Suudi Arabistan’ın 11 Eylül’ü: Petrol Tesislerine Yapılan Saldırının Arkasındaki Mesajlar
Suudi Arabistan 60 milyar dolara ulaşan savunma bütçesi ile dünyanın en fazla silah satın olan ülkelerinden birisi konumunda. GSMH’sının %9’una yakınının savunmaya harcıyor. 30 milyona yakın bir nüfusu olan ülkenin kara ve hava kuvvetlerinin silah ve teçhizat bakımından oldukça yeterli olduğu söylenebilir. 1000’i aşkın tankı, 5.000’den fazla zırhlı aracı, 333’ü taarruz uçağı ve 50’ye yakın taarruz helikopteri ile de bölgede güçlü bir ülke izlenimi veriyor. Suudi Ordusu 2018 yılı itibarıyla dünyada en güçlü 26. ordu olarak gösteriliyor.
Suudi Arabistan silah sistemlerinin alımında dünyada en önde gelen ülkelerinden. Savunmaya en fazla pay ayıran ülke. Bu açıdan silah satmak isteyen ülkelerin en iyi müşterisi konumunda. Suudi Arabistan’ın askeri harcamaları İsrail, İran, Irak, Cezayir’in askeri harcamalarının toplamından daha fazla ancak fazla harcama yapmak bir ülkenin askeri gücünü belirlemek için yeterli değil. Bu silahların kalitesi kadar o ülke insanının savaş kültürü ve birikimi de önemli. Bu açıdan her ne kadar ilk bakışta yeterli gibi gözükse de uygulama alanında yetersizlikler kendisini gösteriyor. Zaten daha önceki saldırılar buna dair emareler vermesine rağmen son saldırılara karşı yetersiz kalması da bunu açıkça gösteriyor. O kadar harcanan para ve alınan silah sistemlerinin saldırılar karşısında yetersiz kalması ise değerlendirilmesi gereken bir konu. Bu olaydan sonra Suudi yetkililerinin iyice düşünüp kendi uygulamalarını ve kendisini yönlendirenleri sağlıklı bir şekilde değerlendirmesi gerekiyor.
Suudi Arabistan yakın ve uzak çevresinde etkisini artırmak istiyor ve bu konuda İran ile rekabet ediyor. Son dönemde bu rekabetin daha da arttığı görülüyor. Bunun sıcak bir çatışmaya dönüşmesi ise bölgede kaygıları artırıyor. Gerilim arttıkça da özellikle İran destekli Yemen’deki Şii isyancı grup Husiler’den gelen füze, roket ve drone saldırıları zaten hassas durumda bulunan Suudi Arabistan’ı zor durumda bırakıyor. Son olarak Suudi Arabistan petrol şirketi Aramco’ya ait petrol tesislerine silahlı insansız hava araçları (SİHA) ile yapılan saldırılar hem prestij olarak hem de ekonomik olarak Suudi Arabistan için gerçek bir darbe oldu. Bu olay bir bakıma Suudi Arabistan’ın 11 Eylül’ü olarak nitelendirilebilir.
Husiler yaptıkları açıklamada yabancı şirketleri bölgeden çıkmaları için uyarıp Aramco tesislerini tekrar vurmakla tehdit ettiler. Olaydan sonra her ne kadar Husiler Suudi Arabistan’daki diğer rafineriler ve havaalanları hedeflerimiz arasında derken, yine de ilk akla gelen ülke İran oldu. İran’la çatışmada yalnız ve çaresiz durumdaki ABD vakit geçirmeden bu saldırının İran’dan geldiğini açıkladı. Trump; Orta Doğu’nun gaz ve petrolüne ihtiyacımız yok ama müttefiklerimize yardım edeceğiz derken, ABD Enerji Bakanı Perry, İran’ı bu saldırıların arkasındaki güç olarak sorumlu tuttu. İran ise bu iddiaları kabul edilemez ve temelsiz bulduğunu açıkladı. ABD bu olayla İran’ı köşeye sıkıştırmak ve uluslararası kamuoyunun desteğini yanına almak istiyor.
Asıl ilginç açıklama Suudi yetkililerden geldi. Bu saldırıların İran’dan geldiğine inanmadıklarını belirtirken, ABD tarafından kendilerine iletilen bilgilerin kesin olmadığını bildirdiler. Bu açıdan bakıldığında Suudi yetkililerin ABD’li yetkililere göre daha ihtiyatlı ve sakin hareket ettikleri görülmektedir.
Özellikle ekonomik kaynakların olduğu bölgelerde istenilen amaca ulaşmak için bölgesel güçlerin birbirine düşürüldüğü ve bunun bölgeyi kontrol etmek için kullanıldığı artık bilinen bir gerçek. Bu oyunun yüzyılı aşkın bir süredir Orta Doğu bölgesinde uygulamaya konulduğu ve sonuç alındığı da biliniyor. Yıllarca süren ve kimseye bir şey kazandırmayan İran-Irak savaşının da kimin işine yaradığı ortada. Bilinen diğer bir gerçek de ABD’nin İran’a karşı sürdürdüğü mücadele de yalnız ve yetersiz kaldığı.
Bu olaylardaki Husi rolü ise ayrıca incelenmeye değer. Arap Yarımadasının en fakir ülkesi olan Yemen’in krize girmesi ile birlikte 25 milyonluk nüfusun yaklaşık %30’unun oluşturan ve 2014 yılında ayaklanan Şii Husi hareketi ülkede oldukça etkin. Ülkedeki Sünni çoğunluk ise bu harekete kuşkuyla yaklaşıyor. Bazı Sünni aşiretlerse Husilerin silahlı mücadeleyle ülke yönetimini tamamen ele geçirme çabasına silahlanarak karşılık vermiş durumda. Ülkenin doğusundaki Şabva bölgesinde, Sünni aşiretler, Husilere karşı çatışıyor. Hem İran hem de Suudi Arabistan bu bölgede kendilerine yakın unsurlarla aralarında açık bir savaşı sürdürüyorlar. Ülkede ayrıca El Kaide olarak bilinen unsurlar da var ve çok sayıda kişinin ölümüne neden olan saldırılar düzenliyorlar. Bölgedeki bu karışık durum nedeniyle bu unsurların arasında diğer ülkelerin de sızdığı tahmin ediliyor.
Bu açıdan değerlendirildiğinde yapılan saldırıların istismar edilmesi ve birtakım çıkarlar için kullanılması da söz konusu. Bu nedenle olayın arkasındaki asıl güçlerin tespit edilmesi oldukça önemli. Aksi taktirde geçmişte olduğu gibi birtakım kurgusal oyunlarla bölgedeki ülkelerin birbirini kırması söz konusu olacaktır ki, bu da bunca acı ve tecrübeyi yaşamış Orta Doğu için yeni acıların yaşanması anlamına gelecektir.