Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Fransa’nın Günümüzdeki Küresel Politikalarında “De Gaulle” Etkisi

Güray ALPAR
01 Mart 2021 14:01
A-
A+

Ömür boyu gölgeleri gerçek sanan bir kişiye hakikati anlatmak zordur. Diğer taraftan fikirlerinde samimiyet, temel ve daha da önemlisi değerler bulunmayanlar için dönüş yapmak kolaydır. Siyaset Felsefecisi Leo Strauss (1899-1974), modern felsefenin hakikat peşinde bir arayış olarak değerlerden bağımsız bir anlayışla, anlamını yitirdiğinden bahseder (Beşer, 2017: 92,93).

Macron’un, NATO dönüşünün arkasındaki şifreler

Macron, daha 2019 yılında Economist dergisine verdiği demeçte, “Şu an yaşadığımız NATO’nun beyin ölümüdür” derken (www.bbc.com, 8 Kasım 2019), Münih Güvenlik Konferansında, keskin bir dönüş yaparak “NATO’ya inanıyorum” diyordu (Koyuncu, tr.euronews, 19 Şubat 2021). İlk bakışta NATO’ya kuvvetli bir destek gibi görünen bu açıklamanın, satır arasındaki şifreleri ise şunlardı: Avrupa’nın stratejik özerkliği, Rusya ile ilişkilerin sürdürülmesi, Sahel Bölgesi, Doğu Akdeniz, Irak, Suriye ve Dağlık Karabağ konusunda işbirliği gerektiği.

Diplomatik ifadelerle söylenen bu sözlerin asıl manası ise “ABD, Avrupa’da Fransa’ya karışmasın, Fransa “ortak” olarak tanımladığı Rusya gibi devletlerle ABD’den bağımsız ilişkiler geliştirebilsin ve ABD ve NATO stratejik konseptini yeniden gözden geçirerek, Fransa’nın geçmişten beri egemen olduğu alanlarda hegemonyasını sürdürebilmesi için Fransa’ya destek sağlasın.” demekti. Kısaca Macron, NATO ve ABD’ye sadece kendi çıkarları olduğu sürece ve yerlerde ihtiyacı olduğunu söylüyor.

Bu açıdan değerlendirildiğinde, ABD Başkanı Joe Biden’ın, başkan olarak katıldığı ilk uluslararası konferans olan, Münih Güvenlik Konferansında vermiş olduğu, ABD ve NATO’nun geri döndüğüne ilişkin mesajların da (Deutsche Welle Türkçe, 19 Şubat 2021) “nereye döndüğünün!” iyi analiz edilmesi gerekiyor.

Macron’un politikalarını anlamak için De Gaulle dönemini analiz etmek gerekir

Aslında Fransa’nın, daha doğrusu Macron’un politikalarını anlamak için Charles De Gaulle (1890-1970) dönemindeki Fransa’yı incelemekte fayda var (Demirkıran, 2007:79). Fransa ve Macron’un günümüzde uyguladığı politikalarda, De Gaulle etkisi hemen görülebilir.

De Gaulle tarafından, II. Dünya Savaşındaki tecrübelerinden esinlenerek geliştirilen temel ilkeler ve kontrol biçimleri hem Fransa’nın günümüze ulaşan güvenlik politikalarını etkilemiş hem de ondan sonraki yetkililer tarafından devam ettirilen bu politikalar, başta Afrika ve Ortadoğu olmak üzere olmak üzere tüm dünyaya yönelik Fransa’nın operasyonlarının ve politikalarının temelini teşkil etmiştir.

Beşinci Fransa Cumhuriyetinin ilk Başkanı, asker ve siyasetçi olan Charles Andre Joseph Marie de Gaulle döneminden başlayarak, Fransa, küresel ölçekte farklı bir bakış açısıyla yönetilmeye başlanmıştır (Kessler, 1999:152-154). Charles de Gaulle, 1946 yılında, Dördüncü Cumhuriyetin anayasası parlamenter sistemi benimsediği için “yönetimin güçsüz olduğunu gerekçe göstererek” istifa etmişti.

1958 yılında, Cezayir ve Çinhindi Savaşında Fransa’nın başarısızlığı, onun yeniden siyasete dönmesini sağladı ve 1969 yılına kadar görevde kaldı. İkinci kez geldiğinde, Fransa’yı daha güçlü bir şekilde merkezden yönetmek istiyordu ve bu doğal olarak küresel politikalara da yansıdı.

De Gaulle’ün hayatında Cezayir’in ayrı bir önemi vardır

1958 yılında Cezayirliler, artık Fransa’yı istemedikleri için ayaklanmıştı. Cezayir’deki Fransız vatandaşları, “Fransız hükümetinin ayaklanma karşısında zayıf kaldığını” gerekçe göstererek isyan ettiler ve Cezayir şehrinde hükümet binalarını işgal ettiler. Daha sonra bu isyana, Fransız askerleri de katıldı ve kurulan “Güvenlik Komitesi” ülkeye hâkim oldu. Ardından Cezayir’deki Fransız paraşütçüleri, Korsika adasına çıkıp, “Charles de Gaulle’nin Başkan olmaması halinde Paris’e girecekleri” ihtarında bulundular. De Gaulle böylece yeniden Başkan oldu. De Gaulle, 1943 yılında da karargahını İngiltere’den Cezayir’e taşımış ve orada Fransız Ulusal Kurtuluş Komitesinin başına geçerek, 1944 yılında kurduğu gölge kabine ile Paris’e dönmüştü. Şimdi ikinci defa Afrika kıtasından başlayan bir hareketle De Gaulle iktidara geliyordu ve bu onun için çok önemliydi.

Anayasanın zayıf olduğunu düşünen De Gaulle, yeni bir anayasa hazırlattı ve %80’e yakın bir halk oyuyla kabul ettirdi. Ardından Fransız kolonilerine de bu anayasa sunuldu ve bağımsız olmak ya da anayasayı kabul etmek seçenekleri verildi. Gine hariç tüm koloniler yeni anayasayı kabul ettiler.

De Gaulle Cezayir’in, artık uzun süre askeri güçle elde tutulmasının imkânsız olduğunu anlamıştı. Bu nedenle Cezayir’in bağımsızlığı için mücadele veren “Ulusal Kurtuluş Cephesi” ile görüşmelere başladı. Ancak Fransızlar için bunu kabul etmek çok zor oldu ve bazı cepheler buna sert tepki gösterdiler. De Gaulle darbe tehlikesi ile karşı karşıya kaldı, öldürülmek istendi. Cezayir’deki Fransız vatandaşları ve askerler ayaklandı. Ayaklanmalar askeri güç kullanılarak zorlukla bastırıldı ve iç cepheden itirazlara rağmen, Cezayir’e bağımsızlık tanındı. Buna rağmen Fransızlar, bir türlü Cezayir’i terk etmek istemediler ve diğer eski sömürgeleri olan ülkelerde olduğu gibi değişik yöntemlerle bu ülkeyi kendilerine bağımlı tutmak istediler.

De Gaulle Liderliğinde Fransa, yeniden bir küresel güç olmayı arzuluyordu

Fransa, De Gaulle liderliğinde aldığı tedbirlerle hızlı bir şekilde gelişmeye başladı. 1964 yılına gelindiğinde, 200 yıldan beri ilk kez Gayrı Safi Milli Hasılası (GSMH) İngiltere’yi geçti. De Gaulle 1963 ve 1967 yıllarında İngiltere’nin, ABD ile sıkı ilişkiler içinde olmasını gerekçe göstererek, Avrupa Ekonomik Topluluğuna girişini engelledi. İngiltere bu topluluğa ancak onun ölümünden sonra girebildi. Bunun asıl nedeni, II. Dünya Savaşında İngilizlerin De Gaulle’ü “kendi çıkarları için kullanamayacakları” düşüncesiyle uzun süre desteklememesiydi (Gürün, 2000: 559). De Gaulle’de, İngilizlere savaşın başında Fransa’yı tek başına bıraktıkları için güvenmiyordu.

1956 yılında Süveyş Kanalı, İngiltere ve İsrail ile birlikte ele geçirilmişti. Ancak Sovyetler Birliği’nin, Paris ve Londra’ya nükleer saldırı tehdidi ve ABD baskısı üzerine bu ülkeler çekilmek zorunda kalmışlardı. Bu nedenle De Gaulle, nükleer silah edinmek istedi ve ilk nükleer denemesini 1960 yılında Cezayir’de Sahra Çölünde gerçekleştirdi. Nükleer çalışmaların bir nedeni de, Fransız ordusundaki karışıklıkların engellenmesi için onların meşgul edilmeleriydi. 1963 yılından itibaren ise Fransa’da atom bombalarının ve atom bombası taşıyan Mirage-IV uçaklarının üretimi başlamıştı (Armaoğlu, 2001: 610-620). 1967 yılında ilk Fransız nükleer denizaltısı yapıldı ve bir sonraki yıl Fransa’nın hidrojen bombası Pasifik Okyanusunda patlatıldı. Fransa, tek başına bir küresel güç olmaya hazırlanıyordu.

De Gaulle, Fransa’nın ABD ve İngiltere’den bağımsız olarak dünya olaylarında daha etkin bir rol oynaması gerektiğine inanmıştı. De Gaulle’ün Fransa’yı, ABD ve İngiltere’den bağımsız bir devlet yapma çabalarının asıl nedeni ise Amerikalı komutanların Fransa’ya yenilmiş bir devlet muamelesi yapması ve II. Dünya Savaşı sonunda, 1945 yılında gerçekleştirilen Yalta Konferansına davet edilmemesiydi. Bu iki husus De Gaulle ve Fransızlar için bugünlere ulaşan büyük bir itici gücü ve politik kültürün temelini oluşturmuştur (Sauder, 1999:117-119).

Fransa’nın artık küresel güç olma arzuları ortaya çıkmıştı

De Gaulle şöyle diyordu: “Fransa dünyanın her yerindedir. Dünyanın herhangi bir köşesinde, herhangi bir zamanda insanların bize bakmadığı, bizim ne söylediğimizi merak etmediği bir yer yok. Fransa, Fransa olduğu için dünyada küresel politikaya önderlik etmeli ve bir dünya gücü olarak sorumluluklarını yerine getirmelidir.” Bir başka konuşmasında ise “Bir büyük devletin, dost bile olsa, kaderini başka bir devlete bırakması hoşgörü ile karşılanamaz. Başka bir ülke ile bütünleşen ülke, kendi savunmasına ilgisini kaybeder.” derken, savunmalarını ABD’ne dayandırmanın yanlış olacağına vurgu yapıyordu.

De Gaulle’e göre, II. Dünya Savaşı sonunda ABD ve İngiltere, Fransa’yı dışlamıştı ve bu ülkelerin Avrupa’daki etkisi sınırlandırılmalıydı. İşte o zaman Fransa, Avrupa’nın lideri olabilirdi. Ancak şimdilik bunu tek başına gerçekleştirebilecek gücü yoktu. Bu nedenle tek başına 1963 yılında Alman Şansölyesi Konrad Adenauer ile “dostluk ve işbirliği anlaşması” imzaladı ve Anglo-Sakson olmayan Almanya’nın desteğini “birlikte hareket etmek” yolunda yanına aldı (Kissenger, 2002: 594). Diğer taraftan De Gaulle, blok sistemini zayıflatmak için Çin’i tanıdı, Sovyetler Birliği ve güdümündeki ülkelerle ilişkilerini geliştirmeyi denedi, 1966 yılında Moskova’ya bir ziyaret gerçekleştirdi, görüşmeler yaptı.

Fransa, “küresel gücü paylaşma isteği” reddedildiğinde, NATO’dan ve ABD’den kopmaya başladı

1965 yılında Fransa, ABD ve Sovyetler Birliğinin ardından uzaya uydu gönderen üçüncü ülke oldu. Aslında Fransa, II. Dünya Savaşı sonrası kurulan düzenden memnun olmadığını, De Gaulle tarafından 1958 yılında, daha resmi olarak Cumhurbaşkanı seçilmeden, ABD Başkanı Eisenhower’a gönderdiği memorandumda açık olarak göstermişti.

Bu memorandumda Fransa’nın, ABD ve İngiltere ile dünya liderliğini eşit biçimde paylaşması isteniyordu. İstediği sonucu alamayınca da kendi başına hareket etmeye ve NATO’dan çıkacağını ima etmeye başladı (Balcomb, 1997: 70-71).

Bunun emareleri de hemen kendisini göstermeye başladı. Örneğin, 1959 yılında Fransa, Akdeniz Filosunu, NATO’nun Akdeniz Komutanlığından çekti, 1960 yılında, NATO Kontrol prosedürlerine tabi olmak istemediğini açıkladı ve 1962 yılında NATO Avrupa Kuvvetleri Yüksek Komutanlığı (SACEUR) atamalarına itiraz etti.

Aynı yıllarda, Cezayir Savaşının sona ermesinden sonra ise Fransız Deniz Kuvvetlerini NATO’dan çekme kararını verdi ve Afrika’dan çektiği kuvvetlerini NATO’ya tahsis etmeyerek, milli olarak Birinci Kolorduyu oluşturdu ve en nihayetinde 1966 yılında NATO’nun askeri kanadından çekildi. Bu çekilmenin bir yıl sonrasında Fransa, 40’a yakın anlaşma ile “istemediği durumlarda kendi başına hareket etme” imkanını elde etti.

De Gaulle’ün politikaları, onun ölümünden sonra da devam ettirildi

De Gaulle’ün şahsi girişimleri ve gayretleri ile Fransa için elde ettiği bu ayrıcalıklı konumlar ve izlediği politikalar, kendisinden sonra da kim gelirse gelsin devam etti ya da ettirildi. 1970 yılında çıkarılan askeri program yasasında ve 1972 yılında yayınlanan Beyaz Kitap’ta De Gaule’ün ilkelerinin devamlılığı ve değiştirilemeyeceği açıkça belirtildi. 1974 ve 1981 yılları arasında Giscard D’Estaing bu politikada bazı değişiklikler yapmaya çalıştı ancak öyle bir direnç ve yoğun eleştiri altında kaldı ki, vazgeçti. Daha sonra 1986 yılına kadar iktidar olan Mitterand’da daha önceleri Fransa’nın, NATO’nun askeri kanadından çıkmasına karşı olmasına rağmen, iktidar olduğunda De Gaulle politikalarının sıkı bir savunucusu oldu (Demirkıran, 2007: 85-90).

Günümüzde Fransa ve Macron’un uyguladığı politikalar, De Gaulle politikalarının devamıdır

Günümüzde Macron’un, ABD ve NATO ile ilgili sözleri ve davranışlarının temelindeki politik anlayış da hiç değişmemiştir. Rusya ve Çin ile yakınlaşma çabaları da yine geçmişteki politikalarının devamı niteliğinde gözükmektedir. Bu açıdan Macron’un uygulamaları ve sözleri ile De Gaulle’ün 1958 yılında ABD Başkanı Eisenhower’e gönderdiği memorandum arasında, hiçbir değişiklik yoktur. Günümüzde, Fransa hala eskisi gibi imparatorluk oluşturmak hayalini muhafaza ediyor. Bu kapsamda, Birleşmiş Milletler (BM) veya Avrupa Birliği'nin (AB) müdahil olduğu çok taraflı anlaşmaların yanı sıra, çift taraflı savunma anlaşmaları çerçevesinde Hint Okyanusu'ndan Atlantik'e kadar bir kontrol alanı oluşturma peşinde.

Sonuç olarak, dünya hızla değişiyor. Bu ortamda muazzam tepetaklak oluşlara ve derin sosyal kültürel ve siyasal değişimlere tanıklık ediyoruz. Olayları değerlendirme yeteneğinden mahrum olanlar ise olup biteni anlamlandırmakta güçlük çekip olayların altında kalıp eziliyor.

Macron’un anlayamadığı husus, ne dünya o eski dünya ve ne de Fransa o zamanki Fransa. Stratejide; zaman ve şartlar değişmiştir. Fransa, uzun süredir kendi ülkesinde karışıklıklar yaşıyor ve halk yaşamından memnun değil. Hayat standartları düşüyor. Fransız düşünür Michel Onfray, “halkın duygularını yansıttığı” için Fransız devlet radyosu France-Culture’de 16 yıldır sürdürdüğü ve milyonlarca takipçisi bulunan programı, Macron’un direktifi ile sonlandırıldı ve ders verdiği üniversitesinden ayrılmak zorunda kaldı. Yaşananları şöyle özetliyor: Avrupa bir uydurmadan ibaret. Medeniyetimiz uzunca bir süre ölümün üstünü örtmeye, onu gizlemeye, inkâr etmeye ve süslemeye çalıştıysa da son tahlilde, baloyu yöneten ölümün kendisidir ve ölüme alışmak dışında bir çözümümüz yok… Ona göre Fransa ve Avrupa, dünyadaki yarışın çok gerisinde ve Macron’un sadece içeride değil, dışarıda izlediği politikalar da Fransa’ya yabancı. Onfray’a göre Macron, Fransa’yı savunmuyor, yok olması için çalışıyor. Bu siyaset son derece acınası, tiksindirici ve sürdürülebilir değil. Olaylar karşısında yetersiz kalıyor. Bir taraftan herkesi ırkçı, sömürgeci ve yerlilikle itham edip Fransız ulusunu tahrip edenlere alabildiğinde taviz verirken, diğer yandan zenginlerin daha da zenginleştirilmesinin bedelini ödeyen korumasız insanları, öğrenci ve emeklileri baskılıyor. Dışarıda ise Lübnan’ın yanı sıra ABD tarafından darmadağın edilen Irak, Libya, Mali ve Suriye gibi ülkeleri hizmetçiye dönüştürmek istiyor. Bu şartlar altında Macron’un politikası Fransa’nın değil, Fransa’ya yabancı bir politika.

Gerçekte, Fransa’nın ayak basıp da huzur getirdiği bir bölge daha görülmedi. Hal böyleyken Macron’un dışarıda da uyguladığı politikalar, kendi halkından bile tepkiler alıyor. Diğer taraftan gerek Afrika’daki gerekse Ortadoğu ve Akdeniz’deki başarısızlıkları ile çevresinde Fransa’nın politikalarından rahatsızlık duyan İngiltere, İspanya, İtalya ve hatta Almanya gibi devletler varken, Fransa’nın bir an önce saldırgan ve hegemonya anlayışına dayalı politikalarından vazgeçip daha gerçekçi ve barışçı bir anlayışı benimsemesi gerekiyor. Yoksa Münih Konferansında yansıtıldığı gibi ne Macron ABD ve NATO’ya döner, ne de ABD ve NATO Macron’un istediği gibi bir ortama.

______________________________________________________

Kaynakça:

Armaoğlu, Fahir. (2001). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım Yayınları: İstanbul.

Balcomb, Rodney. (1997). “Defence Policy”, Aspects of Contemporary France, Sheila Perry, Rotledge: London.

Baykan, Sinan. (3 Eylül 200). Fransız düşünür Michel Onfray: Macron'un dış politikası Fransa'ya yabancı, İndependent Türkçe, www.indyturk.com/node/237541/(Alıntı Tarihi: 27 Şubat 2021).

Başer, Sertan Ali. (2017). Leo Strauss’un Modern Felsefe Eleştirisi ve Klasik Felsefeye Dönüşü, Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Cilt 7, Sayı 13, 13 Ocak 2017, s.92-109.

Demirkıran, Özlem. (2005). Fransa’nın Güvenlik Politikası: De Gaulle Dönemi (1958-1969), Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Yıl/Volume: 3, Sayı/Issue: 5.

Deutsche Welle Türkçe, www.dw.com/tr/bidendan-avrupaya-abd-geri-d%C3%B6nd%C3%BC-mesaj%C4%B1/a-56631672 (Alıntı Tarihi: 26 Şubat 2021).

Gürün, Kamuran. (2000). Savaşan Dünya ve Türkiye, Cilt 3, Tekin Yayınevi: İstanbul.

Kessler, Marie Christine (1999). La Politique Etrangère de la France. Acteurs et Processus, Presses de Sciences Po.: Paris.

Kissenger, Henrry. (2002). Diplomasi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul.

Koyuncu Hüseyin. tr.euronews.com/2021/02/19/macron-beyin-olumu-itham-ndan-dondu-nato-ya-inan-yorum (Alıntı Tarihi: 27 Şubat 2021).

Sauder, Axel. (1999). “France’s Security Policy since the End of the Cold War”, Redefining European Security, Ed. Carl C. Hodge, Garland Science: London.

www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-50342428 (Alıntı Tarihi:27 Şubat 2021).