Arap devletlerinin müşterek bir çatı altında hareket etme istek ve ihtiyacı, 1945 yılında Mısır, Irak, Suriye, Lübnan, Suudi Arabistan ve Ürdün tarafından Arap Ligi/Arap Birliği kurulmasını sağladı. Birlik zamanla yeni üyeler kabul ederek (Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Cibuti, Fas, Filistin, Katar, Komorlar, Kuveyt, Libya, Moritanya, Somali, Sudan, Tunus, Umman ve Yemen) 22 üyeli bölgesel bir işbirliği teşkilatına dönüştü.
1945’ten bu yana hemen hiçbir siyasi hedefine ulaşamayan bu örgüt, ne 1948’de İsrail Devleti’nin kurulmasını engelleyebildi, ne Filistinlilerin hakkını koruyabildi, ne de Arap ülkeleri orduları ile İsrail ordusunun karşı karşıya geldiği ve hepsinde yenildiği 1948, 1956, 1967 ve 1973 savaşlarında müşterek düşmana karşı bir askeri ittifak oluşturabildi.
1969 yılında, İsrail işgali altındaki Kudüs’te Mescid-i Aksa’nın yakılmasına tepki olarak kurulan ve Müslüman devletlerin hak ve menfaatlerini korumayı, üye devletler arasında İslam dayanışmasını geliştirmeyi amaçlayan İslam Konferansı Örgütü (şimdiki adı ile İslam İşbirliği Teşkilatı)’ne Arap Birliği üyeleri de katıldılar.
Soğuk savaş döneminde Arap ülkeleri iki blok arasında savrulmuşlardı. İki bloklu dönemde Batı blokunda yer alan Ürdün, Suudi Arabistan, Mısır ve Körfez Emirlikleri bugün gündemden düşmeyen Arap NATO’sunun her zaman ilk akla gelen üyeleri olacaklardı.
İsrail yenilgileri ile gururu kırılmış Arap halkları için güçlü bir ortak ordu kurma fikri her zaman heyecan verici oldu. Ancak, bugüne kadar başarılı bir örneği gerçekleştirilemedi. Arap monarşileri ya da seçilmiş diktatörlerinin her birinin düşman algısı ve korunması gereken menfaatlerinin birbirinden farklı, hatta zıt olması dolayısıyla, halkların arzularına uygun bir askeri ittifak oluşturulamadı.
İslam Konferansı Örgütü’nün kurulmasına sebep olan müşterek düşman İsrail, zamanla Arap devletlerinin bir kısmının dostu ve müttefiki haline gelirken, Arap devletlerinin bir kısmı için 1979 Devrimi’nden sonra mezhepçi kimliği ile öne çıkan İran yeni düşman olarak ikâme edildi. İran’ın yanı sıra Sünni Müslüman Kardeşler, Hamas, el-Kaide, İŞİD gibi örgütler de Arap Birliği üyelerinin iç tehditleri olarak ortaya çıktılar.
Donald Trump’un başkan seçilmesinden sonra “Önce Amerika” sloganını benimseyen ABD yönetimi, çatışma bölgelerinden askerlerini çekme ve doğan boşluğu çatışma bölgesindeki müttefiklerinden oluşturacağı ortak bir askeri güçle doldurma stratejisine yöneldi. Amerika, Suriye ve Ortadoğu’dan askerlerini çekmek isterken yerine, İsrail’in güvenliğine zarar vermeyecek bir Arap Ordusu kurmayı tasarlamaktadır.
ABD’nin bu stratejisi konuşulurken -çoğu zaman yanlış şekilde- Arap Ordusu, Arap NATO’su, İslam Ordusu kavramlarının birbiri yerine kullanıldığı görülmektedir. Yazımızda bu isimlerle adlandırılan askeri ittifak arayışları tarihi süreç içinde ele alınarak, bir Arap NATO’sunun imkân dahilinde olup olmadığı değerlendirilecektir.
El- Cezire Kalkanı Güçleri
Irak hariç diğer Körfez Arap ülkelerinin (Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt, Umman) oluşturduğu “El- Cezire Kalkanı Güçleri” (Peninsula Shield Force/PSF) ilk Arap Ordusu örneği olarak sayılabilir.
1984 yılında, bölgeye yönelik tehditlere karşı kurulan bu askeri gücün merkez karargâhı Kuveyt ve Irak sınırlarının yakınında bulunan Suudi Arabistan’ın Hafr Al-Batin bölgesindedir. 5000 askeri mevcutla kurulan ordu, bugün itibariyle, 40.000 askerden oluşan iki tugay büyüklüğüne ulaşmıştır.
El- Cezire Kalkanı Güçleri’ni kuran devletlere göre İran, Ortadoğu'daki ana istikrar bozucu güçtür. İran’ın Hürmüz Boğazı’nın girişinde bulunan Ebu Musa adası ile Hürmüz Boğazı’nın yakınında bulunan Büyük Tunb ve Küçük Tunb Adaları üzerinde hak iddiası bütün Körfez ülkelerini tedirgin etmektedir. Öte yandan, önemli miktarda Şii nüfus bulunduran Körfez Arap ülkeleri için bu nüfus yapısı, İran tarafından her zaman tahrik edilebilir iç tehdit olarak görülmektedir. Körfez ülkeleri için bir başka önemli iç tehdit, Körfez monarşilerini meşru görmeyen Sünni Müslüman Kardeşler hareketidir.
El- Cezire Kalkanı Güçleri, Körfez ülkelerinin saydığımız dış ve iç tehditlerine karşı mücadele etmek üzere teşkil edilmiştir.
Ancak, El- Cezire Kalkanı Güçleri, 1990 yılında Saddam Irak’ının Kuveyt’i işgalinde, 1. Körfezi Savaşı (1991) ve 2.Körfez Savaşı (2003)’nda kendisinden beklenen güvenlik sağlama görevini yerine getiremedi ve etkisiz kaldı. Bu güç, 2011’de Bahreyn’de vukuu bulan Şii isyanını bastırma dışında önemli bir rol oynamadı. Bahreyn müdahalesi, 2000 yılında üyeler tarafından imzalanan Ortak Savunma Anlaşması’nın “bir üyeye yapılan saldırı diğer üyelere de yapılmış sayılır” prensibine göre icra edilmişti.
“Ortak Arap Gücü/Arap Ordusu” kurulması fikri
Körfez Arap ülkelerinin kurduğu El- Cezire Kalkanı Güçleri dışında, bütün Arapları temsil eden bir ordunun kurulması fikri 9 Mart 2015’te Mısır’ın başkenti Kahire’de düzenlenen Arap Birliği 143. Dönem Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda gündeme geldi.
Mısır tarafından gündeme getirilen bir ‘Ortak Arap Gücü’ oluşturma fikri toplantıda ele alındı. Tüm Arap Ligi üyesi devletlerin iştirak edebileceği bu ordu yapılanması gönüllülük esasına dayalıydı. Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil el-Arabi, toplantının açılışında yaptığı konuşmada, ortak güvenlik askeri gücü oluşturulmasını istedi ve çeşitli meydan okumalar karşısında sergilenecek ortak Arap tavrını netleştirmenin vaktinin geldiğini söyledi. Arabi, oluşturulması teklifinde bulunduğu ortak güvenlik askeri gücünün görevini, “terörle ve terör örgütlerinin faaliyetleri ile mücadele için acil müdahale etme, barışın korunması çalışmalarına destek verme, insani yardım faaliyetlerinin ve sivillerin güvenliğini sağlamanın yanı sıra Arap ülkeleri arasında karşılıklı bilgi paylaşımı konusunda işbirliği” olarak sıraladı.
Toplantıya katılan ülkeler, bir ‘Ortak Arap Gücü’ oluşturma konusunda anlaştı ve Arap ülkelerinin silahlı kuvvetleri komutanlarının bu konuyu müzakere etmeleri için bir ay içinde toplanması çağrısı yapıldı.
“Kararlılık Fırtınası” operasyonu
Ortak Arap Gücü kurulması fikrinin kabul edildiği Arap Birliği Dışişleri Bakanları Toplantısı’ndan 17 gün sonra (26 Mart), Suudi Arabistan’ın öncülüğündeki Arap askeri koalisyonu Yemen’de Şii Husi Ensarullah Hareketi ve devrik lider Ali Abdullah Salih'e bağlı askerlere yönelik “Kararlılık Fırtınası Operasyonu” başlattı. Operasyonun amacı, başkent Sana, Taiz ve Aden’i ele geçiren İran destekli Husiler’in ilerleyişini durdurmak ve Husilerin yönetimden devirdiği Yemen Cumhurbaşkanı Hadi’ye destek vermekti.
Askeri koalisyon Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn, Ürdün, Sudan, Kuveyt, Mısır, Fas ve Senegal ‘den oluşuyordu. Operasyon bir anlamda, fiilen oluşan ‘Ortak Arap Gücü’ nün sahada sınanmasıydı. Operasyona (KİK) üyesi Umman katılmadı. ABD ise koalisyona istihbarat ve lojistik destek vaadinde bulundu. ‘Ortak Arap Gücü’ nün fikir babası Mısır, halen devam emekte olan bu operasyona kendisinden beklenen askeri katkıyı sunmaktan uzak durdu.
“Ortak Arap Gücü” kurulması teklifi
"Kararlılık Fırtınası Operasyonu”ndan üç gün sonra (29 Mart), Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde 26.Arap Ligi Zirvesi toplandı. Zirvede, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin teklifi ile, ortak bir Arap ordusu kurma kararı alındı.
Plana göre bu ordu, savaş uçakları, savaş gemileri ve hafif zırhlı araçların destekleyeceği 40 bin askerden oluşturulacaktı. Ortak Arap Gücü’nün iki merkezi olması öngörülmüştü. Merkezlerden birisi askeri gücün ağırlığını taşıyacak olan Mısır’ın başkenti Kahire, diğeri orduyu finanse edecek devletlerden Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’dı. Planda, Ortak Arap Gücü'nün Körfez ülkeleri tarafından finanse edilmesi öngörülüyordu. Bu sistem gönüllülük esasına göre işleyecekti ve Arap devletleri, belli bir göreve katılıp katılmama konusunda kendileri karar verme hakkına sahip olacaklardı.
Arap Ordusu fikrine sıcak bakan Arap Ligi üyesi ülkelerin genelkurmay başkanları (Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Mısır, Ürdün, Sudan, Suudi Arabistan, BAE, Katar, Kuveyt) 21-22 Nisan’da Mısır'ın başkenti Kahire'de Arap Birliği Genel Merkezi'nde toplanarak, Şarm eş-Şeyh'teki son Arap Ligi zirvesinde alınan Ortak Arap Gücü oluşturulması kararının uygulamasına yönelik konuları ele aldılar.
Toplantıda konuşan Arap Birliği Genel Sekreteri Nebil el-Arabi, oluşturulacak gücün yeni bir askeri ittifak ya da herhangi bir ülkeye yönelik ordu oluşturmak anlamına gelmediğini, bunun Arap Birliği Kuruluş Anlaşması'na işlerlik kazandırılması demek olduğunu ifade etti. Arabi bu gücün, Arap ülkelerine terörle mücadelede topyekûn hareket etme yönünde alan açacağını kaydederek, üye ülke genelkurmay başkanlarına, alınan kararın uygulamasına yönelik gerekli mekanizmaların kurulması çağrısında bulundu.
Toplantı da askeri ittifakın kurulması, görevleri, finansmanı gibi konularda bir alt yapı çalışma grubu oluşturuldu.
Bir ay sonra 24 Mayıs 2015’te Genelkurmay başkanları ikinci defa bir araya geldi ve ülkelerin savunma bakanlarına sunulmak üzere askeri ittifakın kuruluşuna ilişkin bir protokol hazırladılar.
Pakistan, Husi karşıtı koalisyonun bir Sünni ordusu olmasına izin vermiyor
Suudi Arabistan, "Kararlılık Fırtınası Operasyonu”nun başarısı için Pakistan'dan koalisyona katılmasını ve askerî harekâta gemi, uçak ve asker katkısında bulunmasını talep etti. Bu, hem Pakistan ordusunun operasyona güçlü savaş desteğini sağlayacaktı, hem de Arap olmayan bir İslam ülkesinin koalisyona dahil edilmesi savaşın meşruiyetini artıracaktı.
Ancak, Pakistan’ın katılması halinde koalisyonun Sünni ordusuna, savaşın bir mezhep savaşına dönüşeceğini değerlendiren Pakistan parlamentosu 10 Nisan 2015’te yapılan oylamada, oy birliğiyle operasyona katılmama kararı aldı. Kararda, Suudi Arabistan'ın toprak bütünlüğünün korunması için Pakistan'ın gereken desteği vereceği ifade edilirken Yemen'de taraflara acil ateşkes çağrısı yapıldı. Pakistan’ı sürekli finansal olarak destekleyen Suudi Arabistan büyük hayal kırıklığına uğramıştı.
Red kararın alınmasında, Pakistan Meclisi’nde konu görüşülmeye devam ederken Başbakan Nevaz Şerif’in Ankara’da yaptığı istişareler ve telkinler etkili olmuştu. İran’ın Pakistan’a yönelik diplomatik girişimleri de red kararın alınmasında önemli rol oynamıştı. Öte yandan, Husilere karşı savaş koalisyonuna katılması durumunda, 182 milyonluk nüfusunun 25-30 milyonu Şii olan Pakistan için bir iç savaşa sürüklenme riski de söz konusuydu.
Arap NATO’su teşebbüsü
Kararlılık Harekâtı devam ederken, Barack Obama yönetimi Körfez İşbirliği Konseyi üyesi devletlerin liderleriyle 15 Mayıs 2015’te Camp David’de bir toplantı yaptı. Toplantıda ABD tarafı "Arap NATO'su" olarak adlandırılan askeri oluşuma destek vereceğini bildirdi. ABD’nin Arap NATO’sundan kasdettiği, Arap ülkeleri Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve Kuveyt’ten oluşan askerî bir ittifaktı.
2012 yılından bu yana 5+1 ülkeleri ile İran’ın nükleer konuda uzlaşmaya varma çabalarından Körfez Devletleri rahatsızlık duyuyordu. Güvenliğini ABD’ye tahsis ettiği askeri üslere emanet eden Körfez Devletleri, 2001 yılından bu yana İran’ın bir engelle karşılaşmadan Arap ülkelerinde askeri ve siyasi nüfuzunu artırmasına bakarak kendileri için koruma şemsiyesinin kalktığını düşünüp, güvensizlik duygusuna kapılmışlardı. ABD “Arap NATO’su” planı ile, Sünni Körfez Arap ülkelerinin güvenliğini tehlikeye atmadıklarını ve bir askeri ittifak kurulması halinde destekleme niyetini göstermek istiyordu.
Körfez ülkeleri bir süredir, ABD’nin Ortadoğu’yu İran’ın kontrolüne bıraktığına inanmaya başlamışlardı. Yaşanan olaylar da bunu gösteriyordu. ABD’nin 2001 yılında Afganistan’ı işgalinden sonra, işgale yardımcı olan İran’ın ve Şiilerin devlet yönetiminde etkin duruma getirilmesi, ABD ve Koalisyon güçlerinin 2003 yılında Irak’ı işgalinden sonra ülkede Şii hâkimiyetinin sağlanması ve 2011 Aralık ayında Amerikan askerleri Irak’ı terk ederken yönetimin İran’ın adamı Nuri el-Maliki’ye bırakılması ve İran’ın Irak’ta güçlenmesi bu kaygıları tetiklemişti.
ABD-İran işbirliği saklanmıyordu. İran eski Cumhurbaşkanı Hâşimi Rafsancani 2002 yılında Tahran’da bir Cuma namazında verdiği hutbede “Amerikalılar eğer İran ordusu olmasaydı Taliban rejimini deviremeyeceklerini bilmelidirler… İran güçleri Taliban’ı öldürdü ve yıkılmasında kolaylık temin etti. Eğer Taliban’a karşı güçlerimiz savaşmamış olsa idi Amerikalılar Afgan bataklığında boğulur giderlerdi.” sözleriyle bu işbirliğini açığa vurmuştu. Yine, İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad bir televizyon konuşmasında; “Biz Afganistan’da Amerika’ya yardım ettik, sonra Irak’ta yardım ettik. Buna rağmen Bush kibirlenip bizi kötülüklerin şer odağı olarak suçluyor.” açıklaması ile Rafsancani’nin sözlerini teyid ediyordu. İran eski cumhurbaşkanı yardımcısı Muhammed Ali Abtahi’de 15 Ocak 2004’te yaptığı bir konuşmada “Eğer İran’ın desteği olmasaydı Kabil ve Bağdat bu kadar kolay bir şekilde düşmezdi.” diyerek, söz konusu işbirliğini doğruluyordu.
İran’ın bölgede gücünün artırmasına ve Büyük Darius dönemindeki Fars imparatorluğunun sınırları içerisinde Büyük İran’ı kurma heveslerine ABD’nin yol verdiği anlaşılıyordu. ABD, terörizmle mücadele ediyor bahanesi ile İran’ın Suriye’ye yerleşmesine karşı çıkmadığı gibi, Devrim Muhafızları eliyle değişik ülkelerden Sünnilere karşı savaştırılmak üzere Şii milisler toplanmasına ve Suriye’de savaştırılmalarına da göz yumdu. Ve nihayet, Yemen’de İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun Şii Husi isyancıları eğitip donatarak Yemen’de iktidarı ele geçirmek üzere ayaklandırmaları ile İran’ın bölgenin tek hâkimi olma hedefine doğru hızla yol aldığı görülüyordu. İran’ın hedefini Tahran milletvekili Ali Rıza Zakai 2014’te yaptığı bir konuşmada, şöyle ilan ediyordu: “Üç Arap ülkesi (Irak, Suriye ve Lübnan’ı kastediyor) bugün İran’ın elinde ve İslâm devrimine bağlı. Sana, İran devrimine katılma yolundaki dördüncü Arap başkenti oldu.”
Camp David toplantısı esnasında ve sonrasında basında, Arap NATO'su olarak adlandırılan ittifakın resmi isminin Middle East Strategic Alliance (MESA) (Orta Doğu Stratejik İttifakı) olmasının planlandığı, bölgedeki ülkelerle birkaç aydır görüşmelerin yürütüldüğü bilgisi yer aldı. Beyaz Saray'dan bir yetkili, MESA'nın "İran agresifliği, terörizmi, radikalliğine karşı bir siper olacağı ve Ortadoğu'ya istikrar getirmesinin planlandığını” belirtti.
İran’ın Şii yayılmacılığının önünü açan ABD, bu defa Şii yayılmacılığını dizginleyecek ve onunla çatışacak bir Sünni Arap Ordusu oluşturma planı yapıyordu. Böylece, bölgedeki Müslümanlar birbirlerini boğazlarken İsrail düşman olmaktan çıkarılacak ve Amerikan silah sanayii bol bol silah satacaktı…
Nitekim, 2017 Mart ayında, İsrail Savunma Bakanı Avigdor Lieberman Die Welt’e verdiği röportajda “Teröre karşı Ortadoğu’daki bütün ılımlı kuvvetlerle bir koalisyon kurmanın zamanı geldi. Amerika’da da böyle bir koalisyonun oluşturulması hakkında konuşuluyor. Suudi Arabistan gibi ılımlı Sünni ülkeler tarafından onlar için en büyük tehlikenin İsrail ya da Siyonizm ve Yahudilik değil İran olduğu anlaşıldı. Bu planda ortaklarımızın Müslüman, Yahudi ya da Hristiyan olması fark etmiyor. Ben ılımlı Arap ülkelerinin yaşamları için İsrail’in bu ülkelere olan ihtiyacından çok onların İsrail’e ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.” sözleri bahsettiğimiz planı dile getiriyordu.
Camp David toplantısından iki ay sonra, 14 Temmuz 2015’te, 5+1 ülkeleri (BM Güvenlik Konseyinin dâimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa+Almanya) ile İran arasında nükleer programın sınırlandırılması anlaşması yapıldı. Bu anlaşma ile İran, uluslararası pazarlara yeniden petrol satma, yurt dışındaki yaklaşık 100 milyar dolar değerinde dondurulmuş varlıklarına erişme ve uluslararası ticaret için küresel finansal sistemini kullanabilme imkanına kavuştu. Afganistan, Irak, Suriye ve Yemen’de silah gücü ile nüfuzunu artıran İran bu anlaşma ile, diğer ülkeler tarafından da hüsnü kabul gördüğüne inandı. Ta ki, 8 Mayıs 2018’de ABD başkanı Trump’un nükleer programın sınırlandırılması anlaşmasından çekildiğini ve İran’a yaptırımların yeniden başlatılacağını ilan edene kadar…
Şii hilalini gerçekleştirmek üzere yola çıkan İran, Afganistan ve Irak’ın gayrimüslim güçler tarafından işgaline destek vererek, Afganistan, Irak, Suriye ve Yemen’de bizzat savaşarak yüzbinlerce Müslümanın ölümüne sebep oldu. Ancak günümüzde, bütün bu ülkelerde istenmeyen güç olarak sokak gösterilerinde çekilmesi talep edilir hale geldi. Güce dayalı mezhepçi politika iflas etti.
İran’ın bunca günah ve vebaline rağmen, Türkiye, Pakistan ve Katar’ın başını çektiği bazı İslam ülkeleri, “kanı kanla yumazlar” sözü mucibince, mezhepçi politikaları terk edecek bir İran’la yumuşak ilişkiler kurma ve İslam ittifakına dahil etme yolunda gayret gösteriyorlar. İkinci Dünya savaşında Avrupa Hristiyanları da birbirlerini katletmiş, geride kalan on milyonlarca ölüye rağmen bir Avrupa Birliği kurma başarısını göstermişlerdi.
İslam Ordusu
ABD ile Körfez Arap ülkeleri ve Mısır arasında bir Arap NATO’su oluşturma görüşmelerinin devam ettiği sırada, Suudi Arabistan Savunma Bakanı ve o sırada 2. Veliaht olan Prens Muhammed bin Selman, 15 Aralık 2015’te, ‘İslam İttifakı Ordusu (Teröre Karşı İslam İttifakı)’nun kurulduğunu açıkladı. Prens açıklamasında, “İslam ülkeleri terörle mücadele etmek için ferdî olarak savaşıyor. Bu gücü birleştirerek tüm terör örgütleriyle etkili mücadele etmek için 34 ülkenin onayı ile İslam İttifakı Ordusu kuruldu.” dedi.
İslam İttifakı Ordusu ilan edilene kadar hazırlık çalışmaları oldukça gizli tutulmuştu. O zamana kadar sadece, İslam ülkeleri ortak istihbarat teşkilatının kurulduğu ve bir dönem başkanlığını eski MİT müsteşarı Emre Taner’in yürüttüğü haberleri medyada yer almıştı. Arap NATO’su ve Ortak Arap Ordusu’nun konuşulduğu bir dönemde İslam İttifakı Ordusu’nun ilanı dünya kamuoyu tarafından şaşkınlıkla karşılandı.
Daha sonra üye sayısı 41’e çıkacak olan İslam İttifakı Ordusu’nu oluşturan ilk 34 ülke şöyleydi: Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır, Pakistan, Katar, Ürdün, BAE, Kuveyt, Bahreyn, Senegal, Çad, Togo, Tunus, Bangladeş, Benin, Cibuti, Sudan, Somali, Sierra Leone, Gabon, Gine, Filistin, Komor Adaları, Fildişi Sahili, Lübnan, Libya, Maldivler, Mali, Malezya, Fas, Moritanya, Nijer, Nijerya ve Yemen.
İslam İttifakı Ordusu’nun amacı; Irak, Suriye, Lübnan, Mısır ve Afganistan’daki terör örgütleriyle mücadele etmek ve bu ülkelere askerî destek vermek; gerektiğinde buradaki terör örgütlerine karşı ortak operasyon yapmak şeklinde belirlenmişti. Yine yapılan açıklamada “Mezhebi ne olursa olsun İslam toplumlarını tüm kötülüklerden korumak" ittifakın amaçları arasında sayılmıştı.
İslam Ordusu’nun ilan edildiği 15 Aralık 2015’ten yaklaşık 2,5 ay sonra, 26 İslam ülkesinden 200 bin asker, 100 uçak ve yüzlerce kara aracının katıldığı İslam Ordusu tatbikatı yapıldı. Ra'du'ş Şimal (Kuzeyin Gök Gürültüsü) adı verilen ve Şubat ayı sonunda başlayıp üç hafta süren tatbikat Suudi Arabistan’ın kuzeyindeki Hafr el-Batın'da gerçekleştirildi. Gerek katılan asker sayısı gerekse tatbikat bölgesinin genişliği bakımından o zamana kadar Ortadoğu’da yapılmış en büyük askeri tatbikattı. Tatbikat alanı girişinde asılı pankartta "Bu ordu ne diye sorarsanız, bu Muhammed ordusudur" yazıyordu. Özel dikilmiş askeri kıyafetlerdeki hilal şeklindeki armanın içinde 'Allah' lafzı bulunurken altında ise 'Hasbinallah' yazısı dikkati çekiyordu. Türk askerlerinin de katıldığı tatbikatta Türkiye’yi resmen Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz temsil etti.
Askerî ittifak yapılanması için Mart 2016’da Riyad’da toplanan üye ülkeler, ittifakın teşkilatlanmasına yönelik bir hazırlık toplantısı gerçekleştirdi. Ayrıca kuruluşunda 34 olan üye ülke sayısının da 39’a yükseldiği bildirildi.
Varılan mutabakata göre; İslam İttifakı Ordusu üyeliği gönüllülük esasına dayanıyordu. Üye ülkeler istihbarat alanında bilgi alışverişinde bulunacaklar ve hiçbir ülkeye kendi talebi olmaksızın askerî müdahalede bulunulmayacaktı. Operasyon düzenlenen ülkede komuta görevi ev sahibi ülkede olacak ve bu operasyonlar uluslararası teamüllere göre yapılacaktı.
İslam İttifakı Ordusu;
- Basın,
- Finans,
- İstihbarat,
- Askerî kurumlar
olmak üzere dört temel yapı üzerine inşa edildi. Ayrıca askerî olarak Riyad’da İttifak’ın operasyonlarının koordine edileceği bir merkez tahsis edilmesi ve bütçe ayrılması kararlaştırıldı.
İttifakın mekanizmaları aşağıdaki gibi çalışacaktı:
-Üye ülkelerin istihbarat bilgileri operasyon merkezinde toplanarak ortak havuzla diğer ülkelerle paylaşılacaktır.
-Üye ülkelerden biri herhangi bir tehdit aldığında diğer üye ülkelerden yardım ve destek isteyecektir.
-İttifak, belirli bir terör örgütüne karşı kurulmamıştır. Terör örgütü olarak kabul edilecek yapılarla ilgili karar, koordinasyon merkezinde görev yapacak üye ülkelerin temsilcilerine bırakılacaktır.
-Diğer ülkelerce terör örgütü olarak tanımlanan bir yapı, bulunduğu ülke tarafından terör örgütü olarak kabul edilmemişse o üye ülkeye karşı herhangi bir dayatmada bulunulmayacaktır.
Dünya kamuoyunun dikkatini çekmeden bir İslam İttifakı Ordusu’nun oluşturulması ve 200 bin kişilik muazzam bir tatbikatın sessiz sedasız hazırlanma becerisi öncelikle ABD ve NATO’yu ürküttü. İslam ülkeleri arasında böyle bir askeri ittifak kurma ve tatbikatı organize etme yeteneğine, NATO üyeliği dolayısıyla bir ittifak tecrübesine sahip olan Türk Ordusu hâizdi. Yazımızda bahsettiğimiz gibi, 1945 yılından bu yana bir Arap Ordusu kuramayan Arap dünyası gerçeği ortada iken, Suudi Arabistan’ın liderliğinde 41 İslam devletinin bir araya gelmesi mümkün değildi. Türkiye’nin hala NATO ittifakı üyesi olması sebebiyle, İslam İttifakı önderliği için Suudi Arabistan’ın öne çıkarıldığı ve merkez olarak Suud topraklarının seçildiği anlaşılıyordu. İslam Ordusu’nun kurulmasında ikinci büyük rol Pakistan ve Suudi Arabistan’a aitti.
Türkiye’nin ABD ve NATO’ya olan güven kaybı dolayısıyla yeni bir ittifak teşkil etmeye çalıştığı ve İslam dünyasını toparlayarak yeni dünya düzenine hazırlandığı iddiası yabana atılır bir iddia değildir. Burada en önemli husus, 57 İslam ülkesinden en azından 41’inin bir İslam İttifakı’na ve İslam Ordusu kurma teşebbüsüne inanması ve içinde yer alma isteğinin ortaya çıkmasıdır. Tatbikat bunun başarılabileceğini göstermiştir. Bu güven, kararlılık ve ortaya çıkma cesareti İslam dünyası için bir dönüm noktası teşkil edecektir.
ABD-NATO ekseni, İslam İttifakının ve İslam Ordusu’nun hayata geçirilmesinden o kadar rahatsız oldu ki, bu teşebbüsün aktörlerini yok etmek üzere, ordu içindeki işbirlikçilerinin kaos oluşturma stratejisine dayalı olarak 15 Temmuz 2016’da Türkiye’yi işgal etmeye kalktı. Ancak, Yeni Türkiye’nin bu saldırıyı bekleyen güçleri işgal girişimini alt etme ve ABD-NATO’yu yenme başarısı gösterdiler. O gece bütün bir İslam dünyası Türkiye’ye dua için ayaktaydı.
6 Ocak 2017’de Pakistan eski Genelkurmay Başkanı Raheel Şerif Teröre Karşı İslam İttifakı Komutanlığı’na atandı. 13 Ocak Cuma günü, Genelkurmay Başkanı Org. Hulusi Akar’ın da aralarında bulunduğu İslam ülkelerinin Genelkurmay Başkanları, Cidde’de Raheel Şerif’in İslam Ordusu’nun Genelkurmay Başkanı olma törenine katıldılar.
Teröre Karşı İslam İttifakı’na katılan 41 ülkenin dışişleri bakanları ilk defa 26 Kasım 2017’de, Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da toplandı. Türkiye’yi Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli temsil etti.
Katar Ablukası, Arap dünyasında ABD karşı bir blok ortaya çıkardı
ABD başkanı Donald Trump, başkan seçildikten sonra ilk yurt dışı ziyaretini 20-22 Mayıs 2017’de Suudi Arabistan'a yaptı. Riyad’da 50 Müslüman ülke liderleri ile bir araya gelen Trump, “radikalleşmeyle mücadelede başı çekmeleri” çağrısında bulundu.
Trump seyahat dönüşünde attığı tweetinde "Orta Doğu'ya yaptığım ziyarette, Radikal İdeoloji'ye artık finansman sağlanmamalı dedim. Liderler Katar'ı işaret etti - bakın! Suudi Arabistan Kralı ve 50 ülkeyle yapılan görüşmelerin işe yaradığını görmek çok güzel. Radikal örgütlerin finansmanına karşı katı bir tutum takınacaklarını söylediler ve tüm oklar Katar'ı işaret ediyordu. Belki de bu, terörizm felaketi için sonun başlangıcı olur." sözleriyle Katar’ı izole talimatını kendisinin verdiğini ilan etti.
Körfez İşbirliği Konseyi üyesi Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ile Körfez dışından Mısır’ın katılımı ile 5 Haziran 2017’de Katar havadan, karadan ve denizden ablukaya alındı. Ablukacı ülkeler Katar ile siyasi, diplomatik ve ticari bütün ilişkilerini kestiler. Katar, İslami hareketler ve teröre (Müslüman Kardeşler, el-Nusra, İŞİD) destek vermekle ve diğer KİK üyesi ülkelerin aksine İran ile ilişkilerini iyi komşuluk seviyesinde devam ettirmekle suçlanıyordu.
Ablukacı ülkeler yaptırımı kaldırmak için, Doha’daki Türk üssünün kapatılması talebi de dahil, 13 maddelik ültimatom verdiler. Ancak Katar suçlamaları ve talepleri reddetti. Ablukanın asıl nedeninin, Türkiye’nin Körfezdeki askeri varlığının bölgeden çıkarılması ve fiilen Türkiye önderliğinde oluşturulan İslam Ordusu İttifakı’nın yok edilmesi olduğu ortaya çıkmıştı. Buna, Türkiye ve Katar Doha’daki askeri üsteki Türk askeri sayısını artırarak cevap verdi. KİK üyesi Umman da ablukaya karşı çıkarak limanlarını Katar’ın kullanımına açtı. Bir başka Körfez ülkesi Kuveyt’te ablukaya katılmadı ve krizin çözümü için arabulucu rolüne soyundu. Zaten 2014 elçilik krizinde de Umman ve Kuveyt birlikte hareket ederek Katar’dan elçilerini çekmemişlerdi. Katar ablukasında bir başka Arap ülkesi Ürdün’de Katar’ın yanında yer aldı.
Türkiye ve Katar’ın tutumundan cesaret alan diğer İslam ülkeleri de (birkaç küçük ülke hariç), Suudi Arabistan ve BAE’nin baskılarına rağmen ablukaya katılmadılar. Halbuki Trump, Riyad’da topladığı 50 İslam ülkesi liderine verdiği Katar’ı ablukaya alma talimatının emir telakki edilerek yerine getirileceğinden emindi. Ziyaret sonrası attığı tweette “Suudi Arabistan Kralı ve 50 ülkeyle yapılan görüşmelerin işe yaradığını görmek çok güzel.” demişti. Ancak, Türkiye ve birlikte hareket ettiği İslam ülkelerinin aktif politikası sonucu Trump’un büyük gövde gösterisi eşliğinde uygulamaya koyduğu politika bir işe yaramadı. ABD, planın başarısızlığı karşısında ‘Katar krizi Arapların iç meselesi’ deyip işi pişkinliğe vurmayı tercih etti.
Katar Ambargosu, Körfez İşbirliği Konseyi üyelerinin iki eksene bölünmesiyle sonuçlandı. Bir yanda Mısır ile birlikte ABD ve İsrail’in desteklediği Suudi Arabistan-Bahreyn-Birleşik Arap Emirlikleri ittifakı, diğer tarafta Türkiye’nin desteklediği Katar-Kuveyt-Umman ittifakı ortaya çıktı. Türkiye, İran ve Pakistan ilişkileri sıklaştırıp diğer İslam ülkeleri ile işbirliği içinde, sahneye konulmaya çalışılan Arap NATO’suna karşı bir cephe oluşturdular.
Arap NATO’su yeniden gündemde
ABD’de yayın yapan Wall Street Journal gazetesinde 15 Şubat 2017’de yayımlanan bir haberde, Trump yönetiminin bazı Arap ülkelerinin askeri ittifak oluşturmaları ve İsrail’den istihbarat sağlamaları için temasta olduğu iddia ediliyordu. Bir kısım yorumlarda bu girişim “Arap-İsrail NATO”su olarak da tanımlanmıştı.
17 Nisan 2018 tarihli Wall Street Journal (WSJ) gazetesinin bir başka haberinde, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un Mısır istihbarat direktör vekili Abbas Kamil ile bir görüşme yaptığı, görüşmede, Bolton'ın Mısır'ın Suriye'de bir Arap gücü oluşturma çabalarına katkı yapma ihtimalinin ele alındığı yazıyordu. Habere göre ABD, Suriye'nin kuzeyinde bulunan güçlerinin yerine konuşlandırmak ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ile mücadelenin sona ermesinin ardından ülkenin kuzeydoğusunun yeniden istikrara kavuşmasına yardımcı olmak adına Araplardan oluşan bir birlik kurmayı planlıyordu.
ABD'nin halen Suriye'de konuşlandırdığı yaklaşık 2 bin askeri mevcut. Bir Arap gücü oluşturma teşebbüsü, ABD askerlerinin bölgeden çekilmesiyle doğacak boşluğun İsrail ile çatışmayacak Arap ülkelerinden oluşturulacak bir askeri güç ile doldurulması fikrine dayanıyor. Bu projede, İsrail ile çatışmayacak ülkeler olarak Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır değerlendiriliyor, ortak dış tehdit İran olarak konuluyor. Ancak, Katar’a yönelik olarak uygulanan ambargoya rağmen Katar İran’la düşman olmak niyetinde olmadığı gibi, kendisine ambargo uygulayan BAE, Suudi Arabistan ve Mısır’la aynı askeri ittifakın içinde yer alabilme ihtimali de görünmüyor.
Arap NATO’su kurma planı çerçevesinde, 20 Nisan 2018’de Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da, ABD Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) Orgeneral Joseph Votel, Körfez İşbirliği Konseyi üyesi ülkelerinin yanı sıra Mısır ve Ürdün'den temsilcilerin de iştirak ettiği bir Arap-ABD askeri toplantısı yaptı. Toplantıda, "Arap Gücü" nün Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır tarafından desteklenmesi istediği haberleri medyada yer aldı.
Kısa adı MESA olan Ortadoğu Stratejik İttifakı (Middle East Strategic Alliance) projesinin 12-13 Ekim tarihlerinde Washington'da yapılması planlanan bir zirvede müzakere edilmesi bekleniyor.