Gökberk DURMAZ

Gökberk DURMAZ

Tüm Yazıları

Türk Devletleri Teşkilatı, Ural-Altay ve Aklın Yolu

16 Kasım 2021, Sal
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

1992 yılından itibaren yapılmakta olan Türk Dili Konuşan Ülkeler Zirveleri 2009 yılında Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan ve Türkiye arasında Nahçivan’da imzalanan anlaşmayla Türk Keneşi (Türk Konseyi) yapısını almıştır. Özbekistan’ın 2019 yılında teşkilata tam üye olmasıyla asli üye sayısı beşe çıkmıştır. Aynı yıl Macaristan’ın da gözlemci üye olmasıyla güçlenen teşkilata Ukrayna ve Afganistan da gözlemci üye olma isteğinde bulunmuşlardır.

Konuyla ilgilenenlerin aylardır beklediği müjdeli haber ise 12 Kasım 2021 tarihinde gelmiştir. İstanbul’da gerçekleştirilen 8. Zirve’de teşkilatın ismi resmen “Türk Devletleri Teşkilatı” (TDT) olarak güncellenmiş, Türkmenistan[1] gözlemci üye statüsü kazanmıştır.[2] Teşkilat’ın organları ise:

Genel Sekreterlik (İstanbul)

Parlamenterler Asamblesi (Bakü)

TÜRKSOY (Ankara)

Uluslararası Türk Akademisi (Nur-Sultan)

şeklinde ihdas edilmiştir. Gelecekte mevcut organların sayısının ve etkinliğinin artması beklenmektedir. Teşkilat’ın bayrağı ise üye devletlerin bayraklarından ve tabiatıyla kültürlerinden ortak elementler taşımaktadır. Bu elementler Hilal, Yıldız, Türk Rengi: Turkuaz ve Doğu’dan doğan Güneş’tir.

Bir AB üyesi de olarak Macaristan’ın Teşkilat’taki rolü önemlidir. Macaristan, AB içerisinde güç dengelerine ve baskılara karşı önemli bir direnç göstermesiyle dikkat çekmektedir.

12 Kasım 2021 tarihli Türk Devletleri Teşkilatı Sekizinci Zirve Bildirisi’nin 10. Maddesi dikkat çekicidir.[3] Bu maddede Macaristan'ın, Budapeşte'deki dönüşümlü Vişegrad Grubu'nun (V4) başkanlığı sırasında Türk Devletleri Teşkilatı ve Vişegrad Grubu'nun (V4) ortak Devlet Başkanları Zirvesi'ni toplama teklifi kabul edilmiştir. Peki, Vişegrad Dörtlüsü nedir? Vişegrad Dörtlüsü: Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Polonya ve Macaristan gibi Orta Avrupa ülkelerinden oluşmaktadır. Dörtlü’nün ortak özelliği, AB ile doku uyuşmazlığı ve yaşadıkları sorunların ortak olmasıdır. Bir başka ifade ile, hangi sıfat ve suretle olursa olsun, TDT’nin sunduğu küresel siyaseti derinden etkileyecek “alternatif yola” iştirakleri, hem kendileri hem de TDT açısından gerekli ve önemlidir. Çünkü AB mevcut yapısı ile sürdürülebilir değildir.

Teşkilat Ne Şekilde Genişleyebilir?

Öncelikle, Teşkilat siyasi yolculuğuna “dil” üzerinden yakalanan ortak bir doku ile başlamıştır. Bu durum teşkilatın genişlemesi önünde asla bir engel değildir. Bilakis, Dil gibi çok kuvvetli bir bağlayıcı unsur vesilesi ile Soğuk Savaş dönemi siyasi kamplaşmalarına mugayir; yeni olduğu kadar kadim bir birlik potansiyeli mevcuttur.

Bu noktada karşımıza çıkan kilit birleştirici unsur, Türkçe’nin de içinde yer aldığı “Ural-Altay Dil Ailesi”dir. 18.yüzyılın ilk yarısında Philip Johann von Strahlenberg ile ilk incelemeleri ve sonrasında W. Scott ve Matthias Castren yaptığı araştırmalar ile Ural-Altay dil kuramı vücut bulmuştur.[4]

Ural Altay dil grubuna mensup ülkeler aşağıdaki şekilde gruplandırılmaktadır.

Grafik: cokbilgi.com

Coğrafi olarak güneşin doğduğu yer olan Japonya’dan; Avrupa içlerine Macaristan’a kadar uzanan bu dil ailesi günlük siyasetin çok ötesinde, tarihi ve kültürel bağların da bir sembolüdür. Ural kolunda; Macarca, Fince ve Estonca resmi dilleri yer almaktadır. Altay kolunda ise; Türk dilleri ile birlikte Moğolca, Korece ve Japonca da yer almaktadır.

Japonca’nın da Altay dillerinden kabul edilmesinde dönemin önemli bilim insanları Boller, Grunzel, Pröhle ve Ramstedt’in emekleri oldukça fazladır.[5] Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu da Japonca ve Türkçe’nin benzerliğine dikkat çekmiştir.

Harita: Dr. İhsan Yılmaz Bayraktarlı – Maximilian Dörnbecker

Öte yandan, bazı (pür)dilbilimciler Ural-Altay dil ailesinin mevcut halini tartışmalı bulsalar da; antropolojinin ayrılmaz bir parçası olan diğer kültürel benzerlikler ile birlikte değerlendirildiğinde Ural-Altay dil ailesinin varlığı oldukça gerçekçidir.

Hülasa, Teşkilat’ın önünde dil zemininde stratejik bir genişleme potansiyeli vardır. Ailenin Ural koluna mensup Finlandiya[6] gibi İskandinavya’daki komşularından çok Türkistan’dan gelen ortak kültürel kodlara sahip bir ülke de potansiyel üye ülkelerden birisidir. Estonya, öte yandan, diğer Baltık ülkeleri ve Vişegrad Dörtlüsü gibi AB ile sorunlarına devam eden bir ülkedir.

Altay kolundan Japonya ise, II. Dünya Savaşı’nı takip eden dayatma anayasa ve 1952 San Francisco Barış Antlaşması’nın getirdiği hak kayıplarının bugün dahi sancıları ile uğraşmaktadır. Japonlar, 1952 Antlaşması uyarınca dış güvenliklerini ABD’ye teslim etmenin sonucunu lehlerine çevirerek, savunma harcamaları yerine II. Dünya Savaşı’nda harap olan ülkelerinin kalkınması için “Balon Ekonomiye” giden süreçte ciddi yatırımlar yapmışlardır. Lakin bu durum ülkenin kendi kaderini tayin ve hatta egemenlik hakkını dahi zedelemektedir. İlaveten, ABD yönetiminin istikrarsız yaklaşımları; Afganistan çekilmesi ve sonrasındaki QUAD’ı AUKUS[7] ile gölgelemesi Asya-Pasifik’te ABD’ye karşı güvensizliği had safhaya çıkarmıştır. Bölgede Çin ve Rusya karşısında kendisini güvenlikte hissetmeyen Japonlar, günlük siyasette bunu sürekli zikretmeseler de, alternatif işbirlikleri ve ittifaklar arayışı içerisindedir. Bu doğrultuda, orta vadede Japonya’nın Türk Devletleri Teşkilatı’na iştirak talebinde bulunması kanaatimce şaşırtıcı olmayacaktır.

Altay dil grubuna mensup bir diğer ülke Kore’de benzer şekilde, kendisi dışında gelişen siyasi kamplaşmalardan nasibini alarak Kore Savaşı’nda “kardeş kardeşe öldürtülmüştür”. Devamında, Kuzey ve Güney olarak yapay sınırları ile bölünmüş, iç siyasetlerinde de dış münasebetlerinde de kıskaca alınmıştır. Görüştüğüm pek çok Koreli uzman, Kuzey Koreliler ile Güney Korelilerin arasında etnik yönden hiçbir fark bulunmadığını ve günün birinde iki ülkenin eskisi gibi birleşmesini arzuladıklarını belirtmişlerdir. Kore bu haliyle, dış müdahalelerle beslenmiş ideolojik kamplaşmaların aynı toplum içerisinde nasıl sonuçlar doğurabileceğinin en sembolik örneğidir. Oysa ki, karşılıklı kışkırtılan tehdit algısından kaynaklanan savunma harcamaları bu denli yüksek olmasaydı; o kaynaklar ülkenin daha da kalkınması için yeterli olabilirdi. Ayrıca Kazakistan başta olmak üzerek Türkistan devletlerinde yaşayan Koreliler ve Kore kökenlilerin de kolaylaştıracağı şekliyle Kore’nin de Türk Devletler Teşkilatı’nda yer alması beklenebilir.

Altay dil grubuna mensup bulunan Moğolistan’ın da jeopolitiği ve tarihi bağları itibariyle bu birliğin içerisinde yer alması tahmin edilebilir. Ve başta söylememiz gerekeni son da söylersek; yıllardır uluslararası tanınma sorunları ile uğraşan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) tüm üyeleri tarafından tanınarak Teşkilat’a tam üye olması Doğu Akdeniz jeopolitiğinde dengeleri değiştirecek stratejik bir hamle olacaktır.

Şüphesiz, Türk Devletler Teşkilatı’nın genişleme tarzı ve kararları üye ülkelerin siyasi iradeleri tarafından ortaya konulacaktır. Biz akademisyenlere düşen ise, kalıcı beynelmilel münasebetlerin önündeki fırsatları ve tehditleri ortaya çıkarmaktır. Ülkelerin kalıcı ittifaklar yapabilmelerinin önündeki en büyük engel anlık “çıkar çatışmaları” değil kronikleşmiş tarihsel sorunlarıdır. Bu sebeple, tarihi, sosyolojik ve antropolojik yakınlıkları ve hatta akrabalıkları bulunan Devletlerin oluşturacağı Türk Devletler Teşkilatı’nın genişleme potansiyelinin oldukça yüksek olduğu görülmektedir.


[1] Türkmenistan’ın yerinin bu teşkilatın asli üyelerinden birisi olması gerektiği konusunun tartışmaya açık bir konu dahi olmadığı kanaatindeyim; lakin Türkmenistan’ın BM tarafından tanınan “daimi tarafsız” konumu süreci geciktirmektedir. Buna da rağmen “gözlemci” dahi olsa Teşkilata resmen katılması çok önemli ve anlamlıdır.

[2] Afganistan’ın ise iç siyasi stabilizasyonunu gerçekleştirdikten sonra katılımını beklemekteyim.

[3] https://tccb.gov.tr/assets/dosya/2021-11-12-turkkonseyi-bildiri.pdf

[4] Karatay, Osman (2020). Ural-Altay Kuramı, İstanbul: Selenge Yayınları, 128 s., ISBN 978- 605-4944-66-8

[5] http://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI%20TURK%20DILI/mehmet_fuat_bozkurt_akrabalik_japonca.pdf

[6] İlgili Büyükelçi, her ne kadar Büyükelçi bildirgesi ile kabul edilemez bir hata yapmışlarsa da, Fin halkı İskandinavya’nın geri kalanından daha farklı olarak Türkistan kültürel kodlarına sahiptir. Ve bu kültürel yakınlık gündelik siyasetin çok ötesinde bir işbirliğini zaruri kılmaktadır. 

[7] ABD yönetimi AUKUS’un ilanından sonra QUAD’ı tekrar toplayarak ilgili ülkelerin gönlünü almaya çalışsada; ilgili ülkeler gerekli mesajı çoktan almıştır. Bkz. QUAD, Hint-Pasifik ve AUKUS başlıklı yazılarım.

Bu site içeriğinin telif hakları Stratejik Düşünce Enstitüsü’ne ait olup 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak alıntılar dışında önceden izin alınmaksızın hiçbir şekilde kullanılamaz ve yeniden yayımlanamaz. Bu sitede yer alan SDE'nin kurumsal bilgileri ile SDE Akademik Personeli'nin çalışmaları dışındaki diğer görüş ve değerlendirmeler, yalnızca yazarının düşüncelerini yansıtmaktadır; SDE'nin kurumsal görüşünü temsil etmemektedir.

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA