Şüphesiz 2019 yılı Türkiye ve çevresinde güvenlik yönünden önemli olayların gerçekleştiği bir yıl oldu. Bu olaylar; bölgesel alanda Suriye, Doğu Akdeniz ve Libya olarak inceleneceği gibi S-400 ve F-35 gibi konu başlıkları altında da sıralanabilir.
Suriye’de gerçekleşen olaylar
Türkiye’nin güneyinde oluşturulmaya çalışılan PKK/PYD-YPG destekli terör yapılanmasına karşı icra edilen “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” Operasyonlarından sonra, 9 Ekim 2019 tarihinde başlatılan “Barış Pınarı Harekâtı” ile bu yapılanmaya büyük bir darbe vurulmuş ve Türkiye sınırlarından geriye çekilmesi sağlanmıştır.
PYD-YPG yapılanmasının PKK ile bağı ispatlanmıştır. Örgüt PKK tarafından oluşturulmuş, desteklenmiştir. Bölgede seçimle değil, silahla ve baskı ile hakimiyet oluşturmuş, kendisinden olmayanlara ve azınlıklara yönelik acımasız eylemler yapmış, küçük yaştaki çocukları silah altına almıştır. Örgütün bölgede ve Türkiye’ye ve bölge halkına yönelik gerçekleştirdiği onlarca terör eylemi bulunmaktadır. Barış Pınarı Harekâtı esnasında elindeki yüzlerce DAEŞ’li teröristi bilerek serbest bıraktığı da bilinmektedir. Bu yapılanmanın özellikle Türkiye ile “Stratejik Ortak” olarak nitelendirilen ABD tarafından eğitilip silahlandırılması ise Türkiye’nin gerek ABD gerekse NATO ile ilişkilerini yeniden gözden geçirmesini gerektiren bir husus olmuştur.
Her ne kadar Barış Pınarı Harekâtı ile PKK/PYD-YPG terör örgütü Türkiye sınırlarından çekilmiş gibi görünse de halen bir tehdit olma özelliğini devam ettirmektedir. Örgütün çekildiği bölgelerde bıraktığı unsurları ile sivil halka ve çocuklara yönelik bombalama eylemlerine devam ettiği görülmektedir. Örgütün hakim olduğu bölgeler Suriye petrol kaynaklarının büyük çoğunluğunun bulunduğu bölgeler olduğundan PYD/YPG unsurları bu kaynaklardan istifade ile varlığını devam ettirebilecek ekonomik kaynakları rahatlıkla elde edebilmekte ve elinde bulundurduğu noktalar aracılığı ile Irak bölgesi ile irtibatını devam ettirebilmektedir. Bu haliyle PKK/PYD-YPG terör yapılanmasının 2020 yılında bölgede Suriye halkına ait ekonomik kaynakları terör amaçlı kullanarak eylemlerine devam edeceği, Irak bağlantısını da kullanarak bölgenin istikrarını bozacağı ve halkın geri dönmesine engel olacağı değerlendirilmektedir.
Terör örgütü açısından üzerinde durulması gereken diğer bir konu ise örgütün elindeki bu silahların bölge dışında kullanılması ve diğer terör örgütlerin eline geçerek sadece bölgeye yönelik değil bütün dünya için bir tehdit durumuna gelmesidir.
Terörle mücadelede en önemli unsur mesafe kavramından ziyade bunların tamamen etkisiz hale getirilmesidir. Yoksa mesafece uzak da olsa bu durum terörist faaliyetler için bir engel değildir. PKK/PYD-YPG terör örgütünün gerçek yüzünü bütün dünyaya göstermek maksadıyla bilgi ve belgelerin toplanması, bunların her fırsatta ilgili ülke ve kuruluşlara gösterilmesi ve örgütün tehlike yaratmayacak şekilde tamamen tasfiye edilmesi nihai amaç olmalıdır.
Suriye’de istikrarın sağlanmasının önündeki diğer bir engelin Rusya ve İran tarafından desteklenen Beşar Esad rejiminin; Rusya, İran ve Türkiye arasında varılan anlaşmalara rağmen sivil yerleşim yerlerine yapmış olduğu saldırılar olduğu görülmektedir. Son dönemde özellikle İdlib bölgesinde yoğunlaşan saldırılarda aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu binlerce sivil hayatını kaybetmiş, sakat kalmış ve yüzbinlerce insan göçmen durumuna düşmüştür. Maalesef bu olayları önlemek için kurulmuş BM başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar olayı seyretmekten ve rapor etmekten başka bir şey yapmamaktadırlar. Başta AB olmak üzere Batılı ülkeler ise bu olaylar karşısında suskunluğunu devam ettirmektedirler. Batılı ülkelerin bu olaylar karşısında yaklaşımı insanı olmaktan daha ziyade “buradan kendilerine doğru bir göç olayı yaşanmaması” boyutları inmiş görülmektedir. ABD Başkanı Trump’ın aralık ayı sonlarında paylaştığı Tweet olayı açıkça özetlemektedir.” Rusya, Suriye ve İran İdlib bölgesinde binlerce masum sivili öldürüyor veya öldürmeye doğru gidiyor. Bunu durdurun! Türkiye bu katliamı durdurmak için çok çaba sarf ediyor.”
Unutulmamalıdır ki, çevre ülkelerdeki istikrarsızlık ister istemez başta Avrupa olmak üzere diğer bölgeleri de kaçınılmaz olarak etkileyecektir ve Avrupa’nın da bundan ayrı olması düşünülemez.
ABD ile yaşanan S-400 ve F-35 sorunları
Türkiye’nin bulunduğu bölgede birçok ülke hava savunma sistemine sahipken, Türkiye gibi sürekli tehdit altında olan bir ülke bu sistemden mahrumdur. Bu ihtiyaç Türkiye tarafından yıllarca başta ABD olmak üzere müttefikleri nezdinde gündeme getirildiği halde, bu ihtiyaç görmezden gelinmiş, Türkiye’ye hava savunma sistemleri satılmadığı gibi en kritik dönemlerde Türkiye’de geçici olarak konuşlanan hava savunma sistemleri sökülerek götürülmüştür. Bunun üzerine doğal olarak Türkiye bu ihtiyacını Rusya’dan temin yoluna gitmiştir. Nitekim ABD Başkanı Trump bu haksızlığı bildiğinden G-20 zirvesi esnasında “Türkiye’ye adaletsiz davrandık.” açıklamasını yapmıştır.
Türkiye’nin Rusya’dan S-400 Hava Savunma Sistemi temin etmesi ve bu sisteme ait parçaların Türkiye’ye gelmesinden sonra ise buna başka adaletsiz ve haksız uygulamaların eklendiği görülmektedir. S-400 sistemlerinin Türkiye’ye naklinin başlamasından sonra ABD tarafından, hiçbir alakası olmadığı halde, Türkiye’nin F-35 program ortaklığı askıya alınmış, projeden çıkarılmak istenmiş ve dahası birtakım yaptırımlara maruz kalmıştır. Bu durum Türkiye ile ABD ve NATO arasında bir sorun haline gelmesi NATO’yu bu bölgede zayıf duruma düşürmektedir. SDE; gerek S-400 gerekse F-35 konularında ayrıntılı analizler hazırlamıştır.
Sorunun 2020 yılında da devam edeceği görülmektedir. Ancak Türkiye gibi bir ülkeyi baskı yolu ile ihtiyacı olduğu bir savunma sisteminden vazgeçirmenin de mümkün olmadığı ortadadır. Türkiye ve ABD ve NATO arasındaki ayrılığın daha da derinleşme ihtimali vardır. Bu açıdan Türkiye’ye bu haklı savunma ihtiyacı konusunda baskı yapmaktan ziyade tercihlerine saygı duyulmasının ve NATO içinde 2. büyük askeri güç olan Türkiye’nin güvenlik kaygılarının dikkate alınmasının daha uygun bir hal tarzı olacağı değerlendirilmektedir.
Doğu Akdeniz’de gerçekleşen olaylar
Yapılan araştırmalarda Doğu Akdeniz’in petrol ve doğalgaz kaynakları açısından oldukça zengin olduğunun anlaşılmasından sonra bu bölgenin rekabetin esas alanlarından birisi durumuna geldiği görülüyor. Bölge ayrıca geleceğin enerji maddesi olacağı değerlendirilen gaz hidrat yatakları açısından da zengin. Bu bölgede Türkiye’nin neredeyse 570 yıllık enerji ihtiyacını karşılayacak büyüklükte bir doğalgaz rezervi saklı ve bölge ve civarında oynanan büyük oyunun ana nedeni de bu.
Bölgede Akdeniz’e en uzun kıyısı bulunan ülkelerden birisi de Türkiye. Ancak nasıl ki Türkiye 100 yıl önce Orta Doğu bölgesindeki petrollerden uzak tutulduysa günümüzde benzer bir şekilde Doğu Akdeniz’deki kaynaklardan da uzak tutulmaya çalışılıyor. Bu maksatla kullanılan ülkeler ise Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rumları. Bu ülkeler bölge kaynaklarını bir araya gelip hakça kullanmak yerine bir takım uydurma haritalar ve uluslararası hukuk kurallarına aykırı olarak Türkiye’yi tamamen bu kaynaklardan uzak tutmak istemekte, bu maksatla bölge dışından ülkeleri de kullanarak Türkiye’yi tehdit etmekten çekinmemektedir.
Güney Kıbrıs Rumlarının daha önceden İngilizlere verilen üslere ilaveten Fransa ve ABD’ye de üsler vererek bölgeyi uluslararası bir savaş alanı haline getirdiği görülmektedir. Aynı şekilde Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarının, İsrail ve Mısır’la birlikte düzenledikleri toplantılarda Türkiye’ye tehditler savurdukları da açıktır (29 Temmuz 2019 Kıbrıs Toplantısı). Açıkça Yunan ve Rum yönetimleri sorumsuz bir şekilde ateşle oynamakta ve sadece bölgeyi değil kendi vatandaşlarını da tehlikeye atmaktadırlar. Nitekim Eski Kıbrıs Rum Dışişleri Bakanı Nikos Rolandis, “Doğu Akdeniz’de hangi filo bizim için Türkiye ile savaşacak?” derken Rum Ana Muhalefet Partisi liderinin Rum yönetimini İsrail ile ittifak kurarak Güney Kıbrıs’ı tehlikeli çatışmaların içine sürüklediğini söylemesi konuyu en açık şekilde ortaya koymaktadır.
Yunan ve Kıbrıs Rum yönetimlerinin bir an önce sorumsuz davranışlarından vazgeçerek bölge kaynaklarından bölge ülkelerinin hakça bir paylaşım yapmasına ve bu kaynaklardan bölge insanlarının savaş için değil barış ve ekonomik gelişim için faydalanmalarına yönelik ortak projeler geliştirmesinin en uygun hal tarzı olacağı değerlendirilmektedir.
Doğu Akdeniz ve Balkanlarda barış, istikrar ve ekonomik gelişme ancak bir araya gelerek mümkün olabilir. Bölge ülkelerinin birbirine yönelik dışarıdan beslenen nefret söylemlerinden arınarak bölgenin ekonomik ve sosyal yönden gelişmesine yönelik çalışmalar geliştirmesinde fayda vardır.
Libya ile Türkiye arasında Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına Dair Mutabakat Muhtırası imzalanması
Doğu Akdeniz’de bu bölge ile uzaktan yakından ilgisi olmayan onca ülke dolaşır ve hak iddia ederken, Türkiye ile Libya arasında 27 Kasım 2019 tarihinde “Deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına dair mutabakat muhtırası”nın imzalanması, nedense bazı ülkelerin garibine gitti. Bu anlaşmadan önce Yunanistan Libya’nın karışıklık içinde olmasından istifade ile bu ülkeye ait 39.000 kilometrekarelik bir deniz yetki alanına el koymuştu. Türkiye ile yapılan anlaşma ile bu alan tekrar Libya’ya dahil oldu. Libya ya ait bu alanın tekrar Yunanistan’a bağışlanması mümkün değildir.
Bu anlaşma ile Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin başta Mısır olmak üzere İsrail ve Lübnan’ın deniz yetki alanlarını da gasp ettiği ortaya çıktı.
Eğer bu ülkeler Libya gibi Türkiye ile anlaşma imzalamış olsalar Mısır 21.800 km2, İsrail 4.600 km2, Lübnan ise 3.957 km2 fazladan deniz yetki alanına sahip olacaklardı.
Bu geniş alanların acele ile ve düşünmeden başka ülkelere verilmesi şüphesiz bu ülkelerin vatandaşlarının kabul edebileceği bir husus değildir. Kaldı ki bu kaynakların güvenli bir şekilde çıkarılması ve bunun bölgede barışa hizmet etmesi, haksız paylaşımlarla değil ancak Türkiye’nin de içinde olduğu adaletli bir bölüşümle mümkün olabilir.
Bu gerçeklere rağmen sırf Libya’nın haklarını gasp etmek uğruna, Libya’nın meşru hükümetini ortadan kaldırmaya çalışmak ve bölge dışından ülkelerin ve oradan buradan derlenen paralı asker ve teröristlerle mevcut yapıyı değiştirmeye uğraşmak, bölgede barışa hizmet etmemektedir. Nitekim Türkiye Libya’nın meşru hükümetinin ve Libyalıların yanında olacağını belirtmiş ve talep üzerine Libya’ya asker gönderme ve eğitim verme kararı almıştır. Tarihi ve kültürel bağlarının yanında, Libya’nın güvenliği doğrudan Türkiye’nin güvenliği ile ilgili hale gelmiştir. Türkiye’nin bu açıdan Libya halkının yanında durması normal karşılanmalıdır.
Diğer bölgelerde güvenlik
Soğuk Savaş Döneminde her faaliyet kalpgâh olarak isimlendirilen bölgeyi çevreleyen Kenar Kuşağın kontrol edilmesine göre yürütülmüş ve ittifaklar buna göre oluşturulmuştu. Titizlikle uygulanan bu strateji sayesinde Sovyetler Birliği etkisiz hale getirildi.
Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra ise aynı kenar kuşak ülkelerinin, tekrar kontrol edilmeye çalışıldığı görülmektedir. Ancak bu kez farklı bir şekilde. Bu bölge için uygulanan yöntemler; karıştırma, bölme ve istikrarsızlaştırma. Bu maksatla bu bölgedeki ülkelerin gerek kendi içlerinde gerekse diğer ülkeler ile sorunları yeniden ortaya çıkarılıyor, kışkırtılıyor ve körükleniyor.
Gerektiğinde bu ayrılıklar etnik çatışmaların ötesinde din ve medeniyet çatışmalarına dönüştürülmeye çalışılıyor. Libya, Sudan ve Somali gibi Afrika ülkelerinden başlayıp; Suriye, Irak, Yemen’e ve oradan Keşmir’in ilhakına, Yeni Zelanda ve Sri Lanka saldırılarına kadar birçok olayın temelinde de aynı projenin uygulamaları yer almakta ve mevcut güvenlik yapılanmaları bu olaylar karşısında çaresiz kalmaktadır.
Sonuç
2019 yılı Türkiye ve çevresinde istenilmeyen birçok olayın gerçekleştiği bir yıl olmuştur. Bu olayların bazılarının 2020 yılında da devam etmesi beklenebilir. Ancak bu olaylar aynı zamanda belirsizlikleri de ortadan kaldırmaya başlamıştır. En azından çözüm için arayışların da başladığı görülmektedir. Bölgede hiçbir sorun Türkiye olmadan gerçek manada çözülemez, bölgede Türkiye olmadan istikrar da sağlanamaz. Türkiye kendi istikrarının ancak civarındaki ülkelerin istikrar içinde olması halinde mümkün olacağını düşünmektedir.
Eğer;
- Doğu Akdeniz’de kaynakların hakça ve bölge halkının ekonomik kalkınmasına hizmet edecek şekilde Yunanistan ve GKRY’de bir anlayış oluşursa,
- Bölge dışındaki güçler Libya’yı bölmek ve haklarını elinden alma çabalarından vazgeçirilebilirse,
- Halkları bölme ve insanları birbirine düşürme çabalarının farkına varılabilir ve bu konuda bir uzlaşı oluşabilirse,
- Suriye’deki halkın güvenliği sağlanabilir ve tekrar topraklarına güven içinde dönmesi gerçekleşebilirse,
- Balkan ülkeleri dışarıdan kendilerine verilmeye çalışılan düşmanlık hislerini bir tarafa bırakabilir ve kendi aralarında bir ekonomik ve güvenlik yapılanması gerçekleştirebilirse,
- Rusya ve Çin gibi ülkeler yeni dönemde adaletsiz ve haksız dünya düzeninin yerine bütün ülkelerin huzur ve güvenlik içinde yaşayabileceği yeni bir adalet düzenini sağlama konusunda uygulamalar gösterebilirlerse,
o zaman önümüzdeki dönemin barışa doğru gittiğini öngörebiliriz. Aksi taktirde mevcut yapıda güvenlik sisteminin çökeceğini ve bizleri daha kötü günlerin beklediği açıktır.