Libya isminin, eski Mısırlıların Berberiler için kullandıkları “LEBU” sözcüğünden geldiği söylenir. Afrika’nın kuzeyinde Akdeniz kıyısında yer alan ülke Mısır, Cezayir, Tunus, Nijer, Çad ve Sudan ile çevrilidir.
Kartaca’nın ardından Roma idaresi altında kalan bölge 642 yılında İslamiyet ile tanışmıştır. 1551 yılında ise Turgut Reis zamanında ele geçirilerek Osmanlı Devleti’ne bağlanmıştır. Osmanlı idaresi altında ülkenin ismi “Trablusgarp”dır.
Yabancı güçlerin Libya’ya ilgisi
Osmanlının zayıfladığı son dönemde bazı Osmanlı subaylarının çabalarına ve bölge halkının uzun süre direnişine rağmen 1911 yılında İtalyanlar Libya’yı işgal etmiştir. İtalyanlar, diğer sömürgeci ülkelerin dünyayı paylaştığı bir ortamda sömürülecek yerler arıyordu ve bu maksatla topraklarının hemen karşısındaki Libya’ya göz dikmişti. Bu dönemde buraya müdahale edecek bir Osmanlı donanması yoktu ve Akdeniz’de İtalyan donanması üstünlük sağlamıştı. Bazı Osmanlı subayları gizlice İngiliz işgali altındaki Mısır’dan Libya’ya giderek bölge halkını teşkilatlandırdılar. Ancak Balkan Savaşının çıkması ve Ege adalarının İtalyanlar tarafından işgal edilmesi ile Osmanlı subayları geri dönmek zorunda kaldı. Buna rağmen bölge halkı zor koşullar altında direndi. Ömer Muhtar tarafından sürdürülen direniş hareketi, Muhtar’ın yakalanıp idam edilmesiyle silahlı mücadeleden başka bir boyuta evrildi. Bundan sonra uluslararası güçlerin mücadele alanı haline gelen ülke İkinci Dünya Savaşından sonra 1951 yılında bağımsızlığını kazandı.
Bağımsızlık sonrası Libya
1969 yılında genç bir subay olan Muhammed Ebu Minyar el-Kaddafi bir darbe ile Kral İdris’i devirerek monarşiyi sona erdirdi ve Libya Arap Cemahiriye’sini kurdu.
Darbeden önce Kral İdris ülke kaynaklarını sömürgeci ülkelerin kullanımına vermek istememesi bazı ülkelerde rahatsızlık yaratıyordu. Bu nedenle Kral İdris’ten memnun değillerdi. Libya’da Vakıflar ve Din İşleri Bakanı olarak görev yapan Ali Muhammed El-Beşir, Amerikalı bir yetkilinin darbeden iki yıl önce bir görüşmeden çıkarken şöyle dediği iddia eder: “Biz bu ülkede parlamentoya veya bir başkasına danışmadan karar alacak birisini istiyoruz.” Ancak İdris’i deviren ekip eskisinden daha kuvvetli bir şekilde ülke kaynaklarına sahip çıkacaktır.
Kaddafi iktidara geldikten sonra başkalarının “Yeşil Sosyalizm” veya “İslam Sosyalizmi” dediği, kendisinin ise “Üçüncü Evrensel Teori” olarak isimlendirdiği Sosyalizm ve İslam karışımı bir politika izlemeye başladı. Libya’da yönetim 1970’lerden itibaren Kaddafi’nin yayınladığı Yeşil Kitap’ta yer alan siyasi felsefeyi esas aldı.
Zengin kaynaklara sahip ülke bu imkanlarını kullanarak gelişmeye ve bunun yanında diğer Afrika ülkeleri için de bir model olmaya başlamıştı.
Kaddafi rahatsızlık vermeye başlamıştı
Aralık 1988 tarihinde Londra’dan New York’a giden bir uçağın 259 yolcusuyla havada infilak ederek İskoçya’nın Lockerbie kasabasına düşmesi yükselişteki Libya için bir dönüm noktasıydı.
Bu uçağa patlayıcıyı yerleştirenlerin Libya uyruklu olduğu tespit edildi ve Libya’dan iadesi istenildi. Libya bunları iade etti ve 2,75 milyar dolar tazminat ödedi. İskoç mahkemesinde yargılanan şüpheli iki kişiden Lamin Khalifah beraat etti. Ömür boyu hapse çarptırılan Abdelbaset Ali el Megrahi ise 2009 yılında kanser olduğu gerekçesi ile serbest bırakıldı, 2012 yılında öldü.
Her ne kadar dönemin İngiltere Başbakanı Gordon Brown serbest bırakılma kararının kendilerinin değil, İskoç Parlamentosunun bir kararı olduğunu beyan etse de daha sonradan sızan Wikileaks belgelerine göre Libya ile birtakım ekonomik anlaşmalar yapabilmek için İngiliz hükümetinin bu bırakılmayı organize ettiği ortaya çıktı.
Kaddafi’ye artık ihtiyaç kalmamıştı
1990’ların sonunda Libya baskı altında ABD’nin hemen hemen bütün taleplerini kabul etmişti. 1988 yılında Lockerbie’de düşen ABD uçağının ve bundan iki yıl sonra Nijerya’da düşen Fransız uçağının tüm tazminatlarını ödedi ve nükleer çalışmalarla ilgili bilgileri ABD ile paylaştı. Bundan sonra ABD, Fransa ve İngiltere ile Libya arasında yüksek seviyeli görüşmeler başladı. İngiliz Başbakanı Tony Blair geniş bir iş adamı grubu ile Libya’ya çıkarma yaptı, çok sayıda anlaşma imzaladı. 2007 yılında kendi Dışişleri Bakanı’nın karşı çıkmasına rağmen, Fransa Devlet Başkanı Sarkozy Kaddafi’yi Fransa’ya davet etti ve önemli anlaşmalara imza attı. Kaddafi’nin Versailles Sarayı önünde bedevi çadırı kurulmasına bile izin verildi. Sarkozy daha sonra seçim kampanyası için Kaddafi’den 50 milyon Euro almakla suçlandı. Ardından İtalya birçok büyük şirketleriyle Libya’ya girdi.
Libya’nın kaliteli petrol yatakları ve 50 milyarı aşan petrol geliri bulunuyordu. Muammer Kaddafi’nin halkına baskı ve şiddet uyguladığı gerekçesi ile Fransa, İngiltere ve ABD’nin 18 Mart 2011 akşamı başlattığı hava saldırıları Libya’yı başka bir noktaya taşıdı. BM’de alınan kararı Rusya ve Çin veto etmeyince müdahale için meşru zemin de hazırlanmış oldu. Bu saldırılar sonucu 22 Ağustos 2011 tarihinde Muammer Kaddafi yakalanarak linç edildi.
Kaddafi 42 yıllık iktidarı süresince ABD, İngiltere ve Fransa’ya zaman zaman çok yakın, bazen de onlara ters düşen bir siyaset uygulamıştı. Libya Avrupa’ya sadece 100 kilometre uzaklıktaydı. Filistin Kurtuluş Örgütüne verdiği destek bu ülkeler tarafından teröre destek olarak görülmüştü. Nükleer silah üretme çabaları ise bu ülkeleri oldukça rahatsız etmişti. Üstelik istenilen her şeyi yapmamaya başlamıştı. Artık petrolden elde ettiği ekonomik güç ile farklı alanlara girebiliyor ve etkili olabiliyordu.
Kaddafi Neden İstenilmedi
Libya’da 1959 yılında zengin petrol yataklarının bulunması ülkeye ilgiyi yeniden gündeme taşımıştı. Kaddafi’nin de içinde bulunduğu Hür Subaylar Hareketi’nin de ana nedenlerinden birisi Kralın petrol yataklarını doğrudan tekeline almasıydı. Kaddafi ve arkadaşlarının kurduğu örgüt 1952 Mısır Hür Subaylar Hareketi’nden etkilenerek darbeden 6 yıl önce kurulmuştu. Kaddafi Mısır’da Nasır ideolojisinden ve Arap Sosyalizminden etkilenmişti. Genç ve alt rütbelerde bir subay olan Kaddafi, kralın devrilmesinden sonra albay rütbesine yükseltilmiş ve silahlı kuvvetlerin kontrolünü ele geçirerek iktidarın başına geçmişti. İktidara gelince ülkede İtalyanlar başta olmak üzere tüm yabancılara ait arazileri devletleştirdi ve İtalyanları ülkelerine geri gönderdi. 1973 yılında petrolü millileştirdi. Petrol gelirinin de yardımı ile 1970-1974 yılları arası ülke gelirini 3.8 milyar dolardan 13.7 milyar dolara yükseltti. Kişi başı milli gelir de 11.000 dolar olmuştu. Bunun yanında ülkede geleneksel kıyafetler teşvik edilmiş ve Arapça resmi dil olarak benimsenmişti. Kaddafi’ye göre Arap Kültürü elit bir kültürdü. Arapları geri bırakan Osmanlı sonrasındaki Batı’nın emperyalist ve sömürgeci yaklaşımıydı.
Ülkedeki İngiliz ve Amerikan üslerini de kapatan Kaddafi, Afrika’da İslami Davet Cemiyetini kurarak Hristiyan misyoner grupların yayılmasını engellemeyi hedeflemişti. Bu maksatlar fakir Afrika ülkelerini etkileyerek onların İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesmeye bile başlamıştı. Kaddafi ayrıca yabancı bankalara da el koymuş, başta Suriye, Tunus ve Mısır gibi ülkelerle birleşme çalışmalarına başlamıştı.
Bu tür çalışmalar Batı’da tepki toplamaya başladı ve Libya’ya karşı bu tepkiler nedeniyle Libya bazı ülkelerin gözünde barış ve istikrarı bozan bir güç olarak görülmeye başladı. Terör örgütlerini ve terörist faaliyetleri desteklemekle suçlandı. Dışarıda ve içeride kendisine muhalefetin artması sonucu Kaddafi’ye karşı 1975 yılından başlayarak darbe girişimleri yapılmaya başlandı.
1986 yılında Amerikan uçakları Libya’ya ait üs ve havaalanlarını bombaladı. Soğuk Savaşın sona erdiği 90’lı yıllardan sonra ise Sovyetler Birliği gibi güçlü bir müttefikini kaybeden Libya yalnızlaşmaya başladı. BM Güvenlik Konseyi 21 Ocak 1992’de S/RES/731 sayılı kararıyla Libya’yı uluslararası terörizmi desteklemekle suçladı (UN Security Council,731 Res, 1992). Yine Güvenlik Konseyi 11 Kasım 1993’te S/RES/883 sayılı kararı ile Libya’ya uygulanan ambargonun çerçevesini genişletti (UN Security Council, 883 Res,1993). Buna rağmen Kaddafi Afrika ülkeleri ile ilişkilerini geliştirdi, yoksul Afrika ülkelerine yardımlar yaptı. Kaddafi’nin ilgi duyduğu diğer bir konu ise Afrika insanının Avrupalı beyazlar tarafından sömürülmesiydi. Afrika Birleşik Devletleri kurulması yönünde girişimlerde bulundu. 2005 yılında Afrika Birliği zirvesinde “Afrika Birleşik Devletleri Afrika’nın Umududur.” denilirken, 2008 yılında düzenlenen ve Afrika Geleneksel Liderlerinin katıldığı toplantıda “Kralların Kralı” olarak ilan edildi.
Kaddafi’nin Birleşik Afrika önerisi hayata geçirilememiş olsa da özellikle az gelişmiş Afrika ülkelerinde ciddi yankısı olmuştur. Bundan sonra çeşitli iç ve dış çabalara rağmen Libya ilerlemesine devam etti. Libya’da petrolden elde edilen gelirin %90’ına yakınını doğrudan halka dağıtıyordu. 2010 yılına kadar gayri safi yurt içi hasılası ile kişi başı geliri sürekli olarak büyüme gösterdi. Elektrik, doğalgaz, su ve sağlık hizmetleri parasızdı. Yeni evlenenlere 150 metrekare ev bedavaydı. Araçlar fabrika satış fiyatından veriliyor ve 12 litre benzin bir Euro’nun altına satılıyordu. Bunun dışında bütün Libya vatandaşlarına aylık 300 Euro yardım yapılıyordu.
Her ne kadar 2007 yılında iki yıl süre ile BM Güvenlik Konseyi üyeliğine seçildikten sonra Batı ile ilişkilerin geliştirmeye çalışsa da Batı Kaddafi’ye bir türlü güven duyamadı ve istemedi.
2010 yılında Tunus’ta başlayan sözde Arap Baharı’nın ardından olaylar diğer ülkelere sıçrarken Kaddafi bunun kendi ülkesini etkilemeyeceğinden emindi. Bu nedenle tedbirleri; gıda fiyatlarının düşürülmesi, bazı siyasi tutukluların serbest bırakılması gibi basitçe geçiştirmeye çalıştı. Ancak olaylar başladığında bunun o kadar da kolay olmadığını anlamıştı. Başlayan olayların kuvvet yolu ile bastırılması ise BM ve NATO’nun işin içine girmesine fırsat vermişti. Güvenlik Konseyi Libya’daki gelişmeler için acilen toplandı ve S/RES/1970 sayılı kararla konuyu “Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne sevk etme kararı aldı (UN Security Council,1970 Res,2011). Buna dayanarak 19 Mart 2011 tarihinde Fransa başta olmak üzere Batılı güçler “Safak Yolculuğu” adı altında hava ve denizden bir operasyon başlattılar ve Kaddafi’yi ortadan kaldırmayı başardılar.
Kaddafi sonrası vaat edilen özgürlük ve refahtan bir türlü gelmedi
Ancak Kaddafi rejiminin devrilmesinin ardından Libya’da vaat edilen özgürlükler ve huzur gelmedi, güvenlik sağlanamadı. Libya’da kendisini baskı altında hisseden ve ekonomik zorluk çeken halk için uluslararası toplumun Kaddafi sonrası vaat ettiği hayallere kavuşmak bir yana öncesini arar hale geldiği görülmektedir.
Kaddafi devrilene kadar her türlü fedakarlığı göstererek birbirlerine bağlılıklarını muhafaza eden muhalefet ise Kaddafi sonrası birbirine düştü. 2014 seçimlerinin yapılması, yanında yeni bir hükümetin kurulması da gündeme gelmesine rağmen Libya’da; Merkezi Trablus’ta bulunan ve BM inisiyatifi ile kurulan Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Bingazi’de bulunan Hafter güçleri yanısıra, güney batı çöllerinde yerleşik Berberi Tuareg ve Tebu aşiretlerinden oluşan üçüncü bir yapı bulunmaktadır.
Libya’da istikrar sağlanmaya başladığında bu sefer Hafter ortaya çıkarıldı
Libya’daki karışıklıklardan istifade ile bu ülkede faaliyet alanı bulmaya çalışan DEAŞ’ın etkisi 2015’ten itibaren azalmaya başlamıştı. Ancak ülkede Selefi akımlar güç kazanmaya başladı.
Böyle bir ortamda Libya’da istikrar sağlanmaya başladığı bir anda 2014 yılının şubat ayında emekli bir general olan Halife Hafter’in ortaya çıkması ve darbe girişimi Libya’yı yeniden bir karışıklık içine itmiştir.
Hafter kendisini Libya Ordusunun Genelkurmay Başkanı gibi tanıtmak istemesine rağmen, Libya’nın asıl ordusunun ve genelkurmay başkanlığının Trablus’ta olduğu bilinmektedir. Birleşik Arap Emirlikleri’nin başını çektiği bir bölgesel ve uluslararası grup ise Hafter’i desteklemektedir. Hafter’i tanıyan diğer ülkeler ise Fransa ve Mısır’dır.
Halife Hafter Kimdir
Halife Hafter Kaddafi’nin ordusunda bir subay ve Kaddafi’nin silah arkadaşıdır. 1943 yılında doğmuştur. Tam ismi Khalifa Belqasım Haftar’dır. Bingazi Askeri akademisine girerek Libya Silahlı Kuvvetlerine katılmıştır. Sovyetler Birliğinde ve Mısır ordusunda askeri eğitim almıştır.
1969 yılında Kral İdris’in Muammer Kaddafi tarafından devrilmesinde görev almıştır. Ardından Genelkurmay Başkanlığı görevini üslenmiştir. 1978-1987 yılları arasında devam eden Libya-Çad savaşları esnasında cephe komutanı olarak görevliyken, 1986 yılında Fransa’nın desteklediği Çad kuvvetlerine yenilip 300 askeri ile birlikte esir düşmüştür. Ancak her nedense Amerikalıların yardımı ile kurtarılmıştır. Daha sonra kendisine sığınma hakkı tanınarak, Amerikan Merkezi Haber Alma teşkilatı (CIA)’nın merkezinin bulunduğu Virginia bölgesinde yaşamaya başlamıştır. Hafter 1993 yılında Libya’da, CIA’nın arkasında olduğu ancak başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişimini desteklediği gerekçesi ile idam cezasına çarptırılmıştır. 2011 yılında Libya’da karışıklık ve gösteriler başlayınca ABD’den uçakla ülke yönetimini devralmak üzere Libya’ya getirildi.
Genç yaşına rağmen Kaddafi’nin her zaman yanında olan Hafter’i Kaddafi seviyordu. Ona güvendiği için de Çad’daki kuvvetlerinin başına getirmişti. Hafter yakalanana kadar Çad’ın iç işlerine müdahaleyi reddeden Libya yakalanma sonrası Hafter’in devletin bilgisi dışında kendiliğinden o bölgeye gittiğini açıklamak zorunda kaldı. Ardından Libya’da vatan haini ilan edildi. Hafter bu nedenle Kaddafi’ye karşı kin duymaya başlamıştı.
Bunu fark eden Amerikalı istihbaratçılar Hafter’i kullanabileceklerini düşündüler. 4 yıl Çad’da hapishanede kalan Hafter’i, Fransızlarla anlaşmak suretiyle Amerikalılar kurtardı, ülkelerine götürdü ve eğitti. Onun yardımı ile gerçekleştirmeye çalıştıkları 1993 Darbesi başarısız olduktan sonra da ellerinde tutmaya devam ettiler ve 2011 yılında onu tekrar devreye soktular.
Hafter, BM gözetiminde sürdürülen istikrar çalışmalarını kabul etmedi. Mısır’a yakın olan ülke doğusunda etkin olmaya çalıştı, buralardaki petrol yataklarını ele geçirdi. Ayrıca dışarıdan aldığı kuvvetli destekle kara kuvvetleri yanında, deniz ve hava kuvveti de oluşturdu. Hafter İslamofobi’yi kullanarak, “İslamcılara karşı savaşıyoruz.” sloganı ile Batı’nın desteğini yanına alıyor.
Bu anlamda Hafter’e Fransız desteği güçlüydü. Her ne kadar Fransızlar bir süre inkâr etseler de Hafter’in ordusundaki bir Fransız helikopteri düşüp, 3 Fransız askeri de hayatını kaybedince her şey ortaya çıktı. Fransa Kuzey Afrika’da hâkim gücünü devam ettirmek istiyor ve Libya’da kendisini müzahir bir yapılanma arzu ediyor. Böylece hem Afrika’daki ekonomik ve politik gücünü koruması hem de Libya’nın muazzam kaynaklarından istifade etmesi mümkün olabilecektir.
Türkiye BM ve uluslararası toplum tarafından tanınan meşru Ulusal Geçiş Konseyinin çalışmalarını desteklemekte ve bir an önce ülkede istikrarın sağlanması için katkıda bulunmaktadır
Türkiye 2011 yılındaki olaylar sonrası Libya’da kurulan Ulusal Geçiş Konseyini “Libya halkının tek temsilcisi” olarak tanımış ve 2 Eylül 2011 tarihinde Trablus’a Büyükelçi atayan ilk ülke olmuştur.
Libya’da 2015 yılında imzalanan “Libya Siyasi Anlaşması” uyarınca kurulan Başkanlık konseyi 2016 yılı mart ayında göreve başlamıştır. Başkanlık Konseyi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2259 sayılı kararıyla ülkenin tek meşru icra organı olarak tanınmıştır. Başkanlık Konseyi’ni ilk ziyaret eden ülke de Türkiye’dir.
Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Saraj 2018 yılında iki kez Türkiye’de ağırlanmış ve en üst düzeyde Libya’ya her alanda destek verileceği bildirilmiştir. Türkiye Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın 5 Kasım 2018 tarihinde Libya’ya yapmış olduğu ziyaret esnasında da iki ülke arasında askeri işbirliği konuları ele alınmıştır (Dışişleri Bakanlığı WEB sayfası). Türkiye Libya’da BM öncülüğünde sürdürülen uzlaşı sürecine güçlü bir şekilde destek vermeye devam etmektedir.
Türkiye kendisine tarihi, kültürel ve dini yönden yakın hissettiği Libya’da bir an önce istikrar sağlanabilmesi için çabalarını sürdürmektedir. Kaddafi sonrası yapılan çalışmalar ile Libya’da birçok kurum işlevsel hale getirilmeye çalışılmıştır. Libya’nın ihtiyacı olan ülkeye yapılan yabancı müdahalelerin bir an önce son bulmasıdır. Bu ise Libya’da siyasi çözümün yerel aktörlere bırakılmasından geçmektedir.
Hafter ülkede istikrar sağlanması önünde en büyük engel olarak görülmektedir
Hafter Libya’nın meşru hükümetinin etkisini ülke doğusuna aktarmasını engellemektedir. Hafter açıkça Libya’nın BM ve uluslararası toplum tarafından tanınan meşru hükümetine karşı mücadele etmektedir ve bu kapsamda başta Türkiye olmak üzere meşru Libya yönetimine destek sağlayan ülkeleri tehdit etmektedir. Libya’da devlet kurumlarının oluşmaya ve istikrar sağlanmaya başlandığı bir dönemde Hafter’in ortaya çıkışı ve 2016 yılından itibaren özellikle ülkenin ekonomik kaynaklarının bulunduğu bölgeleri kontrol altına almaya yönelik girişimleri dikkat çekmektedir. Bu açıdan Mısır, Suudi Arabistan ve BAE tarafından oluşturulan Arap ülkeleri bloğu ile ABD ve Fransa’nın dahil olduğu batı bloğu Hafter’e destek sağladığı görülmektedir. Bu durum ise bu ülkelerin Libya’da gerçek niyetlerinin ne olduğu konusunda tereddütler uyandırmaktadır.
Hafter, uluslararası toplumun tanıdığı meşru Trablus Hükümetine karşı mücadele ediyor ve bunu yaparken de meşru orduyu destekleyen ülkeleri suçluyor. Bu ülkeler arasında Türkiye’de var. Bütün gayretine rağmen başarılı olamayan hatta aksine bazı stratejik bölgelerin kontrolünü kaybeden Hafter başarısız olmasından bu ülkeleri sorumlu tutuyor ve bu ülkelere ait hedefleri düşman hedefler olarak nitelendirerek saldırıda bulunmakla tehdit ediyor. Bu kapsamda hedefinde bu ülkelere mensup siviller de var.
Bazı Arap ülkelerindeki medya mensupları ise konuya farklı şekilde yaklaşmaktadır
Türkiye’nin Libya’da BM tarafından tanınan meşru hükümeti desteklemesine bazı ülkeler tarafından iyi bakılmıyor. Aslında konu bir bakıma Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hidro-karbon kaynaklarından faydalandırılmaması projeleri ile de doğrudan ilgili gözüküyor.
Türkiye ile Libya arası yaklaşık 4.400 kilometre ancak denizden doğrudan komşu durumunda. Bu durum Türkiye için Libya’yı farklı kılıyor. BM tarafından 1982 yılında ortaya konulan; 200 deniz miline kadar uzanabilen münhasır ekonomik bölgelerde gaz ve petrolün çıkarılması ile balıkçılık gibi konularda oluşabilecek anlaşmazlıkları gidermeyi amaçlayan konuda birçok ülke sıkı bir çalışma içerisinde. Suudi El Hayat Gazetesinden Fares Bin Hazem yapmış olduğu bir çalışmada; Türkiye’nin Libya ile bu bölgeyle ilgili olarak bir anlaşma imzalaması halinde Yunanistan ve Kıbrıs’ı geçerek münhasır ekonomik bölge sınırından çok daha fazlası olan 190 bin kilometrelik bir alanı daha kontrol edebileceği iddiasında bulunmuştur.
Yunanistan Libya’daki karışıklıktan istifade ile bu ülkeye ait deniz alanlarını ele geçirmek istiyor
Aslında Yunanistan Libya’nın karışıklık içerisinde olmasından istifade ile bu bölgeleri kendi yararına olacak şekilde keyfi bir şekilde belirlemiş ve Libya’nın egemenlik hakkını ihlal etmiştir. Bu nedenle Libya Ulusal Mutabakat hükümeti, 2019 Eylül ayı sonunda Yunanistan’a bir nota vererek, Atina’nın faaliyetlerinden dolayı duyulan rahatsızlığını iletmiş ve Yunanistan’ın Libya Münhasır Ekonomik Bölgesindeki faaliyetlerini sonlandırmasını istemiştir (Greece, National Pride). Yunan sitesinde yer alan bu haberde, açıkça Yunanistan’ın Libya deniz alanını çaldığı da ifade edilmiştir. Haberin devamında ise Türkiye’nin Libya ile arasında doğrudan bir Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmesi durumunda, adalara sadece 6 deniz mili bir kıta sahanlığı kalacağını ve bu durumun Yunanistan ve Mısır’ın münhasır ekonomik bölge sınırlarını azaltacağı gibi hidrokarbon sahasında yer alan Fransız Total ve ABD exxonMobil şirketlerinin arama çalışmalarını da etkileyeceğinden bahsedilmektedir. Açıkça görülmektedir ki Yunanistan Ege ve Akdeniz’de sadece Türkiye’nin değil, diğer ülkelerinden haklarını gasp etme niyeti taşımakta ve bu nedenle de bazı bölge dışı güçleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanma niyeti taşımaktadır. Haber şu şekilde bitmektedir: Yunanistan bu nedenle General Hafter’i desteklemelidir.
Türkiye’nin Libya’da bulunmasına karşı çıkan başka ülkeler de var ve bunlar Türkiye’nin Suriye gibi Libya ile sınırı olmadığını esas alarak yorum yapıyorlar.
“Türkiye, Libya’ya Suriye’ye davrandığı gibi davranmak istiyor. Ancak Suriye’ye müdahalesinin gerekçeleri Libya’da yok. Ne sınırında bekleyen mülteciler var ne de sınır köylerini tehdit eden Libyalı milisler var. Diğer yandan ülkelerine müdahale eden ve oradaki kaosu ve savaşı besleyen bütün dış güçlere karşı durmak da Libyalıların hakkı.” (Halit El Süleyman/ al-ain.com internet sitesi)
Yunanistan Libya’nın karışmasını neden istiyor?
Yunanistan doymak bilmez bir şekilde sürekli komşularının haklarına el atıyor. Romanya – Ukrayna, Libya-Malta, Katar-Bahreyn, Libya-Tunus ve Danimarka-Norveç arasındaki sorunlarda olduğu gibi uluslararası hukuk uygulamalarına ait bazı hakemlik kararlarında adaların kısıtlı veya hiçbir etki alanı olmayacağına dair açık hükümler ve örnekler mevcut. Bu örneklere rağmen Yunanistan nedense her yerde işine geldiği gibi hukuku ve olayları yorumlamaya düşkün. Uluslararası deniz hukukunu savunduğunu iddia eden Yunanistan aslında yağmacı bir anlayışla hukuku yok farz ediyor ve deniz sınırlarını küçücük bir kayalık da olsa en dışarıda yer alan adaları esas alarak belirlemeye çalışıyor.
Bunun içindir ki Yunanistan ciddi bir devlete yakışmayacak şekilde oldu bittiye getirerek, kendisine ait olsun olmasın, bulduğu en ufak kayacıklara bile bayrağını dikmeye çalışıyor. Sonra da bu adacıklar üstünden başkalarının haklarını gasp etmeye çalışıyor. Oysa gayet açık bir biçimde Birleşmiş Milletler Adalet Divanının birçok kararında sınırlandırmalarda anakara kıyıları esas alınıyor. Bu açıdan Türkiye ve Libya arasındaki deniz sınırlarının, Yunanistan’ın kendine göre yarattığı kurallara göre değil, Türkiye ve Libya anakaraları esas alınarak yapılması gerekiyor. Bunun için ise bir an önce Libya’da istikrarın sağlanması gerekiyor. İste bu nedenle Yunanistan Libya’da istikrar istemiyor.
Yunanlılar doymak bilmiyor
Yunanistan yaramaz bir çocuk gibi her olayda uluslararası hukuku hiçe sayarak her şeye tek başına sahip olmaya çalışıyor. Bu açıdan Yunanistan’ın sicili kötü. Türkiye ve KKTC ile yaşadığı sorunları geçmişte Arnavutluk ile de yaşamış ve Arnavutluk’un deniz alanlarını haksız bir şekilde ele geçirmeye çalışmıştı. Arnavutluk’un bunun farkına varıp, itiraz etmesi ile Yunanistan şimdilik bu faaliyetini bir süreliğine durdurdu. Ardından Türkiye ve KKTC’ye ait sahaları ihale etmeye çalıştı. Şimdi de Libya’daki kargaşalıktan istifade ile bu ülkenin deniz sahasına el atmış durumda.
Yunanlılar İyon Denizi ve Girit adası güneyinde bulunan sahaları 2011 yılında araştırma alanı olarak ilan etti. Libya o dönemde iç savaş yaşıyordu ve bu duruma itiraz edemedi. Yunanistan tarafında 2014 yılında ilan edilen bu alanlardan 15 numaralı sahada Türkiye’nin, 20 numaralı sahada ise Libya’nın hakları vardı. Yunanlıların Libya’dan gasp ettikleri alan yaklaşık 39.000 kilometre kare gibi geniş bir alanı kapsıyordu. Fırsatı değerlendirmek isteyen Yunanlılar itiraz gelmeyince bir anlamda fiili durum yaratarak 2014 yılından başlayarak bu bölgeleri uluslararası ihalelere açtıklarını ilan ettiler. Bu ihalelerle ihaleyi alan ülkeleri, yetkilerinde olmayan alanlarda birtakım haklar vererek, suçlarına ortak etmek ve desteklerini sağlamak istediler. Bu haliyle de Yunanistan komşularının mallarını hukuka aykırı olarak ona buna satan kötü komşu görünümünde.
İtalya’da geçmişten beri Libya’ya ilgi duyan bir devlet olarak bu bölgede etkin olmak istiyor
İtalyanların Libya’ya yönelik ele geçirme niyetleri sömürgeciliğin başladığı dönemlerde ortaya çıkmış ve 1869 yılında İtalyanlar Libya’yı doğal yayılma alanı olarak seçmişlerdir. 1878 Berlin Konferansında ise bu niyet belirgin bir şekilde dile getirilmiştir. Aslında Cezayir’i ele geçirmek isteyen İtalyanlar, burasının Fransızlar tarafından sömürgeleştirilmesinden dolayı, Libya’yı Fransızlara kaptırmamak için 1911 yılında Libya’yı 80.000’den fazla askerle işgal etmek istediler. Her ne kadar Osmanlı gizlice gönderdiği subaylarla işgali bir süre geciktirmeyi başarsa da Uşi Antlaşması gereği Osmanlı toprağı kalmasına rağmen fiilen İtalyanlara bırakmak zorunda kaldı. Böylece Libya Romalılardan sonra tekrar ikinci defa İtalya’nın kontrolüne girmiş oldu.
İtalyan işgali sonrası bölge halk güçlü bir baskı altına girdi ve günümüze uzanan sorunlar başladı. İtalyan baskısı Mussolini döneminde daha da arttı. Ömer Muhtar’ın ölümünden sonra 1935 yılında İtalyanlar bölgeyi hızla İtalyanlaştırmaya başladılar. Bazı şartları taşıyan Libyalılara “Özel İtalyan Vatandaşlığı” uygulaması başlatıldı. Ancak bu imtiyaz İtalyan vatandaşlığından farklı ikinci sınıf bir vatandaşlıktı. İtalyanlar bölge insanını asimile etmek için okullar açtılar ancak gerçek bir eğitim vermediler. Bu nedenle de Libyalılar sadece alt seviye memurluklara alındılar. Libya’nın verimsiz bölgelerine Libyalılar yerleştirilirken, verimli bölgeleri ile stratejik noktalara 1940 yılına kadar ana ülkeden 100.000’den fazla İtalyanlar getirilerek iskân edildi. İtalyanların İkinci Dünya Savaşında saf dışı kalmalarıyla Libya bu sefer Fransız ve İngilizlerin kontrol ananına girdi.
Ancak savaştan sonra ülkenin kalkınabilmesi için dış yardıma ihtiyacı vardı. 1953 yılında İngilizler hava ve deniz üssü karşılığında Libya’ya yardım teklif ettiler. Hemen bir yıl sonra bu sefer ABD, liman imtiyazları karşılığında ülkeye gıda ve teknik malzeme yardımında bulunma sözü verdi.
İtalyanlara göre sömürgeci devletler Libya’ya neden ilgi duyuyor
Libya, stratejik konumu, petrol ve doğal gaz gibi zengin doğal kaynakları nedeniyle hedefte olan bir ülke." Libya’da savaşı körükleyen ülkelerin olduğu açıkça görülmektedir.
Bu yüzden İtalyanlar hemen güneylerinde yer alan ve kendilerine yakın bölgenin güçlü batılı devletler tarafından kontrol edilmesini istemiyorlar. İtalyan strateji uzmanı Manlio Dinucci “Libya’yı yıkanlar şimdi Libya’nın yanında” isimli yazısında açıkça dile getiriyor.
Manlio Dinucci tarafından 2016 yılında kaleme alınan “Libya’nın Yok Edicileri” isimli yazıda İtalyan Katolik Hareket Milletvekili Ernesto Preziosi’nin ifadesi ile Avrupa’nın Libya Planından da söz ediliyor. Bu plan şöyle: Avrupalı silahlı bir güç tarafından uygun bir şekilde desteklenen, petrol ve gaz konusunda bir ortaklık oluşturmuş, Sirenayka, Trablus ve Fizan olmak üzere üç devletten oluşan bir Libya birliği”. Yani üçe bölünmüş ve kolayca kontrol edilebilecek üç ayrı Libya devleti bu ülkelerin çıkarları için daha uygun gözüküyor.
Dinucci’ye göre plan şöyle işlemişti: Bazı İslami gruplar silahlandırılarak Libya’ya sokulmuş ve ardından Batılı güçler 30.000 sorti ve 40.000 füze ve bomba ile operasyona destek sağlamıştı. İtalya ise sadece hava ve deniz kuvvetleri ile operasyona katılmakla kalmamış, ayrıca 7 adet hava üssünü de Batılı kuvvetlerin hizmetine sunmuştu. Libya’daki bugünkü istikrarsızlığın temelinde Batının müdahalesi var ve bu gerçek karşısında sessiz kalmamak gerekiyor.
Dinucci’nin yorumuna göre; bu operasyon sonucunda 2010 yılında Dünya Bankası raporunda belgelediği şekilde, 2 milyondan fazla Afrikalı işçinin çalıştığı, yüksek ekonomik büyüme ve insani gelişme endeksine sahip bir ülke yok edildi. Kaddafi ABD’nin dolarına ve Fransa’nın Afrika ülkelerine dayattığı CFA frangına alternatif Afrika ortak para birimi yaratmak istiyordu ve ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un elektronik postalarında ortaya koyduğu şekilde bunun ABD ve Fransa tarafından engellenmesi gerekiyordu. (http://www.voltairenet.org/article203902.html, Çev. Osman Soysal, 13 Kasım 2018).
Jeopolitik uzmanı Dinucci’nin diğer yorumu ise bu ülkelerin müdahalelerindeki asıl nedeni ortaya koyuyor. Ona göre; Kaddafi sonrası kaos ortamında uluslararası alanda ganimetin paylaşılması için yeni bir savaş var ve bu ülkeler asrın en büyük vurgununun ganimetini paylaşıyorlar. Afrika kıtasında petrolün %40’tan fazlasına sahip ülkedeki devasa petrol ve doğalgaz rezervler, Nubya bölgesindeki çok büyük yeraltı fosil su tabakası ve en önemlisi ABD ve Avrupa bankalarında dondurulan 150 milyar dolar değerindeki Libya ulusal fonları. Daha şimdiden Belçika ve Lüksemburg’daki bankalarda bloke edilen 16 milyar Euro Libya fonunun birçoğu kayıp. Bu paraların bir kısmı Libya’daki iç savaşı finanse etmek için kullanılıyor. Rekabetin gölgesinde Libya’da nasıl bir çözüm beklenebilir.
Türkiye’nin Libya’nın BM tarafından tanınan meşru hükümetinin yanında yer alması
Libya gerçekten Türkiye açısından önemli bir ülkedir. Bu ülke ile Türkiye arasında; tarihi, kültürel, ekonomik ve dini bağlar bulunmaktadır. Bu her şeyin üstünde oluşturulması kolay olmayan bir gönül bağıdır. Her iki ülke halkı da birbirine hep yakın olmuştur. Geçmişte Kıbrıs Barış Harekâtı esnasında uygulanan ambargolar nedeniyle, Türk Silahlı Kuvvetlerinin ciddi silah ve malzeme ihtiyacı olmuş ve bunun karşılanması için İran ve Irak’a başvurmuştu. İran bu ihtiyaçların bir kısmını karşılamış, Irak ise istenilen silah ve teçhizatın kendilerinde bulunmadığını ancak Libya’da olduğunu bildirmişti.
O dönemde NATO’da görevli bir diplomat olan emekli Büyükelçi Taner Baytok konuyu yakından takip ediyordu ve anılarında bu konuyu ayrıntılı olarak açıklamıştır. Zamanın başbakanı Ecevit, ihtiyaç duyulan silah ve teçhizatı Libya’dan talep etmek üzere Baykok’u görevlendirir ve ücreti karşılığı silah ve teçhizat Libya’dan talep edilir.
Böyle sıkışık bir ortamda Kaddafi bu talep üzerine, Libya’da kapatılan Amerikan üssü de dahil, Libya’ya ait depolardaki Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu her türlü silah ve teçhizatın parasız olarak derhal Türkiye’ye verilmesi talimatını vermiştir. Gerçekten de Türkiye’nin işine yarayacak her türlü malzemeyi vermiş ve bunlar çok sayıda uçakla Türkiye’ye gönderilmiştir. Malzemeleri getiren pilotlardan Mehmet Şentürk’de olayı aynı şekilde anlatmıştır. Baykok anılarında; Kıbrıs Harekâtından sonra bir vesile ile tekrar Kaddafi ile görüşüldüğünde Kaddafi’nin “Türkiye ile gurur duyuyoruz. Eğer Yunanistan size saldırırsa elimizden gelen bütün yardımı yaparız.” dediğinden de bahseder.
Gerçekten de Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Türkiye ambargolarla dünyadan izole edilmeye çalışılmıştı. Böyle bir ortamda Libya güçlü bir şekilde Türkiye’nin yanında yer almıştır. 2 Ocak 1975 tarihinde Libya halkının Türk halkına desteğini iletmek üzere Türkiye’ye gelen Libya Başbakanı Callud yaptığı açıklamada şöyle diyordu: Libya halkı olarak bizim şu veya bu şekilde kopan tarihi bağları tekrar birleştirmek konusunda ısrarımız vardır. İki ülke arasında köprülerin onarılması için her türlü gayreti göstermeye hazırız. Arap milletiyle Türk milletinin bir araya gelmesi büyük bir olaydır.
5 Şubat 1975 tarihinde Türkiye’ye ABD yardımının kesildiği, Türkiye’ye silah getiren gemilerin geri çevrildiği günlerde Libya savaş uçakları ve füzelerini Türkiye’nin hizmetine vermeye hazır olduğunu bildirmiş ve Türkiye ile bir Petrol Anlaşması imzalayarak, 3 milyon ham petrol ve 200 bin ton fueloli düşük fiyata vermeyi taahhüt etmiştir. Libya ayrıca elindeki bütün uçak yakıtı rezervlerini de Türkiye’ye tahsis etmiştir. Böylesi bir dostluğun unutulması mümkün değildir.
Libya sadece ekonomik olarak değil jeopolitik konumu itibarıyla da Türkiye açısından önemlidir. Sömürgeci ülkeler Mısır’ı ele geçirip Osmanlının karadan Libya ile bağlantısını koparmışlar, ardından denizden ablukaya alarak Libya’yı ele geçirmişlerdi. Bunun anlamı “Türkiye’nin kuşatılması” demekti. Bugün de aynı durumun gerçekleştirilmeye çalışıldığı görülüyor. Bu açıdan Yunanistan’ın; Libya’ya ait deniz yetki sahalarını ele geçirmeye çalışması, Türkiye’nin Libya ile doğrudan irtibatlı deniz alanının kalmaması ve Türkiye’nin kuşatılması demektir. Aynı hak kaybına maruz kalan Türkiye nasıl bu konunun farkına varıp Arnavutluk ve KKTC’ni uyarmışsa, aynı şekilde Libya’nın da yanında olmalı ve haklarını korumalıdır. Buna Libya’nın ekonomik kaynaklarının ve toprak bütünlüğünün korunması da dahildir.
Türkiye’nin Libya Ulusal Geçiş Konseyi’ne yardımı hem kuvvetli bağlarının olması hem de BM tarafından tanınan meşru hükümet olmasından dolayıdır. Türkiye Aralık 2015 tarihli “Libya Siyasi Anlaşması” belgesine göre kurulan ve BM tarafından tanınan hükümetin meşruiyetini öne çıkarıyor. Aslında Libya Ulusal Geçiş Konseyi kurulduğunda, BM aldığı kararla sadece bu hükümetin silah teminine izin vermişti. Ancak 2014 de çatışmalar artınca tüm askeri sevkiyatlar “Yaptırımlar Komitesi’nin iznine tabi tuttu ve 2016 yılında bunun için bir izleme komitesi kuruldu. Ancak Fransa ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi devletlerin BM kararına aykırı olarak Hafter güçlerine aşırı derecede silah yardımı yaptığı görülmektedir. Üstelik bu silahlar sivil halkı, hastahaneleri ve sağlık görevlilerini hedef alıyor, savaş suçu işliyor. Fransa bir helikopterinin düşmesi ve askerlerinin hayatını kaybetmesi ile bu yardımı kabul etmek zorunda kalırken, ABD’nin Birleşik Arap Emirlikleri’ne sattığı tanksavar füzeleri Hafter kuvvetlerinde çıkıyor. Türkiye’nin ise dengeyi sağlamak için meşru hükümete zırhlı araç ve keşif uçakları desteği sağladığı iddia ediliyor.
Libya’nın parçalanmaya ve böylece doğal kaynaklarına el konulmaya çalışıldığı böylesi bir ortamda Türkiye’nin Libya’ya ve Libyalılara sırtını dönmesi beklenmemelidir. Libya halkına haksızlık yapılmakta ve bölgede Libya’yı yok etmeye yönelik kirli oyunlar oynanmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin Libya’nın toprak bütünlüğünün ve doğal kaynaklarının korunarak, Libya’nın bir an önce istikrara ve refah ortamına dönmesi için elinden geleni en etkili şekilde yapması normaldir. Unutulmamalıdır ki, Libya’nın güvenliği Türkiye’nin güvenliği ile doğrudan ilgilidir.
Sonuç
Jeopolitik, bir ülkenin coğrafi konumunun kaçınılmaz olarak o ülkenin dış politikasını belirlemesidir. Bunun yanında Libya stratejik konumu ve zengin kaynakları nedeniyle birçok ülkenin ilgisini çekmekte ve bu yüzden müdahalelere sahne olmaktadır. Mevcut uluslararası sistemin kaynaklara tek başına sahip olmaya yönelik projeleri ise bölge insanına acı vermektedir. Bu durum en açık biçimde Libya’da görülmekte ve bazı ülkeler Libya’nın BM tarafından tanınan meşru hükümetini tanımak yerine kendi menfaatleri açısından buraya müdahil olmak istemektedir. Bu açıdan uygulamalara bakıldığında ise sömürgeci yayılmada daha önceki büyük güçlerin genişlemelerinden farklı ahlaki bir kusurun olduğu görülmektedir.
Diğer taraftan bölgede yaşanan çatışmaların sona ermesi ve Libya’nın huzura kavuşması ise ancak eşit ve adaletli paylaşım ile karşılıklı kalkınmayı esas alan projelerin geliştirilmesi ile mümkün olabilecektir.