Salgın ve Sonrası: Sistemin Yeniden Sorgulanması ve Geleceğe Yönelik Beklentiler
2019 yılı sonlarında Çin’den başlayarak tüm dünyayı etkisi altına alan Korona virüs hastalığının en yaygın semptomları ateş, öksürük, koku duyusunda kayıplar ve nefes darlığı olarak ortaya çıkıyor ve bağışıklık sistemi zayıf olanlar üzerinde ölüme varan etkiler yaratıyor. Her nedense bu durum bize zaten ateş ve öksürük gibi büyük sorunlar yarattığı halde, bunun farkına varılmayışı nedeniyle, insanlara acı ve ıstırap vermeye devam eden ve bağışıklık sistemi zayıf devletleri üzerinde öldürücü etki yaratan mevcut uluslararası sistemin günümüzdeki uygulamalarını hatırlatıyor.
Uluslararası sistem; her ne kadar üzerinde tam olarak anlaşmaya varılmış bir tanımı olmasa da içindeki birimler arasında benimsenmiş/benimsettirilmiş esaslara göre ilişkiler bulunan ve bu sistem ile fonksiyonel ve coğrafi alt sistemleri içerisinde meydana gelen değişikliklerin her birimi bir şekilde etkilediği yapıya denilmektedir. Bilimsel çalışmalar sürekli kendilerini eleştiriye ve gelişime açık tutarken, ideolojilerin doğruluğu tartışılmayan genellemeler içerdiği görülür. Sosyal bilimcilerin uluslararası ilişkiler alanında konuya ilişkin gerçekçi bir analizi ortaya koyabilmesi şüphesiz çalışılan alandaki zeminin iyi tanınması ile doğru orantılıdır. Bu nedenle de sistemin yapısının ve işleyişinin ve uygulamalara hâkim olunması meydana gelen ve gelebilecek olayların açıklanmasına da şık tutacaktır.
İki kutuplu sistemin ardından 21. Yüzyılda artık sadece devletlere dayalı bir güç dengesinin yeterli olabileceği değerlendirilmeye başlanmıştı. Ancak her şeyden önce uluslararası sistemin yapısını bu dönemde sadece askeri-stratejik, siyasal ve ekonomik açılardan tek düzeyde ele almak doğru değildi. Diğer taraftan yeni döneme ilişkin kavramsallaştırılmalarda, ABD başta olmak üzere refahın yaygın olduğu bölgeler “Barış Bölgesi” kalanlar ise “Çatışma Alanları” olarak belirlenmişti. Ancak gerçekte uluslararası sistemdeki var olduğu sanılan-ancak aslında gerçek anlamda dengesizlik olarak nitelendirebileceğimiz- güç dengesinin sürpriz bir etki yaratarak öncekilerden çok farklı bir anlam ve biçimde oluştuğu görüldü. Virüs salgınının ise Barış Bölgeleri ile Çatışma Alanları arasındaki sınırları dümdüz ederek doğrudan beklenilmeyen alanların içine nüfuz ettiği gözlemlendi. Bu anlamda Merkez ile Çevre arasına yerleştirilen Tampon Bölgelerin de bir işe yaramadığı ortaya çıktı.
Mevcut sistem kendisi dışında bir güç oluşmaması için çevre bölgelerde karışıklık çıkarıyor, insanları birbirine düşürüyor, yakıp yıkıyordu. Uluslararası ilişkilerde Realistler, başka bir devlet potansiyel bir düşman ise güçlenmesine imkân vermeden gerekirse savaşa başvurmayı meşru sayıyordu. Diğer taraftan insanı kötü, çıkarcı, saldırgan ve olumsuz bir anlamda ele alarak, soyut nitelikte ahlaki kuralların siyasal eylemlere uygulanamayacağını ileri sürüyorlardı. Yine onlara göre devlet görevlileri öncelikle ulusal çıkarları gözetmek ve dış tehditlere göz önüne alarak ne olursa olsun yapıyı korumak zorundaydılar. Bu sistem içerisinde devletlerin kendilerine rakip olarak gördükleri diğer güçleri sistemde hegemonya kurmasının önlemek için, öyle olduğuna kamuoyunu inandırarak bir seri dış politika uygulamasına giriştiği ve böylece dengeyi korumayı amaçladıkları da görülüyordu. Bu dengeleme ise sert, yumuşak ve asimetrik dengeleme olarak değişik şekillerde gerçekleşebilmekteydi. Bu anlamda son dönemde sadece yeterli imkanlara sahip olmayanlar veya devlet dışı aktörler tarafından değil, devletlerin de sistem ve alt sistemler düzeyinde terörizm ve şiddet gibi asimetrik yöntemleri benimsediklerine de sık sık rastlanmaktaydı. Diğer yandan zaten Globalist görüş, kültür, din gibi parametreleri tamamen ekonomik verilere indirgemişti. Ancak bütün bu görüşlerin yaşanan virüs krizinde yerle bir olduğu, yapılan onca askeri harcamaya ve çabaya rağmen sistemin bırakın dünyaya, kendi vatandaşlarına dahi basit bir maskeyi veremeyecek kadar aciz durumlara düştüğü ortaya çıktı. İyice anlaşıldı ki güç olarak tanımlananlar gerçek güç değil, ekonomi her şey değil, hedefler yanlış belirlenmiş, tehdit değerlendirmeleri yanlış, belki de sistemin dayandığı temel zihniyet bütünüyle yanlış. Bu ise sistemin sorgulanmasını ister istemez gündeme getiriyor.
Liberal felsefenin ortaya koyduğu ve savaşın haklı olabilmesi için; haklı bir neden, meşru bir otorite ve doğru bir amaç olmasını gerektiren standartların belirlendiği ortam (Akal, 2003: 21-24) herkesin ortak bir paydada birleştiği evrensel bir değer haline gelemedi. Oysa savaş ve şiddet her türlü çabanın ortaya konulmasından sonra en son olarak başvurulması gereken bir usul olmalıydı.
Herkes kendi şiddet kullanımının barış ve adalet getirdiğine inanır. Bir Sümer tabletinde “Fakirin Hakkı Yoktur.” yazıyordu. MÖ 416 yılında Miloslular, özgürlükleri için savaştıklarını söylediklerinde Yunanlılar şu karşılığı vermişti: Güçlüler yapmaya muktedir oldukları şeyi yaparlar, güçsüzler de kabul etmek zorunda oldukları şeyi kabul ederler (Thusydiders, 1996: 352). Güçlünün şiddet uygulaması, güçsüzün ise zulme maruz kalması karşısında Rousseau insanın elinde olan ve olmayan olmak üzere iki tür eşitsizlikten söz eder (Rousseau, 2002: 74). Bu durum dünyanın çoğunluğu için elinde olmayan bir hale dönüşmüştü. Diğer yandan Rousseau da eninde sonunda bir eşitliğin sağlanması gerektiğini düşünüyordu. Ona göre insanlık tarihi, ilkel durum ve soygun sisteminin ardından eşitliğin sağlandığı üçüncü aşamaya geçecekti.
İyi işlemeyen ve yanlış sonuçlara götüren sistemin sorgulanması normaldir. Geri kamışlığın, üretememenin, cahilliğin suçu tabi ki sadece bir devlete veya sadece sisteme yüklenemez. Ancak Sistem haksızsa eleştirilebilir. Sistem istenileni vermediği için eleştirilebilir. Sistemi sadece kendiniz için değil, haksızlığa uğramış sessiz mazlumlar adına da eleştirebilirsiniz. Sadece Müslümanlar için değil, diğer din ve inançlara ve farklı kültürlere ait olan insanlar adına da eleştiri yapılabilir. Sistem Suriye’de sivillere yönelik bombalamalarda beton yığınları arasında can veren masum kadın ve çocuklar için de dünyanın en büyük 4’üncü petrol rezervine sahip Irak’ın neden gelişmişlik sıralamasında en alt basamaklarda yer aldığı için de eleştirilebilir. Adaletin merhametten daha üstün olduğu tezinin ise bizi savaşlarda masumları koruma konusunda önyargılarımız tekrar düşündürmeye itmesi de normaldir. Ancak tüm dünya ve gelecek için önemli olan sistemin kendi kendini sorgulayabilmesidir. Ulusal menfaat adı altında yaşanan şiddete karşı eleştirilerimizin temelinde de masumları dokunulmaz kılan bu ahlaki anlayış yer alıyor.
Yaşanan virüs salgını sonrası mevcut uluslararası sistemin aynı kalması düşünülemez ve mutlaka değişime uğrayacaktır. Bu kaçınılmaz. Zaten tek başına sistemi korumaya çalışan ve bu nedenle gerektiğinden fazla dağılan ABD’nin krizlerdeki hassasiyeti ortaya çıkmıştır. Avrupa Birliğinin hantal yapısı içinde ve diğerlerini “öteki” gören zihniyetinin kendisini dar bir alana hapsederek sonunu hazırladığı ise zaten biliniyordu. Kendisini ayrı bir uygarlık olarak niteleyen Rusya’nın faaliyetlerindeki aşırı güç kullanımı Eski Sovyet günlerini hatırlatıyor. Sovyetler Birliğinin dağılmasına neden olan hatalardan ders alarak kendisine yeni bir dünya kurmak isteyen ve artık gücünü saklamayan Çin’in uygulamalarının ise mevcut sistemden ne fark yaratacağı ise merak konusu (Greer, Tanner, China’s Plans to Win Control of the Global Order, May 18, 2020). Bu açıdan bakıldığında ülkemizin geçmişe yönelik tecrübesi ve bilgi birikimi ile bulunduğu bölge ve çevresi için büyük bir potansiyeli bünyesinde barındırdığı söylenebilir. Korona virüs salgını esnasında kendi insanına yönelik başarılı sağlık uygulamaları yanında ihtiyacı olan birçok ülkenin yardımına koşması da ayrı bir değer yaratmıştır. Ancak bu değerler ne derece algılanmıştır. Türkiye bir şeylere kaynakları, teknolojisi ve insan gücünün niteliği ile hazır mıdır? Bir iddiayı sonuna kadar tasarlayıp götürecek yapıyı oluşturabilmiş midir?
Böyle bir ortamda değişim nasıl gerçekleşecektir. İlk akla gelen ihtimal birtakım yamalarla ve düzeltmelerle eskisi gibi devam etmesidir. Bu zaten mevcut sistemde refahtan en fazla yararlananların isteği olacaktır. İkinci ihtimal bu sistemde ve dengelerde önemli değişikliklerin gerçekleşmesidir. Diğer bir ihtimal ise mevcut sistemin ve zihniyetin tamamen değişikliğe uğramasıdır. Bunlardan hangisinin gerçekleşeceğini ise gelişen şartlar ve bu yöndeki çabalar belirleyecektir. Eğer adaletsizlik, acımasızlık, bencillik gibi değerler aynı şekilde devam edecekse merkezlerin değişmesinin de bir anlamı olmayacaktır. Asıl sorun değişim neyi getirecek, boşluk nasıl doldurulacak, yeni bir sistem oluşacaksa önceki sistemin açıklarını nasıl kapatacak, insanlar yeni sistemde farklı olarak neleri bulacaklar.
Dünyaya yönelik yeni bir iddianın ortaya konması rasgele yapılabilecek bir şey değildir. Büyük bir birikimi ve çalışmayı gerektirir. Geleceğin tahmin edilmesine yönelik çalışmalar bir anlamda olası tarihin yazılmasıdır. Bu çalışma kesinlikle bir kehanette bulunma olarak algılanmamalıdır. Kehanet sürprizlere çok fazla açıktır ve gelecekte ne olabileceğine dair sezgiye dayalı fikirlerdir. Şüphesiz yeterli zamanın olmadığı durumlarda bilgi ve tecrübe derinliğine dayalı sezgiler de kullanılabilir. Ancak geleceğe ilişkin bir projeksiyon ortaya konulmak isteniyorsa, bunu çok daha ötesinde ihtimallere dayalı farklı varsayımların sistematik bir şekilde incelenmesi gerekmektedir. Bu çalışmada ne kadar çok faktör göz önüne alınırsa, gerçekleşme ihtimali de o derece artar. Bu anlamda niyetin, amaçların ve araçların uygun bir şekilde uyum içinde olması gerekir. Geleceği planlarken çevrenin tasarlanması, amacı belirlemenin ve stratejik planlamanın sadece bir yönüdür. Burada esas çevrenin sabit unsurları üzerinde uğraşırken ana strateji çevrenin değişken koşulları üzerinde yoğunlaşır. Risk değerlendirmelerine yönelik stratejiler ise bunun tamamen dışındadır. Mesafelerin kısalmasına, zamanın daralmasına ve hıza dayalı olarak gittikçe gelişen teknolojilerle birlikte zamanın artan önemi mekân karşısında değer kazanmaktadır. Bu “durum aynı anda her yerde olmak” düşüncesi ile “hıza” dönüşmüştür. Zaman ve mesafe kavramlarının ortadan kalkmasıyla yıkım hızı da artmaya başlamıştır (Virilio, 1998: 127-128). Bu hız ortamında unutulmamalıdır ki, gelecek artık tek, öngörülebilir ve tahmin edilebilir olmaktan giderek uzaklaşmaktadır. Bu yüzden birden fazla muhtemel geleceğin var olduğunu da görmek gerekmektedir. Alternatif gelecek denilen bu anlayışta olaylar, değişken faktörler de işin içine katılarak olası gelecek durumlara uyarlanır. Zamanda ileri doğru gidildikçe alternatiflerin sayısı da doğal olarak artacaktır. Bu aşamada geleceği etkileyebilecek değişim noktalarının da doğru bir şekilde belirlenmesi gerekir. Bütün bunların üstünde ise sürpriz etkilere karşı da her zaman hazırlıklı olmak gerekir.
Geleceğe yönelik bir düşüncesi olmayan birey, toplum ve devletler tarih içinde kaybolur gider (Alpar, 2015:35). Geleceğe yönelik stratejik görüş bir veya birden fazla kişi tarafından olayların akışı ve sonucunun geleceği nasıl etkileyeceği konusunda bir akıl yürütme sürecidir. Bugünü analiz etme, yarını tasarlama ve bu tasarımı gerçekleştirmedir. Ulaşmaya değer bir gelecek için bugünden çalışmak, günümüze geleceğin koşulları altından bakabilmektir. Ulaşma yollarını ise politika belirleyecektir. Stratejideki belirsizliği zaman içinde politika azaltır. Bütün bunları yapamazsanız ve bazı noktalarda yetersiz kalırsanız şüphesiz istediğiniz sonuçlara da ulaşamazsınız.
Buna göre yapılacak bir çalışma bilinenlere dayanarak bilinmeyenlere ulaşmak amacıyla yapılır. Hedeflerin gerçekleştirilmesine yönelik politikalar geliştirilir. İhtiyaca göre nitelikli insan gücünün ve sağlam bir organizasyonun oluşturulması temel koşuldur. Ortam analiz edilir, beklentiler ve hedefler listelenir ve hassasiyeti olan beklentilerin gerçekleştirilmesine yönelik ilave tedbirler geliştirilir. Bunun yanında tehditler belirlenir, anahtar değişkenler değerlendirilir, öncelikler tespit edilir, ihtiyaçlar ortaya konulur ve kaynak yetersizliğini giderecek tedbirler planlanır. İyi bir strateji sürpriz etkileri asgariye indirmelidir. Her durumda planlamalar zaman içerisinde ortaya çıkacak sürpriz etkileri karşılayacak şekilde revize edilir. Gelecekte değişkenlerin, geçmişte gerçekleştiği gibi aynı şekilde gerçekleşmeyeceği de gözden uzak tutulmamalıdır. Uzun süreci kapsayacak böylesi bir çalışma grubunun; sistemi oluşturma yanında sistem unsurları arasındaki ilişkileri düzenleme, uyumlu çalışmasını sağlama, belirsizlikleri azaltma ve ortaya çıkan veya çıkabilecek engelleri de önceden öngörme ve zamanında ortadan kaldırma sorumluluğu bulunmalıdır.
Yola çıkışta ne ve kim olduğunu bilmemek olamaz. Bu açıdan kimlik yarattığın değerler ve değersizliklerle zihinlerde oluşturduğun algıdır. Kimlik bir topluma ait ortak paylaşılan özellikler olarak sosyal psikolojide gerek kendi gerekse diğerlerinin gözünde nasıl göründüğündür. İnsan nereye ait olduğundan kuşku duyuyorsa o zaman belirsizlikten kaçma adına kimliğine daha çok ihtiyaç duyuyor. Kimlik var olmak için farklılığa gereksinim duyar ve kendi kesinliğini güvenceye almak için bazen farklılığını ötekiliğe dönüştürür. Kimliğin bazen değişken yapısından da söz edilir. Postmodernizm kavramı kimlik tercihini özgür bireylerin tercihine bırakırken, insanlar evrensel kimliğin tercihine yönelik küresel baskılar ile kendi kültüründen gelen geleneksel kimlik arasında bırakılmaya çalışılmıştır. Aynı anlayış, bir zamanlar Çin’in geri kalmasını Konfüçyüs’e bağlarken şimdilerde başarıyı yine ona bağlamasında veya Orta Çağda ilerlemeyi İslamiyet’e bağlarken şimdilerde geri kalmayı da aynı olguyla izah etmeleri gibi çelişkileri de her zaman bünyesinde barındırmıştır (Amin, 2006: 28).
Kimlik nereye ait olduğumuzun da belirleyicisidir. Bir ülkenin hedefleri o ülkedeki insanların ana değer ve inançlarıyla uygun olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında mevcut uluslararası sistemin ortaya koyduğu uygulamalar Türkiye’nin de yer aldığı kadim medeniyetlerin ve kültürlerin bulunduğu Merkez Bölgenin değerleri ile uyuşmamaktadır. Tarih içerisinde güç merkezlerinin ya savaşlar ya da salgın hastalıklar ve felaketler sonucu el değiştirdiği görülmüştür. Mevcut salgının bir savaşa varıp varmayacağını göreceğiz ancak şüphe yok ki Korona virüs salgını sonrasında bazı değişiklikler beklenecek, zayıflamalar kadar güçlenmeler ve hatta güç merkezi olma iddiasıyla ortaya çıkanlar olacak.
Kriz sonrasında; iç bütünlüğü sağlamış kaynaklarını ve nitelikli insan gücünü buna göre dizayn etmiş ve bütün insanlığı kapsayacak sağlam değerlerini ortaya koyabilenler öne çıkacaktır. Ancak buna aday ülkelerin önce kendilerinin bu değerleri içselleştirmesi, inanması sonra da bir model olarak insanlığa sunabilmesi çok önemlidir. Yine ihtiyaca göre nitelikli yetişmiş insan gücünü harekete geçirebilen, liyakati ve adaleti esas alan bir anlayışla bunları görevlendiren, planlayan, gerekli organizasyonu oluşturan ve daha sonra da gelişmeleri dikkatli takip edip sürpriz etkilere karşı tedbirler geliştirenler ve her şeyden önemlisi insanların gönüllerinde yer edenler gerçek güce kavuşacaktır.
Kaynaklar:
Akal, Baki Cemal. (2003). Masumlar Öldürülemez-Masumlar Öldürülebilir: Vitoria El Inca ve Spinoza’da İletişim Hakkı, 24 Güz, Doğu Batı: Ankara.
Alpar, Güray. (2015). Uluslararası İlişkilerde Strateji ve Savaş Sanatının Gelişimi, Palet Yayınları: Konya.
Amin, Samir. Modernite, Demokrasi ve Din, Maki Basın Yayın: Ankara.
Connolly, E. William. (1995). Kimlik ve Farklılık, Çev. Ferma Lekesizalın, Ayrıntı Yayınları: İstanbul.
Greer, Tanner, China’s Plans to Win Control of the Global Order, May 18, 2020. https://www.tabletmag.com/sections/news/articles/china-plans-global-order (Alıntı tarihi 19 Mayıs 2020).
Rousseau, Jean Jacques. (2002). İnsanlar Arasında Eşitsizliğin Kaynağı, Çev. R. Nuri İleri, Say Yayınları: İstanbul.
Thucydides, History of War the Poleponnesian War, Çev. Richard Crawley, Robert B. Strassler (Ed), Touchstone, New York.
Virilio, Paul. (1998). Hız ve Politika, Çev. Meltem Cansever, Metris Yayınları: İstanbul.