Düğüm Noktası: Çin-Hindistan Sınır Çatışmaları ve Gerilimin Stratejik Sonuçları
“Dünü bilmezsek, bugünü anlayamayız.” der tarihçiler. Kadim medeniyetlerin ve kültürlerin beşiği olan Asya kıtasının tarih boyunca sürekli bir çatışma alanı olduğunu biliyoruz. Günümüzde ise böyle bir çatışmayı suni olarak çıkarmayı ve bundan fayda ummayı hayal edenler var. Teorik yapısı çok önceden belirlenen projeler doğrultusunda halihazırda bölgede gerçekleştirilen provalara şahit oluyoruz.
Batı’nın, kendi uygarlığı haricindeki havzalarda “kültürel dinamizmi” bir tehdit olarak algıladığını artık bilmeyen kalmadı. İngiliz tarihçi Arnold Tonybee, medeniyetten ne anladığını, Batı, İslam, Uzak Doğu ve Hint Medeniyetlerini sınıflandırmasını yaparak açıklamıştı (Tonybee, 1988). Bernard Lewis’in, 1990 yılında yayımlanan “Müslüman Öfkenin Kökenleri” (Lewis, 1990: 45-60) ve ardından Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması” isimli çalışmaları (Hungtington, 2001: 108-122) ile kültürleri birbirine düşman etmeye yönelik projeler daha da geliştirildi.
Huntington, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra rakipsiz kalan Batı Medeniyetinin çökmesini önlemek için yeni düşmanlar icat edilmesi gerektiğini öne sürüyor ve bu anlamda İslamiyet’i ve Çin Medeniyetini hedef olarak gösteriyordu. Huntington açıkça, medeniyetler arasında farklılıkların asırlar boyunca oluştuğunu, bölünmelerin kaynağının kültür olacağını ve en önemli çatışmaların kültürlerin birbirinden ayrıldığı fay hatlarında meydana geleceğini ifade ediyordu. Zaten son 30 yıldır dünyada meydana gelen olaylar değerlendirildiğinde de bu teorinin uygulama alanına konulduğu ve insanların birbirine düşürülmeye çalışıldığı görüldü. Bu açıdan değerlendirildiğinde ise hedef seçilen medeniyet ve kültür alanları ortasında Hindistan’ın konumu dikkatle incelenmeyi hak ediyor.
İnsanları birbirine düşüren bu teorileri uygulamak uğruna ABD’nin 30 yılını ve kaynaklarını boşuna harcadığı ve kendini tükettiği açıkça görüldü. Bundan sonra ise bu işi bedava yapacak vekil piyonlar aranmaya başlandı.
İslam ülkeleri ile Çin arasında yer alan Hindistan’ın konumu ve son dönemde giderek artan tutum değişikliği iyi analiz edildiği zaman, neden çatışma alanlarının da Hindistan merkezli olarak gerçekleşmeye başladığı daha iyi anlaşılıyor.
Neredeyse 60 yıllık bir geçmişi bulunan Çin-Hindistan sınır gerilimi bu çatışma alanlarından sadece birisi gibi gözükse de derinliği itibarıyla basit bir çatışma olmanın oldukça ötesinde anlamlar ifade ediyor. Çin’in yıllar önce Hindistan’ın kuzeydoğusuna girerek zafer kazanmasıyla sonuçlanan bu sınır olayından bu yana süregelen çatışmalarda her iki taraftan 2000’den fazla asker hayatını kaybetti.
Çin ve Hindistan arasında bu yıl yeniden başlayan çatışmalar, değişmekte olan güç dinamikleri dikkate alındığında, kaygı uyandırıyor. Ancak bölge civarındaki çatışma alanlarıyla birlikte bir bütün olarak değerlendirildiğinde bu kaygılar daha da artarak endişe edilecek boyutlara ulaşıyor.
Hindistan ile Pakistan arasındaki 1947 yılından beri devam eden gerilim ile geçtiğimiz yıl Hindistan’ın Müslümanların bariz çoğunluğu oluşturduğu Cammu Keşmir’in özel statülü yapısını ortadan kaldırarak işgal etmesi ve ardından, Hindistan parlamentosunun Müslümanlar dışındaki Güney Doğu Asya’dan gelen tüm mültecilere vatandaşlık hakkı tanıyan yasası Hindularla Müslümanları açıkça karşı karşıya getiriyor (Çelik, 29 Şubat 2020). Yaklaşık 200 milyona yakın Müslümanın yaşadığı Hindistan’da, özellikle Modi’nin başbakanlığa gelmesinden beri Müslümanlara karşı ayırımcı politikaların giderek arttığı görülüyor. Hindistan’ın devlet yapısına oldukça zarar vereceği ve gelecekte büyük sorunlara yol açacağı açıkça belli olan bu tür uygulamaların neden yapıldığı ise Hindistan’ın kendi gerçeklerinin oldukça uzağında. Görünen odur ki Hindistan başkalarının projeleri için kendini feda ediyor.
Bugün Keşmir 3 coğrafi bölgeden oluşuyor. Pakistan’a ait Azad Keşmir ve Hindistan’ın işgal ettiği Cammu Keşmir haricinde, bir de Çin’in 1962-1963 yılında Hindistan ile yaptığı savaşta işgal ettiği “Aksa-i Çin” bölgesi mevcut. Aksa-i Çin’in nüfusu fazla değil ancak Çin burasını Tibet alt bölgesi olduğu için kendi güvenliğini uzaktan sağlamak ve sınırını korumak adına ele geçirdi. Bu noktada bölgede, gelecekte daha da önem kazanacak su kaynaklarını kontrol etme düşüncesini de gözden uzak tutulmaması gerekiyor. Sınır çatışmalarının olduğu bölge ile Keşmir bölgesi ve hatta Sincan Uygur bölgesi farklı değerlendirilemez. Biz bu bölgeyi her üç ülke için “Düğüm Noktası” olarak isimlendireceğiz. “Düğüm Noktası” Asya’nın geleceğinin belirleneceği alan olması nedeniyle çok önemli.
Bu açıdan Düğüm Noktası ile tamamı nükleer silaha sahip Pakistan, Çin ve Hindistan ilişkilerinin ve bu ülkeleri temsil eden kültürlerin bir arada incelenmesi konunun daha iyi anlaşılması bakımından faydalı olacaktır.
Çin ve Hindistan 3500 kilometreye ulaşan uzun sınır boylarında altyapılarını hızla geliştiriyorlar. Tabi bölgenin dağlık ve kışın karlarla kaplı yapısı devriye faaliyetlerine genelde yaz aylarında izin veriyor. Bölgenin kesin olarak belirlenmemesi ve buralara ilişkin iki tarafın kabul ettiği haritaların bulunmayışı da başka bir sorun. Hindistan, Galwan Vadisi bölgesinde sınırı aşarak Çin bölgelerinde savunma tesisleri yapıyor, Çin Ladakh’taki Hint Bölgelerini tanımıyor. Hindistan’ın stratejik Galwan Vadisindeki yolu tamamlaması ve altyapı geliştirme faaliyetlerinin Keşmir’i işgali ile aynı zamanlara rastlaması dikkat çekiyor.
Tek başına Nepal ve Butan’ın Hindistan için bir tehdit oluşturması şimdilik mümkün değil. Hindistan’ın bu bölgede sınır sorunu yaşadığı diğer bir ülke de Nepal. Hindistan Tibet’te kutsal bir Hindu tapınağına giden 80 kilometrelik bir yolu Nepal’in itirazı ve gösterdiği haritalara rağmen baskı kurarak açtı. Bu bölge aynı zamanda Hindistan ve Çin arasında potansiyel bir ticaret yolu konumunda.
Hindistan’ın Pakistan ile sınırı genel olarak geçilmesi zor bir bölge. Pakistan topraklarına geçiş sadece kuzeyden mümkün. Hindistan, Pakistan ile sürekli sorunlar yaşıyor. Yine Hindistan’ın kuzeyde Nepal ve Butan Krallıkları ile ilişkileri Çin ile aralarında rekabete konu oluyor. Myanmar’a, Bangladeş ve Nepal üzerinden uzanan koridor da Hindistan için çok önemli. Çin ise dış güvenliğini; Mançurya, İç Moğolistan, Sincan Uygur Bölgesi ve Tibet’e dayandırarak sağlamaya çalışmakta. Buralar şimdilik Çin kontrolünde, ancak Tibet’in Hindistan ile kuracağı bir ittifak Çin’in güvenliğini tehlikeye atacaktır. Bu nedenle Çin öteden beri Tibet’teki bağımsızlık hareketleri ile Hindistan’daki Maocu hareketleri desteklemiştir. Buradan hareketle de Hindistan’a yönelik asıl tehdidin Pakistan’dan çok, Çin’den geleceği değerlendirmesi yapılmaktadır.
Çin’in, Hindistan’dan toprak talepleri var. Yine Hindistan’a karşı Pakistan ile ilişkilerini geliştiriyor. Ayrıca denizlerden kuşatılmayı önlemek ve Malakka Boğazı ve Hint Okyanusu yoluyla ikmal yollarının kesilmesi ihtimaline karşı, gerektiğinde kullanmak üzere Pakistan üzerinden Çin’e yollar açıyor. Bu yolların güvenliği ise Çin’in en fazla üzerinde durduğu konulardan birisi. Buna rağmen Çin ve Hindistan arasında Himalaya dağları bir engel durumunda. Himalayalar, dünyanın en büyük ve en yüksek sıradağları arasında. Dünyanın en yüksek zirvesi Everest tepesi Nepal ile Tibet sınırlarında yer alıyor. Doğal bir sınır konumunda olan sıradağlar aşılmaz boğazlarla dolu ve birçok büyük nehre kaynaklık yapıyor. Himalayalar üzerindeki buzulların erimesi gelecek için büyük tehlike. Küresel ısınmayla orantılı olarak Muson yağmurlarının düzeni de giderek bozuluyor. Bu durum; Bangladeş, Hindistan, Nepal ve Pakistan için büyük sorun. Pakistan, Hindistan ve Afganistan dünyanın en çok su sıkıntısı çeken sekiz ülkesi arasında. Su kıtlığı bazı şehirlerde protestolara neden oluyor. Hindistan ve Pakistan arasında su kaynakları ile ilgili sorun halihazırda başlamış durumda. Gelecekte bu bölgedeki milyarlarca insan su sıkıntısından etkilenecek, su yüzünden çatışmalar giderek artacak.
Hindistan’ın Çin’le ilişkileri, her iki ülkenin yanında Asya kıtasının ve hatta dünyanın geleceğini belirleyecek. Hindistan’ın; Japonya, Güney Kore ve Avustralya gibi ülkelerle ilişkileri ve ittifakları Çin’in yakın denetiminde. Bu açıdan 2010 yılından sonra Hindistan ve Japonya arasındaki ortak tatbikatlar dikkat çekiyor.
Diğer taraftan, Çin’e karşı Tibet ve Sincan Uygur bölgesindeki tepkiler bu ülkenin geleceği için bir engel oluşturuyor. Buralar belirtiğimiz “Düğüm Noktası” içerisinde yer alıyor. Çin için en önemli dışa açılım alanlarından birisi olan “Sincan Uygur” bölgesindeki faaliyetleri ise Çin’in gelecekte yaşayacağı en büyük sorunlardan birisi gibi olacak. Çin’in bu bölgede halka zorlayıcı tedbirlerden ziyade onların gönüllerini kazanmaya yönelecek projeler geliştirmesi gerekiyor.
Bu nedenle Çin için özgüven içerisinde bu bölgedeki değerleri kendi değeri olarak belirleyip bölge insanına yönelik tavrını değiştirmesi daha istikrarlı bir Çin oluşturmada önemli bir etken olacağı değerlendirilmektedir.
Dikkati çeken diğer bir konu ise Hindistan ile ABD arasındaki ilişkilerin gelişimidir. Hindistan’ın jeostratejik konumu, dinamik nüfus yapısı, ekonomisi ve sahip olduğu doğal kaynaklar yanında askeri gücü ve bilgi teknolojisindeki birikimleri onu küresel güç dengesinde ayrı bir yere taşımaktadır.
18. yüzyıla kadar Hindistan’da etkili olan Müslümanlar ve Türkler bu bölgedeki halka karşı müsamaha ile yaklaşmışlar ve dinlerini değiştirmeye zorlamamışlardır. Bu ise bu bölgedeki Hintlilerin dinlerini, kimliklerini ve kültürlerini bugüne kadar muhafaza etmelerindeki en büyük etken olmuştur. Ardından, uzun yıllar İngiliz sömürgesi olarak kalan Hintliler, sömürgecilerden kurtulduktan sonra parçalı ve dağınık yapılarına rağmen ayakta kalmayı başarmışlardır. Bu nedenle de ABD’ne sömürgecilik günlerinden gelen tecrübeleri ile mesafeli durmuşlar ve “Soğuk Savaş Dönemi” boyunca bağlantısızlar hareketi içinde yer alarak, savunmalarını daha ziyade Sovyetler Birliğine dayandırmışlardır. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra bu desteğini kaybeden Hindistan’ın imdadına, 2001 yılından itibaren bölgede kendisine müttefik arayan ABD yetişti. Bu dönemde bölgedeki projeler için Hindistan en uygun aktör gözüküyordu ve Hindistan’da buna hazır gibiydi. Böylece hem Müslümanlarla Hintliler karşı karşıya getirilebilir hem de Asya’da giderek artan Çin’in etkinliği Hindistan kullanılarak engellenebilirdi.
Bu dönemde savunma sanayi alanında ABD desteğinin Hindistan’a ulaştığı görülmeye başladı. Hindistan, ABD için bu bölgedeki güçleri dengeleme açısından önemli bir ülke oldu. Bu nedenle de ABD, 2005 yılında Hindistan’ın “Şanghay İşbirliği Örgütü” zirvesine davet edilmesine karşı çıktı. ABD’nin en fazla çekindiği konu Çin, Rusya ve Hindistan yakınlaşmasıydı ve bu birlikteliğe İran ve Pakistan’ın katılması, ABD’nin bölgeden tamamen çekilmesine yol açabilirdi. Bu nedenle Hindistan ile uzun süredir geciktirdiği Nükleer İşbirliği Anlaşmasını imzaladı ve 2006 yılında “Büyük Orta Asya Projesi” açıklandı. ABD, bölgede Çin’i çevrelemek ve onu kuşatarak gelecekte kendisi için bir tehlike olmasını engellemeye çalışıyor. Trump’ın Covid-19 salgını devam ederken, G7 zirvesine Hindistan ile beraber Güney Kore, Rusya ve Avustralya’nın da katılmasını istemesi ABD’nin görmek istediği tabloyu en iyi şekilde özetliyor.
Hindistan buna rağmen Amerikalılara hiçbir zaman tam olarak güven duymadı. Bunun bir sonucu olarak ABD, Hindistan ve Rusya arasındaki Nükleer İşbirliği Anlaşmasına engel olamadı. Ancak bu durum Hindistan’da Modi’nin iktidara gelmesinden sonra değişmeye başladı. İsrail ve ABD ile yakın ilişkiler geliştiren Hindistan Lideri Modi, bölgede tehlikeli oyunlara girmeye ve bölgeye yönelik teorilerin gönüllü ortağı olmaya başladı (Tan, 30 Eylül 2019). Hindistan’ın, Müslümanlara karşı geliştirdiği tutarsız politikalar yanında, Çin ile giriştiği mücadeleler bölgede uzun yıllar sürecek istikrarsızlığın tohumları.
Sosyoloji, psikoloji yahut antropoloji gibi adlarla müstakil bilim dallarının oluşturulup bu alanlarda araştırmalar yapılmasının sebebi, bilhassa sömürge toplumlarının özelliklerini bilerek sömürme eylemini kalıcı kılıp/sistemleştirip sömürgecilik hâline getirebilmek olmuştur (Kafkasyalı, 19 Mart 2020). ABD-Sovyet gerginliği zirvedeyken, 1969 yılındaki Sovyet-Çin sınır çatışmalarını iyi değerlendiren ABD, Çin’e yaklaşmış ve Sovyet özgüveninin en yüksek olduğu 1972 yılında Çin ile el sıkışarak Sovyetler Birliğinin yıkılmasının önünü açmıştı (Alpar, 2014: 306). Bölgedeki sınır anlaşmazlıkları bu yüzden başka ülkeler tarafından rahatlıkla kullanılabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında bu bölgedeki halkların yüksek bir bilinç düzeyine sahip olarak her türden kışkırtmalara ve oyunlara konu olmamaları gerekmektedir.
Hindistan değişik dinden ve kültürlerden insanların yaşadığı bir coğrafya olarak ancak bunların hepsine karşı hoşgörü göstererek ayakta kalabilir. Aksi ise çatışma ve parçalanma demektir. Bu tür politikaların Hindistan’a hiçbir faydasının olmayacağı gibi dış güvenliği yanında iç güvenliğini de olumsuz etkilemesi söz konusu. Daha da önemlisi Hindistan, başkalarının projeleri için din ve kültürlerle çatışarak kendi eliyle bölgedeki geleceğini ve etkinliğini kendisi kısıtlıyor.
Mevcut durum Çin ve Hindistan’ın birbiri ile geniş kapsamlı bir savaşa girmesi için uygun değil. Himalayaları aşıp Çin ve Hindistan’ın birbirlerine karşı doğrudan büyük bir çatışmaya girmeleri kısa vadede mümkün gözükmemektedir. Böyle bir olasılık ancak; Çin için Pakistan, Hindistan için ise Tibet üzerinden gerçekleşebilir ki bu olasılık düşük. Bölge ülkeleri arasında meydana gelebilecek nükleer bir savaşın sonuçları ise son derece yıkıcı olacaktır. Bu nedenle Çin, çatışmalardan kaçınarak iletişim kanallarını açık tutmaya ve farklılıkların ilişkilere zarar vermemesi gerektiğini anlatmaya çalışıyor. Çin böylece Hindistan ile bölgesel bir çatışmadan uzak dururken, aynı zamanda Hindistan’ı, “sınırlar üzerinden ABD öncülüğünde bir girişimden uzak durması” için uyarıyor.
Ancak her şeyin ötesinde Avrasya bölgesinin güvenliği için öncelikle düşünülmesi gereken husus, bölge dışındaki ülkelerin oyununa gelmemek olmalıdır. Bu maksatla Hindistan ve Çin gibi ülkelerin aralarındaki çatışmaların bölgenin refah ve gelişmesi yanında güvenliğine de hiçbir katkısı olmayacaktır. Bölgenin çatışmalara değil, barışa ihtiyacı vardır. Bu maksatla gerek Çin’in gerekse Hindistan’ın köklü tarihlerine yakışır şekilde ve özgüvenle bütün inanışların ve grupların değerlerini kendi değerleri olarak benimseyip hoşgörü ortamını geliştirmesinden, bu ülkeler kadar bütün Avrasya coğrafyası da istifade edecektir.
Kaynaklar:
Alpar, Güray. (2014). Antropolojik Bakış Açısıyla Stratejik Dünya Tarihi, Palet Yayınları, Konya.
Çelik, Hatice. (29 Şubat 2020). Hindistan’da Neler Oluyor, SDE Makale: Ankara.
Huntington, Samuel P. (2001). “Medeniyetler Çatışması mı?”, Medeniyetlerin Çatışması, Der. Murat Yılmaz, Vadi Yayınları: Ankara.
Kafkasyalı, Muhammet Savaş. (19 Mart 2020). Konjonktür ve Gündem, SDE Makale: Ankara.
Lewis, Bernand. (1990). Teh Roots of Muslim Rage, Atlantic Mounthly.
Tan, Alper. (30 Eylül 2019). ABD, Hong-Kong ile Çin’i, Keşmir ile Pakistan-Hindistan'ı, Yemen ile İran-Suudi Arabistan'ı, Suriye Üzerinden Türkiye'yi Hedefliyor, SDE Makale: Ankara.
Toynbee, Arnold (1988). Medeniyet Yargılanıyor, İstanbul: İşaret Yayınları.