Harvard Üniversitesi profesörlerinden olan Samuel Huntington, Soğuk Savaş Döneminin ardından Foreign Affairs dergisinde yazdığı, “Medeniyetler Çatışması” isimli makaleyi genişleterek 1996 yılında kitap haline getirdi. Huntington bu çalışmasında, Batı’nın dünyayı yönetmek adına sahip olduğu araçlarından söz ederek, yeni dünya düzeninin medeniyetler arasındaki mücadele sonunda belirleneceğini ifade ediyordu. Dünyayı okuma yeteneği zayıf ve dönem itibarıyla güç zehirlenmesi altında yanlış değerlendirmeler yapan bu şahsın yüzeysel düşüncesi fazla bir değerlendirme yapılmadan doğru kabul edilerek uygulamaya konuldu. Oysa medeniyet sadece maddi değil, manevi varlıkları da kapsayan binlerce yıllık bir birikimi ifade ediyordu ve bu açıdan Afganistan civarında oluşan 5000 yıllık Harappa Uygarlığının birikimin 1776 yılında kurulmuş olan bir devletten çok daha fazlasını ifade ettiğinin gözden kaçırılmaması gerekiyordu.
Üstelik bu uygarlık, kuzeyden gelen ve ondan da eski bir uygarlıkla birleşerek daha da güçlenmişti. Milattan önceki dönemlerde Türklerin bu bölgeye gelişi Akhunlar, Göktürkler, Gazneliler, Selçuklular, Timur Devleti, Özbekler, Harzemşahlar, Avşarlar ve Babürler devletleriyle 20. Yüzyıla kadar kendini göstermiş, bölgede yaşayan halklarla aralarında kuvvetli bağlar oluşturmuştu. Bu “gönül bağı” denilen açıktan görünmeyen, kalpten kalbe giden ve ancak bu medeniyeti hazmetmiş insanların anlayabileceği bir işbirliğini yansıtıyordu. Bu bağ sonradan oluşturulan, değerleri olmayan ve kendi kendilerini medeni olarak isimlendirdikleri sahte yapıda hayali bir dünyada yaşayanların hiçbir zaman anlayamayacağı bir bağdı. Medeniyet sadece güç, silah ve sayıca üstünlük gibi maddi değerlerle değerlendirilemez. Medeniyet değerler demek, adalet demek. Medeniyet ve kültür bir derinlik içerir ve bunun iyi anlaşılması gerekir.
Bölgedeki direnişçi askeri yapıyı anlamada bu birikimin de iyi analiz edildiği söylenemez. Bu anlaşılamazsa da bölge gerçeklerine aykırı, maddi değerler üzerine inşa edilmiş ve silahlarla donatılmış bir gücün gerçekler karşısında nasıl birkaç günde dağılıp gittiği de anlaşılamaz ve “biz bunu değerlendirememiştik” diyerek olay geçiştirilir ve bu yine bu fark anlaşılamadığı için savaşan güçlerle, çocuklar ve kadınlar ayırt edilmeksizin sivil halkın üzerine bombalar yağdırılır, katledilir. Sonra da oluşturdukları sözde güçler karşısında hızlı ilerleyişi anlamaya çalışırlar. Öyle ki Afganistan’da birçok yerleşim yerinin birkaç motosikletli tarafından ele geçirildiği de görüldü. İlerleme hızı da zaten motosikletlerin hızı ile orantılıydı. Ellerinde daha hızlı araçlar olsa büyük ihtimalle Kabil’e daha hızlı ulaşacaklardı. Halk desteği olmadan böylesi hızlı bir ilerleme zaten gerçekleştirilemezdi.
Bölgedeki kültürü derinleştiren ve güçlendiren diğer bir unsur ise “din” unsurudur. Bölgenin mevcut kültürü, her ne kadar günümüzde bazı güçler tarafından değişime uğratılmaya ve bozulmaya çalışılsa da esas anlamda İslam kültürü ile daha da güçlenmiştir. Fikir, ideoloji ve din bağlamında ideolojilerin bireye, din düşüncesinin ise genel olarak tarihin her döneminde ideolojilere karşı üstün geldiği iyi değerlendirilmelidir. Roma, Hristiyanlara zulmetmiş ancak sonunda bütünüyle onu kabul etmek zorunda kalmıştı. Daha sonraki dönemlerde de bu devam etmiştir. Sovyetler Birliği döneminde, komünist ideolojinin etkisi altında dine karşı açılan savaş da başarısız olmuştu. Oysa “Medeniyetler Çatışması” tezi ile birçok konuda temelden yoksun ve yanlış esaslar üzerine kurulu Batı Medeniyetinin karşısına “İslam Dini” konulmuş, İslam’a savaş açılmış ve kamuoyunda İslam karşıtlığı ve hatta düşmanlığı oluşturulmaya çalışılmıştır. Ne yazık ki, birçok kimse de böylesi bir konuyu değerlendirme derinliği olmadığından, kaybedileceği kesin olan bir savaşta kendi kendini yok etmeye ilerlemiştir. Her ne kadar Biden, tuzağa düştüklerini ve güçlerini bu anlamsız savaşta tükettiklerini anlayarak, “Rusya ve Çin, ABD’nin bu bitmeyecek anlamsız savaşta kendisini yok etmesini istiyor.” demesine rağmen konunun birçok kesim tarafından hala anlaşılmadığı da görülmektedir. Algı yönetiminde bir olumsuz haberi düzeltmek için en az 10 olumlu haber yapılması gerektiği bilinir. Konu ile ilgili öyle yanlış değerlendirmeler ve öylesi algı yönetimi yapıldı ki, gün geldi hatalı değerlendirmelere bunu yapanlar inandı ve inanmaya devam ediyor.
Oysa inançların güç ile yok edilmeyeceği ve değerleri olanın daha avantajlı olacağı bilinen bir gerçektir. İşte bu yüzden değerin maddi vasıtalarla ifade edildiği bir dünyada, bazı insanların fakir de olsa ekmeğini komşusu ile bölüşerek zenginleştiği ve bunun o toplumu daha güçlü yaptığı bir türlü anlaşılamıyor. İşte yine bu yüzden köklü medeniyete sahip olanlar aralarında fikir ve düşünce ayrılıklarını da kritik dönemlerde unutup kendi değerleri için bir araya gelme yeteneğini gösterebiliyorlar.
Medeniyet, değerler demektir. İnsanı esas almayan ve her şeyi çıkarlar üzerine inşa eden bir düşüncenin uzun süre ayakta kalması mümkün değildir. ABD Başkanı Biden’in, Afganistan’da gelişen durumdan sonra kendisine bu ülkede yardım edenleri orada kendi kaderlerine bırakarak askerlerini alıp gitmesini “Tek sorumluluğunun Amerikan Çıkarını korumak” olarak nitelendirmesi herkesin anlaması gereken bir yüzeyselliğin ve değerlerden yoksun olmanın ifadesi. Bu daha önce Ermenilere ve Yunanlılara yerine getirilemeyecek vaatler verip komşularıyla arasında kan davası oluşturan ve daha sonra da çıkar gereği onları kaderleriyle baş başa bırakıp giden zihniyet ile aynı. En kritik anda çıkarı için geldiği yerlerden yine çıkarı için çekip giderken, uçaklara binmek için çırpınan ve ABD kargo uçağının iniş takımlarına tutunmaya çalışırken düşen insanlar da yaklaşık 47 yıl önce ABD’nin Vietnam’dan çekilirken bıraktığı insanlarla aynı. Kaçmaya çalışanların bir kısmı işgalci güçlerle geçmişte işbirliği yapanlar. Bir kısmı ise mevcut durumu kullanarak Batı’da kendisine yeni bir yaşam kurmak isteyenler. Her durumda Batı sahip olduğu sahte değerleriyle kendine güvenen insanları yıkıp geçiyor. Bunu değerlendiren Çin’in Global Times gazetesi Tayvan’ı uyararak bir gün aynı şeyin onların da başına geleceği yorumunu yapıyor, tarih tekrar ediyor ve böyle giderse de devam edecek görünüyor.
Durum bazıları tarafından anlaşılmaya başlandı. Daha çok da konuşulacak gibi. Alman Başbakanı Merkel, “Afganistan konusunda değerlendirmeler yanlıştı” derken, Cumhurbaşkanı Steinmeier, bu görüntüleri Batı siyaseti için utanç verici olarak vurguluyor. İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace, Afganistan’da yenildiklerini ve Taliban gerçeğini kabul ediyor, Financial Times, geri çekilmeyi Kuzey Atlantik ittifakının bu yüzyıldaki en büyük ve maliyetli çöküşü olarak yorumluyor. The Sun gazetesi ise başyazısında utanç verici ve aşağılayıcı bir manzara derken, Daily Express olayı trajik bir başarısızlık olarak değerlendiriyor. Rusya Dışişleri Bakanı, Taliban etkili ve duruma hâkim olduğunu savunurken, eski ABD Dışişleri Bakanı Condeleezza Rice, Taliban’ın bundan sonra daha duyarlı ve çağa uygun hareket edeceğini söylüyor ve Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, savaşı onlar kazandı, onlarla konuşmamız gerek diyor.
Bazıları hala 2001’de Afganistan’a müdahale gerekçeleri üzerinden fikir üretmeye çalışırken, Rusya ve Çin, Afganistan’daki yeni duruma uyumlu hareket ediyor. Batı ise yenilgiyi kabul edip Taliban ile yeniden temas kurma imkanların arıyor. ABD zaten 2011 yılından beri Taliban ile görüşüyor. Taliban ise bazıları samimiyetine inanmamasına rağmen, 1990’lı yıllardaki Sovyet işgali şartlarındaki konumundan ve uygulamalardan dersler çıkararak peş peşe açıklamalar yapıyor; kin gütmeyeceklerini söylüyor, işgalcilerle işbirliği yapanlar dahil genel af çıkarıyor, eşit şartlarda kapsayıcı bir hükümet kurulması için çalışmalarını sürdürüyor.
Afganistan dış müdahalelerden çok zarar gördü ve insanlar onlarca yıldır acı çekiyor. Ülkedeki karışıklıklardan Afganistan’a komşu ülkeler de güvenlik bakımından ve ekonomik yönden büyük zarar gördü. Yüzbinlerce Afganlı Pakistan, İran ve Türkiye gibi ülkelerde yaşıyor. Yapılması gereken bölgeyi bir an önce istikrara ve huzura kavuşturmak ve insanların tekrar kendi topraklarına dönmesini temin etmek. Bu aşamada bir an önce Afganistan ile tarihi, dini ve kültürel bağları olan Türkiye’ye ve Afganistan üzerinde emperyalist bir emeli olmayan iyi niyetli komşularına ülkenin yeniden yapılandırılmasında büyük görevler düşüyor.