Gökberk DURMAZ
Tüm YazılarıÖncelikle, belirtilmesi gereken husus NATO’nun tehdit algısının kızıldan yeşile doğru, sonra ise tekrar kızıla doğru geçirdiği dönüşüm. Buradaki kızıl, Soğuk Savaş dönemindeki tehdit algısı SSCB’ydi. Sadece Sovyet Rusya’da değil, Doğu Bloğu içeresinde kalan bütün ülkelerdi. Kanaatimce yanlış da olsa 11 Eylül sonrası kızıldan yeşile (İslam’ın Batı tarafından bir tehdit olarak algılanması ile birlikte) bir dönüş vardı. Şuan ise, NATO’nun tehdit algısını tekrar kızıla döndüğünü ve bu sefer Rus kızılı değil; Çin kızılı olduğu düşünülebilir.
Bununla birlikte Soğuk Savaş döneminde NATO’nun kuruluşu 1949’da ikinci dünya savaşının hemen sonunda gerçekleşti. Bu dönemde ülkeler ittifaklar aracılığıyla uluslararası sistemde varlık gösterdi ve sistemler bunun üzerine kuruldu, bu dönemde sıcak bir çatışma olmaması sebebiyle ‘Soğuk Savaş’ nitelendirmesinin yapıldığı da bir gerçektir.
NATO adına baktığımız zaman burada bir coğrafi isimlendirme var. Ama NATO sadece isminden hareketle çizilen bölgelerle mi sınırlı kalıyor? Kore Savaşını hepimiz hatırlıyoruz. Biliniyor ki, Türkiye’nin NATO’ya girmesinin ön şartı olarak bu savaşa olan iştiraki sunuluyor ve 1949’da NATO kurulduktan hemen sonra 1950 yılında Kore Savaşı patlak veriyor. Aslında Kore savaşı, fiiliyatta Korelinin, Koreliyi öldürdüğü bir savaş olsa da Kore savaşı, doğu ve batı blokları arasındaki bir mücadelenin yansımasıdır.
Kore’ye, ABD’den sonra en çok asker gönderen ülke Türkiye. Bunun sonucunda Türkiye’ye ‘ödül’ olarak Rus tehdidine karşı NATO güvencesiyle “şemsiye” bir koruma sağlanmış oldu. Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle NATO’nun coğrafi sahası genişledi.
Türkiye’nin NATO’ya müdahil olmasıyla birlikte sınırlarda yaşanan gelişme belirli noktalarda NATO’ya hareket alanı sağlamış olsa dahi sonrasındaki süreçte NATO’nun faaliyetleri ‘Kuzey Atlantik’ bölgesini aşarak, Afganistan’dan; Aden körfezine kadar çok geniş bir sahaya yayılıyor. Ha keza NATO’nun yıllar içerisinde teşkilatına dahil ettiği ülkelerdeki artış, operasyon bölgelerindeki genişlik ve konsept değişiklikleriyle değişim sağlayan güvenlik anlayışları aracılığıyla her geçen gün daha da büyüyerek etki alanını genişletmek isteyen bir teşkilat görüntüsü vermektedir.
NATO’nun 2030 hedeflerini incelediğimizde, “Uzak-Doğu, Latin Amerika ve Afrika’da güçlü ortaklıklarımız olmalı” tabi öncelikle Çin tehdidine karşı bu yaklaşım sergileniyor.
5 Ocak 2012’de Hillary Clinton’un ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisinde önceliği Asya-Pasifik bölgesine kaydırdığını görebiliyoruz. Bunun temel sebebinin ise dünya ekonomisinin odağının Asya-Pasifiğe kaymasından dolayı ekonomi-güvenlik bağlamında ele alınıyor.
Yine o dönemde ABD’nin ortaya koyduğu bir sistem üzerinde ASEAN aracılığıyla Çin’in nasıl çevreleneceği üzerine stratejik planlamalar yapılıyor. Bu noktada, 1952 yılında Kore Savaşının sonrasında San Francisco konferansı önem arz etmektedir. Bu konferansta ABD ve Japonya şu hususta anlaşıyor: Japonya’nın dış güvenliğini ABD’nin sağlayacağı ve savunma harcamalarını ABD’nin üstleneceği bunun karşılığında da Japonya’nın hem ordusunu fiilen; hem de ideolojik olarak ‘saldırgan’ tavrından vazgeçmesi gerektiği. Bu anlaşma aracılığıyla ABD sadece Japonya’nın güvenliğini sağlamakla kalmıyor aynı zamanda o bölgedeki varlığını meşrulaştırarak kazanımları ekseninde bölgede güvenliği tesisi ediyor. Bu durum Japonya’nın egemenlik haklarının ihlali açısından olumsuz bir görünüm sunmakla birlikte Japonya bu durumu bir fırsat çevirdi ve askeri-savunma başlıklarının oluşturacağı masraflardan kaçınarak sanayisine ağırlık vermiş ve kalkınmasına yönlendirdi.
2007 yılında QUAD, dörtlü bir zirveden bahsediliyor. ABD, Hindistan, Japonya ve Avusturalya tabi zamanla eklemlenen/eklemlenecek yeni müttefikleri de görüyoruz/göreceğiz. 2007 yılından 2017 yılına kadar bir durgunluk yaşanıyor. Çin’in öncelikli hedefi haline gelmekten kaçınan ülkeler; QUAD’ı uzun bir süre pasif bir konumda tutuyor. Uzmanlar bu örgütü, NATO’nun Asya kolu gibi değerlendiriyor ve bölgede “barış ve demokrasinin” taşıyıcısı gibi nitelendiriliyor. Tabi buradaki kilit ülke ise Hindistan. Hindistan’ın devasa nüfusundaki eğitimli gençlerini mühendislik alanlarına kanalize eden bir sistemin sonucunda; siber-güvenlik, nükleer-güvenlik gibi kritik noktalarda Hindistan’ın sahip olduğu insan kaynağı bir gerçekliktir. Bütün bu gelişmeler sonucunda ise, ABD’nin Hindistan’dan yana bir tercihinin olduğunu ifade edebiliriz.
Bu bölgenin NATO 2030 hedefleri doğrultusunda hareketleneceğini QUAD gibi örgütlerin inisiyatif alacağını ve Çin’in çevrelenmek istenileceği beklenilebilir. Bu açılımların bölgede barışı ve istikrarı tesis etme motivasyonu ile hareket ettiklerini ifade etseler bile Çin doğal olarak bu durumu böyle algılamaması ve bu noktada askeri-güvenlik örgütlenmelerin ve harcamaların artışta olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır.
QUAD bölgede “Malabar Deniz Tatbikatı” ile Hint okyanusunda düzenlediği tatbikatlar aracılığıyla bir güç gösterisi ve çatışma ihtimallerine karşı bir hazırlık sürecindedir. Asya-Pasifikteki ilerleyişte ABD’nin odağının da bölgeye kaymasıyla birlikte NATO’nun eksenini de etkilediğini ifade edebiliriz. Peki, ABD’nin ve NATO’nun odağının Orta-Doğu’dan ASYA-Pasifiğe kayması Ortadoğu da bir güç boşluğu oluşturacak mı? Evet. Bu noktada dengeyi sağlama çabası içeresinde olan bir ABD var. Çünkü Ortadoğu’yu Rusya’ya bırakmak istemiyor. Tüm bu denklemler içerisinde ise Türkiye’nin önemi gerek Asya’daki ülkeler ile olan iyi ilişkileri, gerekse de Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de artan nüfuzu sayesinde giderek artmaktadır.
Bu site içeriğinin telif hakları Stratejik Düşünce Enstitüsü’ne ait olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak alıntılar dışında önceden izin alınmaksızın hiçbir şekilde kullanılamaz ve yeniden yayımlanamaz. Bu sitede yer alan SDE'nin kurumsal bilgileri ile SDE Akademik Personeli'nin çalışmaları dışındaki diğer görüş ve değerlendirmeler, yalnızca yazarının düşüncelerini yansıtmaktadır; SDE'nin kurumsal görüşünü temsil etmemektedir.
Güncel Yazıları
“Kan Kardeşimiz” Kore ve Dışişleri Bakanı Park Jin’in Türkiye Ziyareti
01 Ağustos 2023, Sal
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi ve Türkiye Ziyareti
29 Temmuz 2023, Cmt
Çin Nereye?
24 Temmuz 2023, Pzt
Dünyanın Beklediği Seçim: Türkiye 2023
29 Mayıs 2023, Pzt
Kuzey & Güney Kore ve Washington Deklarasyonu
10 Mayıs 2023, Çar
Yeni Zelanda ve AUKUS
05 Nisan 2023, Çar
İkilemde Güney Kore
23 Ocak 2023, Pzt
Çin, Suudi Arabistan ve Yeni Dünya Düzeni
17 Aralık 2022, Cmt
JIANG ZEMIN: Çin’in Dönüşümünde Önemli Bir İsim
10 Aralık 2022, Cmt
Post-Pandemi Dönemi, Çin’in “Sıfır Covid Politikası” ve Doğu Türkistan ..
05 Aralık 2022, Pzt
Pelosi Ziyareti ve Tayvan Meselesi Üzerine
08 Ağustos 2022, Pzt
Shangri-La Diyaloğu’nda Ne Konuşuldu?
17 Haziran 2022, Cum
ABD Başkanı Biden’ın Kore ve Japonya Ziyareti
26 Mayıs 2022, Per
Shangri-La Diyaloğu: Asya'nın "Münih Güvenlik Konferansı"
19 Mayıs 2022, Per
2+2 = ABD + Hindistan
15 Nisan 2022, Cum