğuna dair, başka birçok örnek verilebilir.

İşte sorun da tam bu noktada başlamaktadır. Eğer amaç yoksa ve eğitim süreci milli değilse, “istendik yönde davranış” başka amaçlar doğrultusunda gelişebilmektedir. Bu davranış modelleri yurtdışında gelişebileceği gibi, eğer müfredat milli değilse ve uygun şekilde düzenlenmemişse ülke içinde de gelişebilmektedir. Bunun sonucu ise bir toplumun içinden çıkan eğitimli kitlenin, o topluma sağladığı bir faydanın olmamasıdır. Bir anlamda doğru ve yanlışların o topluma ait olmaması, başka bir ülkenin veya toplumun doğru ve yanlışlarını oluşturmasıdır. Böyle bir ortamda ise bir toplumun ve ülkenin istediği oranda gelişmesinden ve ileri gitmesinden bahsedilemez.

Kaynakça:

Afşin, Metin. (1999). Konfederasyone Tarikhe Cumbeshe Daneshcuyane İrani Der Hkaric Ez Keshver (1352-1357). Çev. Erestu Azeri. Şiraze Yayınevi: Tahran.

Alpar, Melek. (2023). Fransız Eğitim Sistemi ve Yabancı Dil olarak Fransızcanın Afrika Kıtasında Uygulama Alanı, “Yeni Dönem ve Afrika’nın Yükselişi” kongre Bildirisi, 22 Haziran 2023, SDE: Ankara.

Çelikkaya, Hasan. (1991). Eğitimin Anlamları ve Farklı Açılardan Görünüşü, Atatürk Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Dergisi, Yıl: 1991, Sayı:3.

Kant'ın Eserleri, Academy Text Edition VIII, Walter de Gruyter: Berlin.

Mengüşoğlu, Takiyettin. (2017). İnsan Felsefesi, Doğu Batı Yayınları: Ankara.

Rıgıderrakhshan, Mohammad. (2022). İran’da Öğrenci Hareketleri: Pehlevi Döneminden Devrim (1979) Sürecine, Akademik Tarih ve Araştırmalar Dergisi, Yıl: 2022: Sayı: 6, s. 22-41.

Russ, Jacqueline. (2014). Avrupa Düşüncesinin Serüveni, Çev. Özcan Doğan, Doğu Batı Yayınları: Ankara.