Güney Çin Denizinin Durumu, Bölge Ülkelerinin Tehdit Algılamaları ve İttifak Arayışları
Hint Okyanusu ile Pasifik (Büyük Okyanus) arasında geçişi sağlayan Malakka Boğazı, dünyanın en önemli deniz yollarından birisidir. Bu boğaz dünyanın en kalabalık 3 ülkesi olan Hindistan, Endonezya ve Çin yanında, ticaret devleri Japonya, Güney Kore ve Tayvan gibi ülkeleri birbirine bağlar. Bu yol dünya ticaretinin önemli bir bölümünün ulaşımı açısından değerli olduğu kadar, büyük miktardaki enerjinin bölgede bu enerjiye bağımlı olan ülkelere aktarılması bakımından da stratejik değerdedir. Bu açıdan Çin ve Japonya’nın can damarının bu boğazdan geçtiğini söylemek abartılı olmaz. Tarih boyunca önemini muhafaza eden bu bölgenin değeri gün geçtikçe daha da artmakta ve bu nedenle de mücadeleler bu bölge ve çevresinde yoğunlaşmaktadır.
İkinci Dünya Savaşı esnasında bölgenin stratejik durumundan kısaca bahsetmek, bölgenin günümüz ve gelecek için ne anlam ifade ettiğini daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Aslında Japonların 7 Aralık 1941 tarihindeki Pearl Harbor saldırısı bir zorunluluktan kaynaklanmıştı. Japonlar kullandıkları petrolün %90’ını ithal ediyorlardı ve ikmal kaynakları kesilirse bir yıl bile dayanamayacaklarını hesaplıyorlardı. Ayrıca, eğer saldırırlarsa Amerikalılar moral bozukluğuna uğrar ve topyekûn bir savaşa girmez gibi yanıltıcı bir düşünceye de kapılmışlardı (Nye, S. Joseph ve Welch, 2013: 178).
Gerçekten de Amerikalılar Japonlara karşı bir hava kuvveti oluşturmuşlardı. Nitekim bunlarla başta petrol üretim tesisleri olmak üzere ekonomik tesislere yöneldiler ve daha sonra bunlara uçak üretim tesislerini de dâhil ettiler (Hayes, 1982: 593). Japonlar deniz ticaret yollarını korumak için hiçbir tedbir getirmemişlerdi ve bu yüzden Amerikan denizaltılarının saldırılarına maruz kalınca, Japon ticareti sekteye uğradı. Savaşın sonunda, Japon ticaret filosunun ve tankerlerinin yarısından fazlası batırılmıştı. Bu Japonların savaşa devam için ihtiyaç duyduğu hammaddelerden mahrum kalması demekti. Öyle de oldu. Japonya denizaltılar nedeniyle, Asya’daki sömürgelerinden ana kıtasına hammadde ve petrol taşıyamadı ve savaşın sonlarında petrolsüz kaldı.
Bu şartlar altında Japon gemileri yakıt yokluğundan, yeterli genişlikte manevra dahi yapamıyor ve bu yüzden deniz savaşlarını kaybediyordu. Sıkıntı o kadar fazlaydı ki, petrol ve gaz gibi maddelerin yokluğundan, sivil Japonlar banyo bile yapamaz hale gelmişti. Uçakların uçuşları bile sınırlandırılmıştı. Yokluktan, yakıt yerine çam ağaçlarından “çam kökü yağı” üretmeyi denediler. Ancak 200 çam ağacının kökü bir uçağı ancak bir saat havada tutabiliyordu. Günde 12.000 varil petrol üretiminin çam köklerinden sağlanması planlanmıştı. Bir varil petrol elde etmek için, 1000 kişinin üç gün çalışması gerektiğinden bu o kadar da kolay olmadı ve enerji kaynakları kesilen Japonlar savaşı kaybetti.
Günümüzde Çin’in Güney Çin Denizindeki durumu da Japonların yaşadıklarının bir benzeridir. Rusya, Hindistan, Güney Kore, Japonya ve Tayvan gibi ülkelerle çevrelenmiş olan ve dünyanın en büyük enerji tüketicisi konumunda bulunan Çin’e, sadece Sincan Uygur bölgesi karadan, Güney Çin Denizi ise denizden çıkış imkânı tanıyor. Çin Deniz Kuvvetleri Komutanı Wu Shengli daha önce hedeflerini doğal kaynakların geliştirilmesi ve enerji geçiş yollarını kontrol etmek olarak belirlediklerini ifade etmişti.
Açıkçası Çin bunun farkındadır ve kuşatılmayı önleyici manevralar geliştirmektedir. Çin’in Pakistan ile ilişkileri ve “Bir Kuşak Bir Yol” girişimi de aynı endişeye dayanmaktadır.
Güney Çin Denizi yaklaşık 3 milyon kilometrekare alanı ile küçük bir okyanus gibidir. Bu denizde 3.500’e yakın balık türü bulunmakta olup dünya balık avının yaklaşık %12’si bu denizden yapılmaktadır. Bunun maddi değeri ise 22 milyar doların üzerindedir.
Dünyadaki 5.5 trilyon dolardan daha fazla bir ticaret akışının bu bölgeden geçmesi bölgenin önemini artırmaktadır. Güney Çin Denizindeki karşılıklı egemenlik iddiaları ise kaçınılmaz olarak bu bölgede Çin ile Tayvan, Filipinler, Vietnam, Endonezya, Malezya, Brunei ve Singapur arasında sorunlara neden olmaktadır.
Çin, 1947 yıllarından kalma bir haritaya dayanarak bu denizin yüzde 80’i üzerinde hak talebinde bulunuyor. Bu denize kıyısı olan Tayvan, Brunei, Malezya, Filipinler ve Vietnam gibi ülkeler ise denizdeki bazı bölümlerin kendi egemenlik sahası içinde olduğunu belirtiyor. Bu anlaşmazlıklar esas itibarıyla; Spratly (Nansha), Paracel (Shisha), Pratas (Tungsha) adaları, Natuna Adaları ve Scarborough Sahili civarında devam etmektedir. Bu ülkelerin Uluslararası Mahkemelere başvurusu Çin yönetimi tarafından kabul edilmiyor, Çinliler Güney Denizindeki adalara füze sistemleri yerleştiriyor.
Çin’in, bu denizde Vietnam ve Filipinler ile çatışma alanları var. Paracel adaları nedeniyle birçok kez (1974, 1988, 2014) Vietnam ile bu konuda sıcak çatışmaya varan ve her defasında Vietnam’ın kayıplarıyla sonuçlanan sürtüşmeler yaşadı. Çin, Filipinler ile de Nansha Adaları nedeniyle sorunlar yaşıyor ve sorunun uluslararası yargıya taşınmasını istemiyor.
Bu denizle ilgili, Tayvan ile Filipinler arasındaki Taiping adası ile ilgili sorunda olduğu gibi, başka ülkeler arasında da sorunlar var. Tayvan bu adanın kendisine ait olduğunu iddia etmekte, kuvvet bulundurmakta ve adada tesisler inşa etmektedir. Bu noktada Tayvan’da, Çin gibi Filipinler’in uluslararası mahkemelere gitmesini kabul etmemektedir.
Güney Çin Denizi, her açıdan Çin için hayati önemde. Güney Çin Denizinde ayrıca 10 milyar varilden fazla petrol, 4 trilyon metreküp doğal gaz rezervi bulunmaktadır. Çin bu bölgede uluslararası alanda artan ekonomik ağırlığını, askeri alana da taşımak istiyor. Bölge ülkelerinin bu bakımdan Çin’e bağımlılığı da giderek artıyor ve bu Çin’in bölgedeki en önemli avantajı. Örneğin, Endonezya, ABD ile ilişkilerini sürdürürken ekonomik nedenlerden dolayı Çin ile ilişkilerini bozmak istememektedir. Aynı husus ekonomik nedenlerle Avustralya için de geçerlidir. COVID-19 Salgını esnasında Avustralya Çin’i suçlamıştır ancak bunun ekonomik maliyeti de bu ülkenin düşündüğü hususlar arasındadır.
Her hâlükârda, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Güney Çin Denizinin büyük çoğunluğunu kendisine ait olarak görmesi ve askeri gücünü bir baskı aracı olarak kullanması bölge ülkelerini Çin’den uzaklaştırıyor. Hatta bunun ilerisinde ittifak arayışlarına yönlendiriyor.
ABD ise Çin’in giderek artan gücünü kontrol etmeye yönelik olarak, 2010 yılından itibaren bir “çevreleme politikası” izlemeye başladı. Güney Çin Denizi ise bu rekabetin sıklet merkezini oluşturuyor. ABD bu nedenle bir yandan bölge ülkelerini gerek askeri gerekse ekonomik birlikteliklerle bir araya getirmeye çalışırken, diğer taraftan Çin’in egemenlik iddia ettiği alanlarda icra ettiği devriye faaliyetleri ile Çin’in Güney Çin Denizindeki iddialarını tanımadığını açıkça ortaya koyuyor. ABD’nin bu anlamda bölgedeki bazı ülkelerle savunma alanında anlaşmalar yaptığı da görülüyor. Çin, bu bölgede gücünü ve iddialarını artırırken, ABD’nin Çin’in inşa ettiği yapay adaların civarında devriye faaliyetlerini artırması, Çin’in iddialarının tanımamaya yönelik girişimler olarak dikkat çekiyor. Bu faaliyetlerde kendisine haber verilmesi koşuluyla Vietnam ABD’ni destekliyor.
Halihazırda bölgede Çin’in gücüne karşı koyabilecek bir deniz kuvveti mevcut değil. Bu nedenle ABD “yeniden dengeleme” stratejisinin bir parçası olarak, bölgedeki gücünü artırmakta ve bölge ülkeleri ile ortak tatbikatlar yapmaktadır. Bu aşamada Avustralya’nın yayınladığı savunma stratejisinde ABD ile güçlü bağlarını belirtmesi önemlidir. Bunun dışında 2016 yılında Japonya’nın Filipinler ile savunma anlaşması imzalanması da dikkat çekicidir. ABD bu bölgede Çin ile irtibatını devam ettirirken diğer taraftan Tayvan’ı da desteklemeye devam ediyor. ABD, Tayvan ve Filipinler arasındaki sorunun çözülmesini istemekte ve Tayvan’ın bu konuda taviz vermesinin bölgeyi rahatlatacağı düşünmektedir.
ABD, Çin’i sıkıştırmak için uyguladığı “çevreleme politikasını” ekonomik alanda da desteklemekte ve bu maksatla “Trans Pasifik Ortaklığı” adı altında bir ekonomik birliktelik ile Çin karşısında güçlü bir cephe oluşturmak istemektedir. Çin’in ise bu girişimlere “Asya-Pasifik Serbest Ticaret Alanı” projesi ile karşılık verdiği görülmektedir.
Güney Çin Denizindeki anlaşmazlıklar ve zaman zaman artan gerilim dünya barışını tehlikeye atmaktadır. Güney Çin Denizi ve bölgedeki kaynakların eşit ve adaletli bir şekilde paylaşımı esas olmasına rağmen bugüne kadar bu mümkün olmamıştır. Çin’in, Güney Çin Denizi başta olmak üzere bölgedeki askeri etkinliğini giderek artırdığı görülmektedir. Bölge ülkelerinin endişesi Çin’in tavizsiz bir şekilde her zaman askeri kuvvet kullanmaya hazır durumda beklemesidir.
Her şeye rağmen Çin’in ekonomik alanda giderek artan gücünün; teknolojik ve askeri alana yansıdığı açıkça görülmektedir. Nitekim ABD Savunma Bakanlığı, Çin’in gelişmiş silah sistemlerine sahip olduğunu ve bazı alanlarda rakiplerini geçtiğini ifade etmek zorunda kalmıştır. Özellikle Çin’in, ülke pazarına girecek yabancı şirketlere teknoloji sırlarını da verme zorunluluğunu getirmesinden sonra Çinliler bu bilgileri askeri alana da aktararak büyük gelişmeler gösterdiler. Bu kapsamda Çin; donanmasını sürekli büyüttü, orta ve uzun menzilli füzeler yanında, ses hızından çok yüksel hızda füzeleri geliştirdi. Bu güce sahip olmak ise Çin’i bölgede adımlarını atarken daha cesur hale getiriyor.
Çin’in bu bölgedeki artan gücünü daha iyi analiz edebilmek adına bazı analizlerin yapılması gereği ortaya çıkmaktadır. Bu konuda en son bilgileri içeren bir araştırmanın sonuçları yorumlamakta fayda vardır.
Ülkelerin askeri güçlerine dair verileri toplayan ABD merkezli “Global Firepower” isimli kuruluş, 2020 yılının başında dünyadaki ülkeleri 50’den fazla faktörü göz önüne alarak değerlendirmiştir. Bazı ülkeler tartışılır olmakla birlikte, listenin başında ABD yer alırken, Rusya ikinci Çin ise üçüncü sıradadır. Burada dikkat çeken esas konu ise, belki de bir tesadüf sonucu en güçlü 15 ülke ordusunun bulunduğu bölgelerin COVİD-19 salgınından en fazla etkilenen yerler olmasıdır.
Bu bilgilere göre; 750 milyar dolarlık savunma bütçesi olan ABD, kendisinden sonraki 10 ülkenin toplamından daha fazla harcama yapmaktadır. Ancak sadece bu tabloya göre ülkeleri değerlendirmek de askerî açıdan bizleri doğru sonuçlara götürmez. Bunun başlıca nedeni bölgesel düzeyde değerlendirildiğinde Çin; 240 milyara yaklaşan harcaması ile ABD’nin üçte biri bir harcama yapmasına rağmen, bulunduğu bölgedeki diğer ülkelerin toplamından daha fazla bir savunma bütçesine sahip. Çin’in harcamalarının muazzam gelişimi dikkatle incelenmeyi hak ediyor.
Çin’in 1996 yılında 10 milyar dolar olan savunma bütçesi, 2009 yılında 70 milyara ulaştığında Amerikalı uzmanlar bunun gerçekte 150 milyar doların üstünde olduğunu iddia etmişlerdi. Bu açıdan düşünüldüğünde, büyük ihtimalle Çin’in gerçek askeri harcaması 240 milyar doların çok üzerinde. Hindistan’ın 61, Japonya’nın 49, Rusya’nın 48, Güney Kore’nin 44, İran’ın 20, Pakistan’ın 11 milyar dolarlık bir savunma harcaması var. Bunun anlamı Çin; Rusya, Hindistan, Japonya, Güney Kore gibi ülkelerin savunma bütçelerinden çok daha fazla harcama yapmaktadır. Yine bu araştırmaya göre, Çin donanmasına ait 777 gemi gözükürken; Hindistan 285, Güney Kore 234, Japonya 155, Pakistan 100 gemiye sahip. Pakistan ile Çin arasındaki güçlü ilişkiler dikkate alındığında, Çin’in bölgesel olarak Hindistan, Güney Kore ve Japonya’dan daha fazla bir deniz gücünü şimdiden oluşturduğu ortaya çıkmaktadır.
Bunun dışında Çin’in savunmasındaki teknoloji yoğunluğunu ve kaliteyi artırdığı da görülmektedir ki bu sayısal üstünlükten daha da önemlidir.
Çin eski çağlarda geliştirdiği seyrüsefer sistemleri ve gemi yapım teknolojisi ile büyük filolar oluşturmuş ve Afrika kıtasına hatta Amerika kıtasına kadar ulaşmıştı. Daha sonra ise içine kapanması neticesi bu birikim zaman içinde azaldı. Çin Kültür Devriminin gerçekleştiği dönemlerde dahi donanması sadece kıyıları koruma görevi olan oldukça küçük bir yapıdaydı. Öyle ki, 1949 yılında kıyılarından birkaç kilometre uzaklıktaki adalara dahi çıkartma harekâtı gerçekleştirememişti. 2000’li yıllardan sonra gelişme göstermeye başlayan Çin denizcilik gücü, kendine özgü teknolojisi ve sistemleri ile giderek diğer donanmalara üstünlük sağlayacak özellikler kazanıyor.
Çin’in sahil uzunluğu 18.000 kilometreyi buluyor. Çin’in yanı sıra dünyada sadece 6 ülkenin uçak gemisi var. Daha önde dışarıdan temin ettiği uçak gemisine ilave olarak ilk yerli uçak gemisi olan “Şandong” isimli uçak gemisi geçen yıl donanmaya katıldı. Yeni uçak gemisi yapım faaliyetlerine devam eden Çin, bundan sonra nükleer güçle çalışacak gemiler planlanıyor.
Çin’in gelişmesi sadece bu alanda değil. Çin kaynakları 2018 yılında, tüm füze savunma sistemlerinin üstesinden gelebilecek ses hızından çok yüksek bir hızda hareket edebilen hipersonik hava araçlarının üretimini gerçekleştirdiklerini bildirdi. Hava araçları tam olarak geliştirildiğinde, tüm füze savunma sistemlerini aşabilecek savaş başlıklarını taşıyacak bir özellik kazanacak. Böylelikle Çin füzeleri, radarlar daha tespit edemeden, ABD’nin bölgedeki gemilerini vurabilecek bir kabiliyet kazanıyor. Bu gelişmeler karşısında ABD Pasifik Kuvvetleri Komutanı, ABD Kongresinde bir açıklama yaparak ABD’nin hipersonik silahları geliştirme konusunda Çin ve Rusya’nın gerisinde kaldığını itiraf etmek zorunda kaldı.
Çin denizaltı gücünü de giderek geliştirmektedir. Diğer taraftan Çin’in radara yakalanmayan J-20 savaş uçağı ise yeni nesil savaş uçakları arasında kendini öne çıkarıyor. Çin ayrıca, donanmasındaki iletişim ve komuta sistemleri giderek gelişmekte olup emsallerinin gerisinde değildir. Haberleşme uyduları sayesinde haber alma, konumlandırma yapma ve kesintisiz haberleşme imkanına sahiptir. Yine çok sayıdaki istihbarat uydularını da etkin olarak kullanmaktadır. Çin Ordusu ayrıca elektronik harp kabiliyeti konusundaki eksikliklerini de hızla gidermektedir.
Sonuç olarak, Asya kıtasında güvenliğin sağlanması oldukça önemlidir. Ancak Çin, açık denizlere ulaşmak için Güney Kore, Filipinler, Malezya, Tayvan, Vietnam ve Japonya gibi ülkeler tarafından çevrelenmiş bir deniz alanını aşmak durumunda olduğunun farkındadır ve hazırlıklarını bu doğrultuda yıllar için de geliştirmiştir. Çin’in Güney Çin denizindeki iddiaları ve askeri faaliyetleri ise kaçınılmaz şekilde bu bölge ve civarındaki ülkelerde kaygı yaratmakta ve kendi güvenliklerini sağlama adına ittifak arayışlarına itmektedir. Bu arayışta Hindistan kadar Japonya, Güney Kore, Vietnam, Filipinler ve Avustralya’nın da öne çıktığı görülmektedir. Bölgedeki güç dengelerinde özellikle Hindistan ve Japonya büyük ihtimalle belirleyici ülkeler olacaktır. ABD bu ülkeleri bir araya getirip bölgede bir blok oluşturmaya çalışmaktadır. Birbirinden çok farklı sistemleri olan bu ülkelerin bir araya getirilmesindeki zorluk kadar, Çin’in giderek artan ekonomik gücü de bu konuda sonuç alınmasını engelleyici niteliktedir. Eğer bu girişimler başarılı olamazsa, zaten yakın bir gelecekte Çin’in bölgede, ABD’ne rağmen, tek başına üstünlük sağlayacak bir konuma geleceği açıkça görülmektedir. Bunun dışında Asya kıtasında yine yakın bir gelecekte gelişen duruma göre güvenliğin sağlanmasına yönelik başka oluşumların da gündeme gelmesi beklenmelidir.
Kaynaklar:
Fuller, J.F.C. (1956). A Military History of the Western World, C.III, New York.
Hayes, P. Grace. (1982). The History of the Join Chiefa of Staff in WW II, The War Agains Japan, Naval Institute Press: Annapolis.
https://www.globalfirepower.com/ countries-listing.asp. 2020 Military Strength Ranking, Erişim tarihi: 07 Haziran 2020.
Kissinger, Henry. (2006). Diplomasi, Çev. İbrahim H. Kurt, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul.
Nye, S. Joseph ve Welch A. David. (2013). Küresel Çatışmayı ve İşbirliğini Anlamak, İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul.