Güç Merkezi Asya’ya, Krizler-Savaşlar Avrupa ve ABD'ye Kayıyor
Bu yazı 29/08/2022 tarihinde yayınlanmıştır.
*SDE Başkan Yardımcısı Alper TAN
Osmanlı Devleti'nin, emperyalist güçler tarafından parçalanmasından sonra Asya, Afrika ve Balkanlar’da irili ufaklı onlarca devlet oluşturuldu ve ilgili devletler tarafından sömürgeleştirildi. Hedef ülkelerde “ulus devlet” anlayışı teşvik edilerek bu devletçikler yüzyıllarca birlikte yaşadıkları komşu topluluklarla düşmanlaştırılıp yalnızlaştırıldılar. Böylece batılı büyük güçlerin manda ve himayesine muhtaç hale düşürüldüler. Avrupa devletleri, Asya, Afrika ve Latin Amerika'da ulusçuluğu teşvik edip coğrafyaları parça parça haline getirirken kendileri tam aksine “Avrupa Topluluğu,” “Avrupa Birliği” çatısı altında ittifak yaparak “birleşme” veya “güç birliği” yapma yolunu seçtiler.
Bu strateji neticesinde Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri, toplumsal, ekonomi, sanayi ve teknoloji açılarından zenginleşip güçlenirken rakip ülkeler gitgide zayıfladı ve hem birbirleriyle mücadele ettiler hem de kendi içlerinde savaşlara maruz kaldılar. Dolayısıyla Batının karşısında tehdit veya rakip bir güç odağı olma kabiliyetlerini yitirdiler.
Afganistan'da, Keşmir'de, Irak'ta, Suriye'de, Filistin'de, Kıbrıs'ta, Kafkasya'da, Somali'de, Sudan'da, Libya’da, Tunus'ta, Balkanlar’da sonu gelmeyen savaşlar başladı. Batılı devletler, Birleşmiş Milletler, AGİT gibi kendi kontrolleri altındaki kuruluşlar vasıtasıyla yeni başlayan veya devam eden savaşları bitirme ve “barışı tesis etme” görüntüsüyle devreye girdiler ve bu savaşları bitirmek bir yana daha da şiddetlendiren ve içinden çıkılmaz hale getiren girişimlere vesile oldular. Çünkü zahiren söylediklerinin aksine savaşı zaten kendileri tezgahlıyor, ülkeleri istikrarsızlaştırarak birbirlerine düşman haline getirip ekonomilerini yok ediyor, kendi bankalarına borçlandırıyor, birliklerini bozuyor, milyarlarca dolarlık silahlar satarak dökülen kandan gelir elde ediyor, ürettikleri malları bu ülkelere ihraç ediyor, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ele geçiriyor ve dolayısıyla savaşan ülkeleri sürekli olarak kendilerine muhtaç halde tutuyorlardı.
Karşılarında oyun kurucu güçlü alternatif devletler olmadığı için de her defasında kurguladıklarını başarabiliyorlardı. Kendilerine gerçek veya sanal düşmanlar belirleyip bunu idareleri altındaki halklara inandırıp bu düşmanlarla mücadele görüntüsüyle hedeflerine ulaşıyorlardı. Yani bu yöntem her defasında sahiplerine avantaj sağlıyordu.
20 yüzyılın başında, “büyük düşman” Osmanlı Devleti idi. Osmanlı Devleti'ni, oluşturdukları büyük “Haçlı ittifakı” ile ortadan kaldırdıktan sonra İkinci Dünya Savaşı'nda birbirleri ile savaşmak zorunda kaldılar. Yaklaşık 70 Milyon insanın ölümüne yol açan İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batılı devletler, “Avrupa Topluluğu” çatısı altında tekrar birleşmeye karar verdiler. Yeni düşman olarak da Sovyetler Birliği’ni belirlediler. 1990 yılına kadar devam eden soğuk savaş döneminde bu “kurgu” “Sovyet tehdidi” sayesinde onlarca ülke, sömürgeci Batı ülkelerinin yörüngesinde kontrol altında tutuldu.
Sovyetler’in dağılmasından sonra ise yeni düşman, en büyük tehdit “İslam” olarak belirlendi. İslam'ı doğrudan tehdit olarak ilan etmenin ters tepmesinden ve Müslümanların uyanmalarından kaygı duydukları için değişik bir yöntem tercih ettiler. “İslamcı terör örgütü”, “Radikal Terör”, “Cihatçı teröristler” gibi genellemelerle İslam'ı terör üreten bir din, Müslümanları da teröristler olarak algılatacak kurguları bütün dünyada hayata geçirdiler. Sonra da sözde bu “terör örgütleri ile mücadele” gerekçesiyle Müslüman ülkeleri doğrudan veya dolaylı olarak ya işgal ettiler ya komşularıyla savaşa sürüklediler ya da iç çatışmalarla istikrarsızlaştırdılar. Masa başında yapılan kurgular sahada da elverişli sonuçlar getiriyordu.
Bununla ilgili onlarca, yüzlerce örnek göstermek mümkün. Fakat buna gerek yok. Bu kurgulardan en çok zarar gören ülkeler Asya, Ortadoğu, Afrika, Balkanlar ve Kafkasya'da yer alıyordu. Yani daha çok Müslümanların yaşadığı ülkelerde… 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleştirilen saldırılar tamamen bir kurguydu ve Müslüman ülkeleri hedef alan yeni bir Haçlı Savaşı'nın gerekçesi olmak üzere Amerikan istihbaratının masalarında hazırlanmıştı. Ne yazık ki kurguyu yapanlar, ilk başlarda belli bir süre kısmen başarılı da oldular. Afganistan, Irak gibi ülkeler yeniden işgal edilirken onlarca Müslüman ülke ise hedef gösterilerek sıranın onlara da geleceği açıkça ve bir tehdit olarak ortaya konuldu.
İstihbarat kurguları ters tepti
İşte bu tehdit, dünyayı değiştirecek ve yeryüzündeki Batı hakimiyetinin sonunu hazırlayacak büyük bir yangının kıvılcımını başlattı. O günlere kadar Batıyla “dostane” ilişkiler yürüttüklerini zanneden Müslüman ülkelerin yönetimleri, bu ilişkileri sorgulamaya, irdelemeye ve kendilerine yeni bir yol aramaya başladılar. Dost-düşman, müttefik-rakip tanımları yeni baştan yapılmaya başlandı.
Bu sorgulamalar ve yeni mücadele yöntemleri sayesinde işgalci devletler Afganistan ve Irak'ta korkunç bir batağa saplandılar ve umdukları şeylerin hiçbirini elde edemeden bu ülkeleri apar topar kaçarcasına terk etmek zorunda kaldılar. Ortadoğu, Asya ve Kuzey Afrika'da tehdit edilen ülkelerle ilgili hesaplar tutmadı. Suriye'de, Tunus'ta, Libya’da, sahneye sürülen tezgahlar, bu ülkelere ve komşularına ciddi zararlar vermiş olsa da hedeflenen sonuçlara ulaşamadılar.
2010 yılından itibaren işgalciler Irak'ı peyderpey terk etmeye başladılar. 2011 yılından başlayarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki Batı müttefiki diktatör yönetimler halklar tarafından devrilmeye başlandı. 30 yıllık işgalin ardından Karabağ 2020'nin sonbaharında özgürlüğüne kavuştu. 2021'de dünyanın en büyük terör üreticisi ve işgalci gücü olan Amerika Birleşik Devletleri şaşkın vaziyette Afganistan'ı terk etmek zorunda kaldı. Ülkeyi işgale sebep olarak gösterdiği Taliban'a Afganistan'ı teslim etti.
Somali, Sudan ve Etiyopya, büyük ölçüde istikrara kavuşturuldu. Yine Batı tezgahıyla 2017 yılından itibaren Körfez bölgesindeki kardeş ülkeler birbirlerine düşürülmeye çalışılmıştı. Bu mesele çatışmasız bir şekilde sonuçlandırıldı ve ilişkiler normalleştirildi. 2018 yılında yine bir CIA kurgusu olan Cemal Kaşıkçı cinayeti ile Suudi Arabistan'la Türkiye ilişkileri zehirlenmeye çalışılmış ve hayli başarılı da olunmuştu. 2022'de bu tezgah da bozuldu ve iki ülke arasındaki ilişkiler tekrar kardeşane bir yola girdi. Birleşik Arap Emirlikleri ile Türkiye arasındaki münasebetler normalleşerek doğal sürecine kavuşturuldu. Libya’da meşru hükümetle Batı destekli diğer güçler arasında yıllardır devam eden savaş, Türkiye'nin aracılığı ile sonlandırılıyor. Mısır ile Türkiye arasındaki gerilim azaltıldı ve yeni bir evreye giriliyor. Türkiye ile İran ve Irak münasebetleri, arka planda atılan tarihi adımlar sayesinde sessiz sedasız, parlak bir geleceğe işaret ediyor. Şam ve Ankara arasında ezber bozan gelişmelerle yıllardır dökülen kardeş kanı durduruluyor, savaş bitiyor.
Krizler ve savaşlar batıya kayıyor!
Müslüman ve mazlum coğrafyalarda böyle olumlu gelişmeler hızla gerçekleşirken 2022 yılbaşında Ukrayna'da başlayan savaş, ülke sınırlarını aşan, Rusya, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ni de tehdit eden büyük bir mahiyet kazandı. Güney Osetya, Abhazya ve Kırım'ın işgalinden sonra iyice iştahı kabaran Moskova yönetimi, Ukrayna'nın geri kalan kısmını da işgale kalkıştı. Avrupa ve ABD ise bunu fırsat bilip büyük bir rakip olarak gördükleri Rusya'yı zayıflatıp tehdit olmaktan çıkarmak için Ukrayna'yı kullanmaya kalkıştı. Yani Batılı ülkeler, hasım gördükleri Rusya'yı kendi resmi ordularını kullanarak savaşla yenmeyi göze alamadıkları için vekil güç gibi kullandıkları Ukrayna'yı destekleyip hedeflerine ulaşmayı denediler. Fakat görünen o ki bu amaçlarına ulaşamayacakları gibi Ukrayna'yı devlet olarak ortadan kaldıracak bir tehlikenin içine sürüklediler. Şehirler harabeye döndü, ülke nüfusunun büyük bir kısmı memleketlerini terk etti. Avrupa yeni bir göç dalgasıyla mücadele etmek zorunda kaldı.
Rusya açısından Ukrayna savaşı
Rusya muhtemelen Ukrayna'nın önemli bir kısmını ele geçirerek imparatorluk hayallerine yeni bir seviye kazandıracaktı. Yine muhtemelen Ukrayna'dan sonra diğer bazı komşu ülkelerin bir kısım bölgeleri de işgal edilecekti. Fakat Moskova'nın ummadığı gelişmeler ortaya çıktı; evdeki hesap çarşıya uymadı. Savaş beklenenden çok daha uzun sürdü. Kırım’ın ve Gürcistan'ın işgali gibi kolay olmadı. Şu noktadan sonra Rusya'nın savaşı sürdürmesi de savaşı sonlandırması da Moskova için büyük bedellere mal olacak. Sovyetlerin dağılmasından sonra Moskova ile dostane ilişkiler içinde olan ülkeler, gözleri önünde gerçekleşen Gürcistan ve Ukrayna işgallerini farklı şekillerde değerlendirip kendilerine yeni bir yol çizeceklerdir. Sovyetlerden kopmuş olan bu ülkeler Rusya'nın tatmin olmayan imparatorluk emellerini gerçekleştirmek için fırsat bulduğunda kendi ülkelerini de işgal edeceğini düşünerek çeşitli savunma mekanizmalarına odaklanacaklardır. Bu da ABD ve Avrupa'nın ambargoları karşısında zora giren Rusya'nın, Balkanlar, Kafkasya ve Asya'da giderek yalnızlaşması ve izole olması anlamına geliyor. Savaş neticesinde siyaseten yalnızlaşan, ekonomik olarak da buhrana sürüklenecek olan Rusya halkları, muhtemel toplumsal eylemlerle ülkeyi ve Moskova yönetimini ciddi şekilde zora sokabilir. Moskova açısından “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma” ihtimali son derece yakın görünüyor.
Avrupa açısından Ukrayna savaşı
Devasa ekonomik ve teknolojik bir güç olan Avrupa ülkeleri, güvenlik açısından ABD'ye bağımlı oldukları için Washington'un güdümünden kurtulamıyorlar. ABD, Afganistan ve Irak'ta felakete sürüklediği gibi Ukrayna konusunda da Avrupa'yı yeni ve daha tehlikeli bir felaketin içine sevk etti. Avrupa ülkelerini dolduruşa getirerek birçok açıdan kesin bağımlı oldukları Rusya ile karşı karşıya getirdi. ABD'nin teşvikiyle Rusya'ya karşı uygulanmaya çalışılan ambargolar Rusya'dan ziyade ambargocu ülkeler olan Avrupa devletlerini vurmaya başladı. Avrupa'nın, Rusya'yla, siyasi ilişkilerinin yanında ticari ve sosyal ilişkileri de allak bullak oldu. Rusya'ya bağımlı oldukları gaz akışının kesilmesi halinde Avrupa'nın önümüzdeki kışı nasıl geçireceği, bütün başkentleri kara kara düşündürüyor. Bu noktadan sonra ambargoyu sürdürecek olsalar ayrı bir felaket, ambargodan vazgeçecek olsalar başka bir felaket onları bekliyor olacak. Doğu Avrupa ve Balkanlar'da Avrupa ülkelerine veya Avrupa Birliği'ne gönül bağlamış veya güvenmiş olan bütün ülkeler için Ukrayna'nın içine düşürüldüğü durum göz açıcı bir misal olarak onların tarihi kararlar vermelerini sağlayacaktır. Ukrayna savaşı büyük bir güç zannedilen Avrupa Birliği, ABD ve NATO'nun aslında sadece kağıttan bir kaplan olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bu güçlerin kendilerini koruyamayacakları gibi bunlarla birlikte görünmenin bile o ülkeler açısından tehlikeleri üzerine çeken bir tehdit oluşturduğu hakikatini güçlendirecektir.
Böyle bir durumun, ilerleyen süreçte Avrupa ülkelerinin hem kendi içlerinde hem de komşu ülkeler arasında yeni sorgulamalara ve yeni tehdit değerlendirmelerine sahne olma ihtimali çok yüksek görünüyor. Avrupalı halkların on yıllardır alıştıkları konfor ve yaşadıkları refahı hızla tehdit etmeye başlayan ekonomik buhranlar ve siyasal istikrarsızlıklar hem iç savaşları hem de ülkeler arası savaşları yeniden başlatma potansiyeli taşıyor.
ABD açısından Ukrayna savaşı
Trump'ın tehditleri ile başlayan ABD-Avrupa arasındaki güven krizi Ukrayna savaşı ile yeni bir mahiyet kazanabilir. Yukarıda dikkat çekmeye çalıştığımız olumsuz gelişmelerin Avrupa'da yaygınlaşması halinde Atlantik Okyanusu'nun iki tarafı birbirinden kopabilir. Burda ABD'yi iyice yalnızlaştırma sürecini getirebilir. Diğer taraftan 330 milyon nüfuslu ülkede 420 milyon silah, sivil halkın elinde patlayacağı günü bekliyor. Üstelik bu silahların 19 milyonu ağır silahlardan oluşuyor. Amerika Birleşik Devletleri'nde sosyal ve siyasal ayrışmalar çok hızlı bir şekilde derinleşiyor. ABD, önümüzdeki birkaç yıl içerisinde sonu gelmez bir iç savaşın içine sürüklenebilir. Böyle bir gelişme olması halinde, dünyanın diğer ülkelerinde bulunan Amerikan askerleri, bu iç karışıklıkları önlemek için eve döneceklerdir. Bu da dünyadaki Amerikan hegemonyasının sonu demektir. Yani dünya güç dengeleri değişecektir. Kısacası dünya; siyasi, sosyal olarak, teknoloji, üretim, ekonomi, ticaret, güvenlik ve kültürel açılardan yeni bir evreye hazırlanıyor.
Dünya güç merkezi, Batıdan Asya'ya kayarken krizler, istikrarsızlıklar ve savaşlar Avrupa ve Kuzey Amerika'ya kayıyor.
27 Ağustos 2022
Kelime Ara
Konular
- Uluslararası İlişkiler
- Savunma-Güvenlik
- Teknoloji-Siber Güvenlik
- Enerji
- Ekonomi
- İklim-Çevre
- Sağlık
- Toplum
- İnsan Hakları
- Çatışma
Bölgeler
- Asya
- Afrika
- Avrupa
- Amerika
- Okyanusya
- Orta Doğu ve Mağrib
- Türkiye
- Rusya
- Körfez Ülkeleri
- Avustralya
- Kuzey Amerika
- Batı Afrika
- Batı Avrupa
- Kafkasya
- Merkez Asya
- Doğu Avrupa
- Doğu Afrika
- Latin Amerika ve Karayipler
- Yeni Zelanda
- Levant Bölgesi
- Kuzey Afrika (Mağrib)
- Diğer Okyanusya Ülkeleri
- Orta Afrika
- Balkanlar
- Doğu Asya
- Güney Afrika
- Çin
- Güney Asya
- İskandinav-Baltık Ülkeleri
- Güney Doğu Asya