ABD’nin Suriye’den çekileceğini belirtmesinin hemen ardından Fransa’dan gelen açıklamalar oldukça ilginç. Fransa Savunma Bakanı Florence Parly’nin, Suriye’de yapılacak işlerin bitmediğini ifade ederek çekilme kararını ağır bulmasının ardından, BM Daimi Temsilcileri François Delattre’nin “Fransa ilerleyen günlerde, Suriye Demokratik Güçleri dâhil ABD’nin tüm ortaklarının güvenliğini sağlamayla yakından ilgilenecek” demesi ve PYD/PKK unsurlarıyla temasa geçmesi ise oldukça düşündürücü. Gerçi Fransa’nın Avrupa’da PYD/PKK terör örgütlerine en fazla sempati duyan ülkelerden birisi olduğu biliniyor ancak Fransa’nın bölgeye ilgi duymasının ardında başka çıkarlarının da bulunduğu bir gerçek.
Fransa’dan, Suriye’ye gidip savaşan ve hatta bunlardan Fransa’ya dönenler vardır. Yabancı savaşçılar bu ülke için bir sorun. Fransa daha önce DEAŞ karşıtı oluşturulan koalisyona katılmıştı. 13 Kasım 2015 tarihinde Paris’te gerçekleşen DEAŞ terör saldırılarının ardından ise bunu bir “savaş nedeni” sayarak operasyonlarını Suriye geneline yaymıştı. Her ne kadar Fransa, resmi olarak bölgeye ilgisini DEAŞ tehdidinin henüz bitmemiş olmasına ve AB ülkelerine yönelik göçün yarattığı kaygılara bağlamaya çalışsa da, asıl nedenin Fransa’nın Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de gerçekleştirmeye çalıştığı stratejik çıkarları ile ilgili olduğu apaçık ortada. Fransa’nın bölgeye ilgi duymasının altında yatan asıl neden, Doğu Akdeniz’deki 3 trilyon dolarlık doğalgaz rezervleri. Fransızlar bu büyük pastadan pay almak istiyor. Fransa’nın Doğu Akdeniz’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimiyle sürdürdüğü ortak tatbikatlar ve Larnaka’da deniz üssü talebi yanında, Mısır’la savunma sanayi alanında işbirliğini geliştirme gayretlerini de bu doğrultuda değerlendirmek gerekiyor. Diğer taraftan Birleşik Arap Emirliklerinin El-Zafra hava üssünde konuşlu Fransız birlikleri gibi Fransızların Körfez’deki Arap ülkelerine yönelik askeri faaliyetleri söz konusu ve bu ülkelere askeri malzeme satıyorlar. Fransa’nın bu ülkelere sattığı silah ve teçhizatın değeri 12 milyar doların üzerinde. Bu nedenle Suriye politikalarını ve burada etkin bir rol oynamaları bir zorunluluk gibi gözüküyor.
Fransızların uluslararası alandaki çıkarları onların Suriye’de bulunmalarını zorunlu kılıyor. Bu rol için birtakım gerekçeler ve kendilerine bölgeden müttefik bulmaları da gerekiyor. Stratejik alanda hedeflerin eldeki güce göre seçilmesi zorunluluğu var. Fransa’nın içinde bulunduğu zorluklar göz önüne alındığında, her ne kadar bölgedeki konumunu güçlendirmek istese de, mevcut gücüyle bunu ne ölçüde başaracağı tartışma konusu.
Bugüne kadar Fransa Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’deki emellerini ABD örtüsü altında gerçekleştirmeye çalışıyordu. Bu nedenle Fransa Cumhurbaşkanı Macron daha önce, ikna ederek ABD Başkanını Suriye’den çekilme kararından vazgeçirdiğini açıklamıştı. Bu yüzden ABD’nin çekilme kararının ardından “en fazla hayal kırıklığına uğrayan” ülkenin Fransa olması doğaldı. ABD gibi bir gücün başarılı olamadığı bir ortamda, Fransa’nın mevcut gücü itibarıyla bölgede tek başına etkili bir güç olamayacağı bir gerçektir. Bunun yanında Fransa’nın kendine müttefik olarak PYD/PKK gibi terörist örgütleri seçmesi ise affedilir bir hata değildir.
Zaten tarihi olarak bakıldığında Fransa bölgedeki sorunun esas kaynağıdır. Birinci Dünya Savaşında Araplar, bağımsızlık verileceği sözü ile kandırılmışlardı. Sykes-Picot Anlaşması ile Ortadoğu İngiliz ve Fransızlar arasında paylaşılırken, Araplar bağımsızlık sözlerinin bir kandırmacadan ibaret olduğunu, San Remo konferansında, Suriye bir Fransız Mandası haline getirilince anlayacaklardı. Bunun üzerine Suriye’de bulunan Araplar ayaklandı.
İlk direniş eski bir Osmanlı Yarbayı olan Yusuf el-Azme komutasındaki Suriyelilerin birkaç bin kişi ile Şam yakınlarındaki Maysalun’da başladı. Yapılan savaşta Yusuf el-Azme 2000 askeriyle birlikte şehit oldu. Ancak direniş bitmedi. Ardından Suriye ve Lübnan’da, “Suriye merkezli” bir direniş hareketi oluşturuldu. Bu hareket, yabancı bir ülkenin işgaline girmektense Türkiye ile birleşmeyi tercih edeceğini belirtiyordu. Fransa karşıtı direniş hareketi giderek güçleniyordu.
Suriye tarihin her döneminde etnik, dini ve mezhepsel açıdan çeşitlik gösteren zengin bir kültürel yapıya sahipti. Osmanlı 16. yüzyıldan beri birbirinden çok farklı bu etnik unsurları, kendine has iç dinamikleriyle bir arada barış ve huzur içerisinde yönetmeyi başarmıştı. Oysa Fransızlar gelir gelmez bu kültürel çeşitliliği kendi çıkarları için kötüye kullanmaya karar verdiler. Bölecek, birbirine düşürecek ve bu suretle yöneteceklerdi. Bu amaçla Suriye’yi dört parçaya bölmeyi planladılar. Düşündükleri; Şam merkezli bir Sünni Devleti, denize kıyısı olan bölgelerde bir Alevi Devleti, Güneyde bir Dürzi Devleti ve Kuzeyde Sünni Kürt bir Halep Devletiydi. Ancak Suriye halkı Sünnisi, Alevisi, Türk’ü ve Kürt’üyle bu etnik ve mezhepsel bölünmeyi hep birlikte reddettiler ve Fransızlara karşı direndiler. İşte bu direniş Fransızların bölme hayallerini suya düşürdü ve başaramadılar.
Direnenlerin başında; Halep’te Kürt asıllı İbrahim Hanuni, Şam’da Yusuf el Azme, güneyde Dürzi Sultan Paşa el Atraş ve Lazkiye’de Alevi asıllı Salih el Ali geliyordu. 1818 yılında toplanan Şeyh Bedir Konferansından sonra “Alevi Devleti kurulması düşünülen sahil bölgelerinin Suriye’nin ayrılmaz bir parçası olduğu” deklere edildi ve Salih El Ali liderliği altında ortak mücadele kararı alındı. Devletin başına geçme tekliflerini reddeden Salih El Ali’nin, bölgede Fransızların birbirine düşürme çabalarına karşı vermiş olduğu örnek mücadele incelenmeye değerdir. Direniş hareketleri neticesi Fransız birlikleri 1946 yılında Suriye’yi terk etmişlerdir.
Sonuç olarak; Fransa’nın tarihten gelen “bölgeyi birbirine düşürerek yönetme” gibi kötü bir tecrübesi bulunmaktadır. Bunun yanında Fransa’nın Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki ekonomik çıkarları nedeniyle bölgede tekrar etkin olmak ve bu maksatla geçmişte olduğu gibi bölgede kendisine müzahir terör örgütleriyle işbirliğine girme çabaları görülmektedir. Her ne kadar dışarıya açılma çabalarının iç siyasete yönelik bir girişim olduğu düşünülse de bu hesapsız düşüncelerin Fransa’nın yararına olmadığı açıktır. Fransa’nın Suriye’yi, Kuzey Afrika’da elinde tuttuğu ve daha ne kadar süre tutabileceğinin belli olmadığı bölgeler ile karıştırmaması gerekir. Suriye’nin Fransa için yıllar önce bıraktığından daha büyük bir bataklık olduğu da herkes tarafından görülmektedir. ASALA teröristlerine hoşgörü göstermenin sonuçlarını ve tecrübesini en iyi bilen ülke de Fransa’dır. Zaten Kuzey Afrika’da çeşitli zorlanmalarla karşı karşıya olan Fransa’nın, ülkesi dahilindeki karışıklıkları da daha ne kadar kontrol edebileceği şüpheliyken, şimdi de Suriye’de, sonunun ne getireceği belli olmayan, kirli ittifaklar içine girmesinin ne sonuçlar yaratacağının Fransız kamuoyuna nasıl izah edeceği de ayrı bir tartışma konusudur.
24.12.2018