Vekalet Savaş (Tör, 2021), devletlerin fiilen birbirlerine doğrudan saldırmadan, üçüncü bir taraf vasıtasıyla mücadele ettikleri bir savaş türüdür. Aslında, yüzeysel bir bakış açısıyla çok da fazla sayıda olmayan bir göçmenin sınır geçiş teşebbüsü gibi görülmesine rağmen, yarattığı ve yaratacağı etki açısı altında; askeri, siyasi, ekonomik ve enerji yönünden derinliği bulunan Belarus’taki göçmen krizinin pek de belirli olmayan bir soğuk savaş türü olarak daha fazla incelenmeyi hak ettiği açık.
Belarus-Polonya sınırında Ortadoğu’dan gelen göçmenlerin daha iyi bir yaşam ümidiyle çıktıkları yolculukta dramı devam ediyor. Aynı dramı Afrika’dan Avrupa’ya, Güney Amerika’dan Kuzey Afrika’ya, Fransa’dan İngiltere’ye kadar birçok alanda görmek mümkün. Asıl nedeni sorarsanız, Batı bu bölgelerde istikrarsızlık yaratıyor, kaynaklarını kullanıyor ancak mevcut istikrarsızlık ve yetersiz yaşam koşulları nedeniyle hareketlenen göçün yarattığı sorunları görmemezlikten geliyor, sınırlarını kapatarak kendisini sorunlardan uzak tutacağı yanılgısına kapılıyor. Örneğin; AB Komisyon Başkanı Von der Leyen, Belarus-Polonya sınırında yaşananları bir göçmen krizi olarak görmeyerek, Belarus’un AB’yi istikrarsızlaştırmaya çalıştığını savunması ve otoriter bir rejimin demokratik komşularına karşı bir meydan okuması olarak yorumlaması çok yüzeysel bir yaklaşım gibi görünüyor. Oysa tarih incelendiğinde, göç olayının böylesi basit tedbirlerle önlenemediği ve stratejik sorunlara yol açtığı görülür. Zaten bu sorunlar halihazırda oluşmuş durumda. Polonya Eylül ayında Belarus sınırını kapatmış ve sınır dikenli tellerle ve askerlerle kontrol altına alınmıştı. Polonya yönetimine göre sadece Eylül ayında 7 binden fazla kişi sınırı geçmeye teşebbüs etti. Polonya destek sağlamak adına, göçmenlerin çoğunun radikal ve suç örgütleri ile bağlantılı olduğunu iddia ediyor. Polonya’nın sınırdaki olağanüstü tedbirleri ve basın mensupları ve uluslararası yardım kuruluşlarını bölgeye sokmaması ise eleştirilere konu oluyor.
Göçler bu açıdan değerlendirildiğinde ise göçün yarattığı sorunların dengelerde daha çok değişimlere yol açacağını söyleyebiliriz.
Göçü yönetemeyen kaybeder
Göçler, siyasal, toplumsal veya ekonomik sebeplerle bireylerin ya da toplulukların bulundukları yerleşim yerlerini bırakarak başka bir yerleşim yerine ya da başka bir ülkeye yer değiştirme eylemi olarak tanımlanabilir. Bilinen ilk büyük göçler MÖ 4000 ve 3000’lü yıllarda iklim şartlarının değişmesi ve kuraklık nedeniyle yaşanan ve büyük değişimlere yol açan Kavimler Göçü’dür.
Göç kadar önemli olan göçleri yönetebilmektir. MS sonraki dönemlerde “Oğuz Göçü”nü iyi yönetebilen Selçuklular bu sayede bir güç merkezi haline gelebilmişler ve Anadolu’da zamanının en müreffeh devletini kurabilmişlerdir. Selçuklu döneminde Anadolu dünyanın en zengin ve en nüfuslu yerlerinden birisi olmuştu. Alaattin Keykubat, bir bakıma Selçukluların Kanunisiydi (Yılmaz, 1996: 29). Anadolu tarihinde zenginlik olarak ne önce ne de sonra böyle bir dönem yaşanmamıştır. Onun döneminde İngiliz Krallığı’nın mevcudu 2 milyonu bile bulamazken, Anadolu’da nüfus 15 milyonu aşmıştı. Bu nüfusa Anadolu ancak 1920’lerdan sonra tekrar ulaşabilecektir (Alpar, 2014: 140).
Göçü yönetenler bunu avantaja çevirirken, aksine bu basireti gösteremeyenler göçün altında ezilerek sıkıntılara maruz kalmaktadırlar. Bu açıdan göçü yönetmenin bir sanat olduğunu söyleyebiliriz.
Neden Belarus?
10. yüzyılın sonunda Kiev Kiev Prensliğinin ele geçirdiği Belarus bölgesi, bu tarihten sonra birçok ülkenin kontrolüne girmiş ancak genel olarak birçok defalar ya Polonyalıların ya da Rusların kontrolünde kalmıştır. Bu kadar çok işgal edilmesinin esas nedeni ise ülkenin Polonya ve Rusya arasında kalmış olmasıdır.
1991 yılında bağımsızlığını kazanan Belarus’un Rusya ile “Birlik Devleti” ismiyle devletler üstü bir yapı oluşturması da onu Sovyetler Birliğinden ayrılan devletlerden farklı bir konuma koyar.
Belarus nüfusunun %85’inin Beyaz Ruslardan oluşması, büyük çoğunluğunun Ortodoks mezhebinden olması, 5 komşusundan 3’ünün AB ülkesi olması nedeniyle, Soğuk Savaş sonrası nispeten istikrarlı bir dönem yaşamıştır. Ancak son dönemde Batı ile artan ilişkiler yanında, enerji bakımından Rusya’ya bağımlılığı ve tarım ve hayvancılığa dayalı ekonomisi nedeniyle sıkıntılar yaşamış, Batılıların uyguladığı ambargolar nedeniyle de giderek Rusya’ya bağımlı hale gelmiştir. Yaşanan ekonomik sıkıntılar ise Covid-19 pandemi sürecinde daha da artmış, ülkede seçimler sonrası gösteriler yaşanmıştır. Lukaşenko ise seçimleri kazanmış görülse de gerçekte sürecin kaybedeni olarak değerlendiriliyor. Ülke, tıpkı Ukrayna gibi Batı ile Rusya arasında bir rekabet alanı. Batı’nın ambargosu arttıkça askeri, siyasi ve ekonomik sıkışmışlığa çıkış yolunu bulmak için göç kozunu oynuyor. Rusya’nın resmi olarak kabul etmemesine rağmen Batı, Belarus’un arkasındaki harekete geçirici gücün Rusya olduğunu biliyor ve Rusya ile Batı arasında göçmenler üzerinden bir vekalet savaşı devam ediyor.
Sorun ne?
Baskıların artması üzerine 2021 yılı mayıs ayı sonunda Lukaşenko, ülkesinin artık göçmenlerin AB topraklarına geçişine engel olmayacağını açıklamıştı. Halen Belarus-Polonya sınırında ağırlıklı olarak Ortadoğu Bölgesinden gelen binlerce göçmen Polonya, Litvanya ve Letonya üzerinden Avrupa Birliği (AB) ülkelerine girmek üzere arayış içerisinde bekliyor. Havaların giderek soğuduğu bir ortamda binlerce göçmenin durumu bölgede insani bir kriz yaratmış durumda. Daha şimdiden onlarca kişi hayatını kaybetmiş durumda.
Polonya Başbakanı Morawiecki, “Polonya'ya yönelik sığınmacı akınının arkasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in olduğunu belirterek, "Lukaşenko'nun uygulamaya koyduğu bu saldırının fikir babası Moskova'dadır.” derken, Rusya; Türkiye’ye yardım ettiği gibi Belarus’a da yardım edilsin” diyor. Belarus’ta geçiş için bekleyen göçmenler, Suriye, Irak ve Afganistan’dan geliyor. Belarus sınır güvenliği, sığınmacıların çoğunun Iraklı Kürtlerden oluştuğunu ve çok sayıdaki hamile kadın ve çocuğun son derece olumsuz koşullarda hayatlarını sürdürmeye çalıştığını açıkladı. Irak’ın dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahip ülkelerinden birisi olmasına rağmen, insanlarının neden insani gelişmiş endeksinde 125’inci sıralarda kadın, çocuk ve sivil sınırlarda perişan halde ölüme mahkûm edildiği de ayrıca incelemeye değer.
Halihazırda bu göçmenler için vaat edilen yardımlar gecikmiş durumda ve durum giderek kötüleşiyor. Lukaşenko’nun son seçimlerde yeniden kazanması üzerine AB, Belarus’a yönelik ağır yaptırımlar uygulamaya başlamıştı. Bu noktada AB yetkilileri, Belarus Devlet Başkanı olan Lukaşenko’yu göçmenleri kasten ülkesine getirerek kaçak olarak AB topraklarına sokmaya çalışmakla suçluyor. AB, Lukaşenko’nun bu suretle yaptırımlara misilleme uygulamaya başladığını ve üzerindeki baskıyı hafifletmeye çalıştığını düşünüyor.
Lukaşenko ise Merkel’in kendisine söz verdiğini ve sınırda bekleyen göçmenlerin Almanya’ya kabul edilmesi için insani bir koridor açılması gerektiğini gündeme getiriyor. Göçmenlerin büyük çoğunluğunun Almanya’ya gitmek istediğini belirten Putin ise Rusya’nın Belarus’u desteklediği iddialarını reddederek, Almanya ve Belarus arasında bir diyaloğun başlatılmasını savunuyor. Hatta daha da ileri giderek Rusya ve Belarus arasında Polonya sınırına yakın bir bölgede ortak bir askeri tatbikat icra etmekte tereddüt göstermiyor. Amacının, “Belarus sınırında artan askeri hareketlilik karşısında savaş hazırlıklarını gözden geçirmek” olduğu belirtilen tatbikata askeri uçaklar ve helikopterlerin de katıldığı açıklandı. Aynı şekilde geçişlere engel olmak üzere sınırın Polonya tarafında da 15 binin üzerinde asker konuşlandırılmış durumda. Rusya ve Belarus bundan rahatsız.
Enerji silahı nihayet devreye sokuldu.
Bu noktada beklenilen enerji silahı sonunda devriye sokuldu.
Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko, “NATO ve Polonya orduları sınırlarımıza uyarıda bulunmadan 15 bin asker, zırhlı araç, tank, uçak ve helikopterleri yanaştırdılar. Eğer biz de buna karşılık Belarus üzerinden giden nakliye yollarını kapatırsak ne olur? Ukrayna üzerinden geçemez çünkü burada Rus sınırı kapalı. Baltık üzerinden giden yollar da Belarus üzerinden geçiyor.” dedikten sonra “Avrupa’yı biz ısıtıyoruz. Buna rağmen sınırı kapatırız diye bizi tehdit ediyorlar. Ya doğal gazı kesersek ne olur.” diyerek Avrupa birliğine ülkesi üzerinden giden doğal gazı kesme tehdidinde bulundu.
Bunun hemen ardında Rus Devlet Petrol Sevkiyat Şirketi Transeft tarafından yapılan açıklamada, “Drujba boru hattının Belarus kısmında önceden planlanmamış bakımların yapılacağı”nın söylenmesi de ilginçti ve bakım kısa sürecek olsa da Lukaşenko’nun sözlerinin hiç de boş olmadığını gösteriyordu.
Bu gerçekleşebilir mi? Kısmen doğru. Rusya üzerinden Almanya ve Avrupa’ya doğru giden iki gaz boru hattı Belarus üzerinden geçiyor. 2020 yılında AB’ne giden doğal gazın %20’si buradan aktarılıyordu. Ancak göçmen krizinden sonra bu akış giderek azalmaya başladı ve günlük 24 milyon m3’e kadar düştü.
AB ülkelerinde doğal gaz ihtiyacı giderek artıyor ve fiyatlar buna bağlı olarak yükseliyor. Avrupa’nın büyük oranda ihtiyacını karşılayan Rusya’nın ise bu durumu kendi lehine kullandığı iddiaları da gündeme geliyor. Bu iddiaları gündeme getirenlerden birisi de ABD. ABD Başkanı Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan da Rusya bu durumu kendi avantajına kullanıyor olabilir suçlamasını gündeme getirmişti.
Sonuç olarak;
Lukaçenko’nun bu hamlesi halen enerji bağımlılığı altındaki AB’yi Kuzey Akım 2’yi bir an önce aktifleştirerek istifade etmeye doğru itiyor. Zaten Avrupa’ya Rusya’dan giden doğal gazın çoğunluğu Ukrayna ve Baltık üzerinden taşınıyor. Ancak bu olay bir yerde gelecekte bu bağımlılığın sıkıntılar yaratabileceğinin emarelerini veriyor ve gelecekte bir bütün olarak kesme söz konusu olursa bu Avrupa’yı enerji bakımından oldukça zora sokabilir.
Diğer taraftan Belarus ekonomik açıdan Rusya’ya bağımlı ve resmi verilere göre Rusya’ya 18 milyar dolardan fazla dış borcu var. Putin 2021 Ağustos ayında Soçi şehrinde Lukaşenko ile yaptığı görüşmede 1,5 milyar ilave kredi taahhüdünde daha bulundu. Rusya bu dönemde Belarus’un yanında olduğu mesajını sürekli veriyor. Rusya daha başlangıçtan hem AB’ni hem de ABD’yi Belarus’un iç işlerine karışmaması konusunda uyarmıştı. Bu nedenle de Merkel yaptığı telefon görüşmesinde Putin'den Lukaşenko üzerindeki etkisini kullanmasını istemişti.
Polonya açısından her ne kadar göç krizinin ardında Moskova ve Putin’in bulunduğunu resmi olarak açıklasalar da yapılabilecekler sınırlı gibi görünüyor. Polonya, iki ülke arasında tren yolu bağlantısının kesileceğini söylemesine bu durumda Ukrayna’daki çatışma bölgesinden geçeceği için pek makul görülmüyor. Zaten Polonya hükümet sözcüsü sınır kapatılmasının kendileri açısından da olumsuz etkilerinin olacağını da söyledi. Belarus ise gerekirse savaşırız demesine rağmen, AB ile bir çatışma istemediğini beyan etti. Belarus, krizi yarattı ancak fazla ileri gitmeden zeytin dalı uzatmayı da ihmal etmiyor ve duracağı noktayı iyi biliyor ya da söyleniyor.
Belarus’un önerileri büyük ihtimalle kabul edilecek. Rusya mevcut durum ve şartları çok iyi okudu ve isteklerini Avrupa’ya kabul ettirdi. Zaten AB açısından başka bir olasılık da yok gibi. Göçmenleri kabul etmeyeceklerini zaten kesin bir dille beyan ettiler. Buna göre getirilen Irak ve Suriyeliler geri gönderilecek. Zaten Irak kendi vatandaşlarını uçaklarla geri taşımaya başladı bile. Yaşanan vekalet savaşı krizi bir şekilde azalmaya doğru giderken, geçici olarak çözülecek bu durumun kalıcı olmayacağı ve göç sorununun her yerde patlayarak gelecekte daha büyük sorunlara yol açacağını söylemek hiç de zor olmasa gerek.
Kaynakça:
Alpar, Güray. (2014). Antropolojik Bakış Açısıyla Stratejik Dünya Tarihi, Palet Yayınları: Konya.
Öztuna, Yılmaz. (1996). Devletler ve Hanedanlar, Cilt 2, Kültür Bakanlığı Basımevi: Ankara.
Tör, Özgür. (2021). Vekalet Savaşları ve Hibrit Harekât, Eftalya Yayınları: İstanbul.