Her insan rüya görür. Ancak herkes istediği rüyayı göremez. Analitik Psikolojinin kurucusu İsviçreli Psikiyatrist Carl Gustav Jung (1975-1961), Doğu Afrika’da bir kabile ile ilgili araştırmalar yaparken, bu insanların “rüya görmediklerini” söylemeleri karşısında şaşırdığını ifade eder. Konuyu derinliğine araştırdığında ise değişikliğin yabancı güçlerin bu bölgeye geldiklerinde başladığını, İngilizlerin bu bölgeye gelişleriyle birlikte ise artık anlamlı rüya göremediklerini ve sorumlu İngiliz Yönetim Memurlarının kabilenin davranışlarını yönlendiren “büyük rüyalar” görme işlevini devraldıklarını öğrenir (Jung, 2017:48). Oysa Afrika “Bantu” inancında insanların atalarıyla iletişiminde en önemli işlevi rüyalar görüyordu.
Bir bilim insanının araştırmalarıyla ortaya koyduğu bu husus, sadece Doğu Afrika değil, belki de bütün Afrika kıtası için geçerli. Bu insanların, yaratılan acımasız sömürge düzeni içinde sahip oldukları her şey ellerinden alındığı gibi rüyalarına bile el konulmuş. Rüyalarına el konulan ülkelerden birisi de bugünlerde adı sıkça geçen ve yaratılan sahte algılarla yeni sömürgecilik oyunlarının gözdesi olacağı anlaşılan Mozambik’tir. Bu araştırma Mozambik ve çevresini tarihi, kültürel, siyasi ve kültürel açıdan bir değerlendirmeye tabi tutarak, bölge gerçekleri ile ilgili bazı sonuçları yeni bir bakış açısı ile ortaya koymayı hedeflemektedir.
Bölgenin Stratejik Önemi
Mozambik ve çevresinin tarih içerisinde stratejik açıdan her dönem kontrol edilmek istenilen bir bölge olduğu görülür. Süveyş Kanalı açılmadan önce bu bölge, Hindistan’a giden yol üzerinde bir üs ve ticaret bölgesi olarak stratejik bir öneme sahipti. Günümüzde de Tanzanya, Güney Amerika ve Madagaskar arasında; Botsvana, Zimbabve, Malavi, Zambiya, Svaziland (2018 yılından itibaren ismi “Esvatini” olarak değiştirilmiştir) gibi ülkelerin denize çıkış yeri ve ekonomik kaynakları ve stratejik madenleri kontrol eden konumu nedeniyle önemlidir.
Mozambik ve civarında kullanılan diller
Mozambik’te eski sömürgeci ülke dili olan Portekizcenin yanı sıra, 40’tan fazla dil ve lehçe konuşulmaktadır. Yerel dillerin hepsi bu bölgelerde geçerli olan Bantu dilleri arasında yer almaktadır. Araştırmalara göre Portekizceyi konuşanların oranı neredeyse %10’lara düşmüştür. Halk, geçmişten gelen tepki nedeniyle, zorunlu olmadıkça Portekizce konuşmak istememekte ve genelde yerel dilleri tercih etmektedir.
Günümüzde Tanzanya, Mozambik, Kenya ile birlikte; Ruanda, Uganda, Burundi, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Malavi, Kenya gibi bölgelerde yerel unsurların kendi aralarında anlaşabildikleri etnik dil Svahili olup, neredeyse 100 milyona yakın kişi tarafından bilinmektedir. (Bu dil ve kültür büyük bir ihtimalle bölge ülkelerini gelecekte bir araya getirecek ve ortak projelere yöneltecek en önemli unsur olacaktır).
Tarihi Perspektif
Bölge dünyanın en zengin tarihine ve birikimine sahiptir. Tarih bir anlamda yaşananlardan arta kalan anlamlı izlerin kullanılabilir bilgilere dönüştürülmesidir. Tarihçinin tarihi anlamlı kılma görevi de var. Eğer yeni bir hayat ve düşünce tarzı yaratılmak isteniyorsa, bu bölgenin tarihinin de anlamlandırılması gerekir.
Bu açıdan bakıldığında antropologlar ilk insanın Afrika kıtasında, Mozambik kuzeyinden ve Kenya civarından dünyaya yayıldığını kabul eder. Muhtemelen insanın ortaya çıkışından sonraki 5 ya da 6 milyon yıl, insanlık tarihi Afrika’da geçti (Diamond, 2010: 30-39). Mozambik’in bulunduğu bölgenin hemen kuzeyinde yer alan bölgede 6 milyon yıl öncesine ait insan çene kemikleri bunu doğrular (Alpar, 2014: 2). Yine aynı bölgelerde yapılan araştırmalarda 4 milyon yıl öncesine ait kalıntılar bulunmuştur.
Bu açıdan değerlendirildiğinde Mozambik ve kuzeyindeki; Tanzanya, Kenya gibi bölgeler insanlık ve medeniyet tarihi açısından çok değerlidir ve mutlaka incelenmeyi hak eder. Afrika’da Mozambik’in kuzeyinde, bugünkü Tanzanya topraklarında bulunan ve “İnsanlığın Beşiği” olarak bilinen “Olduvai Boğazı” bölgesinde, günümüzden yaklaşık 2 milyon yıl öncesine ait çeşitli aletler bulunması ve hemen sonrasında yine bu dönemlere ait simetrik bir güzelliğe sahip ve neredeyse bir milyon yıldır kullanılan bir el baltasının daha bulunması, bilim adamlarını şaşkınlık içinde bırakmıştır. Gözyaşı damlasına benzer ve dikkate değer bir dengeye sahip bu el baltası çağının zarafetini yansıtıyordu. Yine günümüze ulaşan bilgilerden, o dönemlerde dahi insanların; ip, torba ve örgü yapmak için hayvan derilerini en estetik şekilde kullanabildiğini öğrenebiliyoruz. Bazı araştırmacıların aksi görüşlerine rağmen, eskiden yaşamış insanların zihinlerinin bizimkinden geri olmadığı ortada. Araştırmacı Thomass Wynn, milyonlarca yıl öncesine ait bu el baltasının yapımının, tamamen modern yetişkin insanınkine benzer bir beyin yapısı ile gerçekleştirilebileceğini savunuyor (Zerzan, 2004: 17-20). Aynı düşünceyi, sosyal bilimci Gowlett de savunmakta ve yoğunlaşma, el becerisi, üç boyutlu algılama gibi günümüz insanına özgü olduğu düşünülen özelliklerin, milyonlarca yıl önceki insanlarda da olduğunu bilimsel olarak ortaya koymaktadır (Gowlet, 1984).
Şüphesiz bölgenin bu kadim kültür ve tarihi, sömürgeci güçlerin bölgeye girmesi ve rüyalarına bile el koyması ile alt üst olmuştur. Oysa Babilli tarihçi Berose’ye göre; ilk sosyal toplumlar milyonlarca yıl süren bir derinlikten sonra belirmişti ve medeniyetin ilk temsilcileri tarihin karanlıkları içinde kaybolmuş bir kökün geleneklerini muhafaza ediyorlardı (Uslubaş ve Dağ, 2007: 3). Derin kültüre sahip olmayanlar sadece maddiyata odaklanan düşünce yapısı içinde medeniyetlere de saygı duymuyordu.
MS ilk yüzyıldan başlayarak, bugünkü Mozambik topraklarına, kuzeyden ve batıdan “Bantu” toplulukları gelerek yerleşmeye başladı. Bu bölge ayrıca Hint Okyanusunda denizaşırı seferleri mümkün kılan rüzgarların etkisinde olduğundan, burada kıyıları kapsayan liman şehirleri oluşturuldu. Böylece Mozambik ve çevresini kapsayan ve günümüze kadar gelen bir Svahili dili ve kültürü de oluşmuş oldu. Bu liman şehirleri ise Ortaçağda; Somali, Mısır, Etiyopya, Arabistan, İran ve Hindistan’dan gelen tüccarların uğrak noktasıydı (Nevitt, 2017).
Bantu toplulukları geleneksel olarak zaten yüce bir Tanrı’ya inandıklarından İslam dinine geçmeleri kolayca gerçekleşiyordu. Afrika’nın kuzeyinden, Mozambik’e doğru uzanan kıyılar İslamiyet dininin ortaya çıkışından hemen sonra Araplar vasıtasıyla İslamiyet ile tanıştı. Daha sonraları bu bölgeler daha da gelişen ticaret merkezleri haline geldi ve zenginleşti.
Sömürge Laneti
Ancak Portekizlilerin bu bölgelere gelmesi ile acıların yaşandığı karanlık bir dönem başlayacaktı. Vasco da Gama donanması ile Hindistan’a ulaşabilmek için çıktığı seferde, 1498 yılında Mozambik kıyılarına gelince Sevahil dünyasına el atmış oldu. Afrika’da “Bambara” inancına göre, yaratılan her şey topraktan gelmiştir ve yine ona döner. Yine Afrika yerli inançlarında yasak meyvenin yenilmesi hikâyesi vardır. Mozambik ve Kongo’daki bazı kabilelerin inançlarında ise Cennet yaratılınca “tahu” ağacının meyvesinin yenilmemesi konusunda yasağı çiğneyen insanoğlu, meşakkatli bir hayatı yaşamak zorunda bırakılmıştır. Bu meşakkatli hayat düşüncesi tam da bu bölgelerde geçerliydi ve sömürgecilerin bundan sonraki süreçte bir kâbus gibi bölge halkının üstüne çöktüğü ve ellerinde ne varsa alıp götürdüğü görüldü.
İlk gelişlerinde Batılılar bölgedeki kaynakların farkına varmışlardı. Nitekim bölge hakkında ilk bilgileri topladıktan sonra Gama, 1505 yılında bu sefer ateşli silahlarla donattığı bir donanma ile Mozambik’e tekrar geldi ve Sevahil toplumunun her bir şehir devletini 10-15 yıl içinde teker teker yerle bir etti. Öyle ki Tanzanya’daki Kilve Sultanlığının sarayı ve diğer binaların kalıntıları ancak 2000’li yıllarda ortaya çıkarılabildi. Medeniyete sahip olmayanlar, medeniyete düşman oluyorlardı ve Portekizlilerde gelişmiş silahlara sahip olunca kendilerini medeni sanıyordu.
Sömürge öncesi dönemde Afrika batısında, Somali’den başlayarak Kenya, Tanzanya ve Mozambik’e kadar uzanan bölge “Sahiller” manasında Arapça’da “Sevahil” olarak isimlendirilmişti. Sömürgeci ülkeler ise “Swahili” olarak yazmayı tercih etmişlerdi. Portekizliler böylelikle 1538 yılında özellikle sahil noktalarında kritik noktalara yerleştiler. 1836 yılında ise Mozambik’i sömürgeleri olarak ilan ettiler ve Portekiz Doğu Afrika’sı olarak isimlendirdiler.
Bu dönemde bölgede işgücü ihtiyacını karşılamak için İngilizler; Hindistan’dan, Hollanda ise Endonezya’dan çalışabilecek genç insanları zorla Doğu Afrika sahillerine taşıdı. Yine 19’uncu yüzyılda Hintlilerin ve Endonezyalıların Hint Okyanusu adaları ile Mozambik, Kenya, Tanzanya ve Uganda gibi yerlere taşındığı ve Afrika asıllılar ile bunların birbirine düşürülmeye çalışıldığı görüldü.
Mozambik, Süveyş Kanalının açıldığı 1869 yılına kadar Hindistan’a giden yol üzerinde stratejik noktalardan en önemlisi olarak yerini korudu. 1885 yılına gelindiğinde ise Berlin Anlaşması ile Afrika, Portekiz dahil yedi büyük Avrupa ülkesi ile yeni bir paylaşıma tabi tutuldu. 1890 yılında Portekiz, Angola ve Mozambik’i birleştirerek “Birleşik Güney Afrika Koloni İmparatorluğu” oluşturmak istedi ancak İngiliz ve Almanların karşı koyması ile bunu gerçekleştiremediler.
Birinci Dünya Savaşı esnasında, Güney Afrika Devleti de Mozambik’i ele geçirme hedefini açıklamış, bu esnada Tanzanya’yı kontrol eden Almanlar sınırı geçerek Mozambik’in kuzey bölgelerini kontrol etmişlerdi. Savaş sonunda Almanya kaybedince “Kionga Üçgeni” savaş tazminatı olarak Portekizlilere geri verildi. Sömürgeler, bazı ülkeler için karlı bir refah kaynağıydı. Alışan ise bunu ne pahasına olursa olsun devam ettirmek istiyordu. Portekizliler de öyle yaptı. 1950’lerden sonra bile Mozambik’e bağımsızlık vermek yerine, denizaşırı sömürgesi olarak ilan etti.
Köle Ticaretinde Mozambik
Portekizliler yüzyıllar boyunca köle ticaretini Mozambik üzerinden yürütmüşlerdi. Özellikle 16 ve 19’uncu yüzyıllar arasında buradan dünyaya çok büyük miktarda köle ticareti gerçekleştirildi. Sadece 19’uncu yüzyılın ilk yarısında Portekizlilerin köleleştirip başka yerlere gönderdiği köle sayısı 500.000’i buluyordu. Portekizlilerin, zaman zaman sorunlar yaşasa da bu konuda işbirliği yaptığı ülke komşusu Fransa’ydı. 1850-1900 arasında 120.000’e yakın Mozambikli köle işçi Fransız sömürgelerinde çalıştırılmak üzere gönderilmişti. Fransa Komor adalarından Mayotte ve Madagaskar için ihtiyaç duyduğu ucuz iş gücü açığını, Portekizlilerin yardımı ile Mozambik’ten sağlıyordu. Ardından Güney Afrika ve Zimbabve gibi madenler için de Mozambik’ten işçi talep edildi. Halk gayri insani tutumları nedeniyle Portekizlilerden nefret ediyordu ve bu Portekizlilere karşı Mozambik topraklarında bir direnç yaratıyordu. Ülkenin önemli bir kısmının sömürgeleştirilmesi bu nedenle 1924 yılına kadar devam etti. Ülkenin çoğu sömürge haline getirilince de bu sefer Avrupa’dan bu ülkeye göçmen getirilmeye başlandı. 1930’larda 20.000 kadar olan Avrupalı işçi sayısı, 1960’lı yıllara gelindiğinde neredeyse 100.000’lere ulaşmıştı. 1970 yılına kadar ise Portekiz’den bu ülkeye 200.000’den fazla Portekizli çiftçi ve işçi getirip yerleştirdi. 1970’lerin başında, Mozambik topraklarında 250.000’den fazla yabancı nüfus yaşarken, özellikle Güney Afrika ve Zimbabve madenlerinde 500.000’den fazla Mozambikli işçi çalışıyordu.
Bağımsızlık ve İç Savaş
Gine Bissau 1974 yılında Portekiz’den bağımsızlığını kazanırken, Angola ve Mozambik ancak 1975 yılında Portekiz’den bağımsız olabildi. Portekizliler uzun yıllar bu bağımsızlığı önlemeye çalışmışlar 70.000 kişilik askeri kuvvetlerine rağmen başarılı olamamışlardı. Mücadele kanlı geçmişti. 10 yıl süren Kurtuluş Savaşı'nda Portekiz'in 100 bin Mozambikliyi katlettiği tahmin edilmektedir.
Yüzyıllardır acılar yaşayan Mozambik halkının yaşadıkları onca olayın ardından, 24 saat içinde bütün Portekizlilerin ülkelerini terk etmesini istemeleri bu yüzdendi. Buna rağmen eski sömürgeci ülkeler bu bölge ile bağlarını koparmak istemediler ve dışarıdan müdahalelerine çeşitli yöntemler kullanarak devam ettiler. Yaşanılan onca acılara rağmen 2008 yılında dünyada yaşanan ekonomik krizde bile binlerce Portekizli iş bulmak için bu bölgelere tekrar dönmüştür.
Nitekim kimsenin bu bölgeyi kendi haline bırakma niyeti yoktu ve ülke üzerinde oyunlar devam ediyordu. Öyle ki Mozambik, bağımsızlığını kazanmasının üstünden iki yıl bile geçmeden, 1977 yılında başlayan ve 15 yıl süren bir iç savaşa sahne oldu. Bu esnada komşu ülkelerden buraya asker sevkiyatı yapıldı. Örneğin, Zimbabve 10.000 kişilik bir askeri gücü bu ülkede kullandı. İç savaş döneminde milyonlarca Mozambikli komşu ülkelere sığındı birçoğu iç savaşta hayatını kaybetti. Kıtlık gibi dolaylı sonuçları da hesaplandığında, 17 yıl süren bu kanlı iç savaş nedeniyle 1 milyona yakın Mozambiklinin hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Acılar savaştan sonra da devam etmiş iç savaş sırasında döşenen yüzbinlerce mayının temizlenmesi 2015 yılına kadar sürmüştür.
Marksist yapıdaki Mozambik Kurtuluş Cephesi (FRELIMO), 1962 yılında kurulmuştu. Bu hareket, Sovyetler Birliği ve Çin’in de desteği ile 1975 yılındaki bağımsızlığın kazanımında önemli bir rol oynamıştı. Ancak bağımsızlık kazanılınca, bu kez komşu ülke Zimbabve’de Güney Afrika ve ABD desteğiyle Mozambik Milli Direnişi (RENAMO) adıyla karşı bir hareket başlamış ve böylece iç savaşa giden yol açılmıştı.
1989 yılında Sovyetler Birliğinden gelen yardım azalınca, yardım olmadan ayakta kalamayacağını düşünen, Marksist-Leninist çizgideki Mozambik Kurtuluş Cephesi, çok partili hayata geçmeyi ve yeni anayasayı kabul etti ve 1990 yılı kasım ayında Komünizmi terk ettiğini ilan etti. 1992 yılında Mozambik Kurtuluş Cephesi ile Mozambik Milli Direnişi anlaşarak iç savaşı sona erdirdi ve Mozambik Halk Cumhuriyetinin adı Mozambik Cumhuriyeti olarak değiştirildi.
Ardından, 1994 yılında seçimler yapıldı. Mozambik, 1994 yılında İslam İşbirliği Teşkilatına (Ülkede çok sayıda Müslüman yaşadığından), 1995 yılında ise İngiliz Milletler Topluluğuna (Geçmişte İngiliz sömürgesi olmadığı halde) üye oldu.
İslam’ın Kayıp Ülkesi Mozambik ve Müslümanlarına Uygulanan Zulüm
Mozambik Müslümanları, dünya üzerinde en fazla zulme ve baskıya maruz kalan gruplardan birisidir. Yüzyıllardır üzerlerinde uygulanan katliam ve baskılara rağmen yine de büyük bir sabır ve inançla ayakta kalmayı başarmışlardır. Bu baskıların günümüzde de tam anlamıyla sona erdiği söylenemez.
Aslında sorun, sömürgeci güçlerin her istediklerini yapmalarının önünde, Müslümanları bir engel olarak görmeleriydi. Misyoner rahiplerin bölgedeki Müslüman olmayan grupları ikna etmeleri daha kolaydı. Ama Müslümanları değiştirmek pek kolay değildi. Bu yüzden bölgedeki insanlar yoğun bir Hristiyanlaştırma projesine tabi tutulup, daha öncesinde hiç Hıristiyan bulunmadığı halde zamanla toplum yapısı değiştirildi ve Müslümanlar hiçbir hakkı olmayan ve yok sayılan gruplara dönüştürülmek istendi.
6. yüzyıldan itibaren Portekiz’in sömürgeci uygulamalarına maruz kalan Mozambik topraklarında Müslümanlar, işgal güçlerine karşı yüzyıllar boyunca direndiler. Bu süreçte zaman zaman Osmanlı Devleti’nin de yerli halka destekleri olmuş, ancak coğrafi uzaklık ve ülkenin içinde bulunduğu şartlar sebebiyle kalıcı bir başarı sağlanamamıştır. Gerçekten de belgeler incelendiğinde, Osmanlı Devleti’nin Batılı güçlerin Afrika’da sömürgecilik faaliyetlerinin önlenmesine yönelik büyük mücadelelerinin olduğu görülür. Osmanlı Devleti bu ülkedeki Müslümanlar ile ilgilenmiş, Maputo’da bir cami ve bir de okul yaptırmıştır. Güney Afrika’ya Müslümanları eğitmek için gönderilen Ebubekir Efendi’nin 1869 yılında kaleme aldığı Beyanü’d-Din isimli eserin önsözünde, Osmanlıların 19’uncu Yüzyılda Kızıldeniz’den başlayarak, Mozambik üzerinden Güney Afrika topraklarına kadar Müslüman ahaliye elinden geldiğince destek olduğu anlatılır. Bu bölgedeki insanlar için Osmanlı bir umuttu. Hicaz demiryollarının yapılırken bu bölgedeki Müslümanlar arasında kayda değer önemli bir miktarda para toplayarak bu yardımı Osmanlı başkentine ulaştırmışlar ve bu nedenle Mozambikli Müslümanlar II. Abdülhamid tarafından madalya ile ödüllendirilmiştir (BA, Y.MTV, 10 Ramazan 1323, nr. 280/40). Bu madalyalar Müderris Hişam Nimetullah tarafından Mozambik’in Natal şehrinde törenle sahiplerine verilmiştir. Bölgedeki Müslümanlar ile Osmanlı arasında gerçek bir gönül birliği oluşmuş ve bütün Müslümanlar Osmanlı’yı kendilerinin koruyucu olarak kabul etmişlerdir. Öyle ki Mozambik Müslümanları Balkan ve Trablusgarp Savaşlarında da Osmanlıya desteklerini sunmuşlardır. Nesiller boyu anlatılan bu hikayeler günümüzde de sözlü olarak bölge Müslümanları arasında yaşamaya devam etmektedir.
Portekiz sömürge idaresi ile bölgeye gelen Cizvit papazlarının görevi, Mozambik ve civarındaki Müslümanlar ile yerli halkı Hıristiyan yapmaktı. Augustine ve Dominiken papazları ise misyonerlikten ziyade altın ve köle ticaretini organize etmekle görevliydiler. Uygulamada yerli halk, Hıristiyan bile olsa, sömürgeci ülke vatandaşı ile aynı kiliseye bile gidemiyordu.
Bütün bu çalışmalar olurken İslamiyet’in Mozambik’in kıyılarından iç kesimlere ulaşması, Portekizlilerin Hindistan’dan bölgeye getirdikleri Müslümanlar vasıtasıyla başladı ve hızlı bir gelişme gösterdi. Bu gelişmede Uman’ın başkenti Maskat’daki merkezini Mozambik kuzeyindeki Zanzibar adasına taşıyan, Bu Said hanedanının büyük etkisi vardı. Bu hanedan Portekizlilerin bölgedeki en büyük rakibiydi ve Doğu Afrika Müslümanlarına rahat bir nefes aldırmıştı. 1770’li yıllarda Kur’an öğreten okullar ve camiler açıldı. Bu durum sömürgeci güçleri rahatsız etti ve göçe sınırlama getirildi. Buna rağmen 1836 yılında köle ticareti kaldırılınca, bölgedeki etnik gruplar arasında İslamiyet hızla yayıldı. 1862 yılında Güney Afrika’ya gönderilen Ebubekir Efendi’de birçok defalar Mozambik’e giderek, oradaki Müslümanlarla buluştu. 1875-1876 yılları arasında Mozambik’te incelemelerde bulunan gezgin Elto’da, Müslümanlığın ülkenin iç kısımlarına kadar yayılmış olduğundan bahseder. Bu hızlı yayılış ülkenin her yanında 1920’li yıllara kadar artarak devam etmiştir. Bu yayılma Portekiz idaresini rahatsız etmiş, 1903 yılında Müslümanların evleri ve camilerine yönelik saldırılar gerçekleşmiştir.
Portekizliler 1937 yılında da tüm Mozambik’te Kur’an okutan okulları ve camileri kapattılar ancak Müslümanlar harekete geçince bir yıl sonra tekrar açmak zorunda kaldılar.
Bağımsızlık önce Mozambik’te Müslüman nüfus neredeyse %70’lere ulaşmıştı. 1960 yılında ülkedeki Müslümanların liderliğinde (Mozambik Afrika Milli Birliği) yerli Hıristiyanların da desteği ile sömürgecileri ülkeden kovmak maksatlı bir ayaklanma başlattı. Bunu bir fırsat olarak gören Portekizliler, harekatın başındaki aileleri tutukladı ve on binlerce Müslümanı katletti. Bu olaydan sonra birçok Müslüman ülkeyi terk etmek zorunda kaldı ve Mozambik’teki Müslüman sayısı bu olaydan sonra hızla azaldı.
Bu katliam ve göç sonrası Portekiz Misyoner Atlasına göre 1964 yılında Mozambik’te 800.000 Müslüman, 796.000 Katolik ve 200.000 Protestan bulunuyordu.
Mozambik bağımsızlığını kazandığında, Müslümanlar üzerindeki baskının kalkacağı düşünüldü. Ancak öyle olmadı. Mozambik Kurtuluş Cephesi bağımsızlığın ilanından bir yıl sonra 1976 yılında dini amaçlı tüm dernekleri kapattı. Dini kısıtlamalar sadece Müslümanlara uygulanıyordu. Ülkedeki Müslümanların buna karşı tepki göstermeleri üzerine Mozambik Kurtuluş Cephesi 1983 yılında Mozambik Müslümanlar Konseyi’ni (CISLAMO), resmen tanımak zorunda kaldı. Ancak yine de Suudi Arabistan ve Uman ile işbirliği yaptığı gerekçesiyle, 1989 yılına kadar Müslümanlar yönetime alınmayarak dışlandı. 1990 yılında ülkedeki Müslümanlar, İslam Kongresi adı altında yeni bir teşkilat altında toplandı. Ancak bu dönemden sonra da Müslümanlar için fazla bir şey değişmedi. Bütün çabalara rağmen Müslüman nüfus ayakta kalmayı başardı. Ancak Müslümanlar için yaşam zor. Eğitim almaları engellenmekte ve ülke yönetimi üzerindeki etkileri yok denecek derecede kısıtlanmaktadır.
Ülkenin inanç yapısı ile ilgili hala sağlıklı bilgilere ulaşmak çok zor. Rakamlar maksatlı olarak değiştiriliyor. Dini inanç olarak ülkenin yarısına yakınının, Hristiyan olduğu söyleniyorsa da aslında bunun yarısı Katolik inancına sahip ve Hristiyanlığın diğer inançlarına sahip olanlar arasında da geniş bir dağılım var. Yine geleneksel yerel inançlar sahip olanların oranı da %20’den fazla. Özellikle Batılı kaynaklar, ülkedeki Müslüman oranını %15 civarında vererek azaltma eğiliminde. Ülkedeki Müslümanlar ise bunun doğru olmadığını, ülkedeki Müslümanların oranının %30 ila %40 arasında olduğunu söylemektedirler. Hatta %50’yi aştığını iddia edenler dahi bulunuyor. Müslümanlar özellikle başkent Maputo ve ülkenin kuzey kesimlerinde yoğun. Kaynaklar bu bölgelerde ancak yine kaynaklardan en az pay verilenler de yine bu bölgelerde.
Bu rakamlara göre 31 milyon nüfuslu ülkedeki Müslümanların sayısının 5 milyon ile 12 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakam bunun da üstünde olabilir. Burada asıl olan sayıdan ziyade, bir ülkedeki insanların bulundukları bölgelerde kendilerini ait, mutlu ve huzurlu hissetmeleri.
1990’lardan sonra Müslümanlar, kabinede sadece bir bakan ile temsil ediliyor. Müslümanların eğitim imkanları ve ülke yönetimine katkıları hala çok sınırlı ve yok denecek kadar az.
Buna rağmen Mozambik’in, 1994 yılında İslam Konferansı Teşkilatına asli üye olması ve ardından ertesi yıl İslam Kalkınma Bankası üyeliğine seçilmesi ile 1996 yılında ülkede Kurban Bayramı’nın resmî tatil olarak kabul edilmesi ve 2000 yılında yüksek İslami eğitim için bir üniversitenin açılmasını ileriye yönelik umut veren önemli gelişmeler. Ülkedeki eski sömürge ve iç savaş döneminin, anti-demokratik uygulamalarının bir an önce son bulması ülkenin geleceği açısından çok önemli. Bu ülkedeki Müslümanların dini özgürlükleri sağlandıkça, ülkenin gelişmesine daha fazla katkı vermeye devam edeceklerine şüphe yok.
Yok saymak ve haklardan mahrum bırakmak sosyolojik bir çözüm olamaz. Mozambik huzur ve refah ülkesi olacaksa bu, tüm Mozambik halkının gönüllü katılımı ile mümkün olabilecektir. Mozambik’te sağlıklı bir sosyal yapının oluşturulmasının ve gelişmenin sağlanmasının ancak her türlü inanca saygı göstermekle mümkün olabileceği düşünülmektedir.
Mozambik-Türkiye İlişkileri
Türkiye’nin Maputo Büyükelçiliği 2011 yılında hizmete girdi. Ancak henüz, Mozambik’in Türkiye’de büyükelçiliği yok. THY’nin 2015 yılında Maputo havaalanına İstanbul’dan haftada 3 gün olmak üzere uçuşlara başlaması bu ülkeye verilen önemin bir göstergesi.
2011 yılında 1 milyon doların altında olan ticaret hacmi, 2012 yılında 192 milyon dolara yükseldi. Türkiye bu ülkeden alüminyum, tütün ve taş kömürü ithal ediyor, demir-çelik, elektronik cihazlar ve makine satıyor.
TİKA ise Mozambik’te; kalkınma, eğitim ve sağlık alanında geliştirdiği projeleri ile halka destek oluyor. Türk firmalarının bu ülkede artan yatırımları da mevcut. Ekonomik, kültürel ve siyasi ilişkilerin henüz arzulananın çok gerisinde olduğu muhakkak. Ancak Mozambik ve Türkiye halkları arasında tarihin derinliklerine giden gönül bağları, karşılıklı gelişime ve saygıya dayanan işbirliğine en büyük dayanağı oluşturmaktadır.
Bölgenin Ekonomik zenginlikleri
Bölge, tarihin her döneminde önemli bir ticaret merkezi olma konumunu muhafaza etmiştir. Mozambik’in ekonomik kaynaklarının zenginliği, sömürgecilerin ilgisini her dönemde buraya çekmiştir ve çekmeye devam etmektedir. Bölge ve çevresi tarihsel olarak altın ticaretinin yapıldığı bir alan olmuştur. Piri Reis’de, Kitab-ı Bahriyye isimli eserinde bu bölgeleri anlatırken altın madenlerinden söz eder. Yine 16’ncı Yüzyılda Mozambik sahilleri hakkında ayrıntılı bilgi veren Portekizli seyyah Duarte Barbosa, Mozambik kıyılarında yaşayan Müslümanların yünlü ve pamuklu kumaşlar karşılığında, bölgeden altın aldıklarından ve Mozambik’in arka ülkesi durumunda bulunan (Günümüz Zimbabve, Zambiya, Güney Afrika ve Mozambik toprakları) Monotomapa Krallığı (1430-1760) bölgesinden çıkan altının, Mozambik’e getirildiğinden bahseder. Bu Krallık ile Portekizliler arasında, özellikle altının kontrolü üzerine, uzun döneme yayılan bir mücadele vardı (Oliver, 1975: 208).
Ülkede ayrıca dünyanın en büyük kömür yatakları bulunmaktadır. Mozambik; gümüş, amyant, boksit, beril, alüminyum, uranyum, titanyum, kolumbit, grafit, mika, lityum, tuz, turmalin gibi maden yataklarına da sahiptir. Bunların çoğu stratejik önemdedir. Mozambik’teki Tete bölgesi yakınlarındaki kömür madeni, dünyanın işletilmeyen en büyük kömür madenidir. Son dönemde ülkede 23 milyar ton kömür rezervi daha keşfedilmiştir. Songo bölgesinde ise Afrika kıtasının en güçlü hidroelektrik santrali bulunmaktadır.
Ülkenin başkentinde bulunan Maputo limanı, sadece bu ülke için değil; Botsvana, Malavi, Svaziland, Zambiya, Zimbabve ve Güney Afrika için de önemlidir. Ancak Mozambik halkının bundan tam olarak istifade ettiği söylenemez.
Bunca zengin kaynaklara rağmen, ülkede 2019 yılında ancak 4,7 milyarlık ihracat ve 7.6 milyar dolarlık ithalat gerçekleştirilmiştir. Afrika’nın güneydoğu bölümünde yer alan ülke dünyanın en fakir ülkelerinden birisi olarak kabul ediliyor.
Resmi verilere göre ülkede 1,5 milyonu aşan yetim bulunuyor. Ülkenin 31 milyona yakın nüfusunun yarısından fazlası yoksulluk sınırının altında. Kişi başı milli gelir ise 500 dolar civarında. Birleşmiş Milletler Örgütü 2021 yılı başında, ülkedeki terör saldırıları nedeniyle 1 milyona yakın kişinin acil yardıma ihtiyacı olduğunu açıkladı.
Kaynaklardan başka ülkeler ve küçük bir azınlık istifade ederken, zayıf bir ekonomiye sahip Mozambikliler iş bulmak için daha zengin durumdaki komşuları Güney Afrika ve Zimbabve gibi ülkelere gitmektedirler.
Ülkede 2010 yılında doğalgaz yataklarının keşfedilmesi ise günümüzde bu ülkedeki karışıklıklar ile ülkenin bir mücadele alanına dönüşecek olmasının asıl nedeni.
Mozambik Doğalgazının Hikayesi
2010 yılında Fransız petrol şirketi Total’e bağlı bir Konsorsiyum, Mozambik’te 65 trilyon metreküp rezervli bir doğal gaz arama projesini başlattı. Araştırma bittiğinde Total, 2024 yılına kadarki süreçte bu alan için 20 milyar dolarlık bir yatırım yapma kararı verdiğini açıkladı. Ardından 2020 yılında Mozambik devleti ile bir yatırım anlaşması imzaladı. Bunun anlamı, böyle bir yatırım sonrası Mozambik dünyanın en önemli sıvılaştırılmış doğal gaz ihracatı yapan ülkelerinden birisi olacak olması.
Sorunlar da zaten bu noktada başladı. O güne kadar hiçbir ülke, bölgedeki eğitimsizlik ve geri kalmışlıkla ilgilenmezken, birden Mozambik kuzeyi birçok ülke için cazibe merkezi oluverdi. Önce bir terör örgütü ortaya çıktı ve bu bahane ile bölgeye gelmeyen kalmadı.
Bölgeye ilgi duyan devletler arasında; ABD, Fransa, Rusya Federasyonu, Çin, Güney Afrika, Portekiz, İngiltere yanında bazı AB ülkelerinin de olduğu görülüyor. Hepsinin kendine göre bir planı var. Hepsi bazen bir araya geliyor ama hepsi de Mozambik kaynaklarını paylaşma konusunda birbiri ile rekabet halinde.
Mozambik hükümeti ülkedeki saldırıları önlemek için Güney Afrikalı özel bir güvenlik şirketinden destek alıyor. Rus askerleri de hükümet güçleri ile ortak operasyonlar icra ediyor. İngiliz ve Portekiz güçleri de var.
Fransa’nın etkisi ile AB, bölgeyle askeri bakımdan ilgilenmeye başladı. 2017 yılında “Askeri Planlama ve Yönetim Kapasitesi (MPCC)” Afrika ülkeleri için güvenlik güçlerinin askeri eğitimini üslendi. Proje Avrupa Birliği askerlerinin operasyonlara katılımını da içeriyor. Askeri operasyonlara İspanya ve İsveç’in destek vermesi de söz konusu. Portekiz askerleri zaten başından beri işin içinde.
AB, oluşturacağı Mozambik Misyonunun, Mozambik ordu ve polisini uluslararası hukuk ve insan hakları alanında eğiteceğini ve modern bir ordunun kurulmasına aracılık yapacağını hedef olarak kâğıt üzerinde belirtiyor. Hedef gerçekten oldukça insani ve iyimser. Ancak daha önce girilen bölgelerdeki durumlar incelendiğinde bunun bölgeye giriş için bir bahaneden öte bir anlam taşımadığı da açıkça görülüyor. Bu açıdan bakıldığında, binlerce kilometre uzaktan Brüksel’de masa başı planlamalarıyla, Mozambik halkının ihtiyaçları birbirinden çok farklı. Sorun, burada bazı grupların terör yaratmasının çok ötesinde.
AB, operasyonlar için neredeyse 6 milyar avro ayrılmış durumda. Bu Mozambik’in yıllık ihracatının çok üstünde. Ancak uygulamada operasyonlar için harcanacak miktar en az 5 katına çıkacak. Belki de bu para bölgenin kalkınmasına harcansa terör ve şiddeti yaratan koşullar engellenecek ve sorun kendiliğinden sona erecek. Niyet iyi olduktan sonra çözüme ulaşmak hiç de zor değil.
DAEŞ Tehdidi Müdahale için En Uygun Bahane
DAEŞ tehdidi, bu yüzyılda istenilen bölgelere müdahaleye bahane için en güzel yöntemlerden birisi. Suriye, Libya, Sahel Bölgesi buna örnek olarak gösterilebilir. Böylece müdahaleci ülkeler dünya kamuoyu yanında, kendi kamuoylarının desteğini de kolayca sağlayabilmektedir. Ancak, bugüne kadar bu bahane ile girilen bölgelerin yakılıp yıkıldığı görüldüğü halde, bu örgütün etkisiz hale getirildiği hiç görülmedi. Üstelik her nedense İslamiyet adına hareket ettiğini iddia eden, ancak uygulamaları ile İslamiyet’e zarar veren bu örgütün faaliyette bulunduğu alanlarda yerlerinden edilenler ile hayatlarından olanlar genelde Müslümanlar. Bu şablon Mozambik’te doğal gaz bulunmasından sonra aniden ortaya çıkan terör faaliyetleri için de aynen geçerli ve bölgede ne tür oyunların gerçekleşeceği hakkında şimdiden ipuçlarını vermektedir.
Gerçekten de, DAEŞ ile bağlantılı olduğu iddia edilen ve yayınlanan bir video dışında bugüne kadar ispatlanamayan terör faaliyetlerinin; doğal gaz ve değerli maden yataklarının olduğu, ülkenin kuzeyinde Tanzanya sınırındaki Cabo Delgado bölgesinde, 2017 yılında ortaya çıkması hiç de şaşırtıcı olmadı. Bugüne kadar 5.000’den fazla bölge insanının bu terör saldırılarıyla hayatını kaybettiği öne sürülüyor ancak rakamlar değişken. Ölenler arasında başka ülkelerden gelenler de var ama her nedense örgüt asıl olarak bölgedeki insanları hedef alıyor, zarar veriyor ve evlerinden yurtlarından ediyor. Bölgeden bu konuda masum sağlıklı haberler de alınamıyor. Oysa yönlendirilmiş haberler hızla yayılma imkanına sahip ve tüm dünyada kamuoyunu oluşturuyor. Bu bölgede bir otele saldırı düzenleyen teröristlerin herkesin gözü önünde 12 kişinin başını keserek parçalamaları ve bunun veriliş biçimi verilmek istenen açık mesajı gösteriyor.
Terör saldırılarının yöneldiği yerlerden birisi de turistik bir şehir olan Palma. Fransız petrol şirketi bu bölgede doğal gaz arama projesine başladıktan sonra bu bölge yerel ve yabancı işçilerle dolmuştu. Gelen yabancılar genelde Portekiz ve İtalyan vatandaşlarıydı. Palma Total şirketinin doğal gaz çıkarma tesisine yakın bir bölge ancak yapılan terör saldırılarından tesisler en ufak bir zarar görmedi. Şirket terör faaliyetleri nedeniyle faaliyetlerini durdurduğunu ve bölgeden çekileceğini açıkladı.
Bu öyle bir örgüt ki tam da istenilen fotoğrafları veriyor ve bunu bekleyen basın, dünyaya süratle servis ediyor. 10 Kasım 2020 tarihinde, BBC’nin yayınladığı haberde, Mozambik Devlet Ajansı, ülkenin kuzeyinde İslamcı militanlar 50’den fazla kişi kafalarını kesilerek öldürüldü denilirken, Sputnik haber ajansı 16 Mart 2021 tarihinde “Mozambik’te DAEŞ’e biat eden İslamcı militanlar, annelerinin gözü önünde çocukların kafalarını kesiyorlar” haberini dünyaya servis ediyordu. Britanya merkezli Save the Children isimli yardım örgütünün raporuna göre ise bugüne dek binlerce kişiyi öldürüp yüz binlercesini yurdundan eden İslamcı militanların saldırıları, çocukların kafalarını kesmeye kadar varmıştı. Haberde Elsa isimli 28 yaşındaki bir annenin ifadeleri de yer alıyordu: "O gece köyümüz basıldı ve tüm evler ateşe verildi. Olaylar başlarken dört çocuğumla evdeydim. Ormanlık alana kaçmaya çalıştık, ama en büyük oğlumu yakaladılar ve başını kestiler". Amelia isimli başka bir anne ise "Bu olaydan sonra o köyde yaşamanın güvenli olmadığından emin olmuştuk. Bir başka köyde yaşayan babamın evine gittik. Ancak birkaç gün sonra oraya da geldiler" demişti.
Diğer taraftan olanlar ve anlatılanlar için Save the Children'ın Mozambik Direktörü Chance Briggs, "Bizi her bir hücremize kadar iğrendiriyor. Raporu hazırlamak için ailelerle konuşan çalışanlarımız, annelerle konuşurken gözyaşlarına boğuldu" derken, Birleşmiş Milletler'in (BM) yargısız infazlar özel raportörü de anlatılanları "Sözlerle ifade edilemeyecek kadar vahşi" diye nitelendiriyordu. Doğal olarak bu korkunç haberlere hiç kimse seyirci kalamazdı. Bu haberlerden sonra herkesin üzerinde anlaşacağı tek husus, süratle müdahale edilerek bu örgütün etkisiz hale getirilmesiydi. Bu ise bölgeye müdahale için bekleyen güçler için tam da istenilen bir durumdu.
Bölgede İngiltere, Portekiz ve Rusya'ya bağlı özel askeri birimlerin Mozambik yönetimiyle birlikte askeri faaliyet yürüttüğü biliniyordu. Olaylara seyirci kalamayan ABD Maputo Büyükelçiliği derhal, ABD Özel Kuvvetlerinin, Mozambik Deniz Piyadelerine terörle mücadele eğitimi vereceğini açıkladı. Afrika Birliği toplanarak Mozambik’te DAEŞ’e karşı harekete geçme çağrısı yaptı. 15 üyesi bulunan Güney Afrika Kalkınma Topluluğu'na (GAKT) bağlı ülkelerin bakanları ise yapılan görüşmelerden sonra, toplu bir şekilde Mozambik kuzeyindeki çatışmalara müdahil olunması kararına vardı. Güney Afrika Mozambik’e müdahale için askeri bir güç hazırladı. Güney Afrika yetkililerinin yaptığı açıklamada, Mozambik Kuzeyinde Pemba ve Palma’da kendi vatandaşlarını korumak için gidildiğinin altı çizildi. Kısacası Avrupa, Asya, Amerika kıtasındaki ülkelerle birlikte, Afrika’daki bazı ülkeler de Mozambik’e yardım edebilmek için çırpınıyor. Eski sömürgeci ülke Portekiz ise bu bölgeye müdahale ve Mozambik ordusunu eğitme konusunda en istekli ve atak ülke görünümünde. Hindistan’ın da Afrika kıtasında Madagaskar ve Mozambik gibi ülkelerde askeri amaçlı tesisleri var. Hindistan 2003 yılında Afrika Birliği Zirvesinde Mozambik deniz güvenliği sorumluluğunu üslendi ve o tarihten itibaren bir deniz üssü açılmış oldu.
Afrika kıtasındaki asıl sorun; eğitimsizlik, ekonomik dengesizlikler, aşırı yoksulluk, işsizlik, haksız uygulamalar, kuraklık ve ekonomik sıkıntılar. Bu tür etkenler terörü de yaratan koşullar. Çözüm önerileri ise çoğu zaman askeri. Sorunun temeline inilmeden kısa süreli yüzeysel yaklaşımlar ise sorunu çözmekten ziyade, olayları daha kronik ve içinden çıkılamaz bir hale getiriyor.
Son dönemde Batı Afrika’daki Sahel bölgesinden başlayarak; Doğu Afrika’ya, Somali’ye, Libya’dan Orta Afrika’ya kadar silahlı terör olaylarında ciddi bir artış gözleniyor ve askeri önlemler bu olayları önlemeye yetmiyor. Bu bölgedeki terör faaliyetlerinin de genelde DAEŞ’in merkezi teşkilatından ayrı, uzak yapılanmalar olduğu da dikkat çekiyor.
DAEŞ’in bir noktada, çeşitli hatalar nedeniyle oluşan bu örgütlerle temas kurarak kendi bünyesine kattığı görülüyor. Nijerya’daki Boko Haram, Demokratik Kongo Cumhuriyetindeki “Müttefik Demokratik Kuvvetler” ve Mozambik’teki “Ehli Sünnet vel Cemaat” isimli gruplar DAEŞ’in içinden çıkmayan, ancak bir şekilde bölgesel tepkiler sonucu oluşup, DAEŞ’ın irtibat kurduğu gruplar olarak değerlendiriliyor. Zaten Afrika’da kurulan bu örgüt liderleri de DAEŞ içinde etkin bir konumda olmaktan uzak görünüyor. Böylelikle DAEŞ istediği tanıtımı yaparken, bu örgütler de bir yerde DAEŞ’in yarattığı etkiden istifade ediyor. Bu örgütleri oluşturan koşulları ortadan kaldırmaktan ziyade, bu yapıları, bölgeleri kontrol için kullanma amacı güdülmeye devam edildiği sürece Afrika genelinde çatışma ortamının yeni boyutlar kazanarak, derinleşmesinin de önüne geçilemeyeceği açık.
Mozambik Hükümetinin Dış Müdahalelere Tavrı
Yaratacağı sıkıntılar ve geçmişte yaşadığı sömürgecilik tecrübesi nedeniyle Mozambik hükümeti, yabancı askerlerin ülkede bulunmasına karşı. Ancak büyük bir baskı altında olduğu da kesin. Joseph Stepansky, Al Jazeera’da yayınlamış olduğu bir değerlendirmede, bu baskıya değiniyor ve Mozambik hükümetinin siyasi, askeri ve ekonomik karar yetisini kaybetmemek ve zengin yeraltı kaynaklarını kaptırmamak adına, dış müdahaleye karşı olduğunu belirtiyor. Bir taraftan müdahaleye taraf olanlar mevcut durumu abartıp bir an önce bölgeye girmek isterken, diğer yandan Mozambik Hükümeti durumun bu kadar kötü olmadığını savunuyor (Stepansky, 2021).
Nitekim Palma’da yaşanan terör olaylarından sonra, ülke televizyonu TVM’ye beyanda bulunan bölgedeki operasyonlardan sorumlu komutan Chongo Vidigal’de, Palma’nın güvenli olduğunu ve ordunun tam kontrolü sağladığını açıkça ifade ediyor (Aljazeera, 05.04.2021). Mozambik Hükümeti, doğru bir tespitle, bölgeye dış müdahalenin sorunları içinden çıkılmaz ve daha kronik hale getireceğini düşünüyor.
Sonuç ve Değerlendirme
31 milyonu aşan nüfusu, doğal kaynakları, zengin kültürü ve inanç yapısı ile Mozambik, rüyaları elinden alınmış bir ülke konumunu muhafaza ediyor. Mozambik’te yaşanan sorunlar konusunda çeşitli araştırmalar var ve bu bilimsel raporlara göre huzursuzluk ve sıkıntıların kaynağı sadece bu bölgede terör yaratan gruplara bağlanamayacak kadar derin. Oysa bu ülke mevcut potansiyelini kullanarak bölgesinde huzur ve gelişmenin sembolü bir ülke haline gelebilir. Bunun için yapılması gereken, öncelikle bu ülkeye dışarıdan müdahale etmek isteyen güçlerin uzaklaştırılması yanında, ülkede herkesin inanç ve fikirlerine saygıya dayalı demokratik bir yapının oluşturulması. Ne yazık ki, çoğu zaman adaletsiz bir düzen; ölüm, çaresizlik ve sefaletle beslenen ve çoğu zaman sahte bir “yüce gönüllülük” kılıfına gizlenerek karşımıza çıkıyor. Doğruların yanlış, yanlışların doğru gibi kabul ettirilmeye çalışıldığı günümüz dünyasında modern dünyanın bir bunalım geçirdiği açıkça görülüyor ve az çok derin bir dönüşümün şu ya da bu şekilde kendisini göstereceği açık.
Kaynakça:
Aljezeera (05.04.2021). Mozambique army says town attacked by fighters is now secure, https://www.aljazeera.com/news/2021/4/5/mozambique-army-says-town-attacked-by-fighters-is-now-secure (Alıntı tarihi 04 Mayıs 2021).
Alpar, Güray. (2014). Antropolojik Bakış Açısıyla Stratejik Dünya Tarihi, Palet Yayınları: Konya.
BA, Y.MTV, 10 Ramazan 1323, nr. 280/40.
Diamond, Jared. (2010). Tüfek Mikrop ve Çelik, Çev. Ülker İnce,Tübitak Bilim Kitapları: Ankara.
Ehlert Von Stefan. (19.02.2021). Mozambik, İç Savaş ve biraz umut, https://www. deutschlandfunk.de/mosambik-buergerkrieg-und-ein-bisschen hoffnung. 724.de.html?dram: article_id = 492808.
Freire, Paulo. (2000). Ezilenlerin Pedagojisi, Çev. Dilek Hattatoğlu ve Erol Özbek, Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
Gowlett, John. (1984). Ascent to Civilization, New York: USA.
Guenon, Rene. (2005). Modern Dünyanın Bunalımı, Çev. Mahmut Kanık, Hece Yayınları: Ankara.
Hoffer, Eric. (2007). Kesin İnançlılar (The True Believer), Çev. Erkul Günur, Plato Yayınları: İstanbul.
https://tr.other.wiki/wiki/Bantu_mythology.
https://tr.sputniknews.com/afrika/202103161044046183-mozambikte-iside-biat-eden-islamci-militanlar-annelerinin-gozu-onunde-cocuklarinin-kafalarini/16 Mart 2021.
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-54882590, 10 Kasım 2020.
James, C.Davis. (2011). İnsanın Hikâyesi, Çev. Barış Bıçakçı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları: İstanbul.
Jung, Gustav Carl. (2015). Psikoterapi Pratiği, Çev. Sami Türk, Kaknüs Yayınları: İstanbul.
Jung, Gustav Carl. (2017). İnsan ve Sembolleri (Man and the Symbols), Çev. Hatice Mukaddes İlgün, Kabalcı Yayınları: İstanbul.
Kavas, Ahmet. (2007). Diyanet Aylık Dergisi, Eylül 2007 sayı 201 sayfa 58- 61: Ankara.
Köknel, Özcan. (1996). Bireysel ve Toplumsal Şiddet, Altın Kitaplar Yayınevi: İstanbul.
Kraus, Gerhard. (1990). Human Origins and Developmens from and African Ancestory: London.
Newitt, M.D.D. (2017). A Short History of Mozambique, Oxford University Press: UK.
Oliver, Roland ve Anthony Atmore. (1975). Ortaçağ Afrikası (1250-1800), Cambridge Üniversitesi Yayınları: Cambridge.
Özbaran, Salih. (2005). Ottoman Expansion towards the Indian Ocean in the 16th Century, Bilgi Üniversity Press: İstanbul.
Seydi Ali Reis. (1999). Mir’atu’l Memalik, Haz. Mehmet Kiremit, TTK Yayınları: Ankara.
Uçar, Ahmet. (2008). Unutulmayan Miras, Güney Afrika’da Osmanlılar, Çamlıca Yayınları: İstanbul.
Stepansky, Joseph. (09.04.2021). Mozambique’s conflict and the question of foreign intervention, aljazeera.com. (https://www.aljazeera.com/news/2021/4/9/mozambique-conflict-question-foreign-intervention, (Alıntı tarihi 03 Mayıs 2021).
TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr), Mozambik maddesi.
Uslubaş, Tolga, Dağ Sezgin. (2007). Dünya Tarihi Ansiklopedisi, Karma Kitaplar: İstanbul.
Werner, Alice. (1933). Myths and Legends of the Bantu, George G. Harrap&Co., Ltd.: London.
Zerzan, John. (2004). Gelecekteki İlkel, Çev. Cemal Atik, 2.Baskı, Kaos Yayınları: İstanbul.