Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Ekonomi Savaşının Kazananı Kim Olur?

Bu yazı 04/03/2022 tarihinde yayınlanmıştır.

*Prof. Dr. Abuzer PINAR- Ekonomi ve Finans Koordinatörü

 

Eski bir Sovyetler Birliği ülkesi olan Ukrayna, SSCB’nin dağılması sonrasında 1991 yılında bağımsızlığını kazanmıştı. Aynı süreçte bağımsızlığını kazanan diğer ülkeler gibi dış ilişkilerde Rusya Federasyonu’na yakın durmak veya tam bağımsız davranarak kendi ülkelerinin menfaati için başka arayışlara girmek gibi iki seçenek arasında karar vermek gerekiyordu. Her ülke için elbette üçüncü bir seçenek vardır. Dengeli bir politika izleme gibi. Lakin uzun süre bağımlı kalmış ve bağımsızlık sonrasında kısa sürede tam bağımsızlığı sağlayacak siyasi, iktisadi ve askeri güce sahip olmayan ülkeler için süreç o kadar da kolay değil. 

Ukrayna da bunu yaşadı ve siyasiler bazen Avrupa, bazen de Rusya yanlısı eğilimlere girdiler. Kiev yönetiminde AB yanlısı tutum ağır basınca, Rusya bunu tehdit olarak gördü. Çünkü devamında AB üyeliği ve NATO’ya katılım söz konusu olabilirdi. İş Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı ve nihayet Ukrayna’yı işgal girişimine kadar geldi. An itibariyle çatışmalar devam ediyor ve her savaşta olduğu gibi hiç de insani olmayan manzaralarla karşı karşıyayız.

ABD ve AB başlangıçta fazla aktif davranmadı. Genel kanaat Rusya’nın böyle bir girişimde bulunmayacağı yönündeydi. İş ciddiye binince açıklamalar, yaptırımlar, Ukrayna’ya askeri yardımlar gündeme gelmeye başladı. Baştan itibaren bir hesap var mıydı yoksa gelişmelere göre mi pozisyon alındı, bilemiyoruz. Çok tartışılacak. Ancak gelinen nokta ciddi riskler içeriyor. Ukrayna bir NATO ülkesi de değil, AB üyesi de. Sadece mevcut yönetimin niyeti bu yöndeydi. Dolayısıyla ABD ve AB, Rusya’ya karşı doğrudan çatışmaya girmek yerine yaptırımları tercih etti. Küresel düzeyde destek de gördü.

Rusya’nın ciddi olduğu ortaya çıkınca ekonomik yansımaları belirgin bir şekilde ortaya çıkmaya başladı. Aralık ayında 70 dolar civarında olan petrolün varil fiyatı an itibariyle 115 doları geçmiş durumda. Bu iki ay içerisinde %60’ın üzerinde artış anlamına geliyor. Doğal gaz fiyatları da benzer bir artış gösterdi. Bu artışlar Asya’da kömür fiyatlarına yansıdı. Kriz öncesi 150 dolar civarında olan termal kömürün tonu 460 dolara yükseldi. Ekonomik gidişat açısından bu önemli. Özellikle Çin’de elektriğin yarıdan fazlası kömürden elde ediliyor.

Bu işin enerji tarafı. Temel gıda ürünlerinden birisi olan buğday fiyatları da zirvede. Kriz döneminde fiyatlar %60’tan fazla arttı. Diğer önemli gıda ürünü mısır da bunun gerisinde kalmadı.

Küresel salgın sonrasında enerji ve gıda fiyatlarını çokça konuştuk. Rusya-Ukrayna krizi de maalesef aynı sektörleri en çok vurdu. Zira bu iki ülke enerji ve tahıl tedarikinde üst sıralarda yer alıyor. Krizin devam etmesi durumunda insan refahını doğrudan etkileyen gıda ve enerji konusunda ciddi sıkıntı yaşanacaktır.

Savaşlar bu eğilimleri tetikler elbette ama burada doğrudan etki yaptırımlardan geldi. Krizin uzun süreceği ve Rusya’nın her an beklenmedik adımlar atabileceği düşüncesi enerji piyasalarını sarsarken, Karadeniz bölgesindeki ticaretin aksaması, uçuşların iptali, uluslararası ödeme sistemini büyük ölçüde sağlayan Swift ambargosu bir anda fiyatları uçurdu.

Bu yaptırımların sonucu ne olur? Kim ne kadar süre dayanabilir? Savaşa ekonomik araçlarla Ukrayna lehine müdahil olan ABD ve AB’nin bu yaklaşımı hangi ülkeye daha çok zarar verir? Hedef Rusya ama bu yaptırımlardan karlı çıkacak bir taraf yoktur. Birleşmiş Milletler’den çıkan kınama oylamasındaki ezici çoğunluğa ve yaptırımlara gelen desteğe bakılırsa, Rusya hedefte olsa da bu ekonomi savaşının kazananı olmaz. Asıl soru bu krizin ne kadar devam edeceği ve bu süreçte hangi tarafın gücünün daha erken tükeneceğidir.

Her ne kadar AB ülkelerindeki doğalgaz ihtiyacının yarıya yakınını sağlayan Rusya bu kozu sıkça telaffuz etse de kendi bağımlılıkları hiç de küçümsenemez. Nihayetinde bu kaynaklardan sağladığı finansmanla son yıllarda ciddi gelişme sağladı. Ancak savunma sanayiinde kullandığı çip gibi yüksek teknolojilerde dahi dışa ciddi bağımlılığı var. Otomobil gibi orta üstü teknolojilerde çok da varlık gösterebilmiş değil. Başta Japonya olmak üzere otomobil devleri Rusya’dan çekilmeye başladı. Rusya’nın enerji ve kimyasal ürünler haricindeki otomotiv, ilaç, makine gibi sektörlerde dışa bağımlılığı çok yüksek. Çin hariç, en büyük ticaret ortaklarının hepsi karşı blokta.

Rusya şirketlerinin hisseleri “çöp” oldu. Çünkü bu hisseleri satın alan yok. Enerji ödemeleri nedeniyle şimdilik swift ambargosunun dışında tutulan Sberbank ve Gazprombank dahil. Rusya’da zaten borsa işlemlere kapalı. ABD borsalarında Rusya şirketlerinin hisselerine işlem yasağı getirildi. Ülke uluslararası sermaye endeksinden çıkarılıyor. 

Dolayısıyla krizin uzun sürmesi bütün ülkelere zarar verir ama en çok Rusya zarar görür. İnsani olarak ateş asıl Ukrayna’yı yaksa da karşısındaki geniş cephe nedeniyle Rusya buna çok uzun süre dayanamaz. Rusya karşısındaki blokun ne tarihsel olarak ne de bugünkü duruşu itibariyle masum olduğunu söylemek elbette mümkün değil. Ancak Rusya’nın buna karşı nasıl bir öneri ile çıktığını bilmediğimiz gibi daha insani bir yaklaşıma sahip olup olmadığından da emin değiliz.

Bir gerçek var ki bu tür kriz ve savaş dönemlerinde ilk akla gelen insan hayatı değil maalesef. Bu işe kalkışmışken Rusya sonuna kadar bir kazanımla çıkmada ısrar edecektir. Karşı blok ise bu kazanım beklentisini sınırlamak için Rusya’ya yaptırım ve Ukrayna’ya dolaylı destekleri maksimize etmeye çalışacaktır.

Ekonomik etkileri, krizin ne kadar süreceğine ve devamında nasıl bir sonuç beklendiğine bağlı olacaktır. Bir gerçek var ki sadece savunma sanayiinde güçlü olmak ve sınırlı sayıdaki mal üretimine bağımlılık ekonomik gücü sınırlıyor.