Ukrayna’da çatışmalar giderek uzarken, savaşın giderek Avrupa’nın diğer bölgelerine doğru yayılma ihtimali de artıyor. Gelişen olaylar yanında, Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki’nin son açıklamaları da bu yönde.
Daha önceki yazılarımızda bu durumu ifade ederken, bir noktada II. Dünya Savaşı ertesinde yaşananların bölge dışından planlandığını, Avrupa’nın planlama safhasına dahil olmadığını ve sadece kendisine verilen rolü oynadığından bahsetmiştik. Temel düşüncemiz, Avrasya kıtası dışında, tek başına bir güç merkezinin oluşmasının zorluğu ve böyle bir gücün oluşmasının, Avrasya’daki bazı aktörleri yanına almadan mümkün olamayacağı idi.
Strateji oluşturmada diğer bir önemli konu ise Avrasya’da bir güç merkezinin oluşmasının önüne geçmekti. Bunun ise yapılacak manevralarla, Avrasya içindeki muhtemel güç merkezlerinin birbiri ile çatıştırılması ve bir araya gelmemeleri için aralarında tampon bölgeler oluşturulması gerekiyor. Zaten Soğuk Savaş Döneminde yapılanlar da bunlardan ibaret ve bu dönemin sona ermesinden itibaren yapılanlar da bundan farklı değil.
ABD, bölge dışı bir aktör olarak, Soğuk Savaş Dönemi ertesinde zaten planlamalarını yapmaya başlamıştı. ABD’nin eski Yugoslavya’daki savaşa dahil olmasının arkasında “8. Koridor” planının olduğunu, Avrupa ancak 20 yıl sonra fark edebildi. Bilindiği üzere Asya’dan Avrupa’ya, Balkanlar üzerinden geçen toplam 10 ulaşım koridoru bulunmaktadır. Bunlardan 8’incisi Bulgaristan’ın Varna Limanından başlayıp, Makedonya ve Arnavutluk Durres Limanı üzerinden Adriyatik Denizine ulaşır. Bu koridorun kontrol altına alınması demek, enerji yönünden başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın kontrol edilmesi anlamına gelir. ABD bu hattı ve civarını kontrol edebilmek maksadıyla, Yugoslavya’daki Etnik Savaşa ve Kosova’daki çatışmalara müdahale kararı almıştı. Başlangıçta ABD’nin kendilerine yardım ettiğini düşünen ve yapılan yatırımlara sevinen ülkeler bile olmuştur. Ancak plan gerçekleştikten ve ABD bu bölgeye fiziki olarak yerleştikten çok sonraları, önce Almanya daha sonra da diğer AB ülkeleri hakiki niyeti anlayabildiler.
Avrupalı yöneticilerin anlayamadığı, anlasalar da ellerinden bir şey gelmediği başka planlamalar da var elbet. Kuzeyden güneye başka hatlar da zaman içinde oluşturuldu ve gerek Akdeniz gerekse Baltık Denizi bölgesindeki diğer koridorlar da kontrol altına alındı. Böylelikle AB ile Rusya ve Çin arasında sözde bir tampon bölge oluşturulmaya çalışıldı. Daha da önemlisi Ukrayna Savaşı uzatılarak hem AB hem de Rusya ve Çin’in ekonomik, askeri ve siyasi gücü, bölge dışı aktörlere muhtaç olacak şekilde, kontrol edilebilir bir seviyeye getirilmesi gündemde. Bütün bunlar ise Avrupa başta olmak üzere, bölgenin geleceği için hiç de olumlu olmayacak gibi gözüküyor.
ABD’nin eski Başkanı ve 2024 seçimlerinde Başkan adayı Donald Trump, ABD’nin Afganistan’dan çekilişini ülke tarihinin en utanç verici anları olarak nitelerken, bu beceriksiz olayın Putin’i Ukrayna’ya işgale teşvik ettiğini söylemişti. Aslında Biden, başından beri Ukrayna’ya asker göndermeyeceklerini sık sık söyleyerek ve söyleterek bir anlamda Putin’i teşvik etmişti. Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki’nin Rusya’nın Ukrayna’ya girişinin saatler öncesinde, “hiçbir senaryoda Ruslar ile savaşmak için Ukrayna’ya asker göndermeyeceklerini” söylemesi de akıllarda. Son NATO Zirvesinden çıkan kararlarda da Ukrayna açısından somut bir sonucun olmaması gerçekten düşündürücü.
Diğer yandan savaşın giderek artan maliyeti ve artan lojistik ihtiyaçlar da sorun olmaya devam ediyor. Tıpkı II. Dünya Savaşı öncesi İspanya İç Savaşında (1936-1939) olduğu gibi yeni silahlar deneniyor, eskimiş silahlar ve mühimmatlar elden çıkarılıyor. Ancak uzayan/uzatılan savaş, giderek Avrupa’daki devletler için de sıkıntılar yaratacak gibi gözüküyor. Wagner'in sözde isyanı ise Rusya’yı zayıflatmış olmaktan ziyade, elemanlarının Belarus’ta tertiplenmeleri nedeniyle, başta Polonya ve Litvanya olmak üzere bazı ülkeler için durumu daha da tehlikeli hale getiriyor ve savaşı, nükleer savaş dahil olmak üzere Avrupa’nın içine taşıyacak gibi gözüküyor. Bu açıdan Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki’nin tedirginliğini iyi okumak gerekiyor.