2018 yılı dünyanın en zenginlerine ilişkin rapor geçen hafta yayınlandı. Wealth-X araştırma şirketi tarafından “World Ultra Wealth Report 2018” adıyla yayınlanan rapor ilginç bulgular içeriyor.* 2010 yılında kurulan şirketin merkezi Singapur’da. ABD ve İngiltere’de şubeleri var. Macaristan, Malezya ve Hindistan’da araştırma merkezleri var. Finans, kar amacı gütmeyen ve eğitim gibi değişik sektörlere bilgi üretiyor. Üretilen bilgi ile müşterilerine yol gösteriyor. Sektördeki muhataplarını tanımak, riskleri minimize etmek ve bilgiye dayalı stratejik kararlar almak için yardımcı oluyor.
Bu raporda, dünya ekonomisinin %98’ini kapsayan 75 ülkeden toplanan ve analiz edilen verilerle serveti 30 milyon dolar ve üzerinde olan kişilerle ilgili bazı sonuçlara ulaşılmış. Buna göre 30 milyon dolar ve üstü gelire sahip olanlar 2017 yılında %12,9 oranında artarak 255,810 kişi olmuş. Bu önceki yıla göre keskin bir artış bu. Sahip oldukları servet ise %16,3 artarak 30 trilyon doları geçmiş. Yani bu en zenginler grubuna yenileri eklenirken, eskilerin serveti daha da artmış.
En hızlı artış %27 oranı ile Asya’da olmuş. Latin Amerika, Avrupa ve Pasifik bölgesi de fena değil. Kuzey Amerika ortalamanın altında büyümüş olmakla beraber oldukça iyi. Orta Doğu ve Afrika ise diplerde.
Kuzey Amerika fena değil derken büyümesinden söz ediyoruz. Dünyanın en zenginlerindeki liderlik %31 ile ABD’de. Bunu %7 ile Japonya takip ediyor. Daha düşük oranlarda zengine sahip olan ancak ilk 10’a giren ülkeler sırasıyla Çin, Almanya, Kanada, Fransa, Hong Kong, İngiltere, İsviçre ve İtalya (Hong Kong yarı özerk bir yönetim olduğu için ayrı alınmış). Bu on ülke, dünyanın en zenginlerinin yaklaşık %70’ini barındırıyor. Geriye kalan 65 ülke ise %30’unu.
En zenginlerin en hızlı arttığı ilk 10 ülke daha ilginç bilgiler içeriyor. Birinci sırada %17 ile Bangladeş var. Bunu %13 ile Çin izliyor. Bu listede Vietnam, Kenya ve Pakistan da var. ABD bu listede de var ve %8 ile onuncu sırada. Bu liste çok önemli mi bilmem. Zira ABD’de 2017 yılında dünyanın en zenginlerine yaklaşık 6 bin kişi eklenmiş. Çin’de ise 2000 kişi. Hâlbuki bu hesaba göre Çin ikinci, ABD ise onuncu sırada. En çok zengini olan şehirlerin 5’i ABD’de, 2’si Japonya’da. Diğer üçü de Londra, Paris ve Hong Kong.
Raporda en zengin kişilerin değişik özelliklerine ilişkin bilgiler de yer almaktadır. Yaş, cinsiyet ve ilgi alanları gibi. Ancak raporu okumaya başlarken asıl merak ettiğim zenginliğin kaynağı idi. Kişi sayısı itibariyle bakıldığında, bu en zenginlerin %14,2’si finans sektörüne odaklı. Bunu %7,6 ile imalat sektörü, %6,4 ile teknoloji takip ediyor. Odaklanma ile kastedilen ağırlıklı olarak yöneldiği sektördür. Bir kişi birden fazla sektörde faaliyet gösteriyor olabilir. Bu kişilerin sahip olduğu servet miktarına ilişkin bilgi göremedim raporda. Yani ağırlıklı olarak finans sektörüne yönelen kesimin sahip olduğu servetin toplamdaki payını bilmiyoruz. İkinci sıradaki imalat sektörü bunun yarısı kadar bile değil.
Diğer dikkat çeken bilgi, Asya’daki zenginliğin ağırlıklı olarak imalattan, Kuzey Amerika’dakinin ise ağırlıklı olarak finanstan geldiğine ilişkindir. Aslında şaşırtıcı değil. Üretim Asya-Pasik havzasına kayıyor. Kapitalizmin merkez ülkeleri ise dünya para sistemini kontrol ediyor. Ağırlıklı olarak üretime dayalı ekonomilerin çoğunluğu, özellikle de Asya-Pasifik bölgesi yükselen piyasalar diye adlandırılırken, aynı zamanda kırılgan ekonomiler listesinde. Öyle ki Çin’in bile bu daralan finansal türbülanstan hasarsız çıkmayacağı değerlendiriliyor. Son birkaç yılda rezervleri küçümsenmeyecek düzeylerde eridi bile.
Raporda Asya ülkelerinin özellikle imalat sektöründe yaptıkları atılımlarla daha fazla zengin üreteceği kaydediliyor. Ancak bu dünya iktisadi yapısıyla pek de mümkün olacağını düşünmüyorum. Bunu kolaylaştıracak bir finansal aracılık ve ödeme sistemi olmadan üretim de sürdürülebilir olmuyor. Finansal sistem mevcut iktisadi yapıda belirleyici niteliğe sahip. Finansal gücün asimetrik dağılımı ise dünya reel üretimini ciddi ölçüde tehdit etmektedir. Çin ve Rusya’nın başını çektiği ABD ve dolar karşıtı tavrın nedenini biraz da burada aramak gerekir. Ya da Trump ABD’sinin dünyanın bütün havzalarındaki ekonomiler üzerinde kurduğu baskı da aynı çözülmeye işaret etmektedir. Çalışıp ürettiği halde finansal baskıyla karşılaşan ülkelerin üreteceği işbirlikleri ve politikalar önümüzdeki döneme yön verecektir.
Ortadoğu ve Afrika’nın zengin üretemeyen iktisadi yapısı ise bizim açımızdan da üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir konu. Öncelikle şunu belirteyim. Bir toplumda, geriye kalan %99’un birkaç bin katı zenginliğe sahip %1’lik bir zengin kesim üretmek bir başarı ölçütü değildir elbette. Zenginliğin topluma adil olarak dağılması kalkınmanın önemli bir boyutudur. Ancak rapordan hareketle, zengin sayısının aynı zamanda ülkenin zenginleşmesinin bir sonucu olduğunu kabul ederek bu değerlendirmeyi yapıyoruz.
Adil dağılımı şimdilik bir yana bırakırsak, Orta Doğu diye adlandırılan bölge enerji kaynakları açısından dünyanın en zengin havzalarından birisi. Lakin başka araştırmaların sonuçlarına da bakıldığında dünyanın en yavaş gelişen, hatta bazı ölçütlere göre geriye giden ekonomilerden oluşuyor. Osmanlı’nın dağılmasından sonra yaklaşık yüz yıldır hiç durulmadı. Savaş, çatışma, insan ölümleri, işgallerle anıldı. Halen de aynı minval üzere devam ediyor. Ölümler milyonlarla ifade edilirken vakayı adiye gibi muamele görür. Gündemin sıcak konusu olan Suriye konuşulurken örneğin, dünyanın en zenginlerinin son olarak nasıl bir açıklama yaptığı merakla takip edilir. Ancak bu ülkede yaşayan ve çatışmalı ortamdan devasa zarar gören insanların esamesi okunmaz.
Demem o ki içerisinde insanın olmadığı, insanların tercih ve taleplerinin olmadığı, ülkeye ilişkin önemli konularda alınacak kararların, hasbelkader ülkeyi yönetme pozisyonunda olanların iki dudağı arasından çıktığı bir siyasal yapıda zenginleşme ve refah olması mümkün müdür? Ülkemizin bir şansı var. Birçok özelliği ve tarihi birikimi itibariyle bu fırsatı yakalayabilecek durumda. En büyük talihsizliği, bu istikrarsız bölgeye komşu olmak gibi görülmekle beraber, belki de bu bir şanstır. Tarihi birikimini kullanarak bölgedeki olayları yönlendirmek, hem bundan yararlanmak hem de bu birikimden bölge ülkelerini yararlandırmak gibi bir katkısı olabilir. Yazacağımız raporlarda, mevcut uluslararası sistemin aksine “sadece birkaç zengin değil, ülkemizi ve bölgemizi zenginleştirdik ve bu zenginliği de belli ölçülerde topluma adil olarak dağıttık” ifadesine yer verebilmek fena mı olurdu?
*Raporun tam metni: https://www.wealthx.com/report/world-ultra-wealth-report-2018/
11.09.2018