Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

NATO Zirvesi ve Askeri Yansımaları: Planlar/Gerçekler

Güray ALPAR
05 Temmuz 2021 12:53
A-
A+

14 Haziran 2021 tarihinde, NATO’ya üye 30 ülkenin devlet ve hükümet başkanlarının bir araya geldiği 2021 yılı NATO Zirvesinde ana gündem, askeri bir güç olarak ortaya çıkan Çin ve Rusya’ya karşı alınacak önlemler ile 2030 yılına kadar NATO’nun hedeflenen yapısıydı.

Zirvenin ilk gününde NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg 30 NATO ülkesinin 8 konuda oybirliği ile karar aldığını açıklayarak o konuları şöyle sıraladı:

- Siyasi dayanışma, işbirliğinin ve iletişimin genişletilmesi: Bunun için daha sık toplantılar yapılacak ve müttefikler arasında yoğun bilgi akışı sağlanacak,

- Daha caydırıcı bir savunma kapasitesine kavuşmak: Bunun için askeri, sivil ve altyapı olarak üç bütçede daha fazla harcama yapılacak,

- Ulusal hedefler konularak toplumsal dirençlerin arttırılması: Gerek salgınlar gerekse dezenformasyon ve siber güvenlik alanlarında daha güçlü hale gelinecek,

- Teknolojik üstünlüğün kazanılması: Geliştirme fonları oluşturulacak ve üniversiteler ile ortak çalışacak teknoloji merkezleri kurulacak,

- Uzak bölgelerde daha güçlü ortaklıklar kurulması: Asya Pasifik, Afrika ve Latin Amerika'daki ülkelerle daha yakından işbirliğine gidilecek,

- Ukrayna ve Gürcistan güvenlik güçlerine eğitimler verilecek ve kapasite artırımı sağlanacak,

- İklim değişikliğine karşı askeri operasyonlar ve NATO aktivitelerinde daha az emisyon salınımının sağlanması konusunda çalışmalar yapılacak,

- 2022'de yeni stratejik konseptin oluşturulması için faaliyetler hızlandırılacak.

İlk bakışta zirve, bir önceki ABD Başkanı Trump döneminde sarsılan Transatlantik İttifakın yeniden kurulduğu ve NATO’nun soğuk savaş yıllarındaki gibi güçlü bir şekilde bir araya geldiği izlenimi verse de NATO’nun kuruluşundan bu yana geçirdiği aşamalar ve günümüz koşulları değerlendirildiğinde bunun gerçekte böyle olduğu veya olabileceği pek söylenemez.

Böylesi kapsamlı bir güvenlik sistemi içerisinde durumun ve hedeflerin gerçekçi olarak belirlenmesi ve buna uygun tedbirlerin geliştirilmesi yapılması gereken en önemli faaliyettir. Daha başlangıçta yapılacak stratejik değerlendirme hatalarının ise daha sonra taktik düzeltmelerle ortadan kaldırılamayacağı da bilinen bir gerçektir.

Öncelikle 04 Nisan 1949 tarihinde kurulan NATO’nun kurulduğu yıllardaki şartlar ile günümüz koşulları aynı değildir. O yıllarda savaştan yeni çıkan, yıkılıp yakılmış Avrupa, güçlü bir Sovyet tehdidi ile karşı karşıyaydı ve bu durumda ayakta kalabilmek adına ABD’nin askeri ve mali yardımına ihtiyaç duyuyordu. Günümüzde ise karşımızda farklı bir Avrupa bulunmaktadır. Birçok bakımdan Rusya ile ekonomik ilişkileri gelişmiş ve bu ülkeye karşı enerji ve ekonomik bağımlılığı bulunan Almanya ve Fransa gibi ülkeler, Rusya ile bu ilişkilerinin devamını arzulamakta ve Rusya’ya karşı bazı yaptırımlara katılsalar da bunu daha ileri safhalara taşıma kararlılığını göstermekten uzak durmaktadırlar. Aynı durum bazı konularda Çin için de geçerlidir.

NATO’nun kuruluşunda Almanya dışarıda tutulmuştu. İlk NATO Genel Sekreteri Lord Ismay, 1949 yılında yaptığı bir açıklamada; örgütün amacının "Rusları dışarıda, Amerikalıları içeride ve Almanları aşağıda tutmak" olduğunu belirtmişti. Almanya 1955 yılında örgüte kabul edilse de ülke üzerindeki ABD kontrolü bugüne kadar hep devam etti. Merkel 2013 yılında ortaya çıkarılan bir dinleme skandalı sonrası ‘Dostlar arasında birbirini dinlemek olmaz’ demişti. Belki Merkel’in, Alman ve Amerikan istihbarat servislerinin işbirliğinden haberi yoktu. Belki de bu yüzden Merkel, "Eğer toplumumuzu korumak istiyorsak Avrupa kaderini kendi eline almalıdır" diyordu.

Diğer taraftan NATO bünyesinde en büyük kırılma Fransa idi. Fransa daha başından beri NATO içinde ABD ve İngiltere’nin yakınlaşmasından rahatsızdı ve buna karşı kendisine bazı ayrıcalıklar talep ediyordu. Bu yüzden Fransa, İngilizlerin AB’ne girişine uzun yıllar karşı çıkmıştı. 1961 yılında üyelik için AB’ne başvuran İngiltere, De Gaulle’nin 1969 yılında Cumhurbaşkanlığından istifa etmesinden 4 yıl sonra 1973’te AB’ye katılabilmişti. Charles de Gaulle, yayımlanan anılarında da anlattığı gibi, "NATO'ya her zaman şüpheyle bakan" bir devlet adamıydı. De Gaulle, 1966 yılında "Fransa'nın bağımsız bir savunma politikası olması gerektiği" düşüncesiyle, ülkesini NATO'nun askeri kanadından geri çekti. NATO'nun Paris'teki Genel Merkezi ve askeri karargahları 1967'de boşaltıldı ve "apar topar" Belçika'ya taşındı. Böylece Fransa Avrupa’nın kendisine en fazla ihtiyaç duyduğu Soğuk Savaş Döneminde, NATO içinde yer almadı. NATO’nun askeri kanadına dönüşü ise Sovyet tehdidinin ortadan kalktığı dönemden neredeyse 20 yıl sonra (2009) gerçekleşti.

İngiltere’nin Avrupa Birliğinden (AB) ayrılmasından sonra AB içinde tek nükleer güç olarak kalan Fransa’nın, günümüzde NATO’ya karşı tavrı yine olumsuz. Fransa, AB’ni kullanarak ABD’den bağımsız kendi hedeflerini gerçekleştirmek istiyor. Macron, Rusya’yı bir tehdit olarak görmüyor ve açıkça NATO’nun, Fransa’nın Afrika ve Orta Doğu bölgesindeki menfaatlerini destekleyecek bir güç olması gerektiğini ima eden açıklamalar yapıyor. 2019 yılı kasım ayında “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” diyen Macron’a göre ABD, Orta Doğu’ya olan ilgisini kaybederek Asya’ya yönelmiştir. Bu şartlar altında Fransa’nın ABD yanında Çin ve Rusya’ya karşı riskli operasyonlara girmesi zaten çok mümkün görülmemektedir.

Soğuk Savaş Döneminin ardından, bilindiği üzere 7- 8 Kasım 1991 tarihinde Roma Zirvesi’nde yayınlanan 10 başlıklı “Yeni Stratejik Konsept” ile NATO’nun dönüşümünün nitelikleri belirlenmiş ve güvenlikle ilgili yeni yaklaşımlar ve tehdit algılamaları tanımlanmıştı. Bu bildiride; artık merkeze yönelik geniş çaplı bir saldırı tehdidinin olmadığı belirtilmiş; siyasal, ekonomik ve sosyal istikrarsızlıklar, milliyetçi ve etnik çatışmalar, kitle imha silahlarının yayılması, göç ve aşırı dini akımlar gibi konular güvenliğe ilişkin yeni riskler olarak sıralanmıştı. Bundan sonra ise özellikle yaratılan sahte tehditlere göre Orta Doğu’da gereksiz çatışmalara girilmiş, ABD ve NATO yıpratılmış ve kazanamayacağı mücadeleler içine sokulmuştu. Ne gariptir ki, NATO ve ABD böylesi ortamlarda vakit kaybederken, Çin’in askeri ve ekonomik, Rusya’nın ise askeri alandaki gelişimi de aynı dönemde gerçekleşmiştir. Eğer birtakım güçler tarafından oyuna getirilmemişse, bu gerçekten NATO ve ABD için hedef belirlemede stratejik seviyede büyük bir hatadır.  Trilyonlarca dolar harcamaya rağmen Afganistan ve Irak gibi bölgelerde verilen kayıplardan sonra geri çekilmeye karar verilmesi, bu yanlış kararlar ve başarısızlığın bir sonucu olarak düşünülebilir.

Yine NATO’nun 2030 için Siber Tehditlere karşı almayı planladığı tedbirler de geç kalmış gibi görülmektedir.

CIA Eski Başkanı ve Savunma Bakanı Leon Panetta, 2012 yılında yetkilileri ve halkı “Siber Pearl Harbor” konusunda ikaz etmişti. Bu uyarıya rağmen 2013 yılında ABD Senatosunda yapılan bir duruşmaya çağrılan üst düzey bir Pentagon yetkilisi, F-35 programına ait bazı verilerin çalınmasının, ABD’nin büyük bir avantajını ortadan kaldırdığını itiraf etmişti.  Kendal’a göre birçok bilgi halen çalınmaya devam ediyordu. Buna rağmen gerekli tedbirler alınamadı veya alınmadı. Siber saldırılar devam etti. 2020 yılı içerisinde ABD içerisinde yaşanan siber saldırılan göz önüne alındığında durum daha da vahim görünüyor.

2020 yılı mayıs ayı içerinde ABD istihbaratı Çin’den gelen siber saldırıları soruşturduğunu açıklamıştı. Yıl sonunda ise ABD sistemlerinin ulusal güvenliği tehdit eden ve nereden geldiği tespit edilemeyen büyük bir siber saldırıya uğradığı açıklaması geldi. Bir uyarı mesajı yayınlayan ABD Siber ve Altyapı Güvenliği Ajansı (CISA), yapılan saldırıları karmaşık ve “ciddi tehlike” olarak yorumladı. Öyle ki, ne zamanda beri saldırı altında olduğu, hangi bilgilere nüfuz edildiği ve bu bilgilerin nerelerde kullanıldığı veya kullanılacağının hasar tespiti dahi yapılamamıştı. Hasarın büyüklüğünü tahmin etmek zaman alacaktı. Biden’in yapılan saldırılar hakkında “Bilmediğimiz çok fazla şey var. Kontrol altında olduğuna dair de bir delil yok. Hasarın boyutlarını bilmiyoruz.” açıklaması da ilginçti.

ABD ve NATO, Orta Doğu’da vakit kaybederken, Covid 19 pandemi sürecini Rusya ve Çin çok iyi değerlendirmişti. Bu dönemde özellikle yeni geliştirilen silahlar büyük çaplı operasyonlarda denenmiş, Rusya ve Çin yüzbinlerce askerin katıldığı tatbikatlar yaparken, ABD’nin bölgedeki müttefikleri ile gerçekleştirdiği küçük operasyonlar bunun caydırıcı bir karşılığı olmaktan uzak kalmıştı.  Nitekim Letonya Silahlı Kuvvetler Komutanı Raimonds Graube’nin yapılan küçük bir tatbikat sonrası, “Ruslar 50 bine yakın askerle bu tatbikatı yaparken, yaptığımız bu küçük tatbikatın Rusya’yı provoke etmesinin mümkün olamaz” açıklaması bu dengesizliği bariz bir göstergesi. Graube’nin, “Letonya’nın helikopter üssü bile yok ama Ruslar’ın İskender füzeleri hemen dibimizde.” açıklaması ise yoruma gerek bırakmayacak bir çaresizliğin ifadesi gibi.

Diğer taraftan NATO’nun belirlemiş olduğu kuvvet yapısı ve vizyonu için ihtiyaç duyduğu mali kaynak artırımının sağlanması da Covid 19 Pandemi salgını sonrası dünyanın içine düştüğü ekonomik durum göz önüne alındığında pek mümkün görülmemektedir. Soğuk Savaş Döneminde bile gerekli harcamaları yapmayarak bunu ekonomik gelişmesi için kullanan Avrupa, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra askeri gücünü ve harcamalarını daha da azaltmıştır. Bu ülkeler birçok defa gündeme gelmesine rağmen bugüne kadar bariz bir artırıma da gitmemişlerdir. Zaten AB içindeki devletlerin askeri harcamalarının; Yunanistan’dan başlayarak, Baltık Denizine giden hat üzerinde ve Rusya’ya yakın devletlerde fazla olduğu ancak Batıya gidildikçe bunun düştüğü görülmektedir.

Yaşanan en önemli sorunlardan birisi de NATO’nun kendi içinde yaşadığı bölünmelerdir. Özellikle ABD’nin gereksiz bir şekilde Türkiye’ye karşı uygulamaları NATO’yu bu bölgede oldukça zayıflatmış görülmektedir. Fransa ve Yunanistan’ın da NATO hedeflerinden daha çok Türkiye’yi yıpratmak amacında oldukları bilinen bir gerçektir. Bütün bu kırılmalar sonrası, ABD’nin yanında sadece Rusya sınırındaki küçük devletlerin kaldığı söylenebilir ki, bunların da son derece yetersiz paramiliter denilebilecek bir yapıda olduğu görülmektedir.

Bütün bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde, NATO içerisindeki geçmişten gelen eşitsizliğe dayanan sorunlar çözülmeden güvenliğe yönelik sağlıklı bir yapılanmanın çok kolay gerçekleşmeyeceği açıktır. Kısacası durumu ve gerçekleri göz ardı ederek bir ittifak sağlamak mümkün değildir ve bu konuda NATO içerisinde alınacak daha çok yol olduğu düşünülmektedir.