Batı Dünyası bir süreden beri büyük bir tıkanmanın yarattığı sorunları yaşıyor. Buna stratejik öngörüsü yüksek lider eksikliği de eklenince, ortaya çıkan sorunlar yumağı giderek çözülemez hale geliyor.
II. Dünya Savaşı sonrasında doğan (1952) Francis Fukuyama, Soğuk Savaş Döneminin Sona ermesinden sonra, 1992 yılında yazdığı “Tarihin Sonu ve Son İnsan” teziyle, Batı Liberal düşüncesinin insanlığın varabileceği son aşama olduğunu iddia etmiş ve bu uzun süre gündemi meşgul etmişti. Aslında bu tez bir bakıma, tıpkı Alman diplomat ve danışman Thomas Bagger’in de ifade ettiği gibi, Almanya dahil, birçok Batılı ülke için bir gerçek haline geldi ve bu da sonuçları günümüze kadar ulaşan jeopolitik fikir üretiminde kısırlığa neden oldu.
Türkiye tarafından bakıldığında, Batılı liderlerin ve karar alma mekanizmalarının başında bulunanların kararları, tıpkı 52 yıldır AB’ne almamaları gibi, hep şaşırtıcı olmuştur. Oysa biraz daha derinliği incelendiğinde bütün bunların belirtilen kısırlığın bir sonucu olduğu rahatlıkla görülebilir.
Geçtiğimiz yıl strateji, savunma ve dış ilişkiler üzerine yaklaşık 9 yıldır analizler yapan “War on the Rocks” isimli platformda “Bir Y Kuşağı, 30 Yıllık Barıştan Sonra Yeni Alman Sorununu Ele Alıyor” isimli bir makale yayınlayan, kıdemli politika araştırmacısı Dr. Ultrike Franke de böyle bir sorunu, Alman “Y Kuşağı” üzerinden açıklıyor ki bu belki de uzun süre aradığımız sorunun ve anlamsızlığın cevabı.
Franke, yazısında, jeopolitik güç ve istikrarsızlık dönemine girildiği bir dönemde, bugüne kadar yaratılan güvenlik şemsiyesi altında ve tehlikeli bir ahlaki üstünlük duygusu ile yeteneklerin yitirildiğini ortaya koyarak; bilgi ve insan unsuru yetersizliği ile stratejik düşünce üretilememesini bir sorun olarak vurguluyor. Özellikle rahat ve refah ortamında büyüyen 1980 sonrası kuşağın, tamamen romantik ve duygusal uluslararası ilişkiler anlayışı ile dünyayı anlamlandırmadaki yetersizliğine işaret ediyor. Bu ise neden bu ülkelerin, Türkiye ile işbirliği yerine, karşılarına alma gibi bir politikayı ısrarla izlediklerinin de altındaki anlamsız kurguyu açıklamaya yetiyor.
Franke’nin şu tespiti ise bugün gelinen ortamda jeostratejik çaresizliği de ortaya koyuyor: “Entelektüel ve pratik olarak silahsızlandırıldık. Stratejik kasımız, hiçbir zaman eğitmek zorunda kalmadığımız için köreldi. Güç politikaları, dünyanın nasıl işlediğine dair anlayışımızla çelişiyor. Beynimiz bu şekilde çalışmıyor, bu dili konuşamıyoruz ve bu nedenle de nihayetinde tek sistem olduğunu düşündüğümüz şeyi sorgulamakta ve giderek daha fazla ses çıkaran rakiplerimizle yüzleşmek için hazırlıksızız.”
Gerçekte de “Doğu” olarak düşünülen dünya, bu süreçte yaşanan birçok acıyla birbirine bağlandığı halde, uzun süreden beri Batı toplumu, sahte olarak üretilenler dışında, hiçbir şekilde kendilerini birbirine bağlayan bir olay yaşamadığından, birbirinden kopuk ve bu da sahip olduklarını düşündükleri “jeopolitik sandalın”, yaratılan çatlaklar nedeniyle, giderek daha fazla su almasına sebep oluyor. Zaten, felaketi hayal etmeyen zihin, nasıl buna karşı tedbirleri geliştirebilme öngörüsünü gösterebilir ki?