Teoriler Yıkılırken: Avrasya Güvenliği İçin Yeni Bir Yapılanma İhtiyacı
Soğuk Savaş Dönemi sonrasında yeni düzen arayışlarının düzensizlik ve kargaşaya dönüştüğü ve bu dönemin insani açıdan acılarla dolu olduğu görülüyor. Bu dönemde rakipsiz kaldığı söylenen ABD’nin stratejinin hedef prensibini ihlal ederek, bilinçsiz ve gereksiz bir şekilde gücünü tükettiği de bir gerçek. Şüphesiz soğuk savaş döneminde “Rimland” teorisi ile Sovyetleri kuşatan ABD başarılı olmuştu ancak son 30 yıldır elleriyle oluşturduğu bu kuşağı uyguladığı yanlış politikalarla kendi elleri ile yakıp yıkarak karşısına aldığı ve kaybettiği de bir gerçek. Kenar kuşak parçalanırken bu bölgelerde yaşayanlar için güvenlik ihtiyacı her şeyin önüne geçiyor.
İnsanlar ve devletler için güvenlik, var oluşlarından bu yana en önemli ihtiyaçlardan birisi olmuştur. Güvenlik; kişinin ve toplumun kendisini tehlikelerden uzak hissederek korkusuzca yaşayabilme durumudur (Alpar, 2019:466). Günümüzde var olan güvenlik sistemlerinin meydana gelen gelişmeler karşısında yetersiz kaldığı görülmekte ve bu durum insanları ve ülkeleri yeni güvenlik arayışlarına yöneltmektedir.
Şüphesiz tarihin değişik dönemlerinde Avrasya bölgesinde güvenliğin sağlandığı zamanlar oldu ancak bunun sürekliliği her zaman tartışma konusuydu. Her ne kadar Moğolların dönemi bilinçsiz bir saldırı, yağma ve talan dönemi olarak tanımlansa da Moğollar gittikleri bölgelerde emniyet ve asayiş sağlamışlardı (Alpar, 2014:98). Asya’nın neredeyse tamamını birleştiren Moğollar belki de bilmeden uygarlıklar arası ilk kucaklaşmayı sağlamıştı. Atların geçtiği yerler, sadece düşmanlıkların değil aynı zamanda kültürlerin buluştuğu yollardı (Tanju, 2009: 19-19). Moğollar döneminde öyle bir güven algısı oluşmuştu ki, bir kişinin başının üstünde altın bir tepsi ile Anadolu’dan Çin’e kadar korkusuzca gidebileceği söyleniyordu (Alpar, 2015: 177).
Jeopolitik; coğrafyanın politika ile etkileşimini ele alır (Flint, 2006:3). Spykman’a göre jeopolitik bir ülkenin güvenlik politikasının coğrafi unsurlara ve olaylara göre planlamasıdır. Avrasya bu açıdan bütün jeopolitik çalışmalara konu olmuş bir bölgedir ve hemen hemen bütün teori ve projelerin merkezindedir.
Örneğin Mackinder’in “Heartland” teorisine karşı Spykman’ın ortaya koyduğu Rimland teorisi Avrasya’ya yöneliktir. Bu teoriler ışığında Sovyetlere karşı bir “Çevreleme” politikası izlenmeye başlanmış ve NATO ile Norveç’ten Türkiye’ye, CENTO ile Türkiye’den Pakistan’a, SEATO ile Pakistan’dan Filipin ve Yeni Zelanda’ya uzanan stratejik kuşatma hatları oluşturulmuştu. Kenar kuşak da denilen bu hat sayesinde Sovyetler birliği durdurulabilmişti.
Hillary Clington’un Foreign Policy dergisinde yayınlanan “America’s Pacific Century” isimli makalesinde (Clington, 2011), ABD önceliğinin Asya-Pasifik’e kayması gerektiğinden bahsedilmesini de yine bu uygulamaların bir devamı olarak görmek gerekir.
Ancak bugüne kadar Avrasya bölgesinin güvenliğine yönelik bütün yapılandırmalar bölge dışından gerçekleştirilmiş ve özellikle Asya kıtasına yönelik bütünleyici bir güvenlik yapılandırması gündeme gelmemiştir.
Örneğin; Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı ertesinde Mart 1948’de imzalanan Brüksel Antlaşmasıyla kurulan «Batı Avrupa Savunma Örgütü», İkinci Dünya Savaşı ertesinde Batı Avrupa’nın güvenliğinin yeniden yapılandırılması yönündeki ilk adımı teşkil etmişti. Ardından “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP)” oluşturuldu. Ancak Avrupa’da güvenlik arayışları devam etti. Bunun sonucunda Aralık 1998’de İngiliz ve Fransızların St. Molo’da yaptıkları toplantı sonrası yayınladıkları ve Avrupa’nın savunma yeteneklerini ön plana çıkaran bildiri ABD ile AB arasında Transatlantik diyaloğu yaralayan bir süreci başlattı.
2003 yılının başında saha operasyonları icra etmeye başlayan AB, aynı yıl ilk Güvenlik Strateji Belgesi’ni yayımlamıştır. 12 Aralık 2003 tarihinde Brüksel’de düzenlenen Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde kabul edilen Belgenin başlığı, Daha İyi Bir Dünyada Güvenli Bir Avrupa (A Secure Europe in a Better World) idi.
AB’nin ortak bir güvenlik ve savunma politikası geliştirme yolundaki endişelerin asıl nedeni ABD’ne karşı olan güvensizliğiydi. Bu ayırımın giderek derinleştiği açıkça görülmektedir. Kasım 2017’de AB ülkeleri tarafından imzalanan ve üye ülkeler arasında savunma işbirliğini güçlendirmeyi amaçlayan “Yapılandırılmış Daimi İşbirliği Savunma Anlaşması (PESCO: Permanent Structured Cooperation)” niyet beyanı bunun bir göstergesidir. Değişen dünya ve güvenlik anlayışını ifade eden Merkel “Kuşkusuz Avrupa değişen dünyada kendini yeniden konumlandırmalıdır.” derken, bu anlayışı bir adım öne taşıyan Macron “NATO’nun artık ömrünü tamamladığını” belirterek “ABD’ye bağımlı olmadan tek başına kendimizi savunan bir Avrupa’ya ihtiyacımız var.” diyor.
Avrupa kıtasındaki devletlerin askeri alan güvenliğine yönelik yapılanmaları dışında bu çalışmaları paramiliter yapılandırmalarla destekleme gayretleri vardır. Avrupa bugüne kadar FIEP (Yeni ismiyle Dünya Jandarma ve Askeri Statülü Kolluk Kuvveleri Birliği) ve Avrupa Jandarma Kuvveti benzeri yapılanmalarla güvenlik alanında işbirliği ortamı oluşturmaya çalışmış ve bunu ilgi alanlarına doğru (Afrika ve Asya) genişletmiştir. Benzer yapılanmalar, eski sömürgeci ülkeler tarafından kurulup desteklense de Afrika kıtası için söz konusudur. 1963 yılında kurulan Afrika Birliğinin amacı; Afrikalılar arasında dayanışma ve birliği güçlendirmek, toprak bütünlüklerini savunmak ve sömürgeciliği yok etmek olarak belirlenmiştir.
Bu açıdan bakıldığında Avrupa ve hatta Afrika’da bazı güvenlik yapılanmaları oluşturulduğu halde, Asya kıtasında bu konudaki çalışmaların sınırlı kaldığı da görülmektedir. Bu noktada Asya kıtasının bir araya gelme konusunda sıkıntıları bulunmakta ve asıl sorun “güvensizlik” gibi görünmektedir. Türkiye’nin Asya’da Askeri Statülü Kolluk Kuvvetleri arasında bazı konularda işbirliğine yönelik olarak başlattığı ve hiçbir askeri bulunmayan tamamen danışma ve işbirliğini kapsayan TAKM çalışmasına duyulan güvensizlik buna en bariz örnektir. Değil bir oluşum buna teşebbüs dahi Asya kıtasında bir güven sorunu olabilmektedir. Bu açıdan Avrasya bölgesinde “Stratejik” alanda işbirliği eksikliği bunun yanında, “Operatif” ve hatta “Taktik” alanda da iletişim eksiklikleri bulunmaktadır. Bu eksikliğin giderilmesi için her şeyden önce bu iletişimi sağlayacak medya altyapısının da oluşturulması gerekiyor.
Halbuki 21. yüzyılın tehdit alanları olarak belirlenen; terör, radikal akımlar, organize suçlar ve göç gibi sorunların en fazla yaşandığı alanlardan birisi de Asya kıtasıdır. Bu sorunlar ülkelerin tek başına üstesinden gelemeyeceği sınır aşan konulardır. Uluslararası işbirliğinin zorunlu olduğu böyle bir ortamda bölgenin oldukça zayıf kaldığı ve birbirine komşu olduğu halde en ufak bir işbirliğinin olmadığı ülkeler bulunmaktadır.
Pakistan ve Hindistan arasındaki Keşmir bu açıdan oldukça kritik bir örnektir. Çıkabilecek bir nükleer savaş, sadece bu iki ülkeyi değil, çevresindeki birçok ülkeyi hatta dünyayı ilgilendirmektedir. Science Advances dergisinde yayınlanan bir araştırmanın sonuçlarına göre; böyle bir olayın olması durumunda birkaç günde 125 milyon insan etkilenecektir. Atmosfer Bilimci Brian Tson, bir nükleer savaşta ortaya çıkan dumanın 2 hafta süresince 80 kilometre yüksekliğe çıkarak burada haftalarca kalabileceğini ve güneşten ışık alamayan bitkilerin öleceğini söylüyor. Nobel ödüllü Ira Helfand ise nükleer krizi dönüşebilecek böyle bir olayda dünyada 2 milyar insanın kaybedilebileceği iddia ediyor.
Zaten suyun kıt olduğu bu bölgede böyle bir olayın daha büyük sorunlara yol açacağı kesin. Nükleer savaş neticesi güneş ışını %35 azalacak, ısı 5 dereceye kadar düşecek, mısır, buğday ve pirinç üretimi %40 azalacak ve bunun sonucunda büyük göçler yaşanacak.
Dünyada en fazla silahlanan ülkelerin çoğu bu bölgede, ancak aralarındaki işbirliği zayıftır. Bu da en ufak problemin kısa zamanda büyümesine ve dış güçlerin müdahalesine zemin hazırlıyor.
Bütün göstergeler Asya kıtasında geleceğe yönelik güvenlik ihtiyacının artacağını gösteriyor. BM Uyuşturucu Ofisi, bölgede Afyon üretimi ve kaçakçılığının arttığını açıkladı. Buradan elde edilen gelirin bir kısmının terörün finansmanında kullanıldığı da düşünüldüğünde durum endişe verici. Afganistan’daki uyuşturucudan elde edilen gelir yılda 7 milyar doları geçiyor.
Asya kıtası son dönemde ekonomik alanda büyük ilerlemeler kaydediyor. Ancak güvenlik açısından altyapı yatırımları aynı hızla seyretmediğinden, büyük güvenlik açıkları oluşuyor. 6 ayrı hat ile yürütülen eski İpek Yolu’nu yeniden canlandırma projesi bunlardan birisi. “Bir Kuşak ve Yol projesi” 70 ülkeyi ilgilendiriyor ama bunun geçtiği bölgelerde güvenliğinin nasıl sağlanacağına ilişkin bugüne kadar herhangi bir adım atılmadı.
Sonuç olarak; Ekonomik gelişme ve refah güvenlik sağlanmadan gerçekleştirilemez. Güvenlik insanların fiziki ihtiyaçlarından sonra en önemli ihtiyacıdır. Organize suçlar, uyuşturucu kaçakçılığı, radikal akımlar ve göç yanında nükleer savaş tehlikesi gibi birçok tehdidi bünyesinde barındıran Avrasya bölgesinde güvenlik konusunda gerekli adımların vakit geçirilmeden bir an önce atılması gereği bulunmaktadır.
Dünyada halen mevcut güvenlik kurumları Soğuk Savaş döneminin ihtiyaçları göz önüne alınarak oluşturulmuştur. Mevcut güvenlik yapılanmaları dünyada mevcut sorunları çözmek bir yana sorunları ve bölünmeyi daha da artırmaktadır.
21.Yüzyılda dünyada meydana gelen ve müdahale edilen hiçbir olayın (Afganistan, Irak, Suriye, Keşmir gibi) mevcut güvenlik yapılanması içerisinde çözülemediği açıkça ortadadır.
Diğer taraftan gerek Avrasya gerekse Afrika kıtasında; meydana gelen olaylara bölgeyle ilgisi olmayan ya da geçmişte bu bölgelerde sömürge maksatlı bulunmuş ve sorunun asıl kaynağı olan ülkelerin müdahalesi hiçbir sonuç vermemektedir. Ayrıca mevcut güvenlik yapılanmalarında sorunla doğrudan ilgili ülkelerin iradelerinin bulunmadığı da bilinmektedir.
Günümüzde çözümden ziyade sorun üreten bu yapılanmaların dışında; Asya, Afrika ve Balkanların bulunduğu bölgeleri kapsayacak şekilde ve bu bölgelerdeki ülkelerin özgür iradeleriyle katılacakları güvenlik yapılanmalarının oluşturulmasının bir zorunluluk haline geldiği görülmektedir.
Bu ihtiyaca yönelik düşünce altyapısının oluşturulması ve siyasi irade beyanının ortaya konulmasından sonra; bu güvenlik yapılanmasının askeri yapıyla birlikte Askeri Statülü Kolluk Kuvvetleri (Jandarma benzeri) ve polisi içerecek şekilde ayrı ayrı oluşturulması, bu mekanizmanın sorunları önceden görüp karşılıklı işbirliği mekanizmaları içerisinde zamanında çözmesi, kriz olması durumunda ise bunu çözecek şekilde muhtemel kriz bölgelerine zamanca ve kuvvetçe kademeli olarak sevk edilecek şekilde eğitilip teçhiz edilmesi ve ihtiyaca göre kullanılması mümkün olabilir.
Asya kıtasını gelecekte büyük sorunlar beklemektedir. Ancak böyle bir yapılanma bir araya gelerek ve sorunların asıl kaynağına inerek mümkün olabilir. Barış dolu bir geleceğin yaratılması adına ortak özlemler ve ortak hayallerin oluşturulması ve yeni bir bakış açısına ulaşılması gerekiyor.
Aksi taktirde mevcut sistemlerle ve bölge kültürüne yabancı unsurlarla yapılacak sözde müdahalelerin, daha önceden olduğu gibi gelecekte de sorunları çözmekten ziyade bölge insanına acılar çektirmeye devam edeceği açıktır.
Kaynaklar:
Alpar, Güray. Güvenlik Algısına Antropolojik Yaklaşım, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Atatürk Üniversitesi, Erzurum, Mayıs 2019.
Alpar, Güray. Uluslararası İlişkilerde Strateji ve Savaş Kültürünün Gelişimi, Palet Yayınları, Konya, 2015.
Alpar, Güray. Antropolojik Bakış Açısıyla Stratejik Dünya Tarihi, Palet Yayınları, Konya, 2014.
Clington, Hillary. “America’s Pacific Century”, Foreign Policy, October, 2011.
Tanju, İzzet. Tarih Üzerine Düşünceler, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2009.
Flint, Colin. Introduction to Geopolitics, Routledge, New York 2006.