Her ne kadar insanlık için arzu edilen “Barış Ortamı” olsa da uluslararası ilişkilerde “savaş ve gücün kullanımı” her zaman karşımıza çıkıyor. Savaş düşüncesinin kökeninde ise şüphesiz güç ve egemenlik sağlama düşüncesi var. Büyük güçler mutlaka bir savaş ve çatışma sonunda ortaya çıkıyor veya kayboluyor.
Güç sosyal bilimlerin temel kavramlarından birisi ve “güce sahip olmak” hep arzu edilmiştir. Gücün uygun şekilde kullanımı ise başlı başına bir sorun. Çünkü “güç” kullanılması durumunda “güç olmaktan çıkmakta” ve kullanana da zarar vermektedir. Gücün denetlenebilir olmaktan çıkması ise güç zehirlenmesi olarak tanımlanmaktadır.
20 yüzyılın başında, dünyanın en güçlü devletleri olan “Fransa ve İngiltere”, bu güç zehirlenmesi ve gücün gereksiz yere harcanması sonucu üstünlüklerini kaybetmişti. Bunun sonunda ise akıllıca hareket ederek “her iki dünya savaşının başında gücünü muhafaza edip savaşa sonradan dahil olan” ABD, dünyada egemen bir güç olarak yerini almıştı. Sovyetlerin Afganistan’ı küçümsemesi ve bu ülkede kazanamayacağı bir savaşa girmesi ise yıkılmasındaki en büyük etkendi. Gerçeklikten kopmuş abartılı bir öz güvenle kendini yücelterek, kendinden başkalarını küçümseme ve her şeyin kendi planladığı gibi gideceğini düşünerek “yanlış stratejiler oluşturma” felaketle sonuçlanıyordu. Kısaca güce sahip olmak kadar onun kullanılması da bir yetenek gerektiriyordu.
Tarih kendi içerisinde ders alınabilecek “sebep ve sonuçları” barındırıyor. Ancak bunu anlamak için olaylar arasında sebep sonuç ilişkileri akılla birbirine bağlayarak kullanabilmek gerekiyor. Buna rağmen aynı güç zehirlenmesine “Soğuk Savaş Dönemi” ertesinde ABD’nin de düştüğü görülüyor. Yaklaşık 30 yıldır bu zehirlenmenin etkisi altında savaştan savaşa giriyor, kayıplar veriyor. ABD Başkanı Trump’ın Irak’a inerken uçağının ışıklarının güvenlik nedeniyle kapatılmasına ilişkin “Son 20 yılda Ortadoğu’da 7 trilyon dolar harcadık ve inerken ışıklarımızı kapatmak zorundayız. Bu çok kötü.” demesi yanında, Afganistan bataklığından kurtulmak için Taliban ile anlaşma çabaları bunun en açık göstergelerinden birisi.
Farabi “Bir şeyin bilgisi ya akıl ya da tahayyül kuvvetiyle elde edilebilir” demişti. Bugünlerde aynı güç zehirlenmesini yaşayan taraf Ruslar. 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın başında gücünü Osmanlı Devleti ile savaşarak harcayarak tüketen Rusların benzer hatayı günümüzde de tekrarlayacağı görülüyor.
2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesinden sonra yeterli tepki gösterilmemesinin ardından, Suriye’de Esad Rejimiyle yaptığı anlaşma sayesinde Çarlık Rusya’sından bu yana, en büyük hayali olan “Sıcak Denizlerde Liman ve Hava Üslerine sahip olması”. Rusya’nın gücünü bir anda Libya yanında Afrika ve Ortadoğu ülkelerine taşıdı. Putin’in stratejik bir hamle ile Türkiye ile ilişkilerini geliştirme çabaları ise Rusya’yı bu bölgede gücünün çok ötesinde yerlere götürdü.
Ancak Suriye’de İdlib Krizi nedeniyle gelinen noktada Rusya’nın da bu gücü taşımakta zorlandığı görülüyor. Güce sahip olmak kadar, “sürdürülebilir bir gücü muhafaza etmek” de önemli. Bu noktada bölgedeki en büyük güçlerden birisi olan Türkiye’yi karşısına alması ve Suriye rejiminin kurulduğu tarih olan 1947 yılından beri yapmış olduğu katliamlara ortak olması Rusya’nın bu coğrafyadaki imajını zedeler nitelikte. İnsan Hakları Kuruluşlarının raporlarına göre şimdi Suriye’de terörist diye çocuklar, kadınlar, siviller bombalanıyor, hastahaneler, okullar, pazar yerleri camiler bombardıman altında yıkılıyor. (Human rights watch, World report 2020, Suriye-Rusya Askeri İttifakının İhlalleri https://www.hrw.org/tr/world-report/2020/country-chapter) Milyonlarca insan göç etmiş, zulüm altında inliyor.
Bu anlamda Rusların daha önce Kırım ve Ukrayna’da uyguladığı sertlik içeren “Gerasimov Doktrini”ni şimdilerde Suriye’ye uygulamaya başladığı söyleniyor. Tırmanma üzerinden askeri güç kullanarak üstünlük sağlamayı hedefleyen bu uygulamanın uzun vadede Suriye’de ne kadar etkili olabileceği tartışmalı. Rusya’nın kaba güçle her şeyi yaptırmaya dayalı politikaları, birçok ülke yanında dağınık bir görüntü sergileyen “Batı”yı da yeniden toparlıyor.
Kuvvet kullanmak son çaredir. Stratejinin ana unsurları olan; “zaman, mekân ve kuvvet” açısından “Suriye ne ölçüde Ukrayna’dır” konusu yanında, “kuvvet kâfi gelmez ise başka ne kullanılacağı” olayın başka bir tarafı. Netice de sorunlarla dolu olan Ortadoğu coğrafyasında barış için bir umut olacağı düşünülen Rusya, bu konumunu hızla kaybediyor. Adaletsiz ve zalim gücün ise sürekli olması mümkün gözükmüyor. Hedef gözetmeksizin atılan varil bombaları altında ölen çocuk, kadın ve sivilleri anlamadığımız sürece bu dünyada hiç kimsenin güven içinde yaşayamayacağı açık.
Marshall Berman, klasikleşen eserinde “Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor” diyordu. Diğer taraftan aşırı kuvvet kullanımına dayalı uygulamaların buharlaşan ve gevşeyen unsurları tekrar katılaştırdığını da görüyoruz.
Bilgiye sahip olmak kadar onu kullanma becerisi de önemli. Soğuk Savaş dönemi ertesinde Rusya, petrol fiyatlarının da yükselişe geçmesiyle toparlanmıştı. ABD’nin gereksiz yere gücünü dağıttığı ve müttefikleriyle arasının kötü olduğu bir ortamı da iyi değerlendirmiş ve ekonomik gücü rakipleri kadar çok fazla olmamasına rağmen dengeleri iyi kullanarak stratejik kazanımları çok kolay elde ederek kendisinin dahi hayal edemediği yerlere gelmişti (Bazı uzmanlar Rusya’nın günümüzdeki ekonomik gücünü Putin’in ilk iki döneminden çok Sovyetlerin 1960 ve 1970’lerdeki Devlet Başkanı Brejnev döneminde yaşadığı ve Sovyetleri çöküşe götüren ekonomik durgunluğa benzetmektedir). Ancak bu gücünü Esad gibi kendi halkını katleden birisine dayama hatasına düşerek kısa sürede yok ettiği görülüyor.
Suriye’deki savaşa dünyanın değişik bölgelerinden birçok ülke, değişik amaçlarla dahil. Ancak Türkiye hariç, hiçbiri için zorunlu ve hayati değil. Büyük güçlerin yükseliş ve çöküşlerinde ekonomik güç kadar, güçlü müttefik ve rakipler de önemli rol oynar. Bunun yanında istediği anda savaşa girme yanında, istediği anda çekilme yeteneği de gereklidir. Bu açıdan Ortadoğu bir bataklık olarak nitelendirilebilir ve ABD bu bataklıktan kurtulmaya çalışırken, Rusya bu bataklığa girdiğini yakında daha da fazla hissedecek gibi görülüyor.
Güç, kullanıldığında güç olma niteliğini kaybeder. Savaş ise ancak zorunlu ve hayati olduğunda başvurulması gereken bir yöntem. Stratejinin en önemli kuralı “Gücün yokmuş gibi yönetmektir.” Abartılı güç kullanımı ise gücü gereksiz tüketir, gücü kullananın gücü azalırken gücünü muhafaza eden güçlü konuma geçer. Tarih bize: “Hayati olmadığı sürece gereksiz güç kullanan kaybeder” diyor.