Ermenilerin yaşadıkları bölgelerde başka devletlerin politikalarını gerçekleştirmek için kullanılmaya başlaması, özellikle 19. yüzyılın sonlarına doğru gerçekleşti. Ermeni tarihçi Parsamyan’a göre bu dönemde kapitalist ilişkiler hızla gelişmekte ve yeni pazarlar için mücadele o dönemin çarlık yönetimi için dış politikada ana mesele haline gelmekteydi (Parsamyan, V. A. (1972). İstoriya Armyanskogo Naroda, 1801-1900, İzdatelstvo Ayastan: Erivan, s.398).
Bu politikanın gerçekleşmesi için bölgede destekçilere ihtiyaç vardı ve bu maksatla Ermeniler seçildi ve bulundukları bölgelerdeki kendinden olmayan insanlara saldırıları desteklenerek ileriye yönelik bir kan davası oluşturuldu. Bu zaten uluslararası güçlerin kullandığı bir usuldü ve işe yarıyordu. Rusya Devlet Tarih Arşivi’ndeki bu konuya ilişkin belgeler incelendiğinde de bu konuya ilişkin belgeler açıkça ortaya çıkmaktadır. Birçok örnek arasından birisi, Moskova Askeri Tarih Devlet Arşivinde Rus General Bolhovitinov’un 11 Aralık 1915 tarihinde karargahına gönderdiği raporda bahsettiği, Ermeni gönüllü birliklerinin ırkçı duygularla Müslüman halka karşı giriştiği vahşi kırımlardı. Ermeniler bundan sonra da benzer katliamlarına devam edeceklerdir. Oysa Ermenistan’ın 1918-1919 yıllarında ilk başbakanlığını yapmış olan Kaçaznuni, 1923 yılında Bükreş’te düzenlenen Taşnak Partisi Kurultayında şöyle demişti: “Kandırıldık. Onlara güvendik. Gerçeği göremedik. Barışı sabote ettik. Türklerle aramıza kan bağı girdi. Türkler haklıydı.” Maalesef bu sözler Ermeniler tarafından dikkate alınmadı ve ders alınmadığı için de aynı hatalar devam ediyor.
Ermenistan’da, tıpkı Yunanistan gibi emperyalist güçlerin emellerini gerçekleştirmek üzere kurduğu suni devletlerden birisidir. 20. yüzyılın başından itibaren Ruslar, ülkelerindeki Ermenileri şimdiki bulunduğu bölgelere göndermişlerdi. Soğuk Savaş Döneminin bitişinin hemen ertesinde Ermenilerin, Azerbaycan’a ait Dağlık Karabağ bölgesine saldırarak zorla el koymaları da, Ermenilerin kendi güçleri ile değil çoğunlukla dışardan aldıkları destekle Kafkaslar bölgesindeki saldırgan eylemlerinden birisiydi. Bu işgal bir anlamda Türkiye’nin doğusuyla irtibatını kesme gibi stratejik bir maksada dayanıyordu. Üstelik Dağlık Karabağ yanında, Ermenistan’ın bu bölge ile irtibatını sağlayan Azerbaycan toprakları da ele geçirilmişti. Ermeniler bölgeyi işgal ederken eskiden olduğu gibi büyük katliamlar yapmışlardı ve Ermeni saldırıları nedeniyle 1 milyondan fazla Azerbaycanlı evlerini terk etmek zorunda kalmıştı. Ermenistan’ın bu saldırgan tutumu ise Kafkaslar bölgesinde büyük bir güvenlik sorununa neden olmuştu.
Bu sorunun barışçıl bir şekilde çözümü için Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) girişimi ile 1992 yılında Minsk Grubu oluşturuldu. 1994 yılında Budapeşte’de yapılan toplantıda ise ABD, Fransa ve Rusya’nın eş başkanlar olmasına karar verildi. İlginç olan, bölgedeki olaylar ve arkasındaki güçler incelendiğinde, sorunun asıl kaynağını oluşturan ülkelerin eş başkanlık görevine seçilmeleridir ki, zaten bugüne kadar geçen sürede bu sorunun çözülmemiş olmasının nedeni de buradan kaynaklanmaktadır. Ermeniler, Hristiyanlığı MS 301 yılında kabul etmişlerdi. Ancak 451 yılında Roma Kilisesi ile Doğu Kilisesinin doktrin ayrılığına düşerek ayrılması, Ermeniler için bir dönüm noktası olmuştu. Bu tarihten sonra Ermeniler her iki kiliseye de tabi olmamışlar ve “Gregoryen Mezhebi”ni benimseyerek, kendilerine ait “Apostolik kilisesi”ni oluşturmuşlardır. Ermeniler sırf bu nedenle bundan sonraki dönemlerde Ortodoks, Katolik ve Protestan mezheplerinin baskısına maruz kalmışlardır. Günümüzde bu mezheplere ait Ermeniler ise Minsk Grubunun eş başkanları olan ABD, Fransa ve Rusya’da yaşamaktadır. Ülke dışındaki Ermenilerin, ekonomik olarak iyi durumda yaşarken, Ermenistan’daki Ermenileri dışarıdan yönetmeye çalışmaları ise sorunları daha da büyütmektedir.
Oysa BM tarafından Dağlık Karabağ konusunda alınan kararlar kesin. Bunlar esas olarak; 30 Nisan 1993 tarihli Ermeni birliklerinin işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çekilmesi, 29 Temmuz 1993 tarihinde önceki karar tekrar edilerek Ermeni birliklerinin Ağdam ve işgal ettiği Azerbaycan bölgelerinden geri çekilmesi, 14 Ekim 1993 tarihli önceki iki kararı tekrar ederek çatışmaların durdurulması ve Ermeni birliklerin işgal ettiği Füzuli, Cebrayıl ve Kubadlı ve diğer bölgelerden çekilmesi ve 12 Kasım 1993 tarihinde daha önceki 822, 853 ve 874 numaralı kararlarını tekrar ederek Ermenilerin Zengilan dahil önceki işgal ettiği yerlerden çekilmesini içeren 884 numaralı kararlardır.
Dikkatle incelenmesi gereken diğer bir konu da AGİT’in kurulmasına temel teşkil eden ilkelerdir. 1975 yılında 33 Avrupa ülkesi ile ABD ve Kanada tarafından imzalanan ve AGİT’in temelini oluşturan “Helsinki Nihai Senedi”, ilgili devletler arasındaki ilişkilere rehberlik edecek temel ilkeleri ortaya koymuştur. Dağlık Karabağ konusu ve BM kararları incelendiğinde MİNSK Grubunun bu ilkeleri de ayaklar altına aldığı ortaya çıkar.
Bu ilkeler:
Egemenliğe saygı,
Devletlerin toprak bütünlüğünün korunması,
Sınırların ihlal edilmezliği,
Kuvvet kullanmaktan kaçınma,
Uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerin yerine getirilmesi ve insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıdır ki, Dağlık Karabağ’ın Ermeniler tarafından işgalinde bunların bir tanesi bile bugüne kadar dikkate alınmamıştır. Açıkça görülüyor ki, MİNSK Grubu aldığı görevi başaramamış ve etkisiz kalarak etik açıdan güvenilirliğini kaybetmiş ve çökmüştür.
Her türlü saldırganlığına ve hukuk tanımazlığına göz yumulan Ermenistan, her alanda saldırgan davranışlarına devam etmektedir. Bu anlamda Ermenistan 12 Temmuz 2020 tarihinde de Karabağ bölgesinin yaklaşık 200 km kuzeyindeki Tovuz bölgesine yönelik topçu atışlarını da kullandığı saldırılar gerçekleştirdi. Bu bölge rasgele seçilmemişti. Bölgenin; TANAP boru hattının, Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattının ve Bakü-Gürcistan hattının geçtiği stratejik bir bölge olması neden burasının hedef seçildiğini de açıklar. Bu açıdan Türkiye’nin yakın çevre güvenliği için bu bölgelerle ilgilenmesi kaçınılmaz olmuştur.
Son olarak, Ermenistan’ın 27 Eylül 2020 sabahı işgal ettiği Azerbaycan topraklarından Azerbaycan sivil yerleşim yerlerine yönelik başlattığı harekât Ermenilerin sonu geçmez şımarık saldırıların son aşamasını oluşturmuştur. Ermenilerin bu bölgedeki hazırlıkları ve bölgeye Lübnan ve Suriye’den getirdiği milisler ve PKK mensubu teröristlerle yapmış olduğu ateşkes ihlalleri zaten biliniyordu. Ermenistan’ın, Azerbaycan sınırında sivil yerleşim yerlerine ateş açması üzerine çatışmalar yeniden başladı. Azerbaycan tarafından yapılan açıklamada; Terter'in Gapanlı, Ağdam'ın Çıraklı ve Orta Garvand, Fuzuli'nin Alhanlı ve Şükürbeyli, Cebrayıl'ın Çocuk Mercanlı köylerine Ermenistan ordusunun yoğun bombardımanı sonucu sivillerden ölü ve yaralıların olduğu bildirildi. Planlı bir şekilde yapılan saldırılar sonucu bu bölgelerde sivil altyapının da ciddi biçimde hasar gördüğü anlaşılıyor. Bu durum Ermenistan saldırılarına karşı bardağı taşıran son damla oldu ve Azerbaycan ordusu işgal altındaki topraklarını kurtarmak üzere harekata başladı.
Asıl ilginç olan nüfusu giderek azalan ve halkı ekonomik güçlükler bulunan Ermenistan’ın hala kendisinden çok güçlü devletlere saldırıda bulunma cesaretini nereden aldığıdır. Bu konuda Libya ve Doğu Akdeniz’de istediğini elde edemeyen Fransa’nın çalışmaları biliniyor. Rusya, zaten Soğuk Savaş Dönemi sonrası Ermenilerin arkasındaki güç. Ermenistan-Türkiye sınırı dahi Rus askerlerinin kontrolü altında ve Ruslar tarafından korunuyor.
Diğer bir husus ise 2013 yılından itibaren BAE ve Ermenistan arasında artan ekonomik ve ticari ilişkiler. BAE, tıpkı Libya ve Akdeniz’de olduğu gibi burada da Türkiye’ye karşı faaliyetlerin peşinde. BAE denilince de akla arkasındaki ABD geliyor. Ayrı savunma ittifakı içindeki ABD, Rusya ile bu konuda aynı ittifak içinde gibi gözüküyor.
İran’ın bu konudaki tutumu ise merak konusu. Bilindiği üzere Azerbaycan’da yaşayanlarla İran’ın büyük çoğunluğu akraba. Ancak her nedense İran, Ermenistan’ın Azerbaycan’a ait Dağlık Karabağ bölgesini işgal etmesi karşısında, Ermenistan tarafında yer alıyor. İran’ın bunu artık ne kendi vatandaşlarına ne de Azerbaycan’a izah edecek durumu kalmadı. Türkiye ve Azerbaycan’ın şimdiye kadar İran aleyhine hiçbir faaliyetinin olmadığı biliniyor. Bu açıdan samimi bir İran’ın, saldırılar karşısında Azerbaycan’ın yanında olmasından daha doğal bir şey olmamalıdır. Ancak bu konuda İran’ın bugüne kadar ki tutumu bilindiğinden bundan sonra da fazla bir şey yapmayacağı görülecektir. Bu konuda İran’ın bölgede Ermenilere açık desteğine ilişkin haberler geliyor. İran’ın Azerbaycan aleyhine Ermenistan’a desteğinin devam etmesi ise öyle görülüyor ki ileride kendisi için sorunlar yaratacaktır. Nitekim İran medyasında çıkan haberler dikkatle incelendiğinde bu husus açıkça ortaya çıkıyor. Bu kapsamda İran Devrim Muhafızlarına bağlı milis güçlerine yakınlığıyla bilinen muhafazakâr Telegram kanalı “El-Galibun” Azerbaycan ordusunun kendi topraklarını almaya yönelik hareketini “mütecaviz bir hareket” olarak nitelerken, kullandığı “Azerbaycan Ordusunun Dağlık Karabağ’a yönelik saldırı skandalı, Suud yönetiminin Yemen’de kara savaşında yaşadıkları rezalete çok benziyor.” ifadeleri Türkiye’nin iyi ilişkiler geliştirmek istediği ve zor anlarında yanında olduğu İran’a yakışmamaktadır. Oysa İran’da yaşayan halkın Azerbaycan ile derin tarihi, dini ve kültürel bağları vardır ve bu husus İranlı yöneticiler tarafından dikkate alınmalıdır. Nitekim Tahran Harezmi Üniversitesi öğretim üyesi Yedullah Kerimipur’un sosyal medya açıklaması bu gerçeği şöyle ifade etmektedir: "İranlıların, tarih veya coğrafyadan kopuk bir şekilde bir ırka hapsolmuş bakış açışına saplanma talihsizliği yaşamaktadırlar. Cumhurbaşkanı Ruhani tüm İranlıların vicdanını temsil etmeli, 519 yıl önce İran'ı kuran Azerbaycan halkının duygularını hissederek Karabağ şehitleri için ağıt yakmalıydı. İran, hakkaniyet gereği Azeri Türk vatandaşlarının yanında olmalı, tarihi temellere dayanarak, Dağlık Karabağ'ın Bakü'ye ait olduğu konusunu desteklemelidir."
Sonuç olarak, zor durumdaki Ermenistan’ın, geçici olarak aldatıcı ülke desteklerine güvenerek saldırgan tutumu, özellikle de sivilleri ve sivil altyapıyı esas alan saldırıları, kendisini geçmişte olduğu gibi gelecekte de büyük problemler karşısında bırakacaktır. Bölge dışından yapılan girişimlerin bu bölgede sorunu büyütmekten başka bir işe yaramadığı açıktır. Ermenilerin işgal ettiği bölgelerde yapmış olduğu katliamlar bellidir. Türkiye, Azerbaycan’a olan desteğini açık bir şekilde ifade etmiştir ve bölgede yayılmacı hiçbir saldırı karşılıksız kalmayacaktır. Tovuz bölgesine yapılan saldırı ile de birlikte değerlendirildiğinde buraya yapılan saldırı, bir anlamda Türkiye’nin kuşatılmasına yönelik olarak değerlendirilmelidir. Türkiye derhal bu saldırıyı kınamıştır. Azerbaycan Ordusu ise misillemede bulunmuş ve en sert şekilde karşılık vermektedir. Azerbaycan Ordusu, Türk Ordusuyla yapmış olduğu işbirliği, teknik yardım ve en önemlisi edindiği savaş kültürü ile taktik ve operatif anlamda bir üstünlük elde etmiştir. Bu durumun giderek stratejik üstünlüğe dönüşeceğine şüphe yoktur. Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını kurtarma yönünde harekâtı başlamıştır ve er ya da geç başarıya ulaşacağı bellidir. Kritik noktalar teker teker ele geçirilmeye başlanmıştır. Bu harekatın süratle geliştirilerek sonuna kadar devam ettirilmesi sağlanmalıdır. Şüphesiz her alanda kısa sürede başarı beklenemez ve başarı için zorlukları göze almak gerekir. Azerbaycan’ın bu başarısını önlemeye çalışan ülkeler olacaktır. Nitekim AB dahil bazı ülkeler tarafından yapılan açıklamalar BM kararlarını göz ardı ederek sadece çatışmaların durdurulması üzerine yoğunlaşmakta ve Ermenilerin işgal ettiği bölgeleri derhal terk etmesi konusuna değinmekten kaçınmaktadır. Bunun dışında Ermenilerin bu bölgede kullandığı teröristler ve paralı askerlerin bu bölgeyi derhal terk etmesi konusu da önemlidir. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Azerbaycan en üst seviyede BM Güvenlik Konseyi kararları temelinde çözüme hazır olduğunu zaten açıklamıştır. Ermeniler, Güvenlik Konseyi’nin talebi olan işgal ettiği topraklardan derhal çekilmesi kararını kabul etmeli ve Kafkaslar bölgesinde komşularıyla barış temelinde iyi ilişkiler geliştirmeye hazır olmalıdır.