Değişen Dengeler ve Yeni Güç Merkezi: Asya-Pasifik Serbest Ticaret Anlaşması
Asya-Pasifik bölgesindeki 15 ülkenin dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşmasına imza atması bir anda dikkatleri bu bölgeye çekmeye yetti. Bu anlaşma, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği’nin (ASEAN) Liderler Zirvesi kapsamında organize edilen, “Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık” (RCEP) görüşmesinde sağlanan uzlaşı sonucu gerçekleşti. RCEP bünyesinde; ASEAN üyeleri Endonezya, Filipinler, Malezya, Singapur, Tayland, Vietnam, Laos, Brunei, Myanmar, Kamboçya yanında ASEAN’ın diyalog ortakları; Çin, Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda ve Avustralya bulunuyor.
Yaklaşık 2 milyar 250 milyon nüfus ve dünya gayrisafi yurtiçi hasılasının neredeyse 1/3’üne sahip olan bir bölgeyi kapsayan bu anlaşma uyarınca, anlaşmaya konu olan ülkeler, aralarında uygulanan gümrükleri önümüzdeki yıllarda kademeli olarak azaltacak ve hep birlikte ticareti kolaylaştıracak tedbirleri geliştirecek. Anlaşmayı imzalayan ülkelerden Çin, Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Endonezya G20 ülkeleri arasında yer alıyor. Çin’in 2005 yılı GSYİH, Japonya, Almanya ve İngiltere’nin gerisinde yer alırken, günümüze kadar büyük bir gelişme göstererek neredeyse Japonya’nın 3, Almanya’nın 4 katı bir büyüklüğe ulaştı.
Bu noktaya gelmek yaklaşık 8 yıl süren müzakerelerden sonra gerçekleşti. Geçen yıl Hindistan, Çin ürünlerinin ülkesine ucuz fiyatlarla girmesine karşı çıkarak müzakerelerden çekildi. Aslında bu bölgedeki Japonya, Çin, Güney Kore gibi ülkeler, imalata yönelip düşük maliyet avantajı ile ihracat yaparak kalkındılar. Hindistan ise genelde tarım ve hizmet sektörü ağırlıklı daha zayıf bir ekonomiye sahip. Eğer 1.4 milyara yaklaşan nüfusu ile Hindistan da bu anlaşmaya dahil olsaydı bu oluşum daha da güçlü bir özellik kazanacaktı. Yine de anlaşma Hindistan için kapıları açık bıraktı. Hindistan’ın 2019 yılındaki GSYİH’sı, ABD, Çin, Japonya ve Almanya’nın ardından 5. büyüklüğe ulaşmış durumda ve ABD ile ilişkileri farklı alanlarda devam ediyor. ABD için Hindistan bu bölgede Çin’e karşı bir denge unsuru olarak görülüyor.
Şüphesiz bu anlaşma Çin’in bölgedeki etkisini artıracak. Çin diğer ülkelerle birebir anlaşmalar yapıyordu ancak şimdi belki de ilk kez çok taraflı bir anlaşma kendi öncülüğünde ortaya çıkıyor. Bu bir anlamda Çin’in artan gücünün somut bir göstergesi. Anlaşmanın diğer bir özelliği ise Çin, Japonya ve Güney Kore’nin ilk kez aynı anda bir serbest ticaret anlaşmasını imzalaması. Bu ülkeler dünyanın en büyük ekonomileri arasında. Anlaşma ile bu ülkeler arasındaki ilişkilerin daha da kuvvetlenmesi bekleniyor. Güney Kore, Japonya ve Avustralya’nın ABD’nin müttefiki olması ise ayrı bir konu.
İmzalanan bu anlaşmanın 15 ülkenin Parlamentolarında onaylanması gerekiyor. Ekonomik konulardaki süreç ise 20 yıla yayılarak safha safha gerçekleşecek. Anlaşmanın kapsamı çok geniş olmamakla birlikte zaman içinde buna da bir çare bulunabilir. Bu bölgedeki 12 ülke ile ABD arasında daha önce bir Trans Pasifik Ortaklığı Anlaşması vardı. Ancak ABD Başkanı Trump 2017 yılında bu anlaşmayı onaylamayarak gündemden kaldırdı. Oysa bu anlaşma, “Çin’in artan gücünü dengeleyeceği” için bir önceki Başkan Obama tarafından destekleniyordu. Şimdi bu anlaşmada ABD ortada yok ve ülkeler Çin öncülüğünde bir araya geliyor. Bu ise anlaşmayı başka bir boyuta taşıyor. ABD olmadan entegrasyon girişimi.
Bu anlaşmanın sadece bir ekonomik anlaşma olmaktan ziyade daha geniş sonuçlarının olacağı açık. Anlaşmayı ABD ve AB’nin devre dışı bırakılması olarak yorumlayanlar da var. Anlaşma ile Çin’in Asya-Pasifik bölgesindeki ekonomik ve siyasi ağırlığı artarken, ABD ve Avrupalı şirketlerin serbest ticaret bölgesinin dışında tutulması öngörülüyor. Bu ise başlı başına bir endişe yaratıyor. Nitekim anlaşmanın hemen ardından, AB içinde en güçlü ekonomiye sahip olan Almanya’nın Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer, “Çin, Hint-Pasifikteki 14 ülke ile dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşmasını imzaladı. Dünya’nın en dinamik bölgesindeki bu anlaşma, küresel gücün Pasifik’e doğru kaydığını gösteriyor. Diğer taraftan Rusya’nın gücü artıyor. Avrupa olarak gelecekte küresel siyasette daha etkili olmak istiyorsak iyi koordine edilmiş bir dış, güvenlik, savunma, ticaret ve kalkınma politikasına ihtiyacımız var.” değerlendirmesinde bulundu. Bu değerlendirme açıkça bir endişeyi yansıtıyor. Ancak İngiltere’nin Avrupa Birliğinden ayrılmasından sonra zayıflayan, hantal karar alma organları ile kendi içerisinde görüş ayrılığına düşen ve geçmişten gelen önyargılı düşüncelerle Türkiye gibi güçlü bir adayı kendinden uzaklaştıran Avrupa Birliğinin, yapmış olduğu bunca hatalardan sonra ayakta kalmasının da zor olacağı görülüyor. Geçtiğimiz yüzyılın başında dünya nüfusunun neredeyse %25’ine sahip olarak bir gelişmeyi yakalayan Avrupa’nın, İngilizlerin ayrılmasından sonra %7’lere düşen bir nüfus ağırlığı ile zaten sadece ekonomik açıdan değil, savunma ve güvenlik yönünden de bir yerlere ulaşması mümkün değil. Geçtiğimiz yıllarda ABD gücünün Avrupa’da bulunmasından rahatsız olarak Avrupa Ordusunun kurulmasından bahseden Fransa ve Almanya’nın bugünlerde bunun tam tersine söylemlerde bulunmaya başladığı da görülüyor. Yaşanan Covid-19 salgını Avrupa’yı derinden etkiliyor ve güç dengelerindeki yerini ekonomik ve askeri olarak yıpratıyor.
Diğer taraftan ABD’li yetkililer, her ne kadar küresel ekonomik ve askeri gücün Asya-Pasifik bölgesine kaydığını uzun bir zamandır ifade etse ve bu meydan okuma karşısında ilk önceliğini Asya-Pasifik bölgesine verdiğini söylese de pratikte bu pek mümkün olamamıştır. Bunun asıl sebebi ise Soğuk Savaş Dönemi sonrasında güç zehirlenmesi yaşayan ABD’nin, bir takım uydurma teorilerle, belki de maksatlı olarak, Ortadoğu Bölgesine angaje olması ve bir türlü içerisine çekildiği bataklıktan kendisini kurtaramamasıdır. Bir harekatın hedeflerinin doğru olarak tespit edilmesi önemlidir. ABD yapmış olduğu harekatların hedeflerini tam olarak tespit edememiş, birden fazla hedef arasında öncelikleri belirleyemeyerek, güçlü girdiği bir dönemden en fazla kaybeden taraf olma durumu ile karşı karşıya kalmıştır. Asya-Pasifik Serbest Ticaret Anlaşması değişen dengeleri ve yeni güç merkezlerini işaret ediyor.
ABD, halen bir taraftan Afganistan, Irak gibi bölgelerde kazanamayacağı bir savaştan kurtulmaya çalışırken, yapmış olduğu hatalarla gerektiğinden fazla düşman kazanmış en önemlisi bu bölgelerdeki prestiji sarsılmıştır. Üstelik Türkiye gibi müttefikleri ile düştüğü görüş ayrılığı ile bu bölgelerdeki gücünü bir daha geri gelmeyecek şekilde kaybetmiş gözükmektedir. Diğer taraftan ABD’nin Covid-19 salgınından en fazla etkilenen ülkelerden birisi olarak, seçimlerden kaynaklanan iç bölünmüşlüğünün etkisini de giderek daha fazla hissedeceği açıktır.