Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Günümüz Batı Dünyasında Yaşanan Sistemsel Bunalımın Analizi

  Bu yazı 31/01/2023 tarihinde yayınlanmıştır.

 *Doç.Dr. Güray ALPAR / SDE Başkanı

 

Strateji bir anlamda olaylar arasındaki bağlantıları kurabilmek ve anlamlı hale getirerek bundan gelecek için sonuçlar çıkarabilmektir. Bu noktada 2030’lu yıllara yaklaşırken, son 200 yılda gerçekleşen ve bunalımlara neden olayları da anlamlandırmakta yarar olduğu düşünülmektedir.

Bunalım; alışkanlıkların ve genel kabul gören ölçülerin, oluşan ve değişen koşullara uygun düşmemesi neticesi, birey ya da toplumun bu koşullara uyum sağlamakta zorlandığı dönemleri ifade eden bir terimdir. Bunalım aynı zamanda, ortaya çıkan bir hassasiyeti, duyarlılığı, ruhsal bozukluk ve çöküntü ile krizleri de içerir. Söylemler ve uygulamalar arasındaki tutarsızlık, iç huzursuzluğu ve bunalımı beraberinde getirir. Bunalım dönemlerinde güvenlik algısının ve politikalarının da yeniden gözden geçirilmesi gerekir.

Güvenlik ise değerlere, elde edilenlere ve hayata yönelik tehdit, tehlike ve korku durumunun olmaması hali olarak varoluş ile ilgilidir. Bu noktada kazanılmış değerlere yönelik tehdidin olmaması “nesnel güvenlik”, bu değerlere yönelik herhangi bir tehdit korkusunun olmaması ise “öznel güvenlik” kapsamındadır (Wolfers, 1952: 480-502). Güvenlik algısı da zaten, tehdidin olmaması yanında korkunun da olmaması halidir. Diğer taraftan korunması gereken değerler ile amaçlar arasında kuvvetli bir bağlantı vardır ve aktörlerin amaçları menfaat anlamında zaman içerisinde değişebilir (Dedeoğlu, 2003: 8-15). Bu menfaat değişim dönemleri ise iç ve dış tehdit kapsamında güvenlik kavramlarının yeniden gözden geçirilmesini gerektiğine işaret eder.

Dünya üzerinde belli zaman dilimlerinde, belki de zorunluluklardan dolayı, kaçınılmaz büyük değişimlerin ve bunalımların yaşandığı bilinir. 1830 ve 1930’lu yılların öncesi ve sonrası bu değişimlerin yoğunlaştığı dönemdir. 2030’lara yaklaştığımız bu dönemde yaşanan olaylar ise bariz olarak bir diğer değişimin ve buna bağlı olarak bunalımın emarelerini üzerinde taşımaktadır.

Napolyon Savaşları sonucunda toplanan (Driault, 1919) Viyana Kongresi (Bloy: 2002) ertesinde, tüm dünyada yaşanan değişimler herkes tarafından bilinmektedir. Bu tarihler, hemen hemen tüm kıtalarda sömürgeci güçlerin kontrolü ellerine aldığı yeni bir dönemdi ve sömürgeci güçler dışındakiler için sıkıntı ve bunalımların başladığına işaret ediyordu. Fransız ihtilali 1789-1799 yılları arasında gerçekleşmişti. Bunun arkasından ise Napolyon, bütün Avrupa’yı geçerek Moskova’ya kadar gitmişti. Avrupa Napolyon’a karşı birleşti ve onu yenilgiye uğratmalarının ertesinde Viyana Kongresini topladı. Asıl garip olansa, bu tarihten sonra ona karşı birleşenler (İngiltere, Rusya ve Fransa) bir araya gelerek onun fikirlerini birlikte yaymaya başladılar. İşe Osmanlı Donanmasını Navarin’de yakarak başladılar. Bu menfaat birliği bir çelişkiydi. Üstelik bir taraftan, ele geçirmeye çalıştıkları bölge insanlarının, kardeşlik ve eşitlik sloganlarıyla, özgürleşmeleri ve bölünmeleri istenirken, sömürgeleştirdikleri alanlarda bu tür düşünceleri II. Dünya Savaşı sonunda dahi gündeme getirmekte tereddüt etmişlerdi.

1830 sonrası dönemde sadece Osmanlı coğrafyasında değil, bunun yanında; İran ve Azerbaycan (Açıkkaya, 2010: 404), Hindistan, Afrika (Uygur, 2013: 275), Çin (Ray, 2005: 257), Avustralya ve Yeni Zelenda ve Arjantin (Golosso:1969) gibi bölgelerde olumsuz yönde önemli değişimler ve sıkıntılar yaşandı. Bu sistemin tüm dünyayı etkileyecek düzeyde yarattığı en büyük bunalımın ilkiydi. Sistem insanı tamamen dışarı almıştı ve belirli sayıda birilerinin sınırsız kazancı ve refahı dünyanın geri kalanını yok sayıyordu. Bu sistem hayatın normal akışına aykırıydı.

Bundan sonraki dönem, dünya için sıkıntıların yaşandığı dönemdi ve sistemin yarattığı bunalımlar devam etti. 65 milyondan fazla askerin katıldığı, resmi rakamlara göre 9 milyona yakınının hayatını kaybettiği, 22 milyonunun yaralandığı, 8 milyonunun ise kayıp ve esir olduğu (NTV Tarih Dergisi, 2009: 21) 1. Dünya Savaşının hemen sonrasında, 1929 yılında başlayan ancak etkisini 1930 yılı ortalarında hissettiren “Büyük Buhran” veya “Büyük Depresyon” tam anlamı ile sistemin yarattığı ve herkesi etkileyen büyük bir ekonomik krizdi. Kriz hemen hemen tüm dünyayı etkilemiş, dünya ticareti düşmüş, birçok bölgede issiz ve evsizler ordusu yaratmış, madencilik ve inşaat sektörleri yanında tarım ürünü fiyatlarını ve çiftçiler başta olmak üzere kırsal nüfusu da etkilemişti (Cochrane, 1958: 43). Bu bunalıma “Büyük Dünya Bunalımı” ismi verilmiştir.

Bunalımlara yol açan sistem krizleri II. Dünya Savaşı ve ertesinde de devam etmiştir. Bu dönemde yaratılan gelir adaletsizliği ve haksız bölüşüm nedeniyle, Somali gibi ülkelerde kişi başına yıllık gelir 118 doları bile zor bulurken, kişi başı yıllık geliri 180.000 dolar olan ülkeler oluşturuldu. İçinde bulunduğumuz yıllarda ise dünyanın en zengin yüzde 10'u küresel toplam gelirin yüzde 52'sini kazanıyorken, en yoksul yüzde 50 bu gelirin sadece yüzde 8'ini görüyor ya da göremiyor. 2023 yılında dengesizlik öyle bir noktaya geldi ki, Bloomberg verilerine göre dünyanın neredeyse yarısının gelirine sahip, dünyanın en zengin 10 kişisi bir yıl içinde varlıklarını 402 milyar dolar artırmış durumda. Birçok devletten daha zengin durumdaki bazı aileler ise trilyon dolarları aşan gelirleriyle bankaları ve bazı sektörleri ellerinde tutuyor, ülkelerin politikaların seyrini belirliyor.

Ancak bütün bunlar bazı sıkıntıları da yaşatıyor. Soğuk Savaşın ertesinde, bir dönem yaşanan tek kutuplu dünya düzeni ve aşırı dengesizlik ortamı, aşırı güven hissi içerisinde büyük güç zehirlenmelerini de beraberinde getirdi. Bu dönemde ABD, özellikle Ortadoğu bölgesi olmak üzere kazanma ihtimali olmayan bir savaş ortamında, kendi uydurduğu düşman güçlerle savaşa girdi ve kaybetti. İkilemlerle ve hatalarla dolu bu dönemin, aynı zamanda Batı’nın kendi toplumları içerisinde de tutarsızlıkların yaşandığı ve toplumların kendi içinde krizlere ulaştığı bir dönem olduğu görüldü. Bu çöküş, sistemin toplum liderleri tarafından görülemedi ya da bir sarhoşluk haliyle görmezden gelindi. Bu bir anlamda sistemin İngiltere gibi ülkelerde olduğu gibi lider üretimindeki kısırlığını ve bunalımı da ortaya koyuyordu. Bu kısırlaşma ve bunalım toplumun diğer alanlarında da geçerliydi. Özgürlük alanının tanımlanmasındaki sıkıntılar; İsveç, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde terör ve organize suç örgütlerine teşkilatlanma anlamında istedikleri ortamı sağlarken, terör tanımını “ötekiler” üzerinden farklı tanımlamalar da ortamı daha da anlaşılmaz hale getirdi. Bu dönemde sistemde yanlış ve doğrular, değerler ile ahlaki yanlışlıklar birbirine karıştı, insanlarla birlikte toplumlar da kendisini tanıyamaz duruma geldiler. Böyle bir karışıklık içinde bir taraftan terör örgütlerine binlerce tır silah ve cephane yardımı ile “teröre karşı savaş”, “terörle işbirliğine” dönüştürülürken, diğer yandan fikir ve inançlara saygı, Müslümanların kutsal kitabının yakılmasına kadar hoşgörüsüzlüğe varabiliyordu. Yine sistemin başlangıçta yanlış veya bilinçli kurgulanmasından kaynaklanan ikilem ile denizlerde siviller, kadınlar ve çocuklar dünyanın gözü önünde batırılıp ölüme terkedilirken, küçük çıkarlar ve insanları birbirine boğazlatmak uğruna fikir özgürlüğü aldatmaları her zaman gündemde tutulabiliyordu. Kısacası böylesi bir ortamda insanlar ve toplum, insan olduğunu unutup değerlerini kaybetmenin ötesine geçerken, kendilerini geri dönülmez bir bunalımın son eşiğine de ulaştırmış olmanın farkına varmamış görünüyordu.   

Uygar olma uğruna yaratılan dengesizlik öyle bir boyuta ulaşmış görünüyor ki ne olduğu belirsiz saçmalıklar uğruna yapılanlar hepimizi şaşkınlık içinde bırakıyor. Her tarafı saran bir yabancılaşma ve değerlerden kopuş çöküşe hatta patlamaya doğru gidişi simgeliyor ve bu aslında hasarın ne kadar ters tepiyor olması ile ilgili. Bilim ve felsefe gibi alanlarda ilerlemeler ile tahakküm arasında giderek daha belirgin hale gelen keskin ayırımlar karşısında, belki de anarşist ve sosyal eleştirmen Zerzan gibi neredeyse uygarlığı reddetme noktasına geliyoruz (Zerzan, 2004).

Modern toplumda giderek devasa boyutlara ulaşan tatminsizlik, stres, yalnızlık, bunalım ve sıkıntılar bazen çılgınlık boyutlarına ulaşıyor. Ancak durum kötüleştikçe sorgulamalar da artıyor. Mücadeleler ise insanların başkaları tarafından adaletsiz bir şekilde ortadan kaldırılmasıyla hız kazanıyor. Bu noktada ise Paulo Freire’nin yaptığı gibi (Freire, 2018: 43) sistemden zarar görenleri “öteki” olarak görenleri iyi tanımlayamamanın affedilmez hatası ortaya çıkıyor ve tarihi unutkanlığın ahlaki ve entelektüel dürüstlüğü ortadan kaldırması ile Chomsky’nin iddia ettiği dünya düzeni olarak adlandırılan sistemde beliren olumsuz gücün sonuçlarına maruz kalan taraftakiler, geleceği kurgulama yeteneklerini kaybederek acı çekmeye mahrum bırakılıyor (Chomsky, 2012: 23). Böylesi bir ortamda “ötekilerin” artık çok da farklı olmadıklarına dair, derinliği anlayamamaktan kaynaklanan yüzeysel yanlış değerlendirmeler (Auge, 2012: 29) de anlamını kaybediyor ve buna Brzezinski’nin ortaya koyduğu “küresel ikilemler” de eklenince (Brzezinski, 2005: 301-317), modern dünyanın bu büyük bunalımının da kritik bir noktaya ulaştığı son safhada, Guenon’un “Batı Uygarlığının Sonu” değerlendirmesi gerçekleşmeye biraz daha yaklaşıyor (Guenon, 2005:33).

200 ve 100 yıl önceki, yapısal farklılıklar ve bunalım dönemlerinden 100 yıl sonra, 2030’lu yıllar yaklaşırken, mevcut dünya sistemi bütünleştirme sürecinde özelliğini tümüyle yitirmiş ve her bir elemanı başlangıçtaki bağımsız kimlik ve özelliğini tamamen kaybetmiş gözükmektedir. Müşterek karar alma sisteminin ise giderek zorlandığı ortadadır. Sistem elemanlarının birbiri ile olan etkileşimi ve bağımlılığı ise onların her birini tanınmaz duruma getirmiştir. Ayrıca sistemden tamamen uzaklaştırılan unsurların bu pasif durumlarını sürekli olarak aynı düzeyde tutmanın da mümkün olmadığını biliyoruz. Bu durum ise açıkça bir “sistemsel bunalıma ve tüm sistemi ilgilendiren güvenlik sorunlarına” yol açmıştır. Bu, son 200 yıl içindeki üçüncü bunalımın “sistemsel bunalım” olarak diğerlerinden çok daha farklı ve ciddi olduğu da görülmektedir. Burada özellikle üzerinde durulması gereken, sistemi ve felsefesini oluşturan “Öz” olup, “Öz” içindeki karmaşık yapı ve başlangıçtan itibaren oluşturulma bozukluğu nedeniyle, düzeltmeye yönelik çalışmaları geçersiz kılmaktadır. Bu öz çerçevesinde, halkalar halinde oluşturulan sistemdeki en ufak arıza bile giderek genişleyerek, ekonomik krizlerde olduğu gibi, küresel boyutta ortaya çıkan etkileyici sorun ve krizlere dönüşebilmektedir. Arızalı sistem içinde, bu arızalar göz önünde bulundurulmadan oluşturulan çok uluslu yapılanmalar da giderek kontrolsüz olarak karmaşıklaşırken, yapının tamamını zaten kontrol altına almak da giderek zorlaşmış ve içinden çıkılamaz bir hale gelmiştir. Diğer taraftan bu sistemsel bunalımın, sistemin kendisi veya sistem içindeki birileri tarafından tespit edilmesi ve küçük düzeltmelerle tekrar eski haline getirilmesi de zor, hatta imkânsız gibidir. Bu açıdan yapısal bir değişim ve dönüşüm mümkün görülmemektedir. Aksine “Sistem”, her geçen gün süresi artan yeni bunalımlar yaratma yanında, uygulamak isterken kendisine dönen yaptırımlarda olduğu gibi, belki de kendi kendisini imha tehlikesini de beraberinde taşımaktadır. Kısacası; sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda yaşanan sorunlar giderek kronik hale gelmiştir ve bu istikrarsız yapının çökmek üzere olduğu artık dışarıdan gizlenememektedir. Bu durumun kısa ve orta vadede yaşanacak örneklerle, daha açık bir şekilde ortaya çıkmasına da hazırlıklı olmamız gerekiyor.

Kaynakça:

Driault, Edouard. (1919). The Coalition of Europe Against Napoleon, The American Historical Review, Jul., 1919, Vol.24, pp. 602-624): Published By: Oxford University Press.

Bloy, Marjie. (2002). The Congress of Vienna, 1 November 1814 — 8 June 1815: Singaporehttps://victorianweb.org/history/forpol/vienna.html.

Açıkkaya, Savaş. (2010). Çarlık Rusyası Hakimiyetinde Azerbaycan Türklerinde Ulus Bilincinin Gelişmesinin Temel Dinamikleri, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 28, yıl: 2010/1 (403-420).

Greenberg, Michael. (1969). British Trade and the Opening of China 1800-1841. s. 113.

Guenon, Rene. (2005). Modern Dünyanın Bunalımı, Çev. Mahmut Kanık, Hece Yayınları: Ankara.

Uygur, Fatma ve Erdoğan. (2013). Fransız Sömürgecilik Tarihi Üzerine Bir Araştırma, TSA, Yıl: 17, S.3.

Ray, Huang. (2005). Çin Tarihi Makro Tarihi Yaklaşım, Çev. Atilla Sönmez, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayını.

Chomsky, Noam. (2012). Geleceği Kurgulamak, Çev. Gökhan Fırat, İnkılap Yayınları: İstanbul.

Galosso, Norberto. (2019). Historia de la Argentina, Vol.1 ve Vol. 2, Colihues: Buenos Aires.

NTV Tarih dergisi, Şubat 2009, Sayı 1, Sayfa 21.

Cochrane W. Willard. (1958). Farm Prices, Myth and Reality, League of Nations, World Economic Survey 1932-33.

Wolfers, Arnold. (1952). National Security as an Ambigous Symbol, Political Science Quarterly, Volume 67, No: 4.

Dedeoğlu, Beril. (2003). Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Derin Yayınları: İstanbul.

Freire, Paulo. (2018). Ezilenlerin Pedagojisi, Çev. Dilek Hattatoğlu ve Erol Özbek, Ayrıntı Yayınları: İstanbul.

Zerzan, John. (2004). Gelecekteki İlkel, Çev. Cemal Atila, Kaos Yayınları: İstanbul.

Brzezinski, Zbigniew. (2005). Tercih, İnkılap Yayınları: İstanbul.